20 Nisan 2018 Cuma

Alacak ve Verecekte Alacaklının Hukukunu Korumak

2005 yılında ilk defa başımı sokabileceğim küçük ve eski bir evim oldu. Aldığım evin dörtte üçünü eş-dosttan borç aldım. Borç almamda da bir arkadaşım öncülük yaptı. Ben evi buldum, parayı da o bulup getirdi. 10-12 kişiye birden borçlanmıştım. Kimi döviz, kimi TL cinsinden borç verdi. Borcu ödemede süre sınırı yoktu. Ne zaman ödersem ödeyecektim. Evin bedelini ödedim ve oturdum.

Eve oturduktan sonra ilk işim; hangi ay, kime ödeme yapacağıma dair bir ödeme planı hazırladım. Maaşımdan ne artırırsam onunla ödeme yapacaktım. Aylık ne artırırsam ev almama ve bana borç bulmada öncülük yapan arkadaşım da ödemede bana yardımcı olacaktı. Kira öder gibi borç ödedim. Dört yıla yakın bir zaman diliminde kime ne borcum varsa ödedim. Öderken dikkat ettiğim bir husus vardı. Zamanında bana lira cinsinden kim borç vermişse parasını döviz cinsinden dolar ve avroya çevirmiştim. Kime sıra gelmişse önce aldığım para, döviz cinsinden ne durumda? Para erimiş mi diye hesapladım. Döviz verene aynı cinsten verdim. TL verenin durumuna baktım. Borç veren zarar etmemeliydi. TL lehine ise lira cinsinden, paranın değeri düşmüşse borç alırken çevirdiğim döviz cinsinden ödedim. Olmaz deyip almayan olduğu gibi alan da oldu. Alan da sağ olsun, almayan da. Hepsine minnet borçluyum. Sayelerinde bir ev sahibi oldum. 

Ödemede hedefim borç veren zarar etmemeliydi, onları korumalıydım. Özellikle enflasyonun olduğu, dövizin inişli-çıkışlı bir seyir izlediği ülkemizde, borç vereni pişman etmemek, yine ihtiyacımız olduğunda tekrar kapısını gönül rahatlığı içinde çalabilmek gerekiyor. 

Dinimiz, darda kalan insana borç vermeyi karz-ı hasen yani Allah'a borç verme olarak değerlendirir. Bu duruma güzel borç der. İnsanımıza borç vermek, onu rahatlatmak dinimizin emridir. Fakat borç alan ve borç veren zarar etmemelidir. Alınan borcun süresi belirlenmelidir. Borç alanın önceliği borcunu ödemek olmalıdır. Alınan borç alındığı gün itibariyle altın, dolar ve avro'ya çevrilmeli, öderken alacaklının lehine olanı tercih etme yoluna gidilmelidir. Spekülasyona dayalı dövizde ani ve çok anormal dalgalanma olursa bir orta yol bulunmalıdır.

Alınan borcun ödemesi ihmal edilir, paranın değeri korunmaz ise alacaklı buğzetmeye başlar, yaptığı hayrın bir anlamı kalmaz, verilen borç karz-ı hasen olmaktan çıkar. Sonra tekrar borç istenirse yok demek suretiyle insan yalan söyleme yoluna gidebilir... Tüm bunlara dikkat etmekte fayda var. Ne alacaklı zarar etsin, ne de borçlu. Bu güzel adet, haslet devam etsin istiyorsak alacaklının hukukuna riayet etmemiz gerekir. 

Olur mu öyle şey demeyin. Şimdilerde karşılıklı borçlanma, darda kalana ve ihtiyacı olana pek borç verme âdeti kalmadı. Hoş isteyen de kalmadı. Kimin bir ihtiyacı varsa soluğu bankada alıyor ve kredi çekme yoluna gidiyor. Yani kimsenin kimseye eyvallahı yok. Bu da kredi çekenin yıllar yılı belini büktüğü gibi aynı zamanda bankaya da çalışmak olur.



Yalama Olmak

Allah herkesi farklı farklı imtihan eder. Kimsenin imtihanı diğerine benzemez. Allah kimseye zulmetmediği gibi gücünün üzerinde bir yük de vermez. Kimi imtihanı başarıyla geçer, kimi de debelenir, batar gider. Allah imtihanı geçenlerden eylesin bizi.

İmtihanı geçen bu başarının Allah'ın kendisine bir inayeti olduğunu düşünerek şükretmeli, başarılı olamayan ise hiçbir mazeret ve gerekçenin arkasına sığınmadan başarısızlıkta en büyük payı kendisine vermeli, suçu kabullenmeli. Yani özeleştiri yapmalı. "Ben elimden geleni yapmadım, işime layıkıyla sarılmadım" diyebilmeli. Öz eleştiri yaparsa düştüğü bataklıktan kendisini kurtarabilir. Çünkü Allah insanı bir defa imtihan etmez. Bir spor müsabakasındaki etaplar gibi düşünmek lazım imtihanı. Birini geçersin, karşına öbürü çıkar. İnsan nefes aldığı müddetçe bu böyledir. Her sınavı kaybedişinde "Öldüm, kaldım, battım, bittim, düştüm, düşenin dostu olmaz..." diyerek  karalar giyerek karamsar bir tablo çizmek mücadeleci bir adama yakışmaz. Böyleleri çevresinden bir istemeye başlarsa utanma damarı da bir müddet sonra kaybolur. Alan el olur. Kapısını çaldığı elinden tutarsa peşini bırakıvermez, eşiğini aşındırır durur. "Dost bu vardır" der. Adını ağzından düşünmez, över durur onu. Kendisine yardım etmeyeni/edemeyeni ise "sildim, benim öyle bir dostum yok" der. Kapısını aşındırdığı dost bildiği, bir müddet sonra sırtını dönerse veya "yok" derse bu tip önceki düşüncesini değiştirir: Kimselere değişmediği dostunu düşman beller artık. Çünkü onun parolası "Ben düştüm, herkes bana bakacak, yardım edecektir."

Kim ne verirse versin bozuk ülkenin ekonomisi gibi durmadan açık verir. Hiç istek ve ihtiyacı bitmez. Allah kimseyi düşürmesin, ihtiyacı vardır ama ayağını yorganına göre uzatmaz. Gezip tozmadan, rahatından da ödün vermez. Şu gideceğim yere şu kadar masraf edeceğim, oraya gitmektense ben bu parayla şu zaruri ihtiyacımı gidereyim, demez: Aynı zamanda yaşayacak. Bu nasıl iş, nasıl rahatlık anlayamadım gitti. Böylelerinin durumunu görünce dünkü itibarlı adam gitmiş belki de içine düştüğü aczi yerin bir sonucudur, karşına yalama bir adam çıkıvermiştir.

Allah kimseyi para ile pul ile imtihan etmesin, kimseye muhtaç ve avuç açtırmasın.


Bazılarının Sosyal Medyadaki Görevi

Sosyal medyayı kullanırken amacım, güzel paylaşımlardan haberdar olmak, tasvip ettiğim paylaşımları beğenmek, gerekirse yorum yazmak; katılmadığım bazı paylaşımlara katılmadığımı ifade etmek, görüşümü yazarken de bu işi kırıp dökmeden yapmak; kutuplaştırıcıyı artırıcı, aşırı fanatiklik olan paylaşımları görmezden gelmek, ülke ve dünya gündeminden haberdar olmak; duygu ve düşüncelerimi paylaşmak; paylaşırken ahlakı, erdemi esas almak. Kullandığım üslup genelde kapalı bir üsluptur. Bazen hiciv, bazen, mizahi bir dil, bazen tariz, bazen de düz bir üslup seçerim. Güldürürken düşündürmektir amacım. İsimlere pek yer vermem.  Çünkü derdim kişiler değil, kişilerin yaptığını kendi doğrularımla yoğurmaktır. Fikrimle örtüşüyorsa tasvip eder, değilse eleştiririm. Mümkün olduğunca yapıcı eleştiri yaparım.
Paylaşımlarım bir sayfadan az olmayacak şekilde uzun yazılardır. Sosyal medya formatına pek uygun değildir. Bu yüzden pek alıcısı yoktur. Az sayıda aldığım geri bildirimlerden tasvip alıyorsam benim gibi düşünen var diyorum. Eleştiri alıyorsam kendimi sorguluyorum.
Duygu ve düşüncelerimi aktardığım sosyal medyayı biraz da muhabbetine kullanıyorum. Ben muhabbetine yazarken bazıları da muhabbetin içine etmek için işgüzarlık yapma görevini üstlenmiş. Sen yeter ki bir paylaşım yap, yeter ki insanlar yorumlar yazsın. Bu tipler de ortaya çıkar. Görevi pişmiş aşa su katmak, kılçık atmak, seni küçük düşürmeye çalışmak. Küçümseyici yorum yazdıkça egosu tavan yapıyor. Seni ezmek için yazdığı yorumu okuyanlar "Bu adam ne diyor böyle" dercesine hayret ve ibretle kendisini seyrediyor. Fakat gülünç duruma düştüğünün farkına varamayacak kadar da zavallı. Keşke acınası halini bilse. Aslında içindeki haset ateşini söndürse iş bitecek. Ama bunsuz yaşayamaz ki! Çünkü haset varlık sebebidir. Özellikle çekemediği insanları eşek arısı gibi sokmak için kullanır. 

19 Nisan 2018 Perşembe

Birliklerinde Dirlik Görmediğimiz Bizden Görünenler *

Arap Birliği, yaptığı toplantıda Türkiye'nin Afrin operasyonuna karşı çıktığını, Türk askerinin Afrin'den çıkması gerektiğini ele almış ve Afrin'de bulunmasından dolayı Türkiye'yi kınamayı düşünüyorlarmış. Şaşırdım mı bu Arap Liginin yaptığına? Hiç şaşırmadım. Çünkü bugüne kadar ne beni, ne İslam dünyasını hiç şaşırtmadılar. Dün ne iseler, bugün de o. Bulundukları yerde otlanıyorlar hep.

Hiçbir zaman yaralı parmağa işlemedikleri, dik bir duruş sergilemedikleri gibi mazlumun yanında da yer almadılar. Değişmeyen karakterlerini ortaya koymuşlar yine. Gündemlerinde ne Müslüman oldu, ne de İslam dünyası. Mazlumun yanında kendileri olup Allah'a kul olacakları yerde hep güce taptılar. Hep gücün maskarası ve piyonu idiler zaten. Dün puta tapıyorlardı, bugün de güce tapıyorlar. Rezillik ve pespayeleri paçalarından akıyor. Utanmadan “adamız, insanız” diye ortalıkta geziniyorlar. Bu iş, kan ile olsaydı hep mazlumun yanında olan, aynı kanı taşıyan Hz Muhammed'in yolundan giderlerdi. Bir karakter, bir duruş, bir cibilliyet meselesi bu! Bunlarda olmayan şey yani! Bunlar, taşısa taşısa ancak Ebu Lehep ve Ebu Cehil'in kanını taşır.

Azıcık utanmaları olsa "Yahu biz ne yapıyoruz? Suriye'nin bir yarısını ABD, diğer yarısını Rusya işgal etmiş, gitmeyecek şekilde yayılmacılıklarına devam ederken bizim Türkiye'ye ‘Askerlerini Afrin’den çek’ dememiz şık olmaz, en azından sessiz kalalım" derlerdi. ABD'ye "Çek elini Suriye'den," Rusya'ya "Defol git buradan," Esed'e "İslam diyarını ne hale getirdin, elin kanlı senin, sen bulunmaz Hint kumaşı değilsin, sen gitmediğin müddetçe Suriye'de kan durmayacak,  başka denen Şam’ı ne hale getirdin" demeleri için biraz omurga gerekiyor. Yani bunlarda olmayan şeydir omurgalı olmak.  Zaten olsaydı Esed'e ekonomik ve siyasi yaptırım uygular, onu yaşatmazlardı, O da  çeker giderdi. ABD'si, Rusya'sı Suriye'ye giremezdi. Tek yaptıkları Batı’nın ve ABD’nin iki dudağından çıkacak emirleri uygulamak. Başka da bir halta yaramıyorlar zaten. Ortadoğu’da akan kanın finansörü olmaktan başka yedikleri bir herze yok. Küffara karşı merhametli, Müslüman’a karşı aslan kesilen korkusuz korkaklık yaptıkları! Zaten bir güçleri olsaydı küçücük İsrail’e karşı altı gün savaşlarında boyunlarının ölçüsünü almazlar, aralarında çıbanbaşını yaşatmazlardı. Sayelerinde İsrail yaşıyor, hem de bey gibi. Çünkü İsrail’e görünürde düşman, ama alttan alta yaşaması için oksijen pompalıyorlar.

Sonuç olarak Ortadoğu’da akan kanın mümessili ne ABD, ne Rusya, ne de Batı’dır; Arap ülkelerinin başına çöreklenmiş bu kukla, bu uşak, bu emir eri liderlerdir. Adlarında olduğu gibi bunlarda birlik olsaydı, onurlarıyla hareket eder, başkası bu bölgelerde cirit atamaz, at koşturamazdı. Varlık sebebi olan efendilerine hizmettir tek yaptıkları. Elebaşları da mukaddes belde olan Mekke ve Medine’yi işgal etmiş Suudi hanedanıdır. İslam dünyası, hiç sağda solda düşman falan aramasın. Düşman; saraylarda yaşayan, keyif süren ve Lale Devri gibi hüküm süren içlerindeki beyinsizlerdir. Yazıklar olsun bizden bildiğimiz, ama ensemizde boza pişirmekten başka bir hünerleri olmayan dış güçlerin kuklası içimizdeki valilerine! İsimleri de Arap Birliği’miş! Batsın sizin birliğiniz! Sayenizde İslam dünyası kan ve gözyaşından başka dirlik mi gördü? Yuh olsun size!



* 23/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yeter ki Ona Eğilmek İstesin Kul

Gördüğünüz fotoğraf inşaatta çalışan bir işçinin fotoğrafı. Öğleye kadar anasından emdiği süt burnundan gelmiş, sıcağın altında çalışırken olmadığı kadar ter atmıştır vücudundan. Çünkü elinin emeğiyle çoluğuna, çocuğuna ekmek götürmesi gerekiyor.

İnşaatta çalışmanın ne derece zorluğunu bilirim. Ben de ortaokulda başlayarak lise ve üniversite döneminde ağırlıklı olarak yaz dönemlerinde az çalışmadım inşaatlarda. 

İşçi, öğleye kadar çalıştıktan sonra yemek molası verildiğinde dinlenmeden öğle namazını kılmaya kalkmış olmalı. Arkadaşları uzanmış yatarken o kalkmış kulluk görevini yerine getirmeye çalışıyor. Ne mescit, ne cami aradığı. Kimseyi engellemeden çıkmış kaldırıma, ağacı sütre olarak seçmiş. Kilitli taşın üzerinde seccade görevi yapacak ne kartonu var, ne de seccadesi. Ayağım acır demiyor, yorgunum biraz uzanayım demiyor. Yeter ki namaz kılmak istesin. Kulluk görevini de yerine getirince ne yorgunluk ne de acıma hepsi vız geliyor adama. 

Ne riya, ne caka. Bulmuş sote bir yer. Rabbine şükrediyor. "Üzerim kirli, yerlere ayak basmış, yorgunum" mazereti yok. Belki de kuş gibi hafifliyor, tüm yorgunluğu gidiyor. 

Çalmadan-çırpmadan, kimseye el-etek açmadan elinin emeğini alın terleterek çoluk-çocuğunun rızkını helal yoldan kazanan ve işini yaparken ibadetini de yerine getiren bu emekçinin Allah ibadetini kabul etsin, ailesine huzur versin, namerde muhtaç etmesin. Umarım ahlakı da düzgündür. Çünkü namaz insanı kötülüklerden arındırır.

Eli öpülesi bu adamın iş ve yorgunluğun arasında zaman ayırıp namüsait bir yerde ibadetini yerine getirmesi kılacağı namaza; vakit mi var, kılacak yer yok şeklinde mazeret uyduranlara ibret olsun!




18 Nisan 2018 Çarşamba

Seçim Çalışmalarında Oruç Tutmasam Olur mu? **


—Sayın hocam, malumunuz ülke bir erken seçime gidiyor. Benim de seçim çalışması yapmam, mitinglerde seçmenlerime hitap etmem gerekiyor. Zaman kısıtlı, bir güne birden fazla miting sığdırmalıyım.
__Hayırlı olsun, kolay gelsin!
__Kolay gelsin de ben ne yapacağım şimdi?
__Neyi, nasıl yapacaksın?
__Orucu…
__Oruçla ne ilgisi var senin mitinglerinin?
—Oruç oruç ben bu işi nasıl yapacağım? Çünkü sesim kısılıyor. Su içmesem olmaz. Acaba oruç tutmasam olur mu? Var mı bunun dinde yeri? Biliyorsun seni sever sayarım.
—Oruç tutmanız gerekiyor efendim! Çünkü siz hasta değilsiniz, seferi de sayılmazsınız.
__Ama efendim! Miting için başka illere gideceğim, doksan km'den fazla bir mesafe. Nasıl seferi olmam?
__Vatandaş gibi normal bir araçla mı gideceksiniz? Nasılsa altınızda seçim çalışmasında emrinize amade bir uçak veya helikopter olacak. Gideceğiniz yere en fazla bir saatte gidersiniz.
__Bu durumda ben nasıl miting yapacağım? Bu seçim ülke için önemli. Hayat-memat meselesi!
__Size göre hayat-memat meselesi olmayan bir seçim yok ki!
__Ben ne yapmalıyım şimdi? Bu işin olur tarafı yok mu?
__Oruç tutacaksınız efendim!
__Hani İslam kolaylık dini derdiniz. Sizin bu yaptığınız işi yokuşa sürmekten başka bir şey değil.
__Kim dedi size ramazan ramazan seçim yapın diye. Allah’ın günleri mi bitti? Derdinize ne idi oruçta seçime kalkmak? Oruçta vatandaşın arasına katılsanız, onlarla beraber cami-cemaat dolaşsanız, kendinizi ibadete verseniz ve hayır-hasenat işine yönelseniz olmaz mıydı? Ramazan sonrası ağzınız açık olarak seçiminizi bir güzel yapardınız.
__Ama efendim, bu seferlik böyle denk geldi.
__Denk getirmeyeceksiniz, ayarlayacaktınız, bunun için plan ve program yapacaktınız.
__Ama efendim!
__Aması, maması yok bu işin. Sadece seçim değil ki denk gelen. Ortaokul öğrencileri için yapılan LGS’yi ve bursluluk sınavını da oruçta yapıyorsunuz. Bu da denk geldi değil mi?
__Aynen öyle.
__O zaman millet sizin denk getirdiğiniz tarihlerde nasıl oruç tutuyorsa siz de tutacaksınız. Ya da miting aracında halka hitap ederken halkın gözü önünde oruç demeyip lıkır lıkır su içeceksiniz.
__Halk ne der sonra?
__Ne der bilemem. Halk “ne der” diyeceğine, önce “Allah ne der” deseydin keşke!
__Son söyleyeceğin bu mu?
__Maalesef!
__Sonra kaza etsem olmaz mıydı?
__Olmaz efendim!
__Seni sever-sayardım halbuki! İslam’ın bu katı kuralını güncellemek lazım! Arkadaşlar! Bana bir başka hoca bulun…

** 19/04/2018 tarihinde kahtasoz.com'da yayımlanmıştır.

Seçim Serüvenim!

Erken seçim kararı alınmasında önümün kesilmek istendiği aşikardır. Nasıl ki Güneş balçıkla sıvanmazsa önümün kesilmesi de mümkün değildir. Önümüzdeki seçimlerdeki hedeflerim:
1.Cumhurbaşkanlığına aday olmak. (Yüz bin imza zor görünüyor ama imkansız değildir. Çünkü milletimiz macerayı sever. Bu imzayı vereceğine inanıyorum.) Şayet olmazsa,
2.Cumhurbaşkanı yardımcısı olmak. (Bunun için kulis faaliyetlerine başlamayacağım. C. Başkanı olan gelip beni bulacaktır.) Baktık olmadı,
3. Kabinede bakan olmak. (Bunun için tek yapacağım bakmak.) Olmazsa,
4. Bakana bakmak için yardımcı olmak. Bu da olmazsa mahalli seçimlere yöneleceğim:
5. Bir büyükşehire belediye başkanı olmak. Olmadı mı? Mevzuat elverirse,
6. Muhtar seçilmek. (Hem mahalleme hizmet eder, hem Beştepe rutin muhtarlar toplantılarına katılır, hem de İspanya'ya ziyaret yapmış olurum. 

Baktım hiçbiri olmadı mı? Dünyanın sonu değil ki mevcut işimi yapmaya, bahtımın bir sonraki seçimlerde açılmasını beklerim. Daha olmadı mı?
7.Bir belediyede belediye encümeni seçilmek. (Encümenliğim esnasında bir yer imara açılmadan önce ileri görüşlülüğüm sayesinde ucuza arsa, parsel, tarla kapmak ve emlak zengini olmak.
Baktım emlak zengini olmam da bu ülkede bir işe yaramıyorsa,
8.ABD'ye başkan seçilmek.(Böylece dünyayı bir deliden kurtarmış ve insanlığa en büyük hizmeti yapmış olurum.) Baktım bu da mı olmadı?
9.Seçimlerde sandık başkanı olmak...(Nasılsa zarf ve pusulaları mühürleme derdi de kalmadı...)

Gördüğünüz gibi düşününce oluyor bu işler. Yeter ki insanın hedefi olsun. Olmaz olmaz demeyin, bu dünya nelere gebe oldu. Unutmayın!