27 Mayıs 2018 Pazar

Seçim Beyannameleri


Siyasi partilerimiz ve cumhurbaşkanı adayları meydanlara inmeden önce birbiri ardına “seçim beyannamelerini” açıklamaya başladılar. Kimi avans veriyor, kimi burs, kimi sıfır faizli kredi, kimi ikramiye, kimi mazotu düşürüyor… Beyannamelerin özeti seçmenin midesine hitap ediyor. Vaatleri ben, eski siyasilerin vaatlerinin günümüzde yeniden hortlaması olarak görüyorum. Bazı vaatler makul, bazısı ise uçuk-kaçık! Bu vaatlerin ne kadarı oya tahvil edilecek, bunu da seçim gösterecek. Adaylar ve siyasi partiler ekonomik vaatlerden ziyade başka tür vaatte bulunsa daha iyi olurdu kanaatini taşıyorum. Çünkü her şey mideden ibaret değildir. Siyasilerin vaatlerinin başında neler olabilirdi?
·         Kamuya memur alımında kıstas merkezi bir sınav ve güvenlik soruşturması olacaktır.
·         Güvenlik soruşturmaları iki ay ile sınırlandırılacaktır.
·         Müdür, müdür yardımcısı, şube müdürü ve öğretmen alımında mülakatın her türlüsü ayaklarımın altındadır. Bunun yerine sınav yapılacak ve puan üstünlüğüne göre atanacaktır.
·         Kamuya atananların hepsi objektif kriterlere göre denetime tabi tutulacaktır.
·         Sözleşmeli öğretmenler atandıkları yerde üç yıl görev yapar.
·         Öğretmenlere uygulanması düşünülen performans sistemi çöpe atılacaktır. Bunun yerine objektif kriterler ve belgeye dayalı performans sistemi uygulanacaktır.
·         Milli Eğitime bağlı resmi okullarda tam gün öğretim uygulanacaktır.
·      Ortaokul ve lise bitiminde merkezi sınav yapılmayacaktır. Bunun yerine 6.7.ve 8.sınıfların her döneminde birer veya ikişer sınav, merkezi olarak yapılmak suretiyle elde edilen puanlarla hem sınıf geçilecek, hem de lise tercihi yapılacaktır. Lise 2.3.ve 4.sınıflarda tıpkı ortaokulda yapıldığı gibi dönemlik merkezi sınavlar yapılacak. Alınan puanlar hem diploma notu olarak kullanılacak, hem de üniversite tercihinde kullanılacaktır.
·     Okullarda öğretmenin görevi sadece ders işlemek ve sınav tekniği kazandırmak olacaktır. Öğretmenler sadece 5.ve 9.sınıflarda sınav yapacaklardır.
·     Okullarda öğleye kadar ders işlenecek, öğleden sonra uygulama, etkinlik, etüt, ilave ders, sportif ve kültürel faaliyetler yapılacaktır.
·        Her türlü eş durumu atamalarında devletin ihtiyacı olduğu yerde eşleri birleştirme yoluna gidilecektir.
·         Öğretmenler dört, diğer memurlar ise beş yılda bir il içinde yer değiştirmeye tabi olacaktır.
·         Kamuda azami tasarruf politikası uygulanacaktır.
·         Belediyeler mali ve hizmet yönünden sıkı bir denetime tabi olacaktır.
·         Cezalar, borçlar, krediler vb ödemelerde ödeme kolaylığı sağlanacak; asla affetme, borcu silme yoluna gidilmeyecektir.
·         Kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınacak, vergi insanların gelirine göre adilane bir şekilde alınacaktır.
·         Vatandaşlık görevi olan askerlikle ilgili ihtiyaç fazlası kişilerin askerlik görevini bedelli olarak yapmaları sağlanacaktır. Bu durum sistematiğe bağlanacaktır.
·         Asgari ücret alanla, azami ücret alanların arasındaki maaş uçurumu giderilecektir. En düşük maaş, kişilerin insanca yaşayabileceği miktarda olacaktır.
·         Özel sektör ile kamu sektöründe çalışanlar için personel rejimi yapılacaktır.
·         Yargıya asla müdahale edilmeyecek, hakim ve savcılara güvence verilecektir.
·         Her türlü seçilme iki dönemle sınırlandırılacaktır.
·         Uluslar arası ilişkilerde kazan kazan politikası izlenecektir.
·         Sıcak paraya dayalı bir ekonomiden ziyade üretime dayalı bir ekonomiye önem verilecektir…

Türkiye Bağımsızlık Mücadelesi Veriyor ***


Türkiye hiç olmadığı kadar dış güçlerin kıskacı altında! Dört bir taraftan saldırılmasının sebebi de bu. Siyasal ve ekonomik baskıya maruz kalıyor. Neden mi? Çünkü Türkiye bağımsızlık mücadelesi veriyor. Bazılarımız,  “Eski köye yeni adet getirme! Türkiye zaten bağımsız bir ülke; bilir-bilmez konuşma. Sınırları belli bir toprak parçası üzerinde ay yıldızlı bayrağımız dalgalanıyor diyebilir. Evet, bu ülke bağımsız bir ülke! Ama ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkenin bağımsızlığından dem vurmak saf dillilik olur. Zira biz ekonomik yönden göbeğimizden bağlıyız veya bağlamışlar. Silahımıza, tankımıza varıncaya kadar nereden ve kimden alacağımıza karışıyorlar baksanıza.

PKK terörü, FETÖ darbesi ve siyasal baskılarla yola getiremedikleri ülkeyi şimdi iktisadi yönden boyun eğdirmeye ve yeniden kafese sokmaya çalışıyorlar. Son aylardaki dövizin ateşi de kafesinden çıkmaya çalışan Türkiye'yi yeniden kafese girdirmeye çalışmaktan ibarettir. Şu ana kadar oynadıkları oyunun son halkası bu.

Türkiye, ABD ve Batı'nın kendisine biçtiği rolü oynamak istemiyor, uydu devlet yerine kendi kendine yeten, kendi göbeğini kendisi kesen bir devlet olma yolunda. Alınan kararları uygulayan figüran bir ülke olmaktansa masalarda rol kapmaya çalışıyor. Dünyada nerede mağdur var, Türkiye onların elinden tutmak istiyor. Güçlüye boyun eğmiyor, sesini çıkarıyor, böyle olmaz diyor. Bundan dolayı da üzerimize geldikçe geliyor, boğmaya çalışıyorlar. Çünkü Türkiye’ye haddini bildiremezlerse yarın ardından diğer ülkeler de isyan bayrağını açacak. Bu da Batı ve ABD’nin tereyağından kıl çeker gibi dünyayı yönetmesini zora sokacak. Biz, içeride bir ve beraber olur, dış güçlere karşı dik durursak belki sıkıntı çekeceğiz ama mutlaka kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz bir gün. Yeter ki sabretmeyi, oyunu kuralına göre oynamayı bilelim.

24 Haziran seçimleri bağımsızlık önünde kat edeceğimiz önemli bir dönüm noktası. Ya tamam diyeceğiz, ya da devam. Batı ve ABD, seçim öncesi dövizin fitilini ateşleyerek bir ekonomik kriz çıkarma derdinde. Böylece seçmeni etkileyecekler. Şayet ekonomik bir kriz çıkartabilirlerse yıllardır yok etmek için uğraştıkları mevcut yönetimin gidişi daha kolay olabilir onlar için. Mevcut iktidar amaçlarına ulaşmak için onların önünde en büyük ayak bağı. Bir indirebilirlerse Türkiye’yi yine eski rolüne büründürecekler.

24 Haziran seçimlerini kim kazanır bilmem. Çünkü bunun kararını hür iradesiyle Türkiye seçmeni verecek. Seçimde hangisi kazanırsa kazansın Türkiye’nin yaptığı bağımsızlık mücadelesini devam ettirmelidir. Seçimi kazanmayı çok isteyen, bunun için asılan adaylar ilk önce bağımsızlık mücadelesi verecek bir ülkeyi yönetmeye mi talipler, yoksa yeniden Batı ve ABD’nin girdabına mı girmek istiyorlar? Şayet ne şiş yansın, ne de kebap diyerek Batı ve ABD ile iyi geçinme adına dik duramayıp onların isteklerine boyun eğmeyi düşünüyorlarsa bu ülkeye yazık ederler.

Halkımız dış güçlerin emellerini biliyor. Bildiği için döviz bu kadar yükselmesine rağmen tedirgin olmuyor, telaşa kapılmıyor. Bağımsızlık için gerekirse baldıran zehri içmeye bile razı. Umarım siyasi partilerimiz ve adaylarımız da bunun farkındadır. Eğer dayatmalara karşı bir –daha- boyun eğersek bu millet bir daha belini doğrultamaz. Adaylar, iç politikaya yönelik vaatler vermekten, ülkeyle ilgili felaket senaryoları çizmekten ziyade dış politikada nasıl bir yol izleyeceklerini seçmenlerine açıklamalılar.



*** 31/05/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.


25 Mayıs 2018 Cuma

Bu Milletin Vaatlere Karnı Tok!

24 Haziran'da yapılacak olan cumhurbaşkanı ve parlemento seçimleri için hem cumhurbaşkanı, hem de parti genel başkanları daha araziye çıkmadan kesenin ağzını açtı, vaat üzerine vaatler veriyorlar. Ne de çok verecekleri varmış bu millete. Partilerin veya cumhurbaşkanı adaylarının hız kesmeyen vaatleri, bu seçimin taraflarca hayat-memat meselesi olarak görüldüğünü ayan-beyan göstermektedir. Hoş bizde bütün seçimler ölüm-kalımdır aslında. Ama bu seçim en şiddetlisi ve en ciddiye alınanı galiba! 

Seçimler o kadar ciddiye alınmış olmalı ki her güne yeni bir vaatle uyanıyoruz. Daha seçimlere bir ay var. Bu gidişle vaatlere doyacağız. Millet yaşadı yani. Bu manzarayı görünce deliye her gün bayram misali insanın her gün seçim olsa diyesi geliyor. Bu seçim dönemi gösterdi ki bizim siyasilerimiz ne kadar cömertmiş de bizim haberimiz yokmuş. Yine bu seçim dönemi gösterdi ki siyasilerimizin tarihi bağları yüksek. Hepsi 1990-2000 dönemindeki siyasilerin bol keseden attıkları vaatlere sarıldı yeniden. "Herkese bir ev, bir araba anahtar" vaadi 2000 öncesine ait akılda kalan vaatlerdendi. Bu vaatte bulunan iktidara geldi. Belki vadettiği ev ve arabayı veremedi ama bize 5 Nisan krizini armağan etti, sağ olsun.

Siyasilerimiz hiç kusura bakmasınlar bu milletin vaatlere karnı tok. "Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağardı." Çünkü karşılığı olmayan her vaadin bir bedeli var, hem de ağırından. Bu millet 15 senedir "Enflasyon canavarından kurtulalım, zamlara veda edelim, döviz ve faiz insin ki ekonomimiz düze çıksın, namerde muhtaç olmayalım, gerekirse baldıran zehiri içeriz" şeklinde anlayabileceğimiz bütçe disiplinine inandı. Ne vaat verildi, ne de bir şey istedi. Eski uçuk-kaçık vaatleri unuttu. Çünkü ekonomik rahatlamayı gördü. Eski vaatlerin yeniden hortlamasının nedeni bize 5 Nisan kararlarını hibe eden kabine üyesinin bugün siyaset arenasında umut olarak görünmesinden midir bilinmez.

Siyasilerimiz, miting meydanlarında kalabalık toplamak, bunları oya devşirmek amacıyla galeyana gelerek işkembeyi kübradan atmasın. Siyasilerimiz belki eskinin kötü kopyası olmaya namzet olabilir. Ama bu halk bir şeyler umsa da eskinin seçmeni değildir, ayakları yere basıyor. Neyin verilip neyin verilemeyeceğini, kaşıkla verilecek olanın kepçeyle geri alınacağını iyi bilir. Syaset yapılacak ise seçmen inandırılacak ise; enflasyon nasıl iner, faizler nasıl düşer, dövizin ateşi nasıl söndürülür, üretime dayalı ekonomiye nasıl geçilir, birlik-beraberlik ve barış ortamı nasıl sağlanır, adalet nasıl tesis edilir, onu anlatsınlar. İnanın daha ikna edici olurlar. 25.05.2018

Alın Terine Dünyayı Dar Eden Ekonomi ***


Dünyada uygulanan ekonomik sistemin adı; liberal mi serbest piyasa mı, küresel ekonomi mi her ne zıkkımsa belli bir mutlu azınlığı ihya eden, fakir-fukarayı imha eden bir sistemdir benim gözümde bunun adı. Aldıkları her kararda paraya para demezlerken dar ve orta gelirli insan biraz daha geri geri gidiyor. Bu yöntemle paranı pul ettikleri yetmediği gibi ekonomik bir girdaba sürüklüyorlar ülkeleri. Durduğu yerden senin paranı eritiyorlar. Tüm bu işlemleri yaparken taş atıp elleri de yorulmuyor, zaten terleme yok. Kah faizle oynuyorlar, kah döviz kuruyla, kah borsayla. Olmadı gerilim siyaseti izliyor, kriz çıkarıyorlar. Öksürseler de onlar kazanıyor, tıksırsalar da. Olan, elinin emeğiyle bu dünyada namerde muhtaç olmadan geçim mücadelesi veren elleri nasırlı emekçilere oluyor. Anladım ki bu dünyada alın teriyle kazanmaya yer yok. Alın teriyle kazanılan para insana hayatı dar ediyor. Kazanacaksan, bey gibi yaşayacaksan paradan para kazanacaksın. Çünkü halihazırda geçer akçe bu.

Adını bilmediğim, öğrenmek de istemediğim günümüz ekonomisinin adı olsa olsa zulüm ekonomisidir. Başka da isim aramaya gerek yok zaten. Necip Fazıl’ın “Bir kişiye dokuz, dokuz kişiye bir pul” dediği bu olsa gerek. Sen, enflasyonla mücadele edeceğim, faizi düşüreceğim, toplumda sosyal adalet dengesini sağlayacağım diye adına bütçe disiplini dediğin kamu mali yönetimini dokuz doğurarak uygulamaya koy, enflasyon canavarını azdırmayacağım diye kılı kırk yar, kimseye bir şey verme. Paraya yön veren birkaç mutlu azınlık bir kalem oynatsın, senin bütçe disiplinini yok etsin. Olacak şey değil. Lanet olsun modern dünyanın bulduğu bu ekonomik sisteme! Zaten “Allah ve Rasülüne savaş açmak” olan bu haksız kazanç sistemi insanlığa dünyayı dar etmekten, zulmetmekten ve mağdur üretmekten başka ne işe yarar?

Ülkeler hangi ekonomik sistemi uygularlarsa uygulasınlar, hepsinin görevi para musluğunun başında olanların cebini doldurma görevini ifa etmektir. Kim dişinden, tırnağından ne artırıyorsa üzerine borçlanarak bu paragözlere çalışıyor. Paraya tapan ve para için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen bu kapitalistler, bugüne kadar kazandıklarını tıka basa yeseler, bir eli yağda diğeri balda dünyayı gezseler, elde ettikleri paraları; harca harca bitiremedikleri gibi milyon göbek sonra gelecek soy ve sopunu da besler. Çünkü milletin ve ülkelerin kaşıkla biriktirdiklerini bunlar bizden kepçeyle almaya devam ediyorlar.  Maalesef ne mideleri doyuyor, ne de gözleri. Geberip gittikleri zaman toprak da doyurmuyor bunları. Nasılsa bayrağı, yetiştirdikleri yetmeleri devralıyor.

Üretime dayanmayan sıcak para ekonomisinin dünyaya dayattığı sistem, zulümdür maalesef! Dünya üretmeden tüketmeye teşne oldukça bu zulüm düzeni bu şekilde devam edecek. Bu durum okumuş insanların dünyaya armağanıdır. Aslında bir yeri yeniden keşfetmeye gerek yok. En iyi ekonomik sistem anam babamın eskiden uyguladığı “Ayağına yorganına göre uzat” sistemidir. Bundan ötesi bize eziyet ve çile vermekten başka bir işe yaramaz.  Bir devlet “Üretmeden tüketme!” modeline geçmedikçe bu zulüm ekonomisi artarak devam edecek, nice canları yok edecektir.

Dünya ne yapıp ne edip döviz, faiz, borsa sarmalından kurtulmalı. Zira bu üçlü saç ayağı üçkâğıt ekonomisidir.



*** 29/05/2018 günü Yeni Haber gazetesinde Barbaros ismiyle yayımlanmıştır.

24 Mayıs 2018 Perşembe

"Sen de mi Orucu Sayıyorsun?"

İliklerime kadar üşüdüğüm soğuk bir zamanda üzerimde pardesü, başımda takke, ayağımda bot, pantolonumun altında pijamam olduğu halde tıraş olmak için berbere girdim. Sıra beklerken konu havanın soğukluğuna geldi. Berber, "Sıkı giyinmemize rağmen üşüyoruz" dedi. Kendisine "Biz bu halde üşüyoruz, bazı bayanlar etek giyiyor, başı ve boyun kısmı açık şekilde okula geliyor. Nasıl üşümüyorlar, merak ediyorum. Kuruma geldikten sonra içeride kaloriferler yanmasına rağmen yanıma gelip kaloriferin derecesini yükseltsek, çünkü üşüyoruz" şeklinde taleple geliyor. Konuşanın giyimine bakıyorum, sanki sıcak bir havada giyebileceği bir giyimle gelmiş karşıma. Kendisine be kardeşim etek yerine pantolon ve üzerinizi biraz kavi giyseniz üşümezsiniz, bak ben üşümüyorum" desem yanlış anlar. Mecburen susuyor ve kazanın derecesini yükseltiyoruz şeklinde konuşunca berber koltuğunda beni dinleyen biri kadının ne şekilde giydiğine iyi dikkat etmişsin, ben hiç farkına varmadım bugüne kadar" dedi. Olabilir dedim tanışmadığım bu kişiye. Karşısında kendisiyle konuşmaya gelenin giyim ve kuşamını görmeyen bu adam kör mü diye dikkat ettim. Kör de değil. Demek ki gözü kapalı konuşuyor muhataplarıyla. Herkes benim gibi sapık mı dedim kendi kendime.
*
Malum ramazan ayındayız, oruç tutuyoruz. Günlük 16 saatten fazla bir vakti yemeden, içmeden geçiriyoruz. Kolay mı değil. Çünkü açlık ve susuzluk hissetmemesi mümkün değil insanın. Tüm meşakkatine rağmen orucumuzu tutuyoruz. Çünkü dini bir vecibedir. Orucun kolaylığı ve zorluğu beyinde başlar ve beyinde biter. Niyetine aldın mı bir bakmışsın ki orucun gelmesiyle gitmesi bir olmuş. 

Ben oruca başlamayı birçok memur, öğretmen ve öğrencide görülen pazartesi sendromuna benzetiyorum. Pazar gününden başlayan tedirginlik ertesi günü iş başı yapınca geçiyor. Oruç da böyledir. Ramazana girmeden bu sıcak ve uzun günlerde nasıl dayanırız tedirginliği oruç tutmaya başlayınca geçiyor.

İlk üç gününü tuttuktan sonra biri, "Oruçta bitti, şurada ne kaldı" dedi. "Mübarek, daha var 27 gün. Ne bitmesi dedim, gülüştük.

Orucun 8.günü bir yerde iftardayız. "Orucun 8 günü bitti, geriye ne kaldı" diye konuşuldu. Daha var 22 gün, birliği falan yok dedim. "Bazıları orucu sayıyor, neyini sayıyorlar, sen de mi sayıyorsun" dedi. Ne olur saydığımızda. Yoksa siz saymıyor musunuz, bak 8 gün bitti diyen sizdiniz. Orucu bu kadar kolay sanmayın. Zaten zor olduğu için Allah 12 ay oruçlu geçirmemizi değil, bir ay oruçlu olmamızı emretti. Eğer size kolay geliyorsa 365 gün oruç tutun, elinizden alan mı var, dedim.

Bazı insanları anlamakta zorlanıyorum. Verdiğim iki örnekte biri karşısındaki kişinin ne şekilde giydiğinden haberi olmadığını, diğeri tuttuğu orucu saymadığını söyleyerek ne yapmak istiyor? Ya laf olsun diye konuşuyor, ya ne konuştuğunu bilmiyor, ya da kendilerini çok takvalı göstermeye çalışıyor. Aklı sıra seni ayıplamaya çalışıyor. Mübarekler! Allah o gözü niye verdi, bakar kör olasın diye mi? Ya da orucun kaçıncı gün olduğunu bilmenin neresi garip? Acaba bu tipler bugün iftar kaçta okunacak, imsak ne zaman başlayacak diye imsakiyeye göz atmıyorlar mı? Bal gibi bakıyor. Kaçıncı gün olduğunu bilmeden iftar ve insanın vaktinin girip girmediğini nasıl tespit ediyorlar. Hasılı, bu tiplerinki "Laf olsun padişahım." Bunun başka bir izahı yok. Umarım bu tiplerde mürailik yoktur. Şayet varsa bu, her şeyi yakar, yıkar. 24.05.2018




Ekonomide Seferberlik İlan Edilmeli *


Dövizin fırlamasında dış piyasanın, küresel ekonominin, çevremizde olup biten olayların ve bize had bildirmeye çalışanların etkisi var. Çünkü bize operasyon çekiliyor. Bunu söylemeye bile gerek yok. Hepimiz biliyoruz.  Pekiyi ekonomiyi yöneten ev sahibi olarak bizim hiç suçumuz yok mu? Var elbet!

Öksürükten, rüzgârdan etkilenen bir ekonomimiz var. Dünyada çıkarılan her gerilimin ucu bize dokunuyor. Çünkü ekonomimiz sıcak paranın gelişine dayalı. Sıcak paraya dayalı ekonomiyi devam ettiriyoruz. Bir türlü üretime dayalı ekonomiye geçemedik. İthal etmeyi çok seviyoruz. Cari açık her geçen gün arttıkça borç yiğidin kamçısıdır, ölmüş eşek kurttan mı korkar zehabıyla tedbir almıyoruz. Tasarruf yapmayı unutalı çok oldu. İsraf ekonomisi uygulanıyor dense yeridir. 

Bütçe disiplinini elden bıraktık, ortalama yılda bir seçim yapıyoruz, seçim ekonomisinin kapağını açtık. Vaatler gırla gidiyor, nereden bulacağız hesabı yapılmıyor artık. 

Piyasa güvenli liman arar. Siyasi ve iktisadi gerginliği gördü mü güvenilir limana doğru kaçar. Buna rağmen ekonomiyle ilgili uzman olan da konuşuyor, olmayan da.

Bütçe açık veriyor, döviz fırlıyor, yatırımcı önünü görmüyor. Piyasada yaprak kıpırdamıyor; Ekonomi, haberlerin ilk konusu oluyor, etkili ve yetkili kişilerden tık yok. 

Ekonomi kurmayı küresel savaşın oyununu bozacak "B" planını devreye koyamıyor. Piyasanın kendiliğinden sakinleşmesini bekliyor. Muhalefet ne yapabiliriz diyeceği yerde dolar 5 lirayı buldu felaket tellallığı yapıyor. Bu durumdan nasıl faydalanırım diye avucunu ovuşturuyor.

Bu durumda ne yapmak lazım? Ekonomiden anlamayan biriyim. Ama aklım yettiğince bazı önerilerde bulunmak istiyorum:
·         İşin uzmanları çözüm için bir araya gelip enine boyuna tartıştıktan sonra hükümetin uygulamaya koyacağı bir ekonomik paket yürürlüğe konmalı.
·         Ekonomik bir seferberlik ilan edilmeli.
·         Bütçe disiplininden taviz verilmemeli.
·         Siyasiler vaatlerinde makul olmalı.
·         Partiler hazineden aldıkları hazine yardımını geri iade ederek bütçeye gelir irat edilmeli.
·         Bu seçimde bir maliyet olan miting yapmaktan siyasi partiler vazgeçmeli.
·         Kamuda azami tasarruf tedbirleri yürürlüğe konmalı.
·         Toplu taşıma araçları ulaşımda özendirilmeli.
·         Gereksiz makam aracı kullanımından vazgeçilmeli.
·         Yastık altındaki altın, döviz vb paralar devlete uzun vadeli borç olarak verilmeli.
·         Kamu görevlilerinin verdiği iftar ve etkinliklere son verilmeli.
·         Özel sektörün dövizle borçlanmasına sınırlama getirilmeli.
·         Ülkede var olan ve yetişen ürün veya malın ithal edilmesine sınırlandırma getirilmeli.
·         Piyasayı tedirgin edecek, parayı kaçıracak söylemlerden kaçınılmalı.
·         Her türlü krize karşın uygulamaya konacak “B” planı belirlenmeli.
·         Yabancı futbolcu transferinde kulüpler yerli futbolcuyu tercih etmeye özendirilmeli.
·         Hac dışında gezi amaçlı yurtdışı gezilerine özen gösterilmeli.
Sonuç olarak belli bir süre ayağımızı yorganımıza göre uzatalım diyorum.

* 28/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

23 Mayıs 2018 Çarşamba

Piyasalar, Belini Doğrultabilecek mi?


Malumunuz dövizin ateşi bir türlü düşürülemedi. Düşürülemedi diyorum. Çünkü dövize müdahale yok. Vatandaş gergin bir şekilde çaresiz seyrediyor, ekonomiyle ilgili sorumlular da seyrediyor. Bu yüzden döviz kendi rekorunu günlük egale etmektedir. Bu bakış açısıyla piyasanın oturması bekleniyorsa, piyasa oturur oturmaya; ama kimleri yere serer, kimleri öldürür, kimleri felç eder, belli değil.

Türkiye’nin burnunu sürtmeyi nicedir kafasına koyan dış güçlerin son kozları sanırım paramızı pul ederek ülkeyi ekonomik krize duçar etmek ve emellerine böyle ulaşmak olmalı. Başını ABD’nin çektiği dini-imanı para olan bu insanların inandığı tanrıya inanmıyorum. Zira benim ilahım, Kendisinden başka tanrı tek Allah’tır.

Gözümüzün önünde paramızın anlık eri-til-mesine gönlüm rıza göstermiyor. Bu ülke adına ne yapılması gerekiyor diye endişeli bir şekilde ben beklerken etkili ve yetkili kişi ve makamlar da bekliyor. Merkez Bankası bile haziran ilk hafta yapacağı toplantıyı öne almıyor. Neyse o. İstersen ülke batsın. Çok da umurlarında değil. Onlar için önemli olan prensipleri.

Herkes bekleyedursun. Bereket! Ekonomi Bakanımız tweet aracılığıyla “Doğru hamlenin doğru zamanda yapılacağına güvenimiz tam" şeklinde bir açıklama göndermişGünler sonrasında gelen bu tek satırlık açıklama sadra şifa olmasa da beni bir sevindirdi bir sevindirdi. Niye mi? Unutmaya yüz tutan, olmuş bir olayı bana yeniden hatırlattığı için. Bu sıkıntı ve gerginlik arasında biraz tebessüm edelim:  Eyüp ile Mehmet halaoğlu ve dayıoğludur. Birlikte beldenin dışına çıkarlar. Bunları burada -daha doğrusu halaoğlu Mehmet’i- bekleyen bir tehlike vardır. Çünkü karşı beldenin gençleriyle Mehmet’in arasında daha önceden kalan paylaşılacak bir kozları vardır. Beldenin gençleri, Mehmet’i yaka-paça yere indirir; alaman mı veremen mi, bir güzel dayak atar ve çekip giderler. Halaoğlu Mehmet kafa-göz, kan bere içerisinde yerde yatarken tüm bu kavgayı kenarda seyreden dayıoğlu Eyüp, can havliyle eğilerek halaoğlu Mehmet’e seslenir: “—Halamın oğlu Mehmet! Sana bir daha vursalardı, olaya müdahale edip sana yardım edecektim” der. (Eksik olmasın!)

Halaoğlu Mehmet, yerden kalkabilmiş mi? Dayıoğlu Eyüp’ün imdadına halaoğlu Mehmet teşekkür edebilmiş mi? Aralarındaki halaoğlu ve dayıoğlu akrabalığı devam ediyor mu? İnanın bundan sonrasını bilmiyorum. Sizin gibi sonucu ben de merak ediyorum. Fakat öğrenme imkanım yok. Zira her ikisi de vefat ettiler. Allah rahmet eylesin.

Bu vesileyle bu sıkıntılar arasında bizlere bir nebze soluk aldırıp tebessüm ettiren Ekonomi Bakanımıza teşekkür ediyorum, attığı tek cümlelik tweetiyle beni geçmişe götürdüğü için. Şimdi ben birçok vatandaş gibi "Doğru hamlenin doğru zamanda yapılacağı anı bekleyeceğim. Tıpkı halaoğlu Mehmet'in yerden kalkamayacak şekilde yere kapanıp yardım bekleyen hali gibi.