Okulda temizlik görevlisi olarak çalışan bir hizmetlinin dilinden dökülenleri buluşturmak istiyorum:
—Hocam, bu okula geldiğime pişmanım. Çünkü çocuklarda temizlik anlayışı yok maalesef. Dün akşam burada mezuniyet gecesi yapıldı. Şu bahçenin durumuna bak. Her yer kağıt ve meyve suyu atıklarıyla dolu."
—Sınıflarda kirli bugün. Akşam öğrencileri niçin sınıflara aldınız. Kapıları kilitlediydiniz ya.
—Hocam, nasıl kilitleyelim? Lavaboya gideceğim diyen içeriye girdi. Yedi, içti, her şeyi yerlere attı. Sabahtan beri sınıf çöp sepetlerini boşaltıyorum.
—Öğrenci elindeki kağıdı lime lime etti, gözünün önünde yere serpti. Yavrum, kağıdı iyice yırtmadan atsaydın, yerden alır, çöpe atardım. Şimdi senin bu yaptığını temizleyebilmem için gidip süpürge ve faraş alıp gelmem lazım. Böyle yapmasanız olmaz mı dedim. Bana 'Sen benim vergilerimle burada çalışıyorsun' dedi. Yine eski okulumda çalışırken okul, veda gecesi düzenledi. Geceye gelen veliler otursun diye yukarıdan sıralar çıkardım. Gelen oturdu, güzel de oldu. Program bitti, sıraların yukarıya çıkarılması gerekiyor. Yanında velisi olan bir öğrenciye 'Yavrum, şu sıraları çekmeye yardım eder misin' dedim. Babası, 'Benim çocuğum buraya sıra çekmek için gelmedi' dedi. Hiçbir şey demedim. Kendi başıma çektim durdum.
Sana kolay gelsin diye vedalaşıp derse girdim. Ders boyunca belediyenin çöp temizleme aracı bahçede mıntıka temizliği yaptı, sesinden işlenen ders aksadı. Az sonra zil çaldı, bahçe tertemiz olmuştu. Bir teneffüs sonrası bahçe, yine bildik görüntülerle doldurulmuştu. Kantinden ne alınmışsa ambalajı rastgele bahçeye atılmıştı. Yanıma geldi tekrar,
—Hocam şu görüntüye bak, nasıl öğrenci bunlar böyle, dedi. Adam haklıydı, maalesef görüntü hoş değildi.
—Biz önce eğitmeden öğretim vermeye devam edersek durumumuz hep bu şekil olacak, diyerek dersime geçtim.
Derse girdim ama aklım hizmetlinin serzenişlerinde kaldı. Hele "Sen bizim vergilerimizle çalışıyorsun" diyen çocuğun dediği ve "Benim çocuğum buraya okumaya geldi, sıra çekmeye değil" diyen belinin dedikleri hazmedilecek gibi değil. "Sen benim vergilerimle iş yapıyorsun" sözü çok yaygın. Ağzını açan bu sözü söyleyerek görevlilere görevini hatırlatıyor ve suçluyor. Evet hizmetlinin veya bir başka kamu görevlisinin görevidir bunlar. Görevlerini yapacaklar. Görevini yspmsysn olursa amiri gerekli uyarıyı yapar. Bize mi düştü vergisini bizim verdiğimizi hatırlatmak? Yok adam fi sebilillah çalışacaktı orada. Hoş böyle diyenlerin adam akıllı vergisini verdiğini de düşünmüyorum.
Hasılı kirletmeden kullanmamız gereken yerleri bile bile kirletiyoruz. Yapmayın, etmeyin diyene karşı utanacağımız yerde üstüne üstlük laf sayıyoruz. Esas garip olan da burası.
15 Mayıs 2018 Salı
Kime Oy Vereceğim?
● Bir araba kiralayarak cadde ve sokakları sabahtan akşama dolaşan ve aracın içinden banttan yayın veren, parti müziği çalan ve seyyar pazarcı esnafa özenen ve bunu en fazla yapan ve beni en fazla rahatsız eden partiye, (Partilerin propaganda döneminde kaç cadde ve sokağı gezdiğini, kaç km yol kat ettiğini, ne kadar akar yakıt kullandığını, kiraladığı araca ne kadar para verdiğini not etmesinde fayda var.)
● Cadde, sokak, bilbordlara, miting yerlerine en fazla parti bayrağı ve afiş asan ve çevreyi en fazla kirleten partiye,
● En fazla parti müziği yaptıran partiye,
● Uygulanabilirliği olsun veya olmasın, isterse absürt olsun en fazla seçim vaadinde bulunan partiye,
●Ne yapacaklarını anlatmaktan ziyade sürekli rakibini eleştiren partiye,
●Rakibiyle ilgili arşivleri karıştırarak gün yüzüne çıkaran, rakibine belden aşağı vuran partiye,
● Hangi ile giderse gitsin miting meydanında hep aynı cümle ve vaatleri konuşan, kendisini seçim boyunca hiç değiştirmeyen partiye,
● Miting meydanı kalabalık olsun diye köy, kasaba ve ilçelerden bedava otobüs kaldıran partiye,
● Seçim zamanı benimle kırk yıllık arkadaş gibi olan, seçimden sonra bir daha yanıma uğramayan partiye,
● Kazandığı zaman seçmeni öven, kaybettiği zaman seçmeni suçlayan partiye,
● Seçimi kaybettiği zaman bin bir mazeret üreten, ama kendisine toz kondurmayan ve çekip gitmeyen partiye,
● Seçimi kazanmak için her yolu mübah gören partiye,
● Seçmene ve rakiplerine tepeden bakan, kendini beğenmiş partiye...
● Cadde, sokak, bilbordlara, miting yerlerine en fazla parti bayrağı ve afiş asan ve çevreyi en fazla kirleten partiye,
● En fazla parti müziği yaptıran partiye,
● Uygulanabilirliği olsun veya olmasın, isterse absürt olsun en fazla seçim vaadinde bulunan partiye,
●Ne yapacaklarını anlatmaktan ziyade sürekli rakibini eleştiren partiye,
●Rakibiyle ilgili arşivleri karıştırarak gün yüzüne çıkaran, rakibine belden aşağı vuran partiye,
● Hangi ile giderse gitsin miting meydanında hep aynı cümle ve vaatleri konuşan, kendisini seçim boyunca hiç değiştirmeyen partiye,
● Miting meydanı kalabalık olsun diye köy, kasaba ve ilçelerden bedava otobüs kaldıran partiye,
● Seçim zamanı benimle kırk yıllık arkadaş gibi olan, seçimden sonra bir daha yanıma uğramayan partiye,
● Kazandığı zaman seçmeni öven, kaybettiği zaman seçmeni suçlayan partiye,
● Seçimi kaybettiği zaman bin bir mazeret üreten, ama kendisine toz kondurmayan ve çekip gitmeyen partiye,
● Seçimi kazanmak için her yolu mübah gören partiye,
● Seçmene ve rakiplerine tepeden bakan, kendini beğenmiş partiye...
14 Mayıs 2018 Pazartesi
Dünya Senin Başkentin Olsa Kaç Yazar! *
1948 yılında ne zamanki
sen paraşütle getirilip Filistin’de sözde bir devlet kurdun, Ortadoğu’da kan
durmadı, gözyaşı hiç dinmedi. Ne kimseye huzur verdin, ne de kendin huzur
buldun. Çünkü çıbanbaşıydın. Orada tutunmak için baba bir öz kardeşini öldür
öldür bitmedi. Onlar bir öldü, bin dirildi. Sen her gün öldürürken ölüyorsun.
Çünkü korkuyorsun. Korktuğun için belki ecele faydası olur diye hala öldürmeye
devam ediyorsun, üstelik Tora’daki “Öldürmeyeceksin” emrine rağmen.
Geçmişten bugüne öldür
öldür iyice tecrübelendin. Artık huzuru öldürmede arıyorsun. Çünkü kan görmeyince
doymuyor ve durmuyorsun. Hepsini öldüreyim, rahat edeyim diyorsun ama gördüğün
gibi bitiremedin. Zaten bitiremeyeceksin. Aslında öldürürken bitiyorsun, fakat
farkında değilsin. Dünyanın kabadayısı arkanda oldukça, en ileri silah ve teçhizatı
sende oldukça, senin zulmüne dünya seyirci kaldıkça, etrafındaki çadır devlet
görünümlü bedeviler senin yediğin herzelere sessiz kaldıkça sen yine öldürmeye
devam edeceksin. Ama huzur bulmayacaksın. Çünkü zulümle abat olunmaz. Bugüne kadar
zulümle kim huzur buldu ki sen bulacaksın?
Özrü kabahatinden büyük,
işgalci bir devlet iken cami duvarına işemesem olmaz deyip Müslümanların
kutsalı Kudüs’ü başkent ilan ettin. En büyük destekçin yine seni yalnız
bırakmadı. Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak sana her zamanki desteğini
yineledi. Amerika’dan korktuğu kadar Allah’tan korkmayan bölge ülkeleri yine
her zamanki gibi sessizliğine büründü. Sadece güce tapan dünya zaten körler ve
sağırlara oynuyor.
Trump, Telaviv’deki
büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak sizin gözünüze ve gönlünüze girmeye çalışa
dursun, siz de gördüğünüz her Filistinliyi öldürmeye kalkın. Çünkü biriniz
Yahudi, diğeriniz Hristiyan. Düşman çatlatır cinsten dayanışmanız. Siz kör ve
şaşı olarak birbirinizi ağırlamaya devam edin. Ama unutmayın ki etrafına huzur
vermeyen bu kanlı saltanatınız bir gün sona erecek. Çünkü kan üzerine kurulan
bir saltanat ilanihaye devam etmez.
Kurulduğunuz andan
itibaren öldürmediğiniz ve sürgün etmediğiniz Filistinli kalmadı. Ama
istatistiklere bakıyorum, öldürdükçe sayıları artmış Filistinlilerin. 1948’den beri kurmaya çalıştığınız devlete
sağdan-soldan Yahudi getirterek nüfusunuzu artırmaya çalışıyorsunuz, belki
doğumu da teşvik ediyorsunuz ama görüyorum ki sayınız artmıyor. Ya öldürmekten
fırsat bulamıyor, ya yayılmacılıktan, ya da “Keser döner, sap döner; gün gelir
hesap döner” diye korkunuzdan ecel teri döküyorsunuz.
Yaptıklarınızdan dolayı
geçmişte iki defa sürgün hayatı yaşamanıza, yaşadığınız memlekette taş üstünde
taş kalmamasına rağmen hala ibret almamışa benziyorsunuz. Unutmayın ki bir
zamanlar dünyada memleketsizdiniz. Kimse sizi ülkesinde görmek istemiyordu.
Niye ki acaba? Çünkü gittiğiniz hiçbir yerde rahat durmadınız. Güya siz
seçilmiş bir ırksınız. Kendinizi buna inandırdınız ve Allah’ın size vaat ettiği
toprakların hayaliyle yanıp tutuşuyorsunuz. Saldırganlığınız bundan zaten.
Ecelimiz gelmeden vaat edilen topraklara bir konalım diyorsunuz. Daha çok
bekler, avucunuzu yalarsınız. Siz daha paraşütle kurdurulan devletinizi
korumaktan acizsiniz. Gece-gündüz rahat uyuyamayıp Filistinli kabusu görüyor: Ben
bunları öldürmesem bir gün bunlar bana hesap soracak korkusu yaşıyorsunuz. Eğer
buna yaşamak denirse…
Bu kafayla giderseniz, bırakın
arzı mevudu; evdeki bulgurdan olacaksınız. Çünkü son kararınızla cami duvarına
işediniz. Yine bu psikolojiyle değil Kudüs; dünya sizin başkentiniz olsa adam
olmadıktan, insanlıktan nasibini alamadıktan sonra kaç yazar? Eğer bu haltınıza
devam edecekseniz size tavsiyem “Ağlama Duvarı” sayınızı çokça artırın. Çünkü
eğer sağ kalır, nesliniz devam eder ve barınabilecek bir ülke bulabilirseniz bu gidişle daha çok ağlama duvarına
ihtiyacınız olacaktır.
* 16/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 16/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
13 Mayıs 2018 Pazar
"Başkasının Dolduruşuna Gelip Savrulma!"
—Efendim! Ömrün mücadeleyle geçti, biz senin dizinin
dibinde büyüdük, biz hata yaptık; sen düzelttin. Her fani gibi geldin
gidiyorsun. Senden sonra bayrağı biz devralacağız. Sen koca bir çınarsın. Bize
tecrübelerinden hareketle hata yapmamamız için neler önerirsin? Öncelikle bize
hakkını helal et.
—Bak
evladım! Hangi işi yaparsan yap ama işinde en iyisi ol, işini ibadet aşkı
içerisinde yap.
—Başka?
—Malum,
insanoğlu toplumsal bir varlıktır. Sen de toplum içinde yaşamaya ve toplumun
ihtiyacı olan alanlarda görev al.
—Tamam,
bu da kolay!
—Yalnız
bu işi yaparken de dikkatli olacaksın.
—Nasıl
efendim?
—Hayat
öyle bir şeydir insanı vezir de yapar, rezil de. Sen vezir olmaya bak. Yani
kubbede hoş bir seda bırakmaya çalış.
—Ne
yapmalıyım efendim, ne tavsiye edersiniz?
—Kiminle
iş tutacağını, kiminle bulunacağını, kiminle aşık atacağını, kiminle sırt sırta
vereceğini iyi belirle. Dost kim, düşman kim? Kimi sevindirip kimi üzeceksin?
Kim senin fikrine, zikrine düşman, kim seni kendinden biliyor? Bu tipleri iyi
tanı. Dün sana düşman olanlar senin kaşına-gözüne değil, zihniyet ve görüşüne
düşman idiler. Zaten boğmaya çalışmışlardı bizi. Ellerinde fırsat olsaydı yaşatmazlardı
bilesin.
—Efendim,
bunlara karşı nasıl tavır almalıyım?
—Dün
zihniyetinden dolayı seni tu kaka yapanlar bir gün yanına yaklaşırlarsa, sana
gülücükler dağıtırlarsa bu işte bir hinoğlu hinlik olabilir; bayram
değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü diye düşün; onların dolduruşuna
gelme, bu kerameti kendinden sanma.
—Efendim,
bu durumda ne yapmalıyım?
—Sana
iltifat edene sen de güler yüz göster, ilişkileri kesme.
—Yani?
—İletişime
devam et ama birlikte iş tutmaya kalkma. Çünkü niyetleri sizi birbirinize
kırdırmak olacaktır. Çünkü siz büyük bir camia oldunuz. Seninle diğer
kardeşinin ipini çekmeye çalışırlar. Kardeşinin karşısına seni allayıp
pullar ve onun karşısına çıkarırlar. Sakın böyle bir oyuna gelme. Bölünür,
parçalanırsınız.
—Efendim
biraz açık konuşur musun?
—Kendine
yakışanı yap. Kardeşinin ipini çekme. Kardeşinin yanında saf tut, onun
hatalarını düzeltmeye çalış. Bil ki aynı gemidesiniz. Gemi su alırsa sen de
gidersin. Hiçbir şey yapamasan bile susmayı dene. Çünkü eski dostlar düşman
olmaz. Şayet düşman olursanız sadece rakiplerinizi sevindirmiş olursunuz. Bu da
gücünüzü zayıflatır.
—Ama
efendim onlar bizi dinlemez ve hesaba katmazsa...
—Dinlemezse
dinlemesin. Küs, darıl, uzaklaş, gönül koy ama gidip onun rakiplerinin koynuna
girme. Zaten yakışmaz bize.
—...
—Sana
son sözüm, savrulma ve şaşırma. Allah kimseyi şaşırtmasın. Şayet dediklerim bir
kulağından girip öbüründen çıkacaksa ve bildiğini okuyacaksan, tüm bu işleri
yaparken ben büyüdüm artık, kendi göbeğimi kendim keserim diyeceksen; benim
ardıma saklanıp adımı kullanma.
İftar Sofralarımız Sosyal Medyada Arzıendam Etmesin! ***
Ramazan oruç, ayı
olduğu kadar aynı zamanda berekettir, piyasanın hareketlenmesidir, sofraların
şenlenmesidir, eş ve dostun evlerde ağırlanmasıdır. Oruçla birlikte ibadete daha
fazla zamanın ayrıldığı bir aydır. Yine iftar davetleri ramazan akşamlarının
olmazsa olmazıdır. Zira bizim geleneğimizde misafir ağırlamak ve onlara izzet
ve ikramda bulunmak vardır. Bu yazımda geçmişte iftar sofralarıyla ilgili yaptığımız
bazı hususlara değinmek istiyorum.
İftar davetlerimiz
kendi aramızda dönüp dolaşmaktadır. Maalesef aramıza fakir ve gurebayı
almıyoruz. Ben sana, sen bana gelmeye devam ediyoruz. Davetin maksadı bu olmasa
gerektir.
Kişiler iftar verirken
son yıllarda kamu kurum/kuruluşları ve devlet erkanımız da iftar verir oldu.
Sofrada da üst tabakanın veya elit tabakanın olduğunu görüyoruz. İftar
sofrasını, sorumlu makamda olanlar kendi ceplerinden karşılıyorlarsa keselerine
bereket, geçmişlerinin ruhuna Fatiha diyorum. Ama bunu devletin kesesinden
yapıyorlarsa bu işe kalkışmadan önce bir defa daha düşünmelerini öneririm
kendilerine. Zira devlet imkanlarını belli bir kesime ikramda bulunma gibi bir
vazifelerinin olduğunu sanmıyorum. Bonkör ve cömertliklerini ellerini kendi
ceplerine atmak suretiyle göstermelerini istiyorum.
Çoğunun borç batağında
olduğuna inandığım belediyelerimizin mahalle mahalle dolaşıp her akşam bir
yerde bölge sakinlerine iftar programı düzenlemesine sıcak bakmıyorum. Zira
iftar için yaptıkları masrafı asli görevlerine harcarlarsa hizmetten tüm
vatandaşlar faydalanmış olur. Yeterli miktarda paraları varsa şayet, ihale vb
yollarla esnafa yaptıkları borçlarını zamanında ödemelerinde fayda vardır.
Öncelik borçlarını ödemek olursa bize en güzel iftarı vermiş olurlar.
Gönüllü üyeler ve
vatandaşların yardımıyla ayakta duran vakıf, dernek ve zorunlu üye aidatları ile
görev icra eden STK’ların iftar daveti düzenlemede gerekli hassasiyeti
göstermesinde fayda vardır. İftar daveti düzenleyecek kadar paranız varsa
öncelikle üyelerinizin veya yardıma muhtaç kişilerin ihtiyaçlarını gidermenizde
fayda vardır. Eğer dernek, vakıf, meslek kuruluşu, oda veya STK’ların
düzenlediği iftarı bir sponsor vasıtasıyla yapıyorlarsa bunu özellikle
davetlilere belirtmelerinde yarar görüyorum.
Kamu veya amme adına iş
yapanlar, biz hikmetini bilmesek de iftar programı deruhte ettiler, herkesi
davet edemeyeceklerine göre sınırlı sayıda bir davetli grubunu davet ettiler,
bu daveti ölümsüz kılmak için fotoğraf da çektiler diyelim. Bu davet
görüntüsünü davet sahibi veya davete icabet edenler sosyal medyada paylaşmasa,
özellerinde kalsa nasıl olur? Bence fena olmaz, çok da iyi olur diyorum. Çünkü davete
çağırılmadığı için gönül koyanlar, hatta canı çekenler olabilir. Çünkü yer mükemmel,
sofra da mükellef bir sofraya benziyor. Hatta içlerinden bazıları kimin
yemeğini kime yediriyor, bir de caka satıyorlar diyebilir.
Yahu bu ramazanda böyle
kötü düşünceye sahip olanlar olabilir mi diye düşünebilir içinizden bazıları.
Toplumda az da olsa benim gibi kötü düşünceye sahip olanlar, iftira atanlar veya
gıybet edenler çıkabiliyor. Bunların ağzını büzemezsiniz. Her şeye rağmen biz
davet vereceğiz diyenler davetlerini gizlerlerse, fotoğraf karesiyle
ölümsüzleştirmeseler ve bunu sosyal medyada paylaşmasalar çok daha iyi etmiş
olurlar.
** 15/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.
** 15/05/2018 tarihinde Barbaros ULU ismiyle Yeni Haber gazetesinde yayımlanmıştır.
12 Mayıs 2018 Cumartesi
Kaderi Suçlamayı Bırakalım Artık! *
Toplumda
ne zaman bir doğal afet olsa veya suç işlense, insanımızın yolu cezaevine düşse
olayın niçin olduğunu incelemeden hemen “kader…kader kurbanı…kader
mahkumu…demek ki kaderi böyleymiş…insan kaderini değiştiremiyor…Allah böyle
yazmış…ne kötü kaderin varmış…” sözlerini çokça duyarız. Bu bakış açısı suçu
kadere yıkmak ve insanı temize çıkarmaktır. Yani bu işte benim suçum yok, eğer
suçlu arıyorsanız suç kaderimdedir, beni değil; kaderimi suçlayın demektir.
İnsanın yaptıklarına kılıf bulmasıdır.
Allah
evreni yaratırken üç çeşit yasa yaratmıştır. Bunlar: Fiziksel, biyolojik ve
toplumsal yasalardır. Gece ve gündüzün meydana gelmesi, yağmurun yağması, doğa
olayları, mevsimlerin oluşması, Güneş’in doğup batması vs birer fiziksel
yasadır. Bunlar yaratılırken kendisine ne görev verilmişse aynıyla vuku bulur,
insanın dahli yoktur. Canlıların doğumu, gelişmesi ve ölümü ise biyolojik
yasalara örnektir. Bu yasa da Allah’ın evreni yaratırken koyduğu ölçü
çerçevesinde meydana gelir. Toplumsal yasa ise toplumun oluşum, gelişim,
değişim ve çözülmesiyle ilgilidir. İnsanı ve hayatı ele alır. Buna da örnek
verecek olursak: Gelir dağılımının adil olmadığı toplumlarda toplumsal barış
bozulur, işsizlik ve kuraklığın olduğu yerde göç başlar…gibi. Yine Allah
Kur’an’da eski kavimlerin yaptıklarını misal olarak verir: Onlar böyle böyle
yapmışlar ve başlarına şunlar gelmiştir. Eğer siz de onlar gibi yaparsanız aynı
akıbet sizi bekliyor, demek suretiyle toplumsal yasaya işaret etmektedir.
Her
üç yasada da sebep-sonuç ilişkisi vardır ve evrenseldir. Fiziksel yasalarda
insanın dahli yoktur. Fakat insanın çevreye verdiği zararlardan dolayı iklim
değişiklikleri, küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi ve delinmesi gibi
durumlar ortaya çıkabilmektedir. Canlıların GDO’su ile oynamak suretiyle elde
edilen ürünler, insanın veya canlıların gelişimine olumsuz katkı sağlaması
biyolojik yasalarda da bir değişikliğe sebebiyet verebilir. İnsanın özgür
iradesiyle yaptığı şeylerle oluşan toplumsal yasalar da değişmezdir. Mesela
Allah, “Bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe Allah hiçbir toplumu
değiştirmez” buyurarak Allah’ın kanununda bir değişiklik bulamazsınız
demektedir.
Kader;
ölçü, plan, düzen, denge ve program demektir. Yani kaderden anlamamız gereken
“Allah’ın evreni yaratırken bir plan ve ölçü çerçevesinde koyduğu kurallar
bütünü” diyebiliriz. Yani yukarıda anlatmaya çalıştığım üç yasa kaderin ta
kendisidir. Allah, “Ben evreni yaratırken bir ölçü koydum, bu düzen demektir.
Siz de hayatınızı bir düzene koyun, bir plan ve program çerçevesinde hareket
edin” demek istiyor. Yine Allah, “İnsanoğlunun başına gelenler kendi yapıp
ettiklerinden demektedir. Kaderden anlamamız gereken budur. Durum bu iken
depremde binamız yıkılır; kader deriz, maden ocağında göçük meydana gelir;
kaderden kaçılmaz deriz, hız kurallarına uymadan ölümüne araç sürer, kaza
yaparız; kader deriz. Evet depremlerin olması, maden ocaklarında göçüğün
meydana gelmesi bir doğa olayı yani fiziksel yasanın bir gereğidir. Binanın yıkılması
ve altında insanların kalması depreme dayanıklı ev yapmayışımızdandır. Yani
insan eli değiyor burada. Öldüren deprem değil, çürük binalarımızdır. Allah,
“Sağlam bina yapmazsanız o yaptığınız binanın altında kalırsınız” ölçüsünü
koyuyor.
İnsanoğlu
adam öldürür, hırsızlık yapar, cinsel istismarda bulunur, terör eylemlerine vs katılır…Bunların
hepsi insanın özgür iradesiyle yaptıkları şeylerdir. Bu ve benzeri suçlarla
hapishaneleri dolduran insanlara anlaşmışçasına kader mahkumu, kader kurbanı
diyoruz. Allah’tan korkalım böyle derken. Suçu kadere yükleyen kader inancımız
öbür dünyada yakamıza yapışır. Kimse yaptığı veya işlediği suçun cezasını
kadere yüklemesin. Böyle diyenlere kader kadar başınıza taş düşsün diyesim
geliyor. Hele kader kurbanı diye suç işleyen insanları hapisten kurtarmak için
genel af ilan etmek veya bunu dillendirmek hakkaniyete uymaz. Suçlu mutlaka
cezasını çekmelidir. Eğer suçlu affedilecek ise mağdur tarafların izni olmadan
devletin affetme yetkisi yoktur, Meclisin de buna alet olmaması gerekir. Özellikle
sorumluluk makamında olanların genel af veya kısmi af gibi sözleri ağzına bile
almamalıdır.
Bazıları
“Kaderimiz değişir mi” şeklinde soru sorar. Mübarek kaderini biliyor musun ki
değişir mi diye soruyorsun. Kader dediğimiz şey, kendi yapıp ettiklerimizdir. Lütfen
yaptığımız şeylerden dolayı kaderin arkasına sığınmayalım. İşe ilk önce
günümüzde yaygın olan yanlış kader anlayışımızı düzeltmekle başlarsak taşlar
yerli yerine oturur; hayatımız düzene girer, yaptığımız ve yapacağımız şeyler
için tedbirler alırız.
* 14/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 14/05/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Aymazlığın Böylesi
İki yazılı kağıdı da aynı öğrenciye ait. İki sınavda da adını soyadını yazmasını istediğim yere adını yazmamış, arka tarafta kağıdın üst kısmına yazmış. Benim istediğim adı soyadı kısmına ise ilk kâğıtta "Arkada yazıyor" yazmış.
Haberim olunca gönülsüz de olsa adını ve soyadını yazdırdım. İkinci sınavda yine istemediğim yere adını ve soyadını yazmış, benim istediğim yere "Arkada bi daha yazmam" yazmış. Üstelik bu sefer hem kodlamayı, hem de ad ve soyadı ve notu tükenmez kalemle yazmış. Olur ya öğretmen görür de yine sildirmeye kalkar diye.
Bu, nasıl bir öğrenci? Nasıl bir psikoloji? İnatla bildiğini okuyarak burnunun dikine gidiyor. Siz öğretmen olsanız bu öğrenciye adı ve soyadı dahil bir şey öğretebilir miydiniz? Bu arada bu öğrencimiz 8.sınıf. Yine bu öğrenci, okulun yaptığı bir kazanım kavrama testinde adı soyadı kısmına Ata Demirel diye yazmış ve kodlamış. Görünce yine sildirip kendi adını yazdırdım.
Bakanlık performans sistemini buzdolabına kaldırmasaydı bu öğrenci sene sonunda bana puan verip beni değerlendirecekti. Var mı içinizde ben öğretmen olsaydım bu öğrenciyi şöyle yola getirirdim diyeniniz? Yoksa özel bir öğrenciyle karşı karşıyayım da ben mi farkında değilim? Üşengeçlik, inat, aymazlık, rahatına düşkünlük, öğrenmemek için direnme...hepsi var kanımca.
İşin garibi bu öğrenci boş kağıt da verse, bütün kodlamayı yanlış da yapsa buna vereceğim en düşük puan 45'dir. Çünkü kaynaştırma öğrencisi. Yani ramdan kaynaştırma öğretimi yapılacak raporu verilmiş. Merak ettiğim böyle bir rapor nasıl verilir?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)