7 Nisan 2018 Cumartesi

Adam Kazanmak veya Kaybetmek

Lisede okurken boş geçen dersimiz  pek olmazdı. Herhangi bir nedenle bir öğretmenimiz dersine gelemezse bir nöbetçi öğretmenimiz dersi doldurmak için gelirdi. Rahatsızlığından dolayı hastaneye gitmek durumunda olan öğretmenimizin muayene olmasıyla gelmesi bir olurdu. Öğretmen olduğu için öncelik verilir, bir-iki saatlik bir bekleme ve muayeneden sonra koşa koşa derse gelirdi öğretmenlerimiz. Derse gelmeme durumu çok ender rastlanan bir durumdu. Çünkü öğretmenlerimizin birinci önceliği okul ve ders idi. 

Bir gün derste öğretmenin gelmesini bekliyoruz. Sınıfın kapısı açıldı. Dersimize girmeyen, simaen tanıdığımız bir kır saçlı öğretmendi kapıyı açan. Aynı anda ayağa kalkan bize selam verdi, oturmamızı söyledikten sonra kendisini tanıttı. Ardından eline tebeşiri aldı, tahtaya bir nehir çizdi. Sınıf olarak "Ders öğretmenimiz gelmedi, felekten bir gün/bir saat çaldık" demeye kalmadan, sevincimiz kursağımızda kaldı. Çünkü öğretmen, kendi dersiymiş gibi derse başladı.  Aklımda kaldığı kadarıyla öğretmenimiz, "Toplumu, bu/bir nehir içinde akan kirli suyun içine belenmiş kabul edin. Sizin göreviniz bu kirli suyun içine batmış, çıkmak için debelenen insanları sudan çıkarıp yukarı doğru çekmek, onların elinden tutmak olmalıdır. Ne kadar kişiyi bu kirli sudan çekip alırsanız kardır. Bunun için kendinize yüksek bir hedef çizgisi belirleyin, hedefinize ulaşmak için çabalayın. Bunun yolu da bu ülke insanını dert edinmekten geçiyor..." meyanında verimli bir boş ders geçirmemizi sağladı. Bize bir yol gösterdi sağ olsun. Anladım ki her geçen boş ders, boş değildir. Yeter ki biri verici olsun, karşı taraf da alıcı. Öğretmenlik mesleğinin yerlerde süründüğü, itibarının sıfırlandığı günümüzde toplumu ve öğrencileri dert edinmiş böyle idealist kişilere ihtiyacımız var. Rabbim merhamet etsin ona, sayılarını artırsın.

Günümüzde biz veya bazımız ne yapıyoruz? Kirli suya batmış, çıkmak için çabalayan insanları bırakın elinden tutup çıkarmayı, ya sırtımızı dönerek görmezden gelerek çekip gidiyoruz, ya "Kendi düşen ağlamaz, ne halin varsa gör, canın cehenneme" deyip sudan çıkarmak için bir çaba sarf etmiyoruz, ya da "Seni sudan çıkarmak için sana elimi verirsem suça batmış insanları koruyor algısına muhatap olurum" endişesini taşıyoruz. Böyle mi olmalıydı bizim insanlara bakışımız? Nerede kaldı bizim insanları bataklıktan kurtarma ve onları yeniden hayata döndürme gayemiz? Şimdiki hedefimiz adam kaybetmek mi oldu? Halbuki dün, ne kadar insanı kurtarırsak kar mantığı güderken bugün kalan sağlar bizimdir deyip ekmeye başladık. Şöyle geriye dönüp bir bakarsak kaç kişiyi yüzüstü yolda bıraktık, kaç kişiyi küstürdük, kaç kişiyi kendi haline bıraktık, kaç kişiyi karşı safa gönderdik.

Bir akıl tutulması yaşadığımızı düşünüyorum. Ne yapıp ne edip bu psikolojiden kurtulup yeniden insanlara el uzatma yönümüzü ön plana çıkarmamız lazım, tıpkı eskiden yaptığımız gibi. İnsanları kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa onu dert edinmeliyiz. İnsana yatırım yapmalıyız, insanların gönlüne girmeliyiz, gönül adamı olmalıyız. Elimizden geleni göstermezsek unutmayalım ki oyun ve eğlence olan bu dünyanın değişmez bir kuralı var: Bugün bana, yarın sana şeklinde. Çünkü düşmez-kalkmaz bir Allah'tır. Ötesi imtihana tabidir. Hangi gün, kimi, ne ile imtihan edeceğini biz değil, Rabbim bilir. 07.04.2018, Ramazan Yüce, Konya 




Çok mu Zor Kavli Leyyin Olmak? *

Bazı insanlar vardır; gözünü budaktan esirgemez, asla kimseye boyun eğmez, diklenmeden dik durmayı bilir. Tırnaklarıyla kazıyarak geldiği kurtlar sofrasında ne yapar, ne eder tutunur. Bulunduğu yer neresi olursa olsun yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışır, hata yaparsa hatasıyla yüzleşir, özür dilemekten kaçınmaz. Doğru bildiğini ölümüne savunur. Kınayanın kınamasına aldırmaz. Söyleyeceğini açık ve net olarak söyler. Lafı eğip bükmez. İşini ibadet aşkı içerisinde yerine getirir. Mazlum ve mağdurun yanında yer alırken mağrur ve zalimin karşısına dikilmeyi bilir. Tam bir mücadele adamı! Mükemmellik için didinir durur. Yorulma nedir bilmez, durmadan koşturur. İhanete asla tahammülü yoktur.


Hatası yok mu böylelerinin? İnsan olup da hata yapmayan olmaz mı? Zaten hatasız kul olmaz.  Her insan gibi bu tiplerin de kusurları vardır. “Yapacak çok iş var, zaman dinlenme zamanı değil” diyerek koşturuyor. Ama aslında yorgundur. Çünkü insan olup da yorulmamak mümkün mü? Fakat yorulduğunun farkında değil. Belki yorgunluğundan, belki uğradığı ihanetlerden, belki hep kazandığından, belki kendine olan özgüveninden midir, kızgındır. Dilinin de kemiği yoktur. Muhatap kırılır mı demez, yerin dibine geçirir. Bu adam başka bir ülkenin devlet başkanıdır, buna karşı diplomatik bir dil kullanayım demez, içinden geldiği gibi paylar. Bu adam kaymakammış, din görevlisiymiş, gazeteciymiş, esnafmış, fabrikatörmüş, valiymiş, polismiş, komisermiş, bunun sosyal statüsü yerle bir olacakmış, bu adam benim dengim mi/değil mi? Ben şuna cevap vereyim, ekibimden falan kimse de ona cevap versin demez, herkese cevap verir. Bu tavrı zaman zaman taşı gediğine koyarcasına tam otururken, bazen kendisini sevip destekleyenlere verdiği cevaplar ise üzmektedir. Rakipleri ve kendisine muhalif olanlara cevap verince  “Oh! Bizi muhatap aldı” diyerek sevindirmektedir.

Had bildirircesine sert konuşması dostlarının içinde bir ukde olarak kalmaktadır. Sonucunda gönül kırgınlığına sebebiyet vermekte, uzaklaşmak suretiyle içine kapanmaktadır. Sorumlu insan, elbette uyarıp ikaz edecektir. Çünkü gördüğü kötülük veya eksikliği “ya eliyle düzeltecek, ya diliyle düzeltecek veya hiçbir şey yapamıyorsa kalbiyle buğz edecektir.” Ama bu işi yaparken kırmadan dökmeden yapması gerekir. Kavli leyyin olmalıdır, yumuşak bir üslup kullanmalıdır, kelamı kibar olmalıdır. Mesafesini korumalıdır, sevgi ve nefrette aşırıya kaçmamalıdır. Çünkü nefret ettiğimizle bir gün dost, dost olduğumuzla bir gün düşman olabiliriz. Öyle söz söylenmeli ki, yeri geldiği zaman yılanı deliğinden çıkarmalıdır. Bir davaya gönül veren, bir misyon ifa eden insanlar her şeyden önce kucaklayıcı olmalı. Kızsa bile nezaketi ve tatlı sözü elden bırakmamalıdır. Tıpkı Firavun’a giden Musa ile Harun gibi yani. Allah, o günün bir numaralı zalimine Musa ve Harun’u gönderirken “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.” buyurmuştur. Atalarımız, “Söz vardır iş bitirir söz vardır baş yitirir” diyerek sözün insanlar üzerindeki etkisine değinmiştir. Yine Nahl 125’te Allah, “Rabbinin yoluna hikmetle ve meviza-i hasene ile çağır. Onlara da en güzel yolla karşılık ver...” buyurmak suretiyle yapacağımız işlerde nasıl bir yol ve yordam takip etmemiz gerektiğine işaret etmektedir.

Sonuç olarak Musa ve Harun’un, konuşmada Firavun’a gösterdiği müsamahayı özellikle kendi insanımızdan esirgemeyelim. Söylediğimiz doğru bile olsa insanların onuru ile oynamamak gerekir. Yoksa kıra kıra kıracak adam bulamayız ve herkesin bir gün yanımızdan uzaklaştığını görürüz ama iş işten geçmiş olur. Önemli olan etrafımızdaki yağcı ve yardakçı kesimin ötesine göz atıp kendimizle ilgili bir öz eleştiri yapmak gerekir diye düşünüyorum. Ne diyor Yunus? “Derviş Yunus der hoca istersen var bin hacca/Hepsinden iyice bir gönle girmektir.” 07/04/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 09/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Nisan 2018 Cuma

Korkaklar Kalabalık Yerde Horozlanır

Siz hiç kimsenin olmadığı tenha bir yerde iki kişinin birbiriyle itiş-kakış olduğunu, birbirine bağırdığını, birbirinin üzerine yürüdüğünü, birbirine küfrettiğini gördünüz mü? Görmemişsinizdir. Gördüyseniz de çok nadirdir. Çok tenha yerde kavga eden, bir başkasının haberi olmasın, sorunumuzu kimsenin olmadığı yerde halledelim, başkasını rahatsız etmeyelim, daha fazla rezil olmayayım şeklinde düşünür.

Topluluk içerisinde kavga etmeyi, bağırıp çağırmayı, küfürlü konuşmayı ancak korkaklar yapar. Niçin böyle bir yol izlerler? Çünkü aralayacak  veya araya girecek olur diye hümerir, birbirlerinin üzerine yürürler. Hele bir de araya girip sakinleştirmeye çalışan olursa el-kol, ayak sallamalar, gün görmedik laf ve hakaretler ardı ardına sıralanır. Ozanların atışması gibi küfürler havada uçuşur. Sen araya girdikçe, elinle tuttukça yumruk sallamaya çalışır. Sanırsın ki bu adamı yiyecek? Aracılar, "Öyle mi? Buyrun kozunuzu paylaşın" deyip aradan çekilse ses tonları düşer, alttan almaya başlarlar. Çünkü pabuç pahalıdır. 

Böylesi korkak kişileri insan yoğunluğunun olduğu çarşı-pazarlarda, eğlence yerlerinde, okul bahçesi ve sınıflarda çokça görürsünüz. İnsanlık bende kalsın deyip araya giren oldukça hümerir de hümerir. Bunlar korkaktır ama çok akıllıdır, canları da çok kıymetlidir. Nerede kavga edeceğini bilir. Nasılsa birileri araya girer, eşek değiller ya! 

Bugün gördüm böylesi atışmayı. Biri, diğerine kızıp bağırırken ve küfrederken gördüm. Birinin sesi yüksek çıkarken diğeri sessiz bir şekilde çekip gidiyordu. Onun sessizliğinden diğeri cesaret alarak daha fazla bağırmaya başladı. Oradan geçenler, "durun" demeye kalmadı. Sessiz olan hümermeye, o da diğeri gibi bağırmaya başladı. Orta yerde aralamak için aracılar çoğalınca atışanlar yerinde tutulma, ele avuca sığmaz birer cengaver olup çıkıverdiler. Kenarda biraz seyrettim bunları. Sonra çekip gittim. Maalesef ramak kalan bir kavgayı görmemi bir aracı ekibi daha engellemiş oldu.  06.04.2018

4 Nisan 2018 Çarşamba

Bu Kadar İnsan Aynı Hatayı Yapar mı?


Resimde gördüğünüz kalabalık, ağır kusurdan dolayı araç muayenesinden geçemeyenlerin Şoförler ve Nakliyeciler Odasında oluşturduğu kuyruktan bir enstantane. Azalmış hali. Sağda gördüğünüz ise ağır kusur damgası yemiş suç aleti eski plakalar. Daha doğrusu düşmesin diye plakanın üzerine yapılan vidalar araç sahiplerinin başına bela olmuş durumda. Çalışanların sağı-solu ve yerler üst üste istiflenmiş eski plakalarla dolu. 


Eski plakasını getirmediği için geri dönenler, araç muayenesine gitmeden önce vidalı plakasını değiştirmek isteyenlerden trafik tescilden yazı getirmesi için geri gönderilenler, TÜVTÜRK'ün verdiği ağır kusurlu evrakının fotokopisini çektirmeden gelenler ise bekleşenler arasında hareketli olanlar. Anlaşılan araç sahiplerinin ekseriyetinin yolu, ya aracı muayeneden geçemeyince ya da muayeneye gitmeden önce Şoförler Odasına düşecek ve böylece bu odanın ne iş yaptığını bizzat iş üzerinde görecek. Bedeli de sudan ucuz dense yeridir. Beheri 17 lira. Anlayacağınız iş o kadar ciddi. Plakanın maliyeti kuruşu kuruşuna hesaplanmış, düz hesap 20 olsun denmemiş. Buna dense dense devlet ciddiyeti denir. Devlet dediğin vatandaşına, çalışanına aynı zamanda iş bulan demektir. Zaten Anayasamızda da yeri var bunun. Bu, sosyal devletin bir gereği aynı zamanda. Düşünün ki devlet, yeni bir yönetmelikle plakalarda vida olmayacak kuralı koymasaydı bu oda sinek avlayacak, çalışanına iş veremeyecek, işgörenin maaşını karşılamayacak duruma düşecekti. Devlet dediğin aynı zamanda katma değer üretendir. Dünya döndüğüne göre insanların da sabit kalmaması gerekiyor. Madem ki araba gibi bir nimetten faydalanıyorlar, bunun külfetini de çekmeliler. Bir an için düşünelim...Devlet çıkardığı yönetmeliği ara ara değiştirmese odalar ne iş yapacak? Araç muayene istasyonları mevzuat gereği aracı geri göndermese sanayilerimiz ne yiyip ne içecekti? Daha kimler ekmek yemiyor ki! Say say bitmez. Sonra her muayeneye gelen ilk muayenede işini halletse istasyon ne iş yapacak? Yine devlet , vatandaşını oyalayan kimse olmalıdır. Şimdi vatandaş gittiği her yerde işini birden bitirse gidip ne iş yapacak? Ya birinin dedikodusunu yapıp günaha girecek, ya da boş durmaktan kavga edecek. vatandaşın bir yerlerde beklemesini de hayra yormak lazım. Yine devlet vatandaşını düşünüyor. Ya yönetmeliği ilk çıkardığı zaman muayene tarihi gelmese bile her araç sahibi plakasını hemen değiştirecek deseydi... Ama demedi, demez. Çünkü günübirlik devlet yönetilmez. Sonra bu kadar kusur da arabalarda olsun. Yoksa nazar değeriz.


İçinizden bu da kusur mu? Yaptırmam diyen olursa ya da plakasının üzerinde değişiklik yapan olursa, ya da eski vidalı plakasını değiştirmemek üzere inatlaşan varsa devlet bunu da düşünmüş: 412 lira ceza verecek. Meblağa dikkat ederseniz 415 demiyor, 412 lira diyor. Yine burada düz hesap 415 yapalım demiyor. İşte buna devlet ciddiyeti diyoruz biz. Devlet dediğin vatandaşına iş bulacak, iş çıkaracak. Beni de diğer vatandaşlarından ayırmadı. Zira bana da iş buldu. Yoksa bu bahar günü ben ne iş yapacaktım? İki defa araç muayenesine gideceğim, Şoförler Odasını ziyaret edeceğim, diğer başka ağır kusurlar varsa sanayi esnafına uğrayacağım. Herkesi karınca kararınca gönülleyeceğim. Yok ben bu kadarına katlanamam diyorsanız sizi tutan mı var? Çekin gidin başka memlekete demek düşer bana.

3 Nisan 2018 Salı

Utanmayanların İstediğini Yaptığı ve Dilediğini Söylediği Bir Dönemi yaşıyoruz *


Gazetelerin üçüncü sayfası denince taciz, cinayet denen nahoş haberler akla gelir. Okuyanlara ürperti veren cinsten haberlerdir bunlar. Bir gazete okumaya kalksam üçüncü sayfaları es geçerim. Bu sayfayı önemsemediğim, olayları küçük gördüğüm anlamına gelmesin. Maalesef okudukça insanın akıl havsalası almıyor bu cinnet halimize. 2017 yılında meydana gelmiş bir haberin mahkeme kayıtlarını haberlerden okuyunca bir üçüncü sayfa diyebileceğimiz bir haberden bahsedeceğim ki cinnet halimizin merhalesini görmüş olalım.

Olay Antalya’da geçiyor: Kuaförlük yapan birisi askere gitmeden önce bir kadınla 50 TL karşılığında anlaşmış. Kamuya açık bir çalılıkta meydana gelen bu ilişki sonrası erkek, “Tatmin olmadım” diyerek kadından parasını ister, kadın parayı vermez. Parasını alamayan erkeğimiz, yanında getirdiği bıçakla kadını altı yerinden yaralar ve kaçar. Kadın ambulansla hastaneye kaldırılır ve yapılan bir dizi ameliyattan sonra kadın taburcu edilir. Kadını yaraladıktan sonra kaçan kişi, iki saat sonra yakalanıp gözaltına alınır.

Yargılama esnasında savcı, sanığın “kasten öldürmeye teşebbüs', 'nitelikli yağmaya teşebbüs' ve 'ruhsatsız bıçak taşımak' suçlarından cezalandırılmasını istemiş. Sanık; “Daha önce bu işi yapmadığını, askerlik öncesi tecrübe kazanmak istediğini, cesaret almak için alkol aldığını;  kadının, ‘Sen nasıl erkeksin’ dediğini, tatmin olmadığı için parasını geri istediğini” söyler savunmasında. Mağdur kadınımız da, “İlişki sonrası parasını geri istediğini, vermeyince aralarında tartışma çıktığını, ardından belindeki bıçağı çıkararak kendisine 6-7 kez bıçak sapladığını, bağırması üzerine kendisiyle aynı işi yapan arkadaşının yanlarına gelmesiyle sanığın kaçtığını” söyler. Avukatımız da “Müvekkilinin anlaştığı hizmetin karşılığını alamadığını” iddia etmiş savunmasında. Yargılama sonucunda hakimimiz de, “Kasten insan öldürmeye teşebbüs'ten önce ömür boyu hapse mahkum etmiş, ardından cezayı 8 yıl 9 aya düşürmüş.

Yazarken haya ettiğim bu yazıyı gündeme almamın sebebi sanığın, mağdurun ve avukatın sözleri ve hakimin verdiği ceza. Hangisinin söylediğine bakarsan nutkun tutulur. Oğlumuz askerlik öncesi tecrübe kazanacakmış, duyup-gören de askerde cinsel ilişki yaptırıyorlar sanır. Yapacağı halttan önce alkol alınması zaten olmazsa olmazlarımızdan. Anlaşma sonrası gidilen yer, herkesin gidebileceği, belki de piknik yapabileceği ormanlık alan. Babalarının mülkü sanki? Yatacak yerleri yok ama beyefendi ve hanımefendi zevkten de geri kalmıyor. Kadının bağırmasından yanlarına aynı işi yapan arkadaşı geldiğine göre demek ki bu iş, adı geçen ilimizde bir çete eliyle yürüyor. Hukuk bitiren avukatımız, müvekkilinin yediği bu herzeyi hizmet olarak görüyor ve karşılığını alamadığı iddiasını yumurtluyor. Savcımız, ruhsatsız bıçak taşıma şeklinde mütalaada bulunuyor. Sanki bıçak almanın ruhsatı varmış gibi! Hakimimiz önce müebbet veriyor, sonra cezayı yaklaşık 9 yıla indiriyor. İyi de mübarek! İndireceğin cezayı niçin ilk önce yüksek perdeden açıyor, sonra indiriyorsun? Yargılama sonucunda bedenini satan kadına verilen bir cezadan bahsedilmiyor. Kızımız tertemiz maşallah ve mağdur! Anladığım bu hakkını tepe tepe kullanmaya devam edecek. Ne de olsa serbest ticaret yapıyor. Bereket, yaralanma esnasından iyileşinceye kadar çalışamadığının bedelini mahkemeden talep etmemiş. Gani gönüllü ne de olsa! Merak ve hayretimi mazur görün, bu iş 50 liraya kadar düşmüş: Ya işler kesat, ya bu işten ekmek yiyen, bedenini satan çok kişi var; aralarında rekabet var. Bir de bugün bakkala ve manava gidemeyeceğimiz bir para olan bir meblağ ile vücut satılıyor ve adam doğranıyor. 

Garibime giden yedikleri bu haltı herkesin gözü önünde utanmadan, sıkılmadan mahkemede anlatmaları. Gerçi benimki de laf yani! Utanma ve arlanma olsa zaten bu yedikleri haltı yerler miydi? Keşke bu utanmazlıklarını mahkeme salonunda faş edeceklerine çalılıkların arasında bir daha nefes alamayacak şekilde kozlarını paylaşıp öbür dünyaya pisi pisi gitselerdi. Ne günlere kaldık ya Rabbi! Neredesin ey edep? Biraz da uçkuru beynine bağlı olan kişilere uğrasan... 03/04/2018

* 07/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Nisan 2018 Pazartesi

Öğretmene Performans Sistemini Getirenler Kendinde mi Acaba? ***

Bugünlerde öğretmene performans sistemi konuşuluyor. Daha doğrusu sistem ağırlıklı olarak öğretmen camiası tarafından eleştiri bombardımanına tutuluyor. Türkiye’nin en büyük konfederasyonu Memur-Sen bu uygulamaya hayır diyerek üyeleri arasında imza kampanyası başlattı. Gelen eleştiri ve yapılan protestolar sonrası Milli Eğitim Bakanlığı geri adam atar mı? Bunu da zaman gösterecek. Ama görünen, Bakanlık bu sistemi uygulamasa bin, uygulasa bir pişman olacak gibi. Sayın Ömer DİNÇER’in MEB müsteşarı olduğu dönemden beri Bakanlık bu performans sistemiyle yatıp kalkıyor. Koymaya yelteniyor, gelen tepkiler üzerine geri adım atıyor. Bu komedinin akıbetini hep beraber göreceğiz.

Performans sistemi üzerine yapılan eleştirilerle girdim yazıma. Bu sistemin ne olduğunu bilmeyenler için kısaca bahsedeyim: Getirilmek istenen sistemde öğretmene; okul müdürü, meslektaşı, velisi ve öğrencisi not verecek. Yani öğretmenin yeterli olup olmadığı puanlanacak. Verilen puanlar öğretmenin kariyer basamaklarında, yurtdışı görevlendirilmelerinde ve ödüllendirilmesinde kıstas alınacak. İşin mutfağında olmayanlar, eğitimdeki hali pürmelalimizin yegane suçlusu olarak öğretmeni görenler, olaya sığ bakanlar ve ayakları yere basmayanlar için getirilmek istenen bu sistem çok ideal görünebilir. Hatta şu öğretmenlere böylece haddini bildirelim diye düşünülebilir. Nasılsa öğretmenler konusunda değişmez parolamız, “vurun abalıya” şeklinde. Öğretmeni bir yola getirsek eğitim ve öğretimimiz başta olma üzere ülke düze çıkacak sanıyoruz. Biraz sağduyulu düşünürsek kazın ayağının böyle olmadığı anlaşılacaktır. Her şeyden önce Bakanlık getirmek istediği bu sistemle daha önce yaptıkları çelişmektedir.

Eskiden öğretmenlere birinci sicil amiri olan okul müdürü sicil notu verirdi. Verilen not gizli idi. Notunu öğrenmek isteyen öğretmen, il milli eğitim müdürlüklerine dilekçe vermek suretiyle sicil notunu öğrenebiliyordu. Okul müdürünün verdiği sicil notunu beğenmeyen öğretmen, soluğu idari mahkemede alıyor ve mahkeme çoğunlukla öğretmeni haklı buluyor; müdürün verdiği puanı hakkaniyet ölçüsünde vermediği şeklinde karar veriyordu. Bakanlık -baktı olmayacak- 6111 sayılı Yasa ile sicil amirinin verdiği sicil notlarını kaldırdı. Birinci sicil amiri olan okul müdürünün verdiği puanı objektif bulmazken şimdilerde getirilmek istenen performans sitemiyle daha rüşdünü ispatlamamış öğrencisi öğretmenine not verecek. Çelişki de burada zaten. Yine Bakanlık -sorun görmüş olmalı ki- müfettişlerin öğretmenlerin rehberlik ve denetleme amaçlı dersine girmesini kaldırdı. Ama nedense radikal karar diye diye getirecekleri sistemde öğretmenini, öğrencisine puanlatacak. Şunu kabul ederim ki öğretmenin en iyi müfettişi öğrencisidir. Öğrenci, dersine giren öğretmeni hakkında “İyi ders anlatıyor/anlatamıyor, baba adam, kötü öğretmen” şeklinde kanaat belirtir zaten. Bu kanaati nota dönüştürmek öğretmenle oynamak, öğretmeni öğrencisine boğdurmak…demektir. Öğretmeni iyice demoralize etmektir.

Gece gündüz performans değerlendirme sistemiyle yatıp kalkarken öğretmenine not veren 7-18 yaş aralığındaki öğrencinin haleti ruhiyesini, fiziki ve ruhi durumunu göz önünde bulundurmada fayda vardır. Ki biz bu yaş aralığındaki çocuklarımıza daha doğru dürüst ekmek aldırmıyoruz, suç işlese cezaevi yerine ıslah evine gönderiyoruz. Ergenlik dönemine gelen bir çocuk evlenemez. Çünkü daha sorumluluğunu taşıyamaz diyoruz. Yetkililerimizin bu yaptığına dense dense  “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”  denir.

Hasılı, öğretmende sorun varsa bunun yolu; öğretmeni öğrencisinin önüne atmak, öğretmenin moralini iyice bozmak değildir. Unutulmasın ki dersine moralli girmeyen bir öğretmenin verdiği dersten hayır gelmez. Son yıllarda bu ülkenin toplumsal barışa fazlasıyla ihtiyacı var. Atacağınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değse bari. Amacınız öğretmenle uğraşmaksa/bağcıyı dövmekse bu getireceğiniz performans sistemine devam edin, yerinde bir karar. Yolunuz açık olsun. Eğer amacınız sorun çözmek/üzüm yemek ise adam akıllı bir sistem getirin. Unutmayın ki bu ülkede adam öldüren bile doğru dürüst ceza almıyor, öğretmene verilen not kaç yazar? 02/04/2018

*** 05/04/2018 tarihinde yenihaberden.com gazetesinde yayımlanmıştır.


1 Nisan 2018 Pazar

Performans Sistemi MEB'in Tüm Paydaşlarına Uygulanmalı


Eğitim ve öğretim alanında beklediğimiz istendik davranışlar ortaya çıkmayınca maarifi düzeltmek için can havliyle yeni uygulamalar ortaya koyuyor yetkililerimiz. "Sorunumuzu ancak bu çözer" diyerek ortaya koyduğumuz tüm uygulamaları sonuç almadan "olmuyor" diyerek kaldırıp yerine bir başkasını uygulamaya sokuyoruz. Başlangıcı heyecan dolu olan uygulamalar hep hüsranla bitiyor nedense. Bitmese de işlevsiz bir mevzuatı yerine getirmek üzere formalite olarak devam eder. Neden bitmesin ki? Çünkü iyice düşünülmeden, tartışılmadan, yangından mal kaçırır gibi devrim niteliğinde kabul edilen bir yenilik ancak bu kadar olur. 

Eğitim ve öğretim alanında öğretmenler için düşünülen, öğretmene not verme diye bilinen performans uygulaması da öğretmen verimini ve kalitesini artırmak amacıyla yasal zemini oluşturulan ve bu sene uygulanması düşünülen bir sistemdir. İstenen ve beklenen bir sonuç elde edilir mi? Müneccim değilim ama başarılı olması mümkün değil. Üstelik fayda sağlayacak derken zarar getirecek ve toplumsal barışı zedeleyecek, itibarı yerlerde sürünen öğretmenlik mesleğini iyice ayağa düşürecek;  öğretmeni, veliye ve öğrenciye boğduracak bir uygulama olursa hiç şaşırmam.

Bakanlık, Ömer Dinçer'in müsteşarlığı döneminden öğretmene performans uygulamasını düşünmüş, üzerinde çalışmış, pilot okullarda uygulayarak test etmişti. Eksikliğini veya uygulanabilirliğini sakıncalı görmüş olmalı ki bugüne kadar yürürlüğe koyamadı. 2017'de başlaması düşünülen bu performans sistemi, gelen tepkiler üzerine buzdolabına kaldırılmıştı. Bu sene uygulanacağı açıklanınca tartışma yeniden alevlendi. Tartışma, öğrencisinin öğretmenine not vermesi üzerine yoğunlaşmış durumda. En büyük tepki de eğitim camiasından yani kendisine puan verilecek olan öğretmen kesiminden gelmektedir.

İşin mutfağında olan öğretmenden ve bağlı bulundukları sendikalarından yükselen istemezük tepkileri üzerine Bakanlık, tekrar geri adım atar mı? Görünürde geri adım atacağa benzemiyor. Çünkü önlerinde alt yapısı hazırlanmış ve uygulamaya konması gereken bir mevzuat var. Uygulasa problem, uygulamasa bir problem. Bakanlık, halihazırda iki ucu bir pis değneği elinde tutmaktadır. Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal misali elinde patlamaya hazır bir bomba bekletiyor. Bu durumda Bakanlık, kulaklarını tıkayarak bunu ya yürürlüğe koyup sonucuna katlanacak veya koyduğu sistemi yasal zeminini hazırlayarak uygulamadan kaldıracak.

Bence Bakanlık, on yıldan fazla bir zamandır başarının tek kriteri diye düşündüğü, fakat cesaret edemediği, aşık olduğu bu uygulamayı yürürlüğe koyup boyunun ölçüsünü almalı. Gördüğüm, öğretmen camiası itiraz ettikçe yetkililer kendilerinin doğru yolda olduğunu sanıyor. Hatta bunun için öğretmen camiası, "istemezük" itirazlarını bir tarafa bırakarak "Yerinde bir karar, çok iyi olur" diyerek Bakanlığın önünü açmalı. Eğer bu yapılmazsa Bakanlığın içinde hep bir ukde olarak kalacak, ikiye bir bu sistemi hatırlatarak aba altından sopa göstermeye devam edecektir. Hatta performans sistemini eğitimin tüm iç ve dış paydaşlarında -aşağıdan yukarıya ve yukarıdan aşağıya- uygulayacak şekilde geliştirelim: Öğrenci ve veli, öğretmen ve yöneticiyi puanlarken öğretmen de ilçe-il ve bakanlık yöneticilerini puanlasın. 01/04/2018, Ramazan Yüce, Konya