Lisede okurken boş geçen dersimiz pek olmazdı. Herhangi bir nedenle bir öğretmenimiz dersine gelemezse bir nöbetçi öğretmenimiz dersi doldurmak için gelirdi. Rahatsızlığından dolayı hastaneye gitmek durumunda olan öğretmenimizin muayene olmasıyla gelmesi bir olurdu. Öğretmen olduğu için öncelik verilir, bir-iki saatlik bir bekleme ve muayeneden sonra koşa koşa derse gelirdi öğretmenlerimiz. Derse gelmeme durumu çok ender rastlanan bir durumdu. Çünkü öğretmenlerimizin birinci önceliği okul ve ders idi.
Bir gün derste öğretmenin gelmesini bekliyoruz. Sınıfın kapısı açıldı. Dersimize girmeyen, simaen tanıdığımız bir kır saçlı öğretmendi kapıyı açan. Aynı anda ayağa kalkan bize selam verdi, oturmamızı söyledikten sonra kendisini tanıttı. Ardından eline tebeşiri aldı, tahtaya bir nehir çizdi. Sınıf olarak "Ders öğretmenimiz gelmedi, felekten bir gün/bir saat çaldık" demeye kalmadan, sevincimiz kursağımızda kaldı. Çünkü öğretmen, kendi dersiymiş gibi derse başladı. Aklımda kaldığı kadarıyla öğretmenimiz, "Toplumu, bu/bir nehir içinde akan kirli suyun içine belenmiş kabul edin. Sizin göreviniz bu kirli suyun içine batmış, çıkmak için debelenen insanları sudan çıkarıp yukarı doğru çekmek, onların elinden tutmak olmalıdır. Ne kadar kişiyi bu kirli sudan çekip alırsanız kardır. Bunun için kendinize yüksek bir hedef çizgisi belirleyin, hedefinize ulaşmak için çabalayın. Bunun yolu da bu ülke insanını dert edinmekten geçiyor..." meyanında verimli bir boş ders geçirmemizi sağladı. Bize bir yol gösterdi sağ olsun. Anladım ki her geçen boş ders, boş değildir. Yeter ki biri verici olsun, karşı taraf da alıcı. Öğretmenlik mesleğinin yerlerde süründüğü, itibarının sıfırlandığı günümüzde toplumu ve öğrencileri dert edinmiş böyle idealist kişilere ihtiyacımız var. Rabbim merhamet etsin ona, sayılarını artırsın.
Günümüzde biz veya bazımız ne yapıyoruz? Kirli suya batmış, çıkmak için çabalayan insanları bırakın elinden tutup çıkarmayı, ya sırtımızı dönerek görmezden gelerek çekip gidiyoruz, ya "Kendi düşen ağlamaz, ne halin varsa gör, canın cehenneme" deyip sudan çıkarmak için bir çaba sarf etmiyoruz, ya da "Seni sudan çıkarmak için sana elimi verirsem suça batmış insanları koruyor algısına muhatap olurum" endişesini taşıyoruz. Böyle mi olmalıydı bizim insanlara bakışımız? Nerede kaldı bizim insanları bataklıktan kurtarma ve onları yeniden hayata döndürme gayemiz? Şimdiki hedefimiz adam kaybetmek mi oldu? Halbuki dün, ne kadar insanı kurtarırsak kar mantığı güderken bugün kalan sağlar bizimdir deyip ekmeye başladık. Şöyle geriye dönüp bir bakarsak kaç kişiyi yüzüstü yolda bıraktık, kaç kişiyi küstürdük, kaç kişiyi kendi haline bıraktık, kaç kişiyi karşı safa gönderdik.
Bir akıl tutulması yaşadığımızı düşünüyorum. Ne yapıp ne edip bu psikolojiden kurtulup yeniden insanlara el uzatma yönümüzü ön plana çıkarmamız lazım, tıpkı eskiden yaptığımız gibi. İnsanları kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa onu dert edinmeliyiz. İnsana yatırım yapmalıyız, insanların gönlüne girmeliyiz, gönül adamı olmalıyız. Elimizden geleni göstermezsek unutmayalım ki oyun ve eğlence olan bu dünyanın değişmez bir kuralı var: Bugün bana, yarın sana şeklinde. Çünkü düşmez-kalkmaz bir Allah'tır. Ötesi imtihana tabidir. Hangi gün, kimi, ne ile imtihan edeceğini biz değil, Rabbim bilir. 07.04.2018, Ramazan Yüce, Konya