22 Mayıs 2018 Salı

Nasıl Bir Meclis Hayal Ediyor-d-um?

Meclisi ben bir ülkenin tüm dertlerinin masaya yatırıldığı, ülke sorunlarının çözüme kavuşturulduğu bir yer olarak görüyorum. Partiler 27.dönem vekil aday listelerini YSK'ya verdiler. Adaylar iyidir/kötüdür, ehildir/değildir iddiasında değilim. Burada nasıl bir Meclis hayal ettiğimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:

* Meclisin bu milletin bir mozaiği olmasını, orada belli yaş ve meslek gruplarının toplandığı yer değil; her meslek grubundan vekilin yer almasını istiyorum. Hatta her meslek grubunun kotası olmalı. (İşçi, öğretmen, serbest meslek, özel sektör, sosyolog, psikolog, doktor, mühendis, akademisyen, çiftçi, ekonomist, ticaret erbabı, esnaf, tamirci, sanayici, pazarcı, sendikacı, STK temsilcileri vb. seçilmişler yer almalı.)
* Hangi partiden olursa olsun seçilenin önceliği ülke olmalı.
* İktidarı ve muhalefeti ülke meselelerini istişare ile çözmeli.
* Birbirlerini ön yargısız dinlemeli.
* Eğitim ve öğretimi masaya yatırmalı, önce sorunu ortaya koymalı, sonra çözüm yollarını belirlemeli, değişmeyen milli bir maarif sistemini konsensüs ile getirmeli, eğitim ve öğretime ideolojik yaklaşmamalı, ardından Milli Eğitim'i profesyonel bir ekibe teslim ederek özerk bir statüye kavuşturmalı.
* Meclis kürsüsü seçmene mesaj verilen yer olmaktan ziyade arı gibi çalışan, teknokrat görevini üstlenmeli.
* Vekil, "Ben seçildim, istediğimi yaparım" şeklinde davranmaktan ziyade kanun, kurallara ilk önce kendisi uymalı. Kendisine verilen bu görevin emanet olduğunu bilmeli, ona göre davranmalı. İhale vb. işleri takip etmekten uzak durmalı.
* Meclis genel kurulundaki konuşmacıyı ön yargısız dinlemeli, oturduğu yerden hatibe laf atmamalı, nezaket ve saygıyı elden bırakmamalı. Oylamadan oylamaya genel kurula gelmemeli. Kim olursa olsun hatibi dinlemeli; bir öğrencinin öğretmenini derste dinlediği gibi.
* Bir konuda bir kanun çıkarılacaksa kanun çıkarılmadan önce vekil, seçildiği muhitine giderek seçmenlerinin görüşünü almalı. Aldığı geri dönüte göre yasanın çıkmasını sağlamalı.
* Gerilimi yükseltmek, toplumu germekten ziyade tansiyonu düşürecek hal ve hareket temel prensipleri olmalı. Toplumda barışın sağlanması için Mecliste barış ortamı oluşturulmalı.
* Vekil, belli periyotlarla seçmeni ile buluşmalı. Seçmeninin hassasiyet ve beklentilerini Meclise taşımalı...

Seçmen Vekil Adayları Listesinden Pek Hoşnut Olmadı Sanki! *


Seçimlere bir ay kala partiler seçimde yarışacak vekil adaylarını YSK'ya teslim etti. Listede yer bulanlar oldu, bulamayanlar da. Listenin üst sıralarında yer alan vekil adayları ve yakınlarında bir sevinç yaşanırken kendisine listenin alt kısımlarında yer bulanlarda ve listeye giremeyenlerde bir üzüntü ve kırgınlık hakim dense yeridir. Partilerin, adaylık için müracaat edenlerin hepsine listelerinde yer vermesi ve hepsini memnun etmesi mümkün değil. Zira seçileceklerin sayısı belli! Ancak ‘ama’sı var bu işin. 

Partilerin vekil adaylarının açıklandığını duyan seçmen, "Acaba kimler listeye girmiş" diyerek heyecanla kendi ilinin listesine göz attı. Seçmenin çoğu listeleri beğenmedi. Sosyal medyadaki paylaşım ve yorumlarda adaylardan memnun olunmadığı açıkça görülmektedir. Hangi parti olursa olsun seçmenleri şokta dense yeridir. "Tabanın sesine kulak verilmemiş, bir dayatmayla karşı karşıyayız" serzenişleri yüksek sesle dillendiriliyor. Her ilin aday listelerinde seçmenin haz almadığı adaya yer verilmiş olması seçmeni memnun etmemişe benziyor. Yıllardır oy verdiği partisine "oy vermeyeceğim" diyenlerin sayısı da az değil. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa ve Adana dışındaki Anadolu illerine listelerin başına ili tanımayan, ile yabancı vekil adaylarının paraşütle iliştirilmesi seçmeni kırgınlıktan da öte kızdırmıştır.

Seçmen ne istiyor, kimi istiyor bilmiyorum ama görünenden anladığım, seçmende sürekli vekil olan eski yüzlere karşı bir tepki var. Sanırım seçmen yeni yüzler görmek istedi. Listelerin başında yine eski simaların isimlerini görünce bir şok yaşadı dense yeridir. Çünkü yeni yüz yeni bir soluk ve heyecan demekti. Sıcağı sıcağına yaşanan bu şok gelip geçici midir, yoksa seçmeni partisinden ilânihaye uzaklaştırır mı bilmiyorum. Olup bitenden benim anladığım, partiler riske girmek istememiş; “Mevcut tanıdığım vekil, yeni gelecek tanımadığım iyiden daha ehven” olur diye düşünülmüş olmalı. Ya da parti disiplinine uyacak, Mecliste sorun çıkarmayacak kişilere listelerinde yer vermiş veya listeye girenler oyunu kuralına göre oynamış ve kendini daha iyi ifade etmiş olmalı. Partilerin aday belirlemede mutlaka kriterleri vardır, en iyisini seçtiklerine kendilerini inandırmış olmalılar ki YSK’ya verdikleri listeleri tercih ettiler. Fakat aday seçiminde oy alabilecekleri seçmenin hassasiyetlerini gözetmiş olsalardı demokrasimiz adına bir kazanım olurdu. Çünkü seçmen sandığa sahip çıkardı.

İstediği veya umduğu adayları listelerde göremeyen seçmen bu durumda ya partisini değiştirecek, ya sandığa gitmeyecek veya kerhen oy verecek. Keşke siyasi partilerimiz biz yaptık oldu demekten ziyade seçmenini küstürmeyecek orta bir yol bulabilselerdi. Yine siyasi partilerimiz bir odaya kapanıp masa başında mevcut aday adaylarından tercih yapmaktan ziyade araziye çıkıp halkın veya seçmeninin nabzını tutabilselerdi çok daha iyi olurdu.

Bu işler seçmeni küstürmeye gelmez. Nasıl ki öğretmenin en iyi müfettişi öğrenci ise, vekillerin de en iyi müfettişi seçmenleridir. Hâsılı siyasi partilerimiz daha seçime gitmeden aday belirlemede sınıfta kalmışlardır. Olan olmuştur artık! Zira geriye dönüşü yok bu işin. Belirlenen listelerin hayırlı olmasını temenni ediyorum.

* 23/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Asalet Genlerimde Olmalı

Lütfen! Listelerde ismini göremedik diye aramayın. Göremezsiniz. Çünkü her hangi bir partiye adaylık müracaatım olmamıştı. Ama bu demek değil ki adaylık beklentim yoktu. Olur ya bir parti, müracaatım olmamasına rağmen vekil listesinde bana yer vermiş olabilir mi diye tüm parti listelerine tekrar tekrar baktım.

İsmime rastlamadım. Son çare Haydar Hocamın listesine bakayım, sonlarda da olsa benim ismime yer vermiştir dedim. O da seçime girmekten vazgeçmiş.

Her şeyin hayırlısı. Ben beklemeye yine devam edeceğim: Zira bakanlık veya cumhurbaşkanı yardımcılığı için saklanmış olabilirim. Olmadı, mahalli seçimlerde belediye başkanı, muhtar veya encümen olurum. Yine olmadı mı? Bürokraside yüksek bir mevkide bulabilirim kendimi.

Daha olmadı mı? Kadir-kıymet bilmiyorlar, ehliyet ve liyakat kalmamış, bazı kıymetlerin değeri öldükten sonra anlaşılırmış der, yoluma devam ederim.

Hasılı, asalete devam. Yani sizin gibiyim anlayacağınız. 

Oğlum! Ne Yatıp Duruyorsun, Kalk? ***


—Oğlum! Kalk, ne yatıp duruyorsun?
—Ne oldu baba, hayırdır?
—Başımıza ne geldiyse yatmaktan geldi zaten!
—Yatmayıp da ne yapayım, iş mi var sanki?
—Sen böyle upuzun yata dur, senin akranların vekil oluyor.
—Nasıl yani? Ne vekilliği, o da ne?
—Milletvekili oğlum milletvekili!
—Baba, daha ben liseyi yeni bitireceğim. Vekillik kim, ben kim?
—Olan anasının karnında mı oluyor? Bunun için istemek gerekiyor. Sen ne yapıyorsun? Yatıyorsun sadece!
—Kaç tane elim var? Ben öğrenciyim daha! Üniversite sınavına hazırlanıyorum.
—Senin akranların hem lise sonda okuyor, hem etüt merkezine gidiyor, hem de üniversite sınavına hazırlanıyor. Üstelik vekil adayı oldu şimdi de.
—Güldürme beni! Hiç havamda değilim.
—Sen öyle san! Kızımız Kocaeli'nde Türkiye'nin en genç vekil adayı olma unvanını kaptı şimdiden.
—Diyelim ki ben de vekilliğe müracaat ettim. Hani adaylık parası? Malum harçlığımı sen veriyorsun? Daha alnımı terleterek bir kuruş kazanmadım. Müracaat parası isteseydim verecek miydin?
—Sen yeter ki vekillik iste, sana kredi açardım.
—Diyelim ki adaylık parasını senden istedim, sen de verdin, gidip aday oldum ve partim de yanıldı beni aday gösterdi. Daha ben lise sonda okuyorum, üniversiteye hazırlanıyorum. Bu durumda ben ders mi çalışacağım, vekillik için seçim çalışması mı yapacağım, söyler misin? Zaten bu seçim yüzünden sınav tarihim ötelendi.
—Oğlum, bırak mazeret üretmeyi! Başkası ne yapıyorsa sen de onu yapardın. Seçim çalışması yapman şart mı sanki? Sonra kim vekile oy veriyor? Millet partiye veya liderine oy veriyor. Liderin çalışır, sen de sayesinde vekil olurdun. Sonra çalış yine dersine. Geceler ne güne duruyor! Seni tutan mı var? Ayrıca okumak karın doyurmuyor. Meclise bir kapak attın mı sülaleni beslerdin. Ben de vekil babasıyım diye övünürdüm. Sen bu mazeretleri bırakmadıkça vekil olamazsın. Vay efendim seçim çalışmasını nasıl yapacakmış! Adamlar hapiste iken seçime gidiyor, oturduğu veya yattığı yerden oylar kendiliğinden geliyor...
—Sen merak etme, ben okuyup devlette bir görev aldıktan sonra istifa edip vekil adaylığına müracaat ederim.
—Oğlum, o senin dediğin eskidendi. Eski seçimlerde kamuda çalışan bürokratlar istifa edip vekil seçilir, Meclis onlarla dolardı. Şimdi özel sektörden gelen serbest meslek sahipleri, kendi işinin yöneticileri vekillikte aranan tek kriter neredeyse. İstersen partilerin aday listelerine bir göz at.
—Sen değil miydin, oku kendini kurtar diye?
—Sana oku, kendini kurtar diyen dilimi eşek arıları soksun!
—Baba, sen ne dediğinin farkında mısın? Kendi kendinle çelişiyorsun. Okumaktan kime zarar gelmiş bugüne kadar?
—Oğlum, ben ne dediğimi biliyor muyum? Vekillik aklımı başımdan aldı. Okumaya okurdun yine, Meclis'e gittikten sonra da olurdu bu iş. Hem vekil, hem öğrenci! Üstelik üzerimden de yükün kalkmış olurdu. Okul kaçmıyor, ama vekillik her zaman kişiye gülmez. Kaçtı bir kere...
—Kaçan balığın büyük olduğu gibi değil mi?
—Kalk konuşma! Vekillik kaçtı, dersine otur. Pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım bari! Vardır bunda da bir hayır...

** 24/05/2018 tarihinde Barbaros ULU adıyla Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Parti Lideri ve Tarikat Şeyhi

Bu ülkede cemaatler, tarikatlar çok eleştirildi. "Vay efendim, şeyhinin iki dudağı arasında her şey. "Mutlak itaat şart! O ne derse o olur, itiraz edilmez" denir.

Parti liderleri bundan farklı mı? Bence aralarında hiç fark yok. Tarikat şeyhinin yaptığını noktasına, virgülüne parti lideri de yapıyor. Örnek mi istersiniz: Malum bugünlerde vekil listeleri hazırlanıyor. Parti liderimiz dama taşı oynar gibi adaylarını paraşütle "sen şu ile, o bu ile" diyerek yerleştiriyor. Lider bunu yapıyor, aday adayımızdan tık yok. İşin garibi bu tasarruf parti meclisinden de onay alıyor.

"Sayın aday! Haydi aday gösterildiğin yeri haritadan göster" ya da "Bugüne kadar o ile hiç gittin mi" veya "Hiç o ilden tanıdığın var mı" diye sorulsa öyle zannediyorum sınıfta kalır. Buna rağmen aday gösterilir ve aday olunur. Seçmen de vardır bir hikmeti diyerek gider oyunu tıpış tıpış verir. Kimse bir şey demez. Çünkü karşılarında tarikat şeyhi ile aynı yetkilerle donatılmış parti lideri var. O ne derse o olur. Yoksa aforoz edilir.

Şimdi size soruyorum: Bir parti lideri ile bir cemaat lideri veya tarikat şeyhi arasında yetki bakımından bir fark var mı? Bulabilirseniz merakımı gidermiş olursunuz ve size minnettar kalırım.

Koltuk Altı Kılları ve Basketbol *


Pazar akşamı Real Madrid ile Fenerbahçe Doğuş arasında oynanan Euro Lig basketbol final karşılaşmasını izlemek zorunda kaldım. Çünkü misafirlerim maç izlemek istediklerini söyleyince televizyondan bugüne kadar adını duymadığım bir kanalı açarak beraberce maç izledik. İzlediğimize de değmedi. Çünkü takımımız Real Madrid karşısında bir varlık gösteremedi. Sonunda maçı kaybettik ve basketbol şampiyonu olamadık. Kötü oynadığımız maçtan büyük fark yiyerek ayrılmadığımıza şükrettik.

Misafirlerim maçı izlerken ben de maçı izler gibi yaptım. Çünkü hem çok ilgimi çekmeyen bir oyundu basketbol, hem de oyuncuların koltuk altlarına gitti gözüm. Mübareklerin çoğunda koltuk altı tıraş diye bir şey yoktu. Koltuk altlarındaki kılları neredeyse yüzlerindeki sakal gibi olmuş. Bu maçı izledikten sonra bana basketbol nedir dense koltuk altı kıllarıyla oynanan bir oyun derim herhalde.

Basketçiler niye tıraş olmuyor acaba? Maç boyunca içimde kalan bu soru maçtan sonra da beynimi kurcaladı durdu. Saçı uzun oyuncu gördüm bugüne kadar, saçını bağlayanı da; saçını sıfıra vuranı gördüm, sakal koyanı da. Belki de izlemediğimden olsa gerek bugüne kadar koltuk altı kıllarıyla sahaya çıkanı görmemiştim. Misafirlerimin sayesinde kıllı oyuncuları da görmüş oldum. Hem de “Bak benim kıllarım seninkinden büyük” dercesine göstere göstere oynuyorlardı.

Sahi niye koltuk altı tıraşını olmuyor bu oyuncular? Zamanları mı yok, yoksa bu şekilde daha mı bir entel oluyorlar? Terle beraber koltuk altı kokunca rakip futbolcu kendilerine yaklaşamasın diye bir taktik mi güdülüyor? Ya da koltuk altı tıraşı kendilerine uğurlu geliyor veya daha fazla efor sarf etmelerini mi sağlıyor? Anladıysam harap olayım. Yakışıyor mu? Kimsenin kendisine yakıştırdığını sanmıyorum. Görenin seyir zevkini yok eden bir görüntü bu. Bu çirkin görüntü beni rahatsız etti de bir başkasını hiç rahatsız etmiyor mu acaba? Bugüne kadar kendilerini “tıraşınızı olun” diye hiç uyaran olmadı mı? Üzerlerinde forma ile dünya âleme koltuk altı kıllarını göstererek utanmıyorlar mı? Maçtan sonra bu basketçiler       -öyle zannediyorum- nasıl oynamışım, nerede hata yapmışım diye defalarca oynadıkları maçı izler. Hiç mi dikkatlerini çekmiyor bu görüntüleri veya rakip oyuncunun koltuk altı kıllarını görünce ne kadar da çirkin görünüyor diye düşünmediler mi?

Haydi diyelim ki oyuncular, bu halinden memnun, kimseden çekinecek durumları yok, zaten çoğunluğu kıllı. Bunlarla aynı yatağı paylaşan eşleri de mi bir şey söylemiyor? Takımın koçu veya kulüp başkanı, “Tıraş olup öyle antrenmana gelin ve maçlara tıraşlı çıkın” diye niçin söylemez? Bu kulüplerin bağlı olduğu federasyon ne iş yapar? “Aferin evlatlarım, ne de uzun kıl büyütmüşsünüz” mü diyor?

Kişilerin özel hayatına karışmam. Ne şekilde hoşlarına gidiyorsa o şekil yaşarlar. Ama “Biz basketçiyiz, istediğimizi yaparız, kimse bize bir şey diyemez, kıllı kıllı da çıkarız meydanlara” diyorlarsa burada onlara bir dur demek lazım. Toplumların örfü denen bir şey var. Ayıp denen şey bunların lügatinde yok mu gerçekten?

Gözünü sevdiğim gömlekler bugüne kadar insanın gösterilmemesi gereken yerlerini ne de güzel gizliyor ve örtüyormuş. Gömlek giymek bir nimetmiş gerçekten. Başka ülkelerin gelenek ve göreneklerini bilmem ama bizim federasyonumuz basketle ilgili koyacağı ilk kural, oyunculara koltuk altı tıraş olma zorunluluğu getirmek olmalı. Ben kıl mı seyredeceğim, yoksa basket mi? Edep yahu!

* 26/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


20 Mayıs 2018 Pazar

Bir İmam Profili

Günümüzde sık sık değişen o kadar gündemimiz var ki birine değinmeden araya bir başka sıcak gündem giriveriyor. Bu yazımda malum gündemlerden uzak, ayrıntı denebilecek, çok da önemli olmayan, ama beni tedirgin eden bir konuya işaret etmek istiyorum. Mahallemdeki bir imamın akşam ve sabah ezanlarındaki tasarrufuna değineceğim. Derdim kendisi değil, zaten ismini de vermeyeceğim. Umarım gıybetini yapmış olmam.

Mahallemde ikinci yılım. Muhteremi sadece ardında cemaat olmam yönüyle tanıyorum. Duyduğuma göre 20-25 yıldır aynı camide görev yapıyormuş. İlk geldiğimde tanışmak istedim, Allah kabul etsin diye eline vardım; kimsin, necisin, hırlı mı hırsız mısın demedi. Bana yüz vermeyen resmiyet ve ciddiyetine hayran oldum desem yanlış olmaz. Bir ara yanlış terlik giymişim. Birkaç gün kendi terliğimi aradım bulamadım. Sonunda yanına varıp "Hocam, ben bir başkasının terliğini giymişim, ayakkabılıklara baktım birkaç kere. Terliğimi bulamadım, cemaatten size terlik soran olursa cep numaramı vereyim, haber verirseniz terliği getiririm" dedim. "Soran olursa söylerim" dedi. Sağ olsun numaramı alma gereksinimi duymadı. Sonunda bir cuma günü erkenden çıkıp cami çıkışında çıkan cemaatin ayağına baktım, dost başa düşman ayağa bakar misali. Nihayet terliğimi birinin ayağında gördüm, "Kardeş, sanırım ben yanlış giymişim, terlikleri değişelim" dedim, değiştik. Hocamıza yük sürmemiş oldum. Sonra bunun görevi değildi ki terlik takibi.

Ne kadar camiye gelmişsem, yüz hattını görsem "Ya Rabbi, beni niye yarattın" dercesine hiç gülümsediğini görmedim. Aşık suratı bana hiç pozitif enerji vermedi desem yanılmış olmam. Sanki dünyanın bütün yükü üzerindeymiş gibi bir görünüme sahip. Ezan okuyuşundan, namazda kıraatına varıncaya kadar istikrar abidesi desem tam isabet etmiş olurum. Tek makam, tek okuyuş... Sabah ezanını okuyuş süresi ile akşam ezanı okuyuş süresi aynı. Bugüne kadar duyduğum en farklı hutbe irad esenidir kendisi. Türkçe kelimeleri bir çekişi var ki, "Ne oluyoruz" dedirtir insana. Sayesinde Türkçenin çeker dil özelliği olduğunu anladım. Bu okumayı, bu diksiyonu, bu çekmeyi kim öğrettiyse tek kelimeyle bravo yani. Aklım çekmesine odaklanınca maalesef hutbede ne irad ettiğine odaklanamadım şu ana kadar. 

Konumuz hocanın ramazanda okuduğu akşam ezanı ile sahur/sabah ezanı olacaktı. Ben hızını alamayıp muhteremi anlatmaya koyuldum. Ramazan ramazan şu uğraştığım işe bak. Allah beni affetsin. Zatı muhteremin kendine has ayrı bir saati var zannımca. İftarı bir dakika geç, sabahı da üç-dört dakika erken okur. Sebebini bir türlü anlayamadım. İki senedir böyle. İçinizden bu konuyu buraya taşıyacağına, git kendine sor, merakını gider diyebilirsiniz. Haklısınız, öyle yapmak lazım. Ama kendisinden yani o ciddi ve heybetli duruşundan korktuğum için soramadım bir türlü. Çünkü kendisinden hiç ışık alamadım bugüne kadar. Neyse konuyu dağıtmayayım. Derdi ne bu muhteremin? Akşamı acele edip sabahı geciktireceği yerde akşamda yok, imsakı başlatmada ise aceleci. Ondan ne erken, ne de geç okusun istiyorum, tek isteğim her birini vaktinde okuması. Hoş onun ezanına riayet etmiyorum. Kolumdaki dakik saatim ve onu teyit eden cep telefonumun saati yeter de artar bile. Ama akşam okumayınca acaba saatim yanlış olur mu, sabah erkenden okuyunca acaba bendeki imsak vakti farklı mı dedirtip tedirgin ediyor; akşam öldürüyor, sabah da iki ayağımı bir pabuca girdiriyor. Kendisiyle yeterince tanışmasak da akşam-sabah okuduğu ezanlarla hep yanımda. Durmadan muhabbetini yapıyor, hayırla yadediyorum kendisini.

İçinizden şu mesele edindiğine bak, ha iftarını bir dakika geç, imsaka da 3 dakika önce başlayıversen ne olur, keşke bizde de olsa böyle biri, diyebilirsiniz. Ben de size derim ki bu mahalle 20-25 sene faydalandı bu değerden. Bir istekte bulunsanız da sizin mahallenize gelip biraz da size hizmet edip siz faydalansanız... Gerçi buradan gitmez bildiğim kadarıyla. Çünkü Diyanet, bir ara uzun süre aynı camide görev yapanlara rotasyon getirdiğinde kendisi "Ben bu camiden nasıl giderim" diye hüngür hüngür ağlamış. Zaten Diyanet, rotasyonu bir kere uyguladı, arkasını getirmedi. Allah hayrını versin!