1 Kasım 2017 Çarşamba

"Enişte buyur!"

Küçükken beni, tanımadıklarım 'Hey çocuk, lan çocuk' diye çağırırlardı. Büyüyüp genç oldum. "Hey delikanlı!" şeklinde çağırır oldular. Nadir de olsa birkaç kişi 'beyefendi' dedi. Sağıma-soluma baktım, kime diyor diye. Baktım kimse yok. Demek ki bana diyorlarmış dedim. Hoşuma da gitmedi değil hani bu hitap. 'Abi, bizim oğlan, hemşerim, hişt...' diyen de oldu. Bazısı da 'sarı, kırmızı, turuncu, havuç kafa, çilli...' dedi kaportama uygun olarak.

Göreve başladım, 'hocam' demeye başladılar. Bunlar benim hoca olduğunu nereden öğrendiler diye düşünürken bir duydum ki hocam, bir hitap şekliymiş tanımadıkları insanlar için.

Büyüyüp yaşlandım. Amca, dayı, dede, hacı abi, hacı amca...hitaplarını duymaya başladım. Kimin dağarcığında ne varsa artık. Hele dede denmesi hiç kabul edeceğim şey değildi. Bu hitap zor gelse de yaşlanmıştım. Zamanla alıştım, hatta bazen de hoşuma gitmiyor değil. Zira yer veren çıkıyor toplu taşımalarda az da olsa.

Geçen gün pazarda yeni bir hitapla daha karşılaştım. Pazarcı, 'Buyur enişte!' demez mi? Hiç duymadığım bu hitap karşısında irkilmedim değil. Bir an için kafamı kaldırıp baktım, bizim kayın birader, pazarcılığa mı başladı diye. Tanımıyorum adamı. Yoksa 29 yıldır tanımadığım bir kayınım daha mı var? Eğer bu adam kayınımsa acaba kayınpeder gizli gizli ikinci evlilik yaptı da ikinci hanımından mı bu adam' diye aklıma gelmedi değil. Madem akrabayız düşüncesiyle pazar alışverişini kayının tezgahından yaptım.

Pazardan ayrıldım ama yeni kayınımın 'enişte' diye seslenmesi kulağımda çınladı durdu. Ne demek istedi, bu hitap tarzı yeni versiyon mu diye düşünürken garip gelen bu hitap tarzı bana makul gelmeye başladı, üstelik yabancısı da değildik. Sanırım pazarcı, enişte diyerek eşin benim bacımdır demek istedi. Zira bizde tanımadığı bayanla konuşması gerekirse bir erkek, 'bacım' diye hitap eder. Ayrıca erkekler arasında bir kadının ismi geçerse 'Dünya-ahiret bacım olsun' der. Kültürümüzü, örf ve adetimizi hatırlayınca hem taşlar yerine oturdu, hem de enişte.

Gördüğünüz gibi ismimi bilmeyenler bana hitapta çok zorluk çekmediler. Akıllarına ne geldiyse, beni nasıl gördülerse öyle hitap ettiler. İsim önemli ama ismim olmasaydı da hayatta çok zorluk çekmeyecektim. Zira ismime çok ihtiyaç duyulmadı, yarım asrı devirdiğim bu süreç zarfında. İsmim dışında her hitaba alışmıştım zira.

Her türlü hitap tarzına alıştım alışmaya da yine de bayan ve erkekler için ortak bir hitap tarzı benimsesek fena olmaz hani, ya da ismimizi yazıp  yakamıza taksak, hitap edecek olan yaka kartına bakıp ismimizle hitap etse...

Allah kimseyi yazacak konu sıkıntısı çektirmesin. 01.11.2017 Ramazan YÜCE


Gelin Bu Hesabın İçinden Siz Çıkın!

21.10.2017 günü iki numaralı çocuğumun, ikizimin ilkini sade bir düğünle başgöz ettim. Tereyağından kıl çeker gibi kolay bir düğün oldu.Bu mutlu günümüze eş-dost da şahitlik yaptı.  Davetimize icabet eden, hatır bilen dostlara teşekkür ediyorum. Darısı onların başına inşallah!

 Düğün demek masraf, maliyet demektir. Çünkü yeni bir yuva kuruyorsunuz. Hele düğünde eşe-dosta ikram etmek için yemek verecekseniz mutlaka hesap-kitap yapmanız gerekiyor. Bunun için davetli listesi hazırlarken sıkı bir elemeye tabi tutarsın. Çünkü Konya'da verilen düğün yemekleri ucu açık yemeklerdir. Kimin kaç kişiyle geleceğini, davetinize icabet edip etmeyeceğini bilemezsiniz. Bu yüzden yemeğim yeter mi, yetmez mi diye dokuz doğurur düğün sahibi. Düğün yemeğinde verilen her davetiye kartı 3 ile çarpılır kaba bir hesapla.

Dostlar arasında zorunlu bir eleme yaparak 400 kart dağıttım. Yani 1200 kişilik yemek. Düğünden önce mazeretinden dolayı gelemeyeceğini ifade eden dostlarımız oldu, kimi de düğünden sonra aradı, ya da evime kadar ziyaretime gelerek hayırlı olsun dedi. Kimi ise hiç aramadı. Ne diyelim? Gelen de gelmeyen de sağ olsun!

Firmanın yüzde 10 ilavesi olmasaydı pilavımız yetmeyecekmiş. Zira düğünümüzde 1260 kişiye yemek ikram edildi, katılanlar doyasıya yedi. Kimse aç olarak geri dönmedi. Burada anlayamadığım bir husus var. Davet ettiğim kişiler içerisinden 65 kart sahibi katılmamış veya katılamamış. Yani 195 kişi demektir bu. Şayet tüm davetlilerim davetime icabet edebilseydi 20 sofraya daha ihtiyaç olacaktı. Garip olan 1200 kişiyi beklediğim yemeğe 195 kişi katılamadığı halde 1260 kişiye yemek vermemiz. Bu demektir ki düğün yemeğimize epey bir davetsiz misafir katılmış. Gelen misafirlerimi 6 sofralık ilaveyle doyurdum, herkese yetti. Benim için sevindirici olan bu. Fakat davetsiz misafirlere ne demeli? Güya biz gücümüzü aşar diyerek davet listemizi sınırlandırdık. Ama asalak ve parazitlerin böyle bir derdi ve hassasiyeti yok. Onlar için yemeğin nereden geldiği, kime ait olması önemli değil, önemli olan karınlarını doyurmak. Girişte davetlileri karşılarken zaman zaman gelip karnımızı doyurabilir miyiz diyenler oldu, 112 acilden gelip yemek yiyebilir miyiz diyenler oldu. Böylelerini soframıza buyur ettik. Kapıda dururken bana ve dünürüme selam vermeden geçenler de oldu. Dünürüme sordum, sizden mi bunlar diye. Aldığım cevap, "Tanımıyorum' oldu. Demek ki bunlar da davetsiz tiplerdendi. Düğün bittikten sonra dünürle bir durum değerlendirmesi yaptık, kadınlar arasında oturmuş bazı kadınların davetlilere ait masaya konmuş telefonu almaya çalıştıklarını duyduğunu söyledi. Demek ki hırsızlar da varmış aramızda. Tabii kambersiz düğün olur mu? Değerli davetkilerimiz arasına maalesef hırlısı da gelmiş, hırsızı da. Anlaşılan bu tipler düğün salonlarının durumunu biliyor, utanmadan kalabalığın arasına dalıyor. Yol geçen hanı gibi buralar diye düşünmeden edemiyor insan. İşin garibi sayıları da az değil, yenen yemeği ve gelmeyen misafir sayısını hesaba katınca.

Düğünden sonra hırsız ve davetsiz misafirleri duyunca aklıma bir hikaye geldi. Bunu da sizinle paylaşmak isterim. Abbasiler döneminde -sanırım- Halife Me'mun zamanında zaptiyeler bir kalabalık grubu saraya götürürken herhalde davet var diye bunların peşine biri de katılmış, karnımı iyice doyurayım düşüncesiyle. Kalabalık gide gide halifenin huzuruna çıkar. Halife grubun içerisinde sırası gelene, 'Bu ne yaptı' diye sorar. Zaptiye, 'Efendim bu adam birini öldürdü' diye cevap verir. Halife, 'Vurun kellesini' der. Gelenlerin kimi hırsızlıktan, kimi katillikten vb. dolayı buraya getirilmiş. Halife tek tek cezalarını çekmesi emrini vermiş. Gruba yolda katılana sıra gelince halife, 'Sen ne yaptın, suçun ne' diye sormuş. Adam ağlamaya başlamış. 'Efendim, benim bir suçum yok. Ben kalabalığı görünce davet var, karnımı bir güzel doyururum diye katıldım bu gruba' deyince, halife; 'Ha sen asalak birisin, senin gibi parazitin cezası 40 sopadır' diyerek adamlarına emir verir. Neye niyet, neye kısmet! Adam umduğunu değil, bulduğunu yemiş oldu neticede.

Nasıl aramazsın günümüzdeki başkasının sırtından geçinen parazitlere cezasını vermesi için halife Me'mun'u? 01.11.2017
Ramazan YÜCE




31 Ekim 2017 Salı

Ne Oldu Sana Be Kardeş!

Kendin gibi az sayıda inanmış kişiyle yola çıktın. Kimsenin küçümsemesine, ayıplamasına, hor görmesine aldırmadan yoluna devam ettin. Ekibin sana ne görev verdiyse bihakkın yerine getirmek için ibadet aşkıyla bıkıp usanmadan didindin, durdun.

Aldığın her görevde farkını gösterdin. Kapı kapı dolaştın. Çalmadık hane bırakmadın. Şurası gazino, pavyon demedin. Her nerede bir insan varsa ayağına gidip fikrini, zikrini, ideolojini ve görüşünü anlattın. Hep dobra oldun, dik durdun. Kısa zamanda gönüllerde taht kurdun. Çalışıp didinmenin sonucunda kimseye nasip olmayacak şekilde muhtarlığın dışında tüm makamları Allah sana bahşetti. Her bir makamda yeni dost ve ekipler edindin. İyice piştin.

Birileri önüne set çekip takoz olmaya çalışsa da, basamakları tek tek çıktın. Çünkü millet de  seni baş tacı yaptı. Kaç yıllardır zirveye taşıdı. Hala da açık ara öndesin. Sen de ekibinle birlikte milletin teveccühüne karşılık hizmetler verdin. Ülke bir köşeden diğer köşeye şantiye görüntüsü verdi. Millet görmediği, hayal edemediği hizmetleri gördü sayende. Ekonomik krizler geride kaldı, vatandaş ekonomik yönden rahatladı.

Ülkeye hizmet ederken mücadeleci ve dobra bir görüntü çizdin, sıra dışı bir profildi seninki. Sana ve düşüncene mesafeli olanların da desteğini aldın zamanla. Çalışıp didindikçe sevenlerinin ve sempatizanlarının sayısını artırırken düşman sayın bir o kadar arttı. Birlikte çalıştığın ekibine hep arka çıktın. Onları kurtlar sonrasına atmadın. Her dönemde vitrinini fazlasıyla yeniledin. Bu zaman zarfında kendisine görev vermediklerin peşini bırakmadı, bir nefer gibi çalıştı. Çünkü sen onlara değer verdin, onlar da sana. Problem çıksa da kol kırılır, yen içeride kalır misali çözüme kavuştu/kavuşturdun. Çünkü beraber çıkmıştınız yola, beraber ıslanmıştınız yağan yağmurlarda. Parola bu olunca birlik, dirlik, huzur hiç eksik olmadı sofranızda. Bu durum seni ve zihniyetini sevindirirken düşmanlarını hep üzdü.

Bir ve beraber bir şekilde düşman çatlatırcasına yolunuza dolu dizgin giderken kurtlar sofrasına karşı söylediğin 'one minute, dünya beşten büyüktür...' gibi sözlerin dünyaya dizayn verenlerin hoşuna gitmedi. Peşi sıra bombardımana tuttular seni. MİT tırları, 17/25 Aralık, Güneydoğu hendek olayları ve nihayet son vuruşları olan 15 Temmuz bunlardan bazıları. Dertleri sendin. Çünkü herkesin bildiği, fakat kimsenin  dillendirdirmediği hususlar birilerinin hoşuna gitmedi.

Devlet-millet bütünleşmesi sayende gerçekleşti. Kefeninle yola çıkan sana bu halk her şeyiyle destek oldu, göğsünü siper etti ve 250 şehit verdi. Çünkü millet sende kendini görmüştü. Sana yapılanı kendine yapılmış saydı. Birlikte 15 Temmuz kanlı kalkışma kanla önlendi.

15 Temmuz’dan sonra 15 Temmuz’a kalkışanlar devletin hücrelerinden bir bir temizlenmeye çalışılırken araya kırgınlıklar girmeye başladı. Çünkü bir kısmı FETÖ’cülükle suçlandı basındaki kalemşörler eliyle. Kimi de FETÖ’ye ses çıkarmamakla veya FETÖ’cüleri korumakla suçlandı. Kamuoyunda bu ithamlar sürdürülürken çoğu zaman sessiz kaldın. Birlikte yola çıktığın arkadaşlarını korumaz oldun. FETÖ ile mücadelede eleştirenlere ve öneri getirenlere de kulak vermedin. Çünkü ihanetin beterini gören sen, bu aşamadan sonra eleştiri ve öneri değil; icraat bekledin, yanında yer almasını istedin. Kim biraz geri durmuşsa dışlanma yoluna gidildi.

Nihayet gelinen noktada teşkilat meydanlardan yönetilir oldu. Birlikte çalıştığın insanların istifası istendi. İstifası istenenler iyidir-kötüdür iddiasında değilim. Zira hepsi başarılı-başarısız kendi tercih ettiğin kişilerdi. Yıpranmış olabilirler, iyi mücadele edememiş olabilirler, zaaf göstermiş olabilirler. Ama bunun yolu böyle olmamalıydı. Zira her istifa soğukluğu, uzaklaşmayı, kırılmayı ve incinmeyi beraberinde getirir. Her ne olursa olsun oynanan insanın onurudur. Yapılan her şey tarafınızca makul görülmüş olmalı ki yürürlüğe kondu. Adına da iç temizlik denebilir. Birlikte çalıştığın kişiler yeterli veya değil, elimizdeki malzeme bu. Dün ne ise bugün de aynı. Uzaydan adam getirecek değilsiniz.

Yeni bir ekiple halkın karşısına çıkıldığı zaman belki de çok başarılı olunacaktır. Bunu halihazırda bilme imkanımız yoktur. Benim dikkat çekmek istediğim dün pavyon ve gazinolarda insan kazanma yolu tercih edilirken bugün niçin içimizden dışarıya çıkarmaya/atmaya çalışıyoruz? Doğru mu bu? Kanaatimce insanları özellikle kendi insanımızı ötekileştirmemek, başkasının kucağına atmamak lazım. Buna hem senin hem de Türkiye’nin fazlasıyla ihtiyacı var, özellikle birlik ve beraberlik hiç olmadığı kadar elzemdir. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirmeyelim. Bir şey yapılacaksa ikna yolunu işletmek lazım. Unutmayalım ki ikna edemediğin, açıklayamadığın doğru, doğru değildir.

Sahi 17/25 Aralık’tan sonra yolda bırakılanların sayısı ne kadar, hiç düşündünüz mü? 31/10/2017







Kırgınlık ve İncinmişlik

İnsani ilişkiler içerisinde kişiler arasında zaman zaman kırgınlıklar, incinmişlikler, kızgınlıklar ve küskünlükler olabilir. Zaman her şeyin ilacıdır. Üçüncü şahıslar araya girerek kızgın ve küskünleri barıştırır. Bazen de düğün ve cenaze bir sebep olur. Zorunlu konuşmanın ardından gelen birliktelik yeniden eski havayı getirebilir. Ya da hiç karşılaşmazlar,  birbirini yok kabul ederek herkes yoluna gider. İncinmişlik ve kırgınlık  ise böyle değildir. Aralarında küskünlük olmasa da aradaki soğukluk belki de ilânihaye devam edebilir. Çünkü kişilerin kırıldığı ve incindiği kişi uzun süre birlikte iş yaptığı, aynı davaya gönül veren kişilerdir.

Kırgın ve incinmiş kişilerin arasındaki sorunun büyük olması gerekmez. Çok küçük bir ayrıntı bile dostlar arasını buz gibi yapar. Bir arada yaşamaya devam etseler de birbirlerine karşı saygıda kusur etmese de ölü beden gibidirler. Uzaklaşsalar da olmaz, bir araya gelseler de. Yakınken uzaklar birbirlerine, uzakken de yakınlar. Zira hep o anı yaşarlar. Hiç içlerinden çıkmaz. Akla geldi mi uyutmaz da insanı. Çünkü incinmişliğini bir türlü üzerilerinden atamazlar. Hep içinde bir düğüm kalır. Bu düğümün ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. Aynı oda içerisinde yalnızlara oynarlar. Yakınken bile uzaktırlar birbirlerine. Mümkün olduğu kadar göz göze gelmemeye çalışırlar, gözlerini kaçırırlar. Uzaktan birbirlerini izler dururlar.

İncinmişliğe duygular girer, çoğu zaman aklın önüne geçer, alınganlık tavan yapar. Çünkü alınganlık had safhadadır. Birbirine karşı aşırı kırılgan olurlar. Birbirlerine karşı davranışları taraflar arasında hep yanlış anlaşılır. Her şeyi hayra yormazlar. En olumsuz yönüyle düşünürler. Her harekete farklı bir anlam yüklerler. Çünkü kırıldığı dostudur. İnsan dostuna kırılır. 

Dostlar arasında meydana gelen bu kırgınlık ve incinmişlik kapalı kapılar ardında değil de kamuoyunun önünde olursa milyonda bir de olsa birbirini affetmeleri mümkün değildir. Arayı düzeltmek için birileri devreye girse bile dostların eski havayı yakalaması mümkün değildir. Zira buradaki kırgınlık ve incinmişlik, kırılan ayna gibidir. Nasıl ki ayna eski halini alamazsa dostların kırgınlıkları da geçmez. İçlerini yakar durur, bu durum. Her biri dağa küser, dağın durumlarını bilmesini, kendilerine adım atmasını ister.

Kırılganlık ve incinmişliğin tedavisi var mı? Her şeye çare bulan tıbbın bu psikolojiyi tedavi etmesi, onların yarasına merhem olması mümkün değildir. En iyisi, dostların kalbini kırmaktansa kırmamaya çalışmak lazım. Yola birlikte çıkılan dostlar arasında kırgınlıklar olsa da yolda bulduklarınla dostu değiştirmemek gerek. Bunlara gösterilen tolerans, güler yüz gerçek dosttan esirgenmemelidir.

Gönül yıkan değil, gönül yapanlardan olmak dileklerimle. 30/10/2017

30 Ekim 2017 Pazartesi

Ekonomimiz Freni Patlamış Kamyon Gibi


İyice hissedilmeye başladı ki ekonomimiz iyiye gitmiyor. Dövizin ateşi söndürülemezse felaket kapıda demektir. Her şeye gelen ardı ardına zam duracağa benzemiyor. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Altı sıfır attığımız paramız eriyor. Freni patlamış kamyon gibi ekonomimiz.

Birçok icraatlara imzasını atan hükümet, çift haneli enflasyona da dur demişti. Güven gelmişti ekonomimize. İç ve dış etkenlerden pek etkilemiyordu. 2009 küresel kriz bile bizi teğet geçmişti. Orta ve dar gelirli vatandaş rahat bir nefes almıştı. 17-25 Aralıkta bile bu kadar etkilenmemişti piyasa. 2000 öncesi birçok ocağı söndüren, esnafa kepenk kapattıran rutin krizler geride kalmıştı.

Fiyatlar durmuyor, uçuyor neredeyse. Birçok ürüne son 1,5 yıl içinde yüzde yüzün üzerinde zam geldi. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Hükümetlerin genel politikası olan "Memur ve işçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz" politikası 'ezdireceğiz'e dönüştü. Kriz dönemlerinde memurun maaşı verilemeyebilir endişesi yok ama alım gücü azaldığı gibi bundan sonra geçim derdi başlayacak. Kiralar uçuyor, satılık ev ganimet gibi fakat yüzüne bakan yok. İşsizlik had safhada, özellikle üniversite mezunları arasında.

Ekonomi Bakanına göre ekonomimiz yılsonunda yüzde 5'in üzerinde büyüyecekmiş. Vatandaşa yansımayan büyüme ne işe yarar? Böyle giderse vatandaş  ekonomik darboğazın altında boğulacak.

Geldiği andan itibaren ekonomiyi rayına oturtan ve bütçe disiplininden hiç ödün vermeyen hükümet, şimdilerde freni patlamış kamyonu andıran ekonomiye kalıcı çözüm bulmuyor/bulamıyor, ya da önemsemiyor. İşin ciddiyeti görülmez ve tedbir alınmazsa dört dönemdir rakiplerine karşı açık ara önde olan hükümet ekonomik sıkıntının altında boğulur ve iktidarı kaybeder, millet de ağır bedeller öder.

Hükümeti yönetenler ekonomi ile ilgili hamasi duyguları bir tarafa bırakıp önce ekonominin mevcut durumunu masaya yatırmalı, krizin altından nasıl kalkılır sorusuna cevap aramalı. Ekonominin düze çıkmasının yolu acı reçete ise toplumun tüm kesimine yansıtılmalı ve bu, topluma izah edilmeli. Başta kamu kaynakları olmak üzere azami bir tasarrufa gidilmeli. İhracat ve ithalat dengesinin korunması için devletlerle kazan kazan politikası izlenmeli. Üretime ağırlık verilmeli, pazar bulunması için ikili diyalog kapısı hep açık tutulmalı.

Bu iş ciddiye alınmazsa hepimiz altında kalırız. Çünkü nice yıllar zamsız yaşayan bizler rahat yaşamaya ve harcamaya alıştık. Bugünkü nesil yoklukla  büyüyen kuşağa pek benzemez. Yoktan ve kemer sıkmadan anlamaz. 30.10.2017


29 Ekim 2017 Pazar

İşinin Zırcahili Bir Adam

2014 yılında bir ilimizde okul yöneticiliğinden elendikten sonra okulunda öğretmen olarak görevlendirilen bir eski müdür, hiç de uygun olmayan bir zamanda (eğitim ve öğretimin açık olduğu bir dönemde) iki aylık yıllık iznini kullanır. İzni bitmeden bir başka okula öğretmen olarak verilmesi için il milli eğitim müdürlüğüne dilekçe verir. Dilekçesine bir türlü cevap verilmez, herhangi bir yere de ataması yapılmaz.

Atama durumunun akıbetini öğrenmek ve durumunu anlatmak il milli eğitim müdürlüğünde atama işlerine bakan şube müdürü/müdür yardımcısının kapısını çalar. Kendisini tanıtır, ardından bir yere öğretmen olarak verilmesini ister. Yetkili kişi: “Hocam okullarda boş yer yok.” cevabı verir. Sabık müdür: “Hocam falan okulun ... derslerine ücretliler giriyor, nasıl boş yer olmaz” der. Yetkili, “Senin dediğin okul, Anadolu Lisesi mi?  diye sorar.

Sabık müdür kendisiyle ilgilenildiğini ve işinin olacağını düşünerek sevinir ve cevap verir:
-Evet hocam Anadolu Lisesi.
Yetkili: -Hocam sen Anadolu Lisesi Öğretmeni misin?” deyince bu nizami, nezih ve enfes cevap karşısında cehaletinin yüzüne vurulmasından dolayı sabık müdürün nutku tutulur, cevap veremez ve arkasına bakmadan çıkar gider ve içinden "Keşke bir Anadolu Lisesi öğretmeni olsaydım" diye hayıflanır kendi kendine.


Not: 1. Bu olayın geçtiği yıldan çok önce tüm okullar Anadolu Lisesine dönüşmüş, orta yerde düz lise kalmamıştı. Liselerde görev yapan her öğretmen istediği liselere atanabilitor ve çalışabiliyordu. İlde görev yapan bu şube müdürü/müdür yardımcısı kendisini bu şekil nasıl yetiştirdi? Meraklanmamak elde değil. Ya da böylesi bir cahilin idareci veya öğretmen atamada ne işi var? Düşünmeden edemiyor insan. Yıl 2017 olmuş, ilgili yönetici hala ilde müdür yardımcılığına devam ediyor. İşinin zırcahili yani. Hem cahil, hem de aynı işinde. Çalışana da, çalıştırana da helal olsun!
2. 29/10/2014 tarihinde yazılarak sosyal medyada paylaşılan bu yazıya not eklenmiştir.  29/10/2017


28 Ekim 2017 Cumartesi

Ben Ettim, Sen Etme Öğrencim!

Sevgili öğrencim!

Dersi dinlemediğin zaman uyardım, geç geldiğin zaman hesap sordum, veli toplantılarında “Ders çalışmıyor” diye seni ailene şikayet ettim. Sana not verirken cevap anahtarına göre okudum. Performansını değerlendirirken derse katılımını ve sınıf içi davranışını göz önünde bulundurdum. Tüm öğretmenlerin verdiği notlarla senin karnen ortaya çıktı.

Alışmıştım böylesi duruma. Ne bilirdim işlerin tersine dönüp rüzgarın ters edeceğini. Görüyorum ki sen de bana not vereceksin bundan sonra. Yani benim performansımı bundan sonra sen değerlendireceksin. Bakanlık zaman zaman diyordu böyle bir sistemi getireceğini. Ama şaka yapıyor sandım. Gördüm ki Bakanlık ciddi mi ciddi! Hasılı ocağına düştüm. Ben seni terbiye etmek için uğraşırken Bakanlık beni seninle terbiye edecek. Yılsonunda senin verdiğin notla boyumun ölçüsünü alacağım. Bu işler parayla değil, sırayla imiş meğer. İpim senin elinde anlayacağın. Bileydim sana gramla puan verir miydim? Bol kepçe dağıtırdım.

Sana bundan önce verdiğim puanları ne yazık ki değiştiremem. Çünkü geçti artık. Sana getirdiğim eleştiriler de geçti gitti. Çünkü yaşandı bir kere. Geriye dönüş yok, zamanı döndüremeyiz. İş, işten geçti mi bilmem ama bundan sonra geçmişte yaptığım hataları bundan sonra telafi etmek için uğraşacağım, bir defa notun sınırı yok. Hiçbir şeyine karışmayacağım. İster benden sonra gel, ister sınavlarda boş kağıt ver, ister ders çalış, ister çalışma. Ödevini yapsan da olur, yapmasan da. Her ne yaparsan yap, istersen başıma çık, sınıfın altını üstüne getir...sana bundan sonra gözünün üstünde kaşın var demeyeceğim. Sana 'yaramaz' diyen dilimi eşek arıları sokaydı, sana 'Hakkın bu kadar' diyerek düşük not veren klavyem ve elim kırılaydı. Hiç bu kadar düşeceğimi düşünememiştim. Ne edersin ki öngörüm bu kadarmış.

Hasılı ocağına düştüm öğrencim! Ben zaten düşmüşüm. Düşene bir tekme de sen vurma. Velinle bir araya gelip ardımdan iş çevirme. Ben yaptım bir hata, sen benim gibi davranarak ikinci bir hata yapma. Bak, ben pişmanlık duyuyorum sana yaptığıma. Sen not verme konusunda benim gibi cimri olma, tıpkı baba parasıyla kantinden alışveriş yaptığın gibi bana not verirken bonkör ol. Ben eşekten düştüm bir kere. Bu işin ne olduğunu en iyi ben bilirim. Bundan sonra ben sana, sen bana iyice kenetlenelim. Bir araya gelip iyi bir sinerji meydana getirelim. Ne şiş yansın, ne de kebap. Her ikimizin de performansı hiç olmadığı kadar tavan yapsın.

Bizim kültürümüzde aman dileyene kılıç kalkmaz. Şu ana kadar benim kılıcım kalemdi, bundan sonra bir kalem de senin eline verildi. Biliyorum, bundan önce benim dediklerimi yapmadığın gibi bu son söylediklerimi de yapmayacaksın. Belki de budayacaksın. Yine de ben söylemiş olayım. Ben ettim, sen etme! Ne olur? Fırsat elime geçti, ben bu fırsatı bir daha elime geçiremem diyerek bu işi ganimete çevireceksin belki de. Bana acımayacaksın biliyorum, bari çocuklarımı düşün.

Ömrün uzun, notun bol olsun. Seni hiç olmadığı kadar seven öğretmenin! 28/10/2017