25 Kasım 2017 Cumartesi

Gözetmenimi de Gözlemledim Ara Ara

Bir sınavda salon başkanı olarak görevlendirildim. Yanımda da bir gözetmenim var. Kendi halinde sakin biri. Zaten olmasa da sakin olmak zorunda. Çünkü bizde sınavlar, yasaklar demektir. Bereket sınavımız ÖSYM"nin yaptığı sınavlar gibi kuralları sert ve acımasız değil.

Başkan ve gözetmen olarak salondaki yerimizi aldık, adayların gelmesini beklemeye koyulduk. Sınavın başlamasına 45 dakika kala adaylar tek tük gelmeye başladı. Sınava 15 dakika kala cevap kağıtlarının dağıtımını yaptık, ardından kitapçıkları sıraların üzerine koyduk. Bir taraftan da peyderpey gelen adayların kimlik kontrollerini yaptık. 20 kişilik adaydan iki tanesi gelmedi.

Başlama saati gelince sınavı başlattım. Artık gözetmenim ve ben sınav olan öğrencileri gözlemlemeye başladık. Az sonra gözetmenim gelmeyen adaylardan birinin sırasına oturarak sorulara bakmaya başladı. Göz ucuyla hem soruları çözüyor, hem de sakız çiğnemeye devam etti. Ara ara gözüm kaydı, hala sakız çiğnemeye devam ediyor mu diye. Maalesef salona ilk girdipşmşz andan, sınav bitimine kadar sakız çiğneme devam etti.

Sınavda salon gözetmeninin sakız çiğnemesine ne denir? Vakti güzel bir şekilde değerlendiriyor denebilir. Maşallah kuvvetli bir çene yapısı var, sınav boyunca çiğnediğine göre. Hasılı sınav boyunca sınavın kuralına uygun ve sakin bir şekilde geçmesini sağlamak için salonu gözlemledim durdum. İlave olarak bir de gözetmenimi gözlemledim. Ara ara korkmadım değil, iyice galeyana gelir de az sonra şişirip patlatır diye. Ama ne hakkını yiyeyim? Şişirip patlatmadı, ağzını açmadan çiğnedi durdu. Ben böyle edepli sakız çiğneyen görmedim. Ağzını hiç açmadı. Ara ara dinlenme moduna geçti sakızı ağzından çıkarmadan. Saman altından su yürüttü denir ya, işte öyle bir şey. Kimseyi de rahatsız etmedi. Keşke tüm da kız çiğneyenler böyle olsa dedim içimden.

Markası ne idi sakızınızın diyemedim. Şişirip patlatma da yapabilir misiniz, bu sakız çiğnemeyi tüm gün yapıyor musunuz, derslerde de çiğniyor musunuz, gece sakızı ağzınızdan çıkarıyor musunuz diye soramadım. Sınav bitti gitti. Hepsi içimde kaldı bu soruların. Acaba doktor tavsiyesi miydi bu? Sakız çiğnemekten bilgi edinmeden bilgi istendi mi, okulundan ceza aldı mı hiçbirini öğrenemedim. Ayda ne kadar sakız masrafı yapıyor sorusu da muamma kaldı.

Sınav bitti, sınav evrakını sınav komisyonuna teslim ettim. Yolda gelirken yetkililerin sınavın işleyişi ile ilgili aldıkları sert, katı ve acımasız kuralları boşuna almadıklarını düşündüm. Demek ki kuralları koyarken geçmiş tecrübelerden faydalanmış olmalılar ki sert kural koyma yoluna gitmişler. İçimizdeki üç-beş kişinin kural tanımaz hal ve hareketleri, sıkı kuralları beraberinde getirmiş.

Ne diyelim, başımıza ne gelirse kendi yapıp ettiklerimizdendir. Yetkililer az bile kural koyuyor. 25.11.2017 Ramazan YÜCE

24 Kasım 2017 Cuma

Günümde Günüm...


Bugün okula erkenden gittim. "Bugün senin günün. Haydi erkenden dersini hızlıca anlat git, zira seni bugün anacağız, fazla da gözümüze görünme" dediler. Ben de konumu kıvrak kıvrak anlatıp bitirdim dersimi. Bir sınıftan diğerine geçmek ve soluklanmak ve ağzımın kuruluğu bir nebze de olsa geçsin diye öğretmenler odasına girdim.



Çayımı aldım. Yudumlarken okula kahvaltı yapmadan gelen ekibi gördüm. Kafa kafaya vermiş, memur kebabı yiyorlardı. Kaderleri hiç değişmeyecek gariplerimin. Bugün bari felekten bir gün çalalım da, karnımızı adam gibi doyuralım dememişler. "Biz dün ne isek, bugün de aynıyız, tevauyu elden bırakmayız" dercesine kaptırmışlardı kendilerini simit yemeye.


Dersimi bitirdim, bir bardak çay daha alayım dedim, dersin bitti artık, seninle işimiz kalmadı dercesine her teneffüs gelen çaydanlığımız gelmemişti. Sağa-sola bir göz attım. Eğitim sendikalarının paketleyip temsilcileri vasıtasıyla göndermiş olduğu veya biz dersteyken gelip bıraktıkları çikolataları vardı. Eksik olmasınlar. Tıpkı diğer kurum, kuruluş, veli, öğrenci Bakanlık gibi senede bir gün de olsa hatırlamışlardı bizi. "Aramıza kara kediler girmesin, sizi hepten unuttuğumuzu sanmayın, hala bize gelmemişseniz, sizi üyemiz olarak görmek isteriz. Bak bizim işimiz hep tatlı, sonunda acı yok. tatlı yiyelim, tatlı olalım, hep tatlı konuşalım." diye düşünmüş olmalılar.

Dersi bitirip ayrılmak üzereyken idare odasına bir bakayım dedim. Baktım fotoğraf çekiniyor biz kısım kafadar. Karede görüneyim, günün anısı olsun diye girdim aralarına. İlk defa bir fotoğraf karem oldu. Umarım benimle aynı karede fotoğraf çekinenlerin işleri rast gider bundan sonra.

Çaresiz evin yolunu tuttum. Çünkü bekleyecek yer yoktu, oturmak istesem de. Zira öğlenci grup yerimizi kapmıştı. Baktım kapının önünde çiçek satan bir bayan var. Belli ki bize hediye ettikleri gülleri öğrenciler, harçlıklarından keserek bu kadından alıyorlar.

Elime bir iki gülü alarak eve giderken pazar ihtiyacımı göreyim diye mahalle semt pazarına uğradım. Bakarsınız elimdeki gülü gören, "Ha bugün sizin gününüz, gününüzde sizin paranız geçmez; al, ne götüreceksen götür, bugün bizdensiniz" diyen olur mu diye geçirdim içimden. Tanıdığım, sürekli alışveriş yaptığım bir pazarcıdan alışverişe koyuldum. İstediğimi vermek için poşeti açarken "Bugün sizin gününüz değil mi" dedi. "Evet" dedim. Sanırım beklentilerime cevap verecek, diyerek eline baktım. O ise benim cebime baktı. "24 lira" dedi. Çıkarıp verdim. Pazarın bir başından evime doğru giderken baktım biri muz satıyor. Fiyatına bir baktım. Ucuz mu ucuz. 3 lira yazıyordu. Halbuki bugünlerde muz 4 liradan aşağı değil. Belki de günüme özel indirim yapmış olmalılar, hep hastaneler bugüne mahsus indirim yapacak değiller ya dedim. Gözümle seçtiğim muzu uzattım pazarcıya.  Para alacak almaya ama, en azından ucuza getireceğim, çoluk çocuk günümde bir gün görecek dedim. Adam muzu tartıp bana uzatırken doping olan muzun fiyatı gözüme ilişti tekrar. Virgülden sonra küçükçe yazılmış iki rakam dikkatimi çekmişti. Baktım, muzun kilosu 3,99'muş. Büyük mağazaların uyguladığı fiyat politikasına bunlar da katılmış anlaşılan. Almış bulunduk artık. Yedi lira tutan muzun fiyatını vermek için elimi cebime attım. Hele şükür, tam da 7 lira varmış cebimde. Biraz pahalıya geldi ama yine de çocuklarım günümde bayram yapacaktı. İçimden esnafa 'Alacağın olsun, yanılttın beni' dedim. Aslında bana bunu yapana, "Tam bir kilo olsun, al şu 4 lirayı, ver benim bir kuruş para üstümü demek lazım. Benim gibi birkaç cins gelse 3,99'a satmaz, etiketi kaldırır, tekrar 4 lira yazar.

Bu arada her zaman erkenden mesaj gönderip öğretmenler günümü kutlayan Bakan'dan ses seda yok derken sayın Bakan'dan da kutlama mesajı geldi. Meşaleyi ileriye taşıyacakmışız. Zaten görevimiz bu, yapmaya çalışıyoruz. Taşıtırlarsa eğer, başım üstüne...

Bu arada iki gün önce kaybola flash belleğime bir kapak ilave edilmiş bir şekilde bulundu. İçindeki dosyalarıma virüs girmiş ama olsun. Günün kazancı ne de olsa... 24/11/2017 Ramazan YÜCE

23 Kasım 2017 Perşembe

Yeni Bir Öğretmenler Gününde Okulum Bembeyaz!

Nihayet 25 yıl çalışmamın ardından gelen 24 Kasım beni fazlasıyla memnun etti. Nasıl sevinmem. Zira ilk defa bir önlüğüm oldu. Hem de bembeyaz. Üstelik 'V' yaka. Önümü kapatmak için çıtçıtı bile var.

Nasıl sevinmem? Mesleğimin son demlerini yaşadığım bu süreçte bir sponsor vasıtasıyla bir önlüğe sahip oldum. Artık bundan sonra sabah kalkınca bugün hangi elbiseyi giyeyim derdi olmayacak. Hangisini giyersem giyeyim, nasılsa önlüğümün altında kalacak. Üstelik ders defterini imzalamak için ceketimin  veya gömleğimin kolları, masaya sürtünmekten kirlenmeyecek. Meslektaşlarım arasındaki giyim farkı da ortadan kalkacak. Zira alanı var, alamayanı var. Tıpkı öğrencilerimiz gibi tek tip olacağız. Zaten öğrencisiyle aynı ortamı paylaşan, aynı havayı soluyan öğretmen de öğrencinin büyümüş şekli değil mi? 

Sık sık elbise değiştirme olmayacak önlük sayesinde. Yani kuru temizlemecilere veya evdeki çamaşır makinesine fazla iş düşmeyecek. Bu demektir ki enflasyonun yeniden azdığı, hayat pahalılığının arttığı günümüzde hesap kitap yapacağız, kuru temizlemeye daha fazla para harcamayacağız, elektrik sarfiyatımız azalacak. Bu beyaz önlük kirlendikçe çamaşır makinesine atıp yıkayacağız. Umarım ütü istemez.  Şayet isterse ütü derdi var ve enerji masrafı olacak demektir. O zaman yat ağla, kalk ağla artık. Hâsılı, bu v yaka önlük, iki yakamızı bir araya getirecek, öğretmenler odası bembeyaz olacak. Gelen veli; kimin öğretmen olduğunu, adının ne olduğunu önlüğe bakıp bilecek, birbirini tanımayan öğretmen, meslektaşına hitap ederken "hocam" demeyecek, önlükteki isme bakıp ismiyle hitap edecek.

Yalnız her tasarrufun olumlu yönleri olduğu gibi olumsuz tarafları da vardır. Bu önlük beyaz olduğu için çabuk kirlenebilir, her hafta yıkamak gerekebilir. Tamam yıkarız denebilir. Ya o hafta evde makineye atılacak beyaz çamaşır çıkmazsa ne yapacağız? Ya da eşiniz unutup yıkamadı veya okuldan getirmeyi unuttunuz. "Birkaç gün önlük giymeyiz, sanki anamızdan önlüklü mü doğduk" denebilir. Tamam bu cevaba eyvallah da. Ya idarecilerimiz, öğrencilere kılık-kıyafet kontrolü yaptığı gibi öğretmen odasına gelip veya sınıf sınıf dolaşıp "Öğretmenim, nerede önlüğün, biz giymeyesiniz diye mi diktirdik bunu" derse, işte o zaman ayıkla pirincin taşını. Haydi her şeyden geçtik, bu önlükleri nereye asacağız? Zira askılık yeterli değil. Üst üste astığımız önlüğümüzü bulmak için derslere geç gitme veya aceleyle başkasının önlüğünü giyme sorunu da ortaya çıkabilir. Nöbetçi amir, kapıda " Haydi arkadaşlar!" desin dursun.

Neyse işin başında olumlu düşünelim, sonu da hayırlı olsun diyelim. Unutmayalım ki önlüğümüz beyaz, leke götürmez. Zaten sürekli çamur atıp iz bırakmaya çalışıyorlar. Yine de dikkatli olmak gerek. Ama herkes bilsin ki Güneş, balçıkla sıvanmaz. 

Bu vesileyle bizi; günümüzde düşünen, beyazlara bürüyen, buna sebep olanlara teşekkür ederiz. Bu sene günümüzde önlük alan, bakarsınız seneye takım elbise alır. Umudumuzu yitirmeyelim. Zira umut, fakirin ekmeğidir.

Günümüz kutlu olsun, nice yıllara... Hatırlayanınız çok olsun! 23.11.2017 Ramazan YÜCE

Çocuklara İsim Vermede Aman Dikkat! ***

Gazetelerin üçüncü sayfası dendi mi bizde kan davaları, taciz ve tecavüz olayları, cinayet, şiddet vb haberler akla gelir. İnsana böyle de olur mu dedirten cinsten adi vakalar bunlar.  Garibimize gitse de bu ülkenin değişmez huylarındandır bu tür can yakan haberler. İşte size, deme ya dedirten cinsten bir haber. 22/11/2017 günü gazetelerin internet sayfalarına bir bakalım:

Osmaniye’de yeni doğan bebeğe isim koyma yüzünden çıkan kavga silahlı çatışmaya döndü. Bebeğin dayısı hayatını kaybetti. 7 kişi de yaralandı. Olay Karaboyunlu Mahallesi'nde meydana geldi. İddiaya göre, aralarında önceden de husumet bulunan iki aile arasında yeni doğan bir bebeğe isim koymada anlaşmazlığa düştükleri için tartışma çıktı. Tartışma sonucunda ismi öğrenilemeyen bebeğin annesi, baba evine gitti. Burada devam eden tartışma kısa sürede kavgaya dönüşünce kavgaya her iki ailenin fertleri de karıştı. Taşlı, sopalı ve silahlı kavgada askerden izne geldiği öğrenilen ve bebeğin dayısı Musa Çeçan (23) av tüfeği ile vurularak hayatını kaybetti. Aynı olayda 7 kişi de yaralandı. Yaralılar Osmaniye'deki çeşitli hastanelere kaldırılarak tedavi altına alındı. Olayla ilgili 10 kişi gözaltına alındı. Soruşturma sürüyor.” (www.sabah.com.tr)

Şaka mı yapıyorsun, diyebilirsiniz. Maalesef şaka falan değil. Olay ciddi olduğu kadar vahim ve trajikomik. Güler misin, ağlar mısın? Olayın geçtiği yer Türkiye olunca biz daha bu konuya gelinceye kadar ne kavgalar ettik, ne cinayetler işledik. Bizde eften-püften sebeplerle, hatta tavuk yüzünden insanlar öldürülür. Yan bakmaktan, dik dik bakmaktan bile kanlar akar.

Haberde olayın detayına yer verilmemiş. Ama haberin siyak ve sibakından çocuğa isim vermede eşlerin anne ve babalarının da müdahil olduğunu anlıyorum. Gerçekten anne ve babanın dışında taraflar niye müdahale ederler ki? Anlamak zor. Bir defa çocuğa isim vermede birinci dereceden çocuğun anne ve babası hak sahibidir diye düşünüyorum. Büyüklerle istişare edilir, bilgilendirilir, anne ve baba çocuklarına uygun gördükleri isimleri verirler. Hatta karı-koca anne ve babalara gelip buyurun uygun gördüğünüz ismi verin dese bile büyükler, “Teşekkür ederiz çocuklar! Ama bu hak sizindir, lütfen anlamı güzel bir isim seçin çocuğunuza” demelidirler. Ama ne mümkün bizde! Gururumuz hemen ön plana çıkar. Zaten aile büyüklerinin ismini vermenin ötesine de geçilmiyor bu ülkede. Hemen mahalle baskısı devreye girer. Yok adettir, ismi büyükler verir denirse buyurun, büyüklerin karıştığı isim vermedeki durumu. Maliyeti bir ölü, on yaralı, on kişi gözaltında. Ne işe yaradı şimdi? Bir hiçten çıkan büyük kavganın vardığı nokta. Daha olayın nereye gideceği belli değil. Bu olay lokal bir olay değil. Basit bir araştırmayla isim yüzünden ailelerin parçalandığına bile şahit oluruz.

Oldum olası büyüklerin çocuklarının yeni doğan çocuklarına isim verme konusunda taraf olmasını, beklenti içerisine girmesini, gönül koymasını garipsedim, garipsemeye de devam edeceğim. Zaten bundan dolayı da birçok çocukta çift isim göze çarpar. Biri aile büyüğünün adı ise, diğeri anne veya babanın koyduğu bir isim. Başka da çaresi yok anne ve babanın. Büyükleri memnun edeceğiz, onları kırmayacağız diye çocuklarımız ömür boyu uzun isimleri taşımaya devam edecektir.

Kendi çocuklarıma ilk ve tek vasiyetim, “Aman çocuklar, kendi çocuğunuza adını kendiniz verin, vermeyeceğiniz tek isim benim adım, haberiniz olsun. Sadece koymayı düşündüğünüz ismi bana söyleyin yeter” dedim. Hala da bu vasiyetimin arkasındayım. Bu görüşüme ister katılır, ister katılmazsınız. Benim görüşüm bu… 22/11/2017 Ramazan YÜCE

*** 26/11/2017 günü haberladik.com adresinde yayımlanmıştır.

22 Kasım 2017 Çarşamba

Sahte Öğretmene Beraat

Nasıl bir ülkede yaşadığımızın, bu ülkeyi kimlerle paylaştığımızın, devletin işleyişinin evlere şenlik olduğunun resmidir sahte diploma ile 19 yıl görev yapmak.

Dile kolay sahte diploma ile 19 yıl görev yapmak ve bundan devletin 19 yıl sonrasında haberdar olması vahim, bir o kadar da fecaat gerçekten.

Olay Trabzon'da görev yapmakta olan bir öğretmenin diplomasının sahte olduğunun tespitiyle patlak veriyor. Hakkında nitelikli dolandırıcılıktan iddianame hazırlanıyor, aldığı maaş ve ek dersinin yasal faiziyle isteneceği ve 4 ila 12 arasında mahkumiyet alacağı beklenirken mahkemeye sunulan belgelerin fotokopi olduğu iddiasıyla sahte öğretmene mahkememiz beraat kararı vermiş. Anasından doğmuş gibi suçsuz olduğu mahkeme tarafından tescillenince kızımız, bunca emeğim ne olacak diye sormuş. Kızımız haklı. Hatta "Emekliliğime bir yıl kaldı, bir yıl daha çalışayım emekli olayım. Beni en doğal hakkım olan emekliliğimden mahrum ettiler, üstelik beni buraya çağırarak öğrencilerimden ayırdınız, mağdurum, yetkililer hakkında maddi ve manevi tazminat davası açıyorum" diyerek davacı olsa bu mantıkla öyle zannediyorum, davayı kazanır. Bizde bu mahkeme oldukça böyle bir kararın çıkması kuvvetle muhtemeldir. Zaten 19 yılda birçok öğrenci yetiştirmiştir. Belki de kendisini yargılayan da öğrencisi olabilir. Mahkememiz 'Doktor Civanım' filmini çok izlemiş belli ki. Orada da sahte doktor rolündeki Şaban da ceza almamıştı. Hakim berat ettirmiş; tüm ahali, Şaban'dan şikayetçi olmadığı gibi bize çok faydası dokundu diye şehadet etmişti. Hiç ceza almadan bir kahraman edasıyla giderken mahkeme hakimi de bir şikayetinden dolayı sahte doktordan yardım istemişti. Öyle zannediyorum davayı beraatla neticelendiren mahkeme heyeti, hukuk okuma veya kitabi yargılamadan ziyade bol bol doktor civanım'ı izlemiş.

Anlayacağınız biz sevdik mi adam gibi severiz. İster sahte olsun, ister hakiki. Bakanlık da çok sevmiş bu öğretmenimizi. 2015 yılında kendisini başarı belgesiyle taltiflemiş, üstüne bir de yılın öğretmeni seçmiş. Anladığım kadarıyla sahte diplomayla 19 yıl öğretmenlik yapan öğretmenimiz -kendi ifadesiyle- "Başarılı bir öğretmenim, geçmişim başarılarla dolu, hiç rapor almadım" demiş.

Evlere şenlik bir öğretmenlik serüveninin ardından gelen beraattan sonra ne yapıp ne edilmeli, bu öğretmen mesleğine devam ettirilmeli. Çünkü ilk başlarda birkaç nesli yok etse de emeklilik öncesi bu işi iyice öğrenmiş ve tecrübeli bir öğretmen olmuştur mutlaka. Hazır ceza almamışken olayın bu yönü düşünülmeli bence.

Merak ediyorum devlet ciddiyeti dedikleri böyle bir şey midir? Bu ülkede isteyen istediği şekilde at koşturacak ve 19 yıl devlet uyuyacak ve tesadüfen öğretmenin sahte olduğu ortaya çıkacak. Bu bir defa başarı değil, bizim ayıbımızdır. Gülünç duruma düştük. Madem diplomanın sahte olduğu tespit edildi, olmuş olacağı kadar, bundan sonra yapılacak bir şey yok deyip sümen altı edilseydi bu olay. En azından daha fazla gülünç duruma düşülmezdi. Sahi mahkemelerimiz hangi tür suça, ne kadar ceza veriyorlar, öğrensek de biz de ona göre hareket etsek.

Madem bu komedi ortaya çıktı, yetkililer bu işi iyice irdelesin. Sahte diplomayı kabul eden kişiden başlayarak tüm sorumsuz sorumlulardan müteselsilen hesap sorulsun ve bu sahte öğretmene cezayı mahkemeler değil, KHK'larımız versin. Yaptığı yanına kar kalmamalı ki bunu gören ardından gelen nesil sahte öğretmen olmaya kalkmasın. Verilecek ceza dilden dile dolaşan darbı mesel olsun. Olsun ki kimse nitelikli-niteliksiz sahteliğe kalkışmasın.

Bu öğretmen müsveddesinin yaptığı yanına kar kalacaksa o zaman eğitim fakültelerini kapatalım, çocuklarımız boşu boşuna okuyacağız, öğretmen olacağız diye çabalamasın. Diyelim ki öğretmen olmak isteyen bir yolunu bulup öğretmen olsun. Hiç olmazsa ne devlet masraf eder, ne de aileler. 22.11.2017 Ramazan YÜCE

21 Kasım 2017 Salı

Hacı Yolu Beklemek Gibidir Bazı Kurumlardan Hizmet Almak

Eskiden hacca karayoluyla gidenleri karşılamak için hacı bekleme seansları olurdu. Ha geldi, ha gelecek diye akşam-sabah beklenir dururdu. Çünkü doğru dürüst iletişim yoktu. Eş-dost, oğlu-kızı işini-gücünü bırakır, günlerce beklediği olurdu sağlıksız ortamlarda. Şimdilerde hacı bekleme diye bir kavram kalmadı. Kimin ne zaman gideceği, ne zaman döneceği, kaçta ineceği belli artık.

Şimdilerde başka sorunlarla boğuşuyoruz bu teknoloji çağında. Yeter ki doğalgaz kontrol ve açılışına, internet bağlatma veya Türksat Kablo hizmeti almaya kalk, ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olur. Evine internet bağlamaya veya doğalgaz kontrolü için yetkili servis gelmeye kalkarsa sana randevu veriyor. "Efendim yarın sabah 08.00 ila 12.30 arası veya 13.30 ila 18.00 saatleri arasında elemanlarımız kuruluma gelecek veya kontrole gelecek ya da bağlantı yapacak diye. Bu işler haftasonu olmuyor, öğle arası hiç olmaz, ya da akşam mesai bitimi mümkün değil. Verilen dört saatlik zaman diliminde eleman veya yetkili ne zaman gelirse artık. İşine ilk senden başlarsa ilk önce sana gelir, en sona kalma durumun da var. Bekle-dur görevli ha şimdi geldi, şimdi gelecek diye. Ha kara treni beklemişsin, ha eskinin hacı yolunu fark etmiyor. İşin garibi beklerken firma ile irtibat da kuramıyorsun, ya telefona bakılmıyor, ya da telefon sürekli meşgul. Kazara cevap veren olursa da "Efendim, servis elemanı ne zaman gelir, belli olmaz, size verilen randevu saatine kadar beklemelisiniz" der. İşin garibi bu hizmetleri yapanların hepsi özel sektöre ait. İyi ki devlet kuruluşu değil.

Planlama sıfır, iletişim sıfır. Senin işin ne ki bekle dur onları. İşin varsa izin al, ya da gitme rapor al. Yok kendin duramayacaksan birini bul, ya da ücretli adam bul evinde bekleyecek olan. İstersen yapma bunları veya evinde durma. Gelirler, ziline basarlar. Açtın açtın. Yoksa hemen zilinin üstüne "Şu saatte gelindi, evde bulunamadı, yeniden randevu almak için şu numarayı arayınız" notunu yapıştırır. Adamlar burada iş yapıyor, senin keyfinin kahyası mı adamlar? Gelip bulamadı mı bundan sonra sen sil baştan tekrar uğraş. Hizmet isteyen sen değil misin? Al-gör hizmeti der gibi. Adamlar dedimse sana hizmet vermeye gelecek birkaç kişi değil, bekleye bekleye bir kişi çıkar gelir. Çünkü çalışan bir kişidir. Sabahtan eline liste verilir, eleman şu ev senin, bu ev benim dolaşır durur. İşte buna hizmet deniyor. Yersen.

Devlet sıra alma, sıra bekleme ve muayene olma konusunda kangren olan hastaneleri bile adam etti. Verdiği randevudan beş dakika önce veya sonrasında sana sıra geliyor, muayene olabiliyorsun. Bu özel sektörlerden hizmet almak öyle kolay değil anlayacağınız. Sana öyle bir randevu veriyor ki dört saat aralığı.

Bu yazıyı kaleme aldığım zaman diliminde bana verilen 14.00-18.00 arasını bekliyorum. Oğlanın işi var, mecburen ben bekliyorum dört gözle elemanın gelmesini. Firmayı aradım, hep meşgul. Hah şimdi düştü derken karşıma bir bant yayını çıkıyor. "Görüşmelerimiz kayda alınıyormuş, tesis içinse biri, arıza ve şikayetse ikiyi, operatörle görüşmek için lütfen dokuzu tuşlayın; uyarısını alıyorsun. Hangisini tuşlarsan tuşla, sadece çalan telefon sesi. Ne açan var, ne de cevap veren. İşin yoksa vakit geçirmek için bu telefonu çevir dur. Tekrar tekrar dinle. Nasılsa rahatsız olan yok, cevap veren de.  Sadece ciddi bir firma imajı veriyor, bant yayınıyla.

Sanırım en sona kaldık. İnşallah sona kalan dona kalmaz. Bekliyorum elemanın gelmesini. Merak ettiğim bir şey var, devlet bu hizmetleri özelleştirirken bu tip firmaları özellikle mi seçiyor? Zamanında beni beğenmediniz, alın görün gününüzü der gibi.

Bereket firma dört saatliğine randevu veriyor. Ya bir de sabahtan akşama bekleyeceksin dese ne yapacağız? Beterin beteri var. Buna da şükür! 21.11.2017

Not: 1.Beklenen misafirler verdikleri randevunun bitimine 10 dakika kala nihayet geldiler. Hele şükür!
2. Çocukların evine aynı gün internet bağlandı. Birini sabah-öğle arası eşim bekledi, diğerini de ben. Bildiğiniz gibi.
3. Evine internet bağlatmak isteyenler gördüğünüz gibi biz bugünler için varız. Bir telefon kadar yakınım size.

Kovboy İş Başında *

17-25 dendi mi akla Rıza Sarraf gelir. Yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama...hepsi vardı iddiaların arasında. Hakkında -bizim sandığımız- savcılarımız dava açtı, gözaltı kararı verdi, iddianame hazırlandı. Kısa bir bocalamanın ardından devlet duruma hâkim oldu.

Siyaseten yapılan ve sonuç almaya dönük bu operasyonla başarıya ulaşamayınca, vurucu ve öldürücü darbe için 15 Temmuz seçildi. Devletin gücü ve milletin birliğiyle şükürler olsun, bu kanlı darbe teşebbüsü de akim kaldı.

Türkiye'ye içte ve dışta boyun eğdirmek için mücadele bitmedi. Oynanan oyunu başını kuma gömerek perde gerisinden yöneten ABD, bu sefer bayrağı kendi devraldı. Çünkü on yıllardır beslediği beslemeleri becerememişti bu işi. Başka yollar denenmeliydi. Ne yapıp ne edip 17-25 Aralık'ın baş aktörü Rıza Sarraf, Türkiye sınırları dışına çıkarılıp ABD'de yargı huzuruna çıkarılmalıydı. Beklendiği gibi Rıza Sarraf ABD'de yargı huzurunda şimdi. ABD'nin niyeti belliydi belli olmaya. Tutuklanacağını bile bile bu Sarraf ve avanesi niçin gitti? Yoksa Sarraf da oyunun bir parçası mı? Düşünmeden edemiyor insan.

ABD'li savcı; noktasına, virgülüne dokunmadan bizdeki 17-25 Aralık savcılarının hazırladıkları iddia ve belgelerle Sarraf ve dönemin bakanı Çağlayan hakkında dava açtı. İddialar, kara para aklama, ambargoyu delme vs üzerine. Türk yargısı bu bilgi ve belgeleri biz vermedik, nereden aldınız diye sorduysa da doyurucu bir cevap alınamadı ne ABD hükümetinden, ne de yargısından. Çünkü karşımızdaki ABD idi. İstediğini yapardı. Çünkü güç-kuvvet ondaydı. Dünyanın kovboyu idi ne de olsa. Nasıl ki ABD yapımı filmlerde kovboylar başroldeydi, onlar düzeni sağlardı hep. Kimdi bu kovboylar? İsterseniz hafızalarımızı bir tazeleyelim. Kovboy, ABD'de sığır çiftliklerinde atları evcilleştiren, sığırları güden ve bakımını yapan kişi demektir. Yani sığır çobanı. ABD filimlerindeki başrol oyuncu  anlayacağınız. Bir tane sığır çobanı istediğini yapar, yıkar ve sonunda muhitine hâkim olurdu.

Her ne kadar şimdilerde bu şekil hayvan yetiştiricisi kalmasa da eskilerde kalan bu misyonu, günümüzde ABD, devlet politikası haline getirmiştir. Dünyayı bu şekilde kovboy mantığıyla yönetmektedir. Ne dur diyen var? Ne, ne yapıyorsun diyen? Ne, bu yaptığın haksızlık diyen var? ABD, istediği gibi at koşturuyor, kendi kural koyuyor, koyduğu kuralı dünya uygulayacak derken kendisi, koyduğu kurala da uymuyor. Canının istemediği ülkeye ambargo koyuyor, canının istediği ülkeye savaş açıyor, bir ülkenin insanına ve bakanına dava açıp yargılayabiliyor. Adı konmamış dağ kanunu uyguluyor. Dünyada kimseden, hiçbir devletten tık yok. Herkes korkuyor, aman bana ilişmesin, ne olur, ne olmaz diyor. Hâsılı dünün at yetiştiricisi, sığır çobanı bugün Beyaz Saray'da oturuyor, dünyaya yön ve nizam veriyor. Kim ayağına takılırsa, kim suyunu bulandırırsa, kim yolunun önüne çıkmaya cesaret eder ve çıkarsa dünyanın sessiz kaldığı bir durumda ona haddini bildirmeye kalkıyor. Her yolu denemeyi ve uygulamayı da kendisine mubah görüyor. Çoğu ülkeyi ABD'den yönetmek masraflı olduğu için her ülkeyi içeriden beslemeleriyle yönetmeye çalışıyor. Paralı askerleri vasıtasıyla her türlü bilgi akışı ona geliyor. Ne istihbarat sorunu var, ne para, ne silah, ne de insan gücü. Dünya emrinde dense yeridir.

ABD'nin birkaç yıldır Türkiye'yi dize getirmeye çalışması da kovboy geleneğinden gelen bir hastalığıdır. Çünkü Türkiye kendisine ayak bağı olmaya kalktı, üstelik dikleniyor. Her yönden kıskaca alınmalı ki bu elden çıkmak üzere olan dünün emir eri devleti; yeniden kabuğuna çekilsin, kendisine verilen misyonu oynasın; oyun kurmaya, başkasıyla birlikte hareket etmeye kalkmasın, yeniden fabrika ayarlarına dönsün.

Sözün kısası, son yıllarda Türkiye'nin başına örülen çoraplar pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Daha da devam edeceğe benziyor. Ta ki Türkiye kendisine biçilen role geri dönsün. Bunun için diğer ülkelerle izole edilmesi, ekonomik sıkıntı, diplomatik kriz, 15 Temmuz gibi kaba kuvvet dahil her yol denenmektedir.

Rıza Sarraf olayı 17-25 Aralık, ben bitti demeden bitmez, daha ben buradan çok ekmek yerim, Türkiye'yi hizaya getiririm ve getireceğim demektir. Bu Türkiye değil mi ki dünün uysal koyunu. Yaramazlaştı iyice. Burnu sürtülmeli ki bir daha yerinden kalkamasın ve bu ülkenin yaramazlığından hareketle başka ülkeler de cesaretlenmesin. Hâsılı bu dünyanın ipi bir sığır çobanı ve at yetiştiricisinin elinde. Kovboy yeniden iş başında yani. Allah bu ülkenin ve mazlum dünya ülkelerinin yardımcısı olsun. 21.11.2017

* 25/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.