31 Ekim 2017 Salı

Ne Oldu Sana Be Kardeş!

Kendin gibi az sayıda inanmış kişiyle yola çıktın. Kimsenin küçümsemesine, ayıplamasına, hor görmesine aldırmadan yoluna devam ettin. Ekibin sana ne görev verdiyse bihakkın yerine getirmek için ibadet aşkıyla bıkıp usanmadan didindin, durdun.

Aldığın her görevde farkını gösterdin. Kapı kapı dolaştın. Çalmadık hane bırakmadın. Şurası gazino, pavyon demedin. Her nerede bir insan varsa ayağına gidip fikrini, zikrini, ideolojini ve görüşünü anlattın. Hep dobra oldun, dik durdun. Kısa zamanda gönüllerde taht kurdun. Çalışıp didinmenin sonucunda kimseye nasip olmayacak şekilde muhtarlığın dışında tüm makamları Allah sana bahşetti. Her bir makamda yeni dost ve ekipler edindin. İyice piştin.

Birileri önüne set çekip takoz olmaya çalışsa da, basamakları tek tek çıktın. Çünkü millet de  seni baş tacı yaptı. Kaç yıllardır zirveye taşıdı. Hala da açık ara öndesin. Sen de ekibinle birlikte milletin teveccühüne karşılık hizmetler verdin. Ülke bir köşeden diğer köşeye şantiye görüntüsü verdi. Millet görmediği, hayal edemediği hizmetleri gördü sayende. Ekonomik krizler geride kaldı, vatandaş ekonomik yönden rahatladı.

Ülkeye hizmet ederken mücadeleci ve dobra bir görüntü çizdin, sıra dışı bir profildi seninki. Sana ve düşüncene mesafeli olanların da desteğini aldın zamanla. Çalışıp didindikçe sevenlerinin ve sempatizanlarının sayısını artırırken düşman sayın bir o kadar arttı. Birlikte çalıştığın ekibine hep arka çıktın. Onları kurtlar sonrasına atmadın. Her dönemde vitrinini fazlasıyla yeniledin. Bu zaman zarfında kendisine görev vermediklerin peşini bırakmadı, bir nefer gibi çalıştı. Çünkü sen onlara değer verdin, onlar da sana. Problem çıksa da kol kırılır, yen içeride kalır misali çözüme kavuştu/kavuşturdun. Çünkü beraber çıkmıştınız yola, beraber ıslanmıştınız yağan yağmurlarda. Parola bu olunca birlik, dirlik, huzur hiç eksik olmadı sofranızda. Bu durum seni ve zihniyetini sevindirirken düşmanlarını hep üzdü.

Bir ve beraber bir şekilde düşman çatlatırcasına yolunuza dolu dizgin giderken kurtlar sofrasına karşı söylediğin 'one minute, dünya beşten büyüktür...' gibi sözlerin dünyaya dizayn verenlerin hoşuna gitmedi. Peşi sıra bombardımana tuttular seni. MİT tırları, 17/25 Aralık, Güneydoğu hendek olayları ve nihayet son vuruşları olan 15 Temmuz bunlardan bazıları. Dertleri sendin. Çünkü herkesin bildiği, fakat kimsenin  dillendirdirmediği hususlar birilerinin hoşuna gitmedi.

Devlet-millet bütünleşmesi sayende gerçekleşti. Kefeninle yola çıkan sana bu halk her şeyiyle destek oldu, göğsünü siper etti ve 250 şehit verdi. Çünkü millet sende kendini görmüştü. Sana yapılanı kendine yapılmış saydı. Birlikte 15 Temmuz kanlı kalkışma kanla önlendi.

15 Temmuz’dan sonra 15 Temmuz’a kalkışanlar devletin hücrelerinden bir bir temizlenmeye çalışılırken araya kırgınlıklar girmeye başladı. Çünkü bir kısmı FETÖ’cülükle suçlandı basındaki kalemşörler eliyle. Kimi de FETÖ’ye ses çıkarmamakla veya FETÖ’cüleri korumakla suçlandı. Kamuoyunda bu ithamlar sürdürülürken çoğu zaman sessiz kaldın. Birlikte yola çıktığın arkadaşlarını korumaz oldun. FETÖ ile mücadelede eleştirenlere ve öneri getirenlere de kulak vermedin. Çünkü ihanetin beterini gören sen, bu aşamadan sonra eleştiri ve öneri değil; icraat bekledin, yanında yer almasını istedin. Kim biraz geri durmuşsa dışlanma yoluna gidildi.

Nihayet gelinen noktada teşkilat meydanlardan yönetilir oldu. Birlikte çalıştığın insanların istifası istendi. İstifası istenenler iyidir-kötüdür iddiasında değilim. Zira hepsi başarılı-başarısız kendi tercih ettiğin kişilerdi. Yıpranmış olabilirler, iyi mücadele edememiş olabilirler, zaaf göstermiş olabilirler. Ama bunun yolu böyle olmamalıydı. Zira her istifa soğukluğu, uzaklaşmayı, kırılmayı ve incinmeyi beraberinde getirir. Her ne olursa olsun oynanan insanın onurudur. Yapılan her şey tarafınızca makul görülmüş olmalı ki yürürlüğe kondu. Adına da iç temizlik denebilir. Birlikte çalıştığın kişiler yeterli veya değil, elimizdeki malzeme bu. Dün ne ise bugün de aynı. Uzaydan adam getirecek değilsiniz.

Yeni bir ekiple halkın karşısına çıkıldığı zaman belki de çok başarılı olunacaktır. Bunu halihazırda bilme imkanımız yoktur. Benim dikkat çekmek istediğim dün pavyon ve gazinolarda insan kazanma yolu tercih edilirken bugün niçin içimizden dışarıya çıkarmaya/atmaya çalışıyoruz? Doğru mu bu? Kanaatimce insanları özellikle kendi insanımızı ötekileştirmemek, başkasının kucağına atmamak lazım. Buna hem senin hem de Türkiye’nin fazlasıyla ihtiyacı var, özellikle birlik ve beraberlik hiç olmadığı kadar elzemdir. Yola çıktıklarımızı, yolda bulduklarımızla değiştirmeyelim. Bir şey yapılacaksa ikna yolunu işletmek lazım. Unutmayalım ki ikna edemediğin, açıklayamadığın doğru, doğru değildir.

Sahi 17/25 Aralık’tan sonra yolda bırakılanların sayısı ne kadar, hiç düşündünüz mü? 31/10/2017







Kırgınlık ve İncinmişlik

İnsani ilişkiler içerisinde kişiler arasında zaman zaman kırgınlıklar, incinmişlikler, kızgınlıklar ve küskünlükler olabilir. Zaman her şeyin ilacıdır. Üçüncü şahıslar araya girerek kızgın ve küskünleri barıştırır. Bazen de düğün ve cenaze bir sebep olur. Zorunlu konuşmanın ardından gelen birliktelik yeniden eski havayı getirebilir. Ya da hiç karşılaşmazlar,  birbirini yok kabul ederek herkes yoluna gider. İncinmişlik ve kırgınlık  ise böyle değildir. Aralarında küskünlük olmasa da aradaki soğukluk belki de ilânihaye devam edebilir. Çünkü kişilerin kırıldığı ve incindiği kişi uzun süre birlikte iş yaptığı, aynı davaya gönül veren kişilerdir.

Kırgın ve incinmiş kişilerin arasındaki sorunun büyük olması gerekmez. Çok küçük bir ayrıntı bile dostlar arasını buz gibi yapar. Bir arada yaşamaya devam etseler de birbirlerine karşı saygıda kusur etmese de ölü beden gibidirler. Uzaklaşsalar da olmaz, bir araya gelseler de. Yakınken uzaklar birbirlerine, uzakken de yakınlar. Zira hep o anı yaşarlar. Hiç içlerinden çıkmaz. Akla geldi mi uyutmaz da insanı. Çünkü incinmişliğini bir türlü üzerilerinden atamazlar. Hep içinde bir düğüm kalır. Bu düğümün ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. Aynı oda içerisinde yalnızlara oynarlar. Yakınken bile uzaktırlar birbirlerine. Mümkün olduğu kadar göz göze gelmemeye çalışırlar, gözlerini kaçırırlar. Uzaktan birbirlerini izler dururlar.

İncinmişliğe duygular girer, çoğu zaman aklın önüne geçer, alınganlık tavan yapar. Çünkü alınganlık had safhadadır. Birbirine karşı aşırı kırılgan olurlar. Birbirlerine karşı davranışları taraflar arasında hep yanlış anlaşılır. Her şeyi hayra yormazlar. En olumsuz yönüyle düşünürler. Her harekete farklı bir anlam yüklerler. Çünkü kırıldığı dostudur. İnsan dostuna kırılır. 

Dostlar arasında meydana gelen bu kırgınlık ve incinmişlik kapalı kapılar ardında değil de kamuoyunun önünde olursa milyonda bir de olsa birbirini affetmeleri mümkün değildir. Arayı düzeltmek için birileri devreye girse bile dostların eski havayı yakalaması mümkün değildir. Zira buradaki kırgınlık ve incinmişlik, kırılan ayna gibidir. Nasıl ki ayna eski halini alamazsa dostların kırgınlıkları da geçmez. İçlerini yakar durur, bu durum. Her biri dağa küser, dağın durumlarını bilmesini, kendilerine adım atmasını ister.

Kırılganlık ve incinmişliğin tedavisi var mı? Her şeye çare bulan tıbbın bu psikolojiyi tedavi etmesi, onların yarasına merhem olması mümkün değildir. En iyisi, dostların kalbini kırmaktansa kırmamaya çalışmak lazım. Yola birlikte çıkılan dostlar arasında kırgınlıklar olsa da yolda bulduklarınla dostu değiştirmemek gerek. Bunlara gösterilen tolerans, güler yüz gerçek dosttan esirgenmemelidir.

Gönül yıkan değil, gönül yapanlardan olmak dileklerimle. 30/10/2017


30 Ekim 2017 Pazartesi

Ekonomimiz Freni Patlamış Kamyon Gibi


İyice hissedilmeye başladı ki ekonomimiz iyiye gitmiyor. Dövizin ateşi söndürülemezse felaket kapıda demektir. Her şeye gelen ardı ardına zam duracağa benzemiyor. Çünkü yeniden çift haneli enflasyonlu hayata döndük. Altı sıfır attığımız paramız eriyor. Freni patlamış kamyon gibi ekonomimiz.

Birçok icraatlara imzasını atan hükümet, çift haneli enflasyona da dur demişti. Güven gelmişti ekonomimize. İç ve dış etkenlerden pek etkilemiyordu. 2009 küresel kriz bile bizi teğet geçmişti. Orta ve dar gelirli vatandaş rahat bir nefes almıştı. 17-25 Aralıkta bile bu kadar etkilenmemişti piyasa. 2000 öncesi birçok ocağı söndüren, esnafa kepenk kapattıran rutin krizler geride kalmıştı.

Fiyatlar durmuyor, uçuyor neredeyse. Birçok ürüne son 1,5 yıl içinde yüzde yüzün üzerinde zam geldi. Sanki otomatiğe bağlanmış gibi. Hükümetlerin genel politikası olan "Memur ve işçiyi enflasyona ezdirmeyeceğiz" politikası 'ezdireceğiz'e dönüştü. Kriz dönemlerinde memurun maaşı verilemeyebilir endişesi yok ama alım gücü azaldığı gibi bundan sonra geçim derdi başlayacak. Kiralar uçuyor, satılık ev ganimet gibi fakat yüzüne bakan yok. İşsizlik had safhada, özellikle üniversite mezunları arasında.

Ekonomi Bakanına göre ekonomimiz yılsonunda yüzde 5'in üzerinde büyüyecekmiş. Vatandaşa yansımayan büyüme ne işe yarar? Böyle giderse vatandaş  ekonomik darboğazın altında boğulacak.

Geldiği andan itibaren ekonomiyi rayına oturtan ve bütçe disiplininden hiç ödün vermeyen hükümet, şimdilerde freni patlamış kamyonu andıran ekonomiye kalıcı çözüm bulmuyor/bulamıyor, ya da önemsemiyor. İşin ciddiyeti görülmez ve tedbir alınmazsa dört dönemdir rakiplerine karşı açık ara önde olan hükümet ekonomik sıkıntının altında boğulur ve iktidarı kaybeder, millet de ağır bedeller öder.

Hükümeti yönetenler ekonomi ile ilgili hamasi duyguları bir tarafa bırakıp önce ekonominin mevcut durumunu masaya yatırmalı, krizin altından nasıl kalkılır sorusuna cevap aramalı. Ekonominin düze çıkmasının yolu acı reçete ise toplumun tüm kesimine yansıtılmalı ve bu, topluma izah edilmeli. Başta kamu kaynakları olmak üzere azami bir tasarrufa gidilmeli. İhracat ve ithalat dengesinin korunması için devletlerle kazan kazan politikası izlenmeli. Üretime ağırlık verilmeli, pazar bulunması için ikili diyalog kapısı hep açık tutulmalı.

Bu iş ciddiye alınmazsa hepimiz altında kalırız. Çünkü nice yıllar zamsız yaşayan bizler rahat yaşamaya ve harcamaya alıştık. Bugünkü nesil yoklukla  büyüyen kuşağa pek benzemez. Yoktan ve kemer sıkmadan anlamaz. 30.10.2017


29 Ekim 2017 Pazar

İşinin Zırcahili Bir Adam

2014 yılında bir ilimizde okul yöneticiliğinden elendikten sonra okulunda öğretmen olarak görevlendirilen bir eski müdür, hiç de uygun olmayan bir zamanda (eğitim ve öğretimin açık olduğu bir dönemde) iki aylık yıllık iznini kullanır. İzni bitmeden bir başka okula öğretmen olarak verilmesi için il milli eğitim müdürlüğüne dilekçe verir. Dilekçesine bir türlü cevap verilmez, herhangi bir yere de ataması yapılmaz.

Atama durumunun akıbetini öğrenmek ve durumunu anlatmak il milli eğitim müdürlüğünde atama işlerine bakan şube müdürü/müdür yardımcısının kapısını çalar. Kendisini tanıtır, ardından bir yere öğretmen olarak verilmesini ister. Yetkili kişi: “Hocam okullarda boş yer yok.” cevabı verir. Sabık müdür: “Hocam falan okulun ... derslerine ücretliler giriyor, nasıl boş yer olmaz” der. Yetkili, “Senin dediğin okul, Anadolu Lisesi mi?  diye sorar.

Sabık müdür kendisiyle ilgilenildiğini ve işinin olacağını düşünerek sevinir ve cevap verir:
-Evet hocam Anadolu Lisesi.
Yetkili: -Hocam sen Anadolu Lisesi Öğretmeni misin?” deyince bu nizami, nezih ve enfes cevap karşısında cehaletinin yüzüne vurulmasından dolayı sabık müdürün nutku tutulur, cevap veremez ve arkasına bakmadan çıkar gider ve içinden "Keşke bir Anadolu Lisesi öğretmeni olsaydım" diye hayıflanır kendi kendine.


Not: 1. Bu olayın geçtiği yıldan çok önce tüm okullar Anadolu Lisesine dönüşmüş, orta yerde düz lise kalmamıştı. Liselerde görev yapan her öğretmen istediği liselere atanabilitor ve çalışabiliyordu. İlde görev yapan bu şube müdürü/müdür yardımcısı kendisini bu şekil nasıl yetiştirdi? Meraklanmamak elde değil. Ya da böylesi bir cahilin idareci veya öğretmen atamada ne işi var? Düşünmeden edemiyor insan. Yıl 2017 olmuş, ilgili yönetici hala ilde müdür yardımcılığına devam ediyor. İşinin zırcahili yani. Hem cahil, hem de aynı işinde. Çalışana da, çalıştırana da helal olsun!
2. 29/10/2014 tarihinde yazılarak sosyal medyada paylaşılan bu yazıya not eklenmiştir.  29/10/2017


28 Ekim 2017 Cumartesi

Ben Ettim, Sen Etme Öğrencim!

Sevgili öğrencim!

Dersi dinlemediğin zaman uyardım, geç geldiğin zaman hesap sordum, veli toplantılarında “Ders çalışmıyor” diye seni ailene şikayet ettim. Sana not verirken cevap anahtarına göre okudum. Performansını değerlendirirken derse katılımını ve sınıf içi davranışını göz önünde bulundurdum. Tüm öğretmenlerin verdiği notlarla senin karnen ortaya çıktı.

Alışmıştım böylesi duruma. Ne bilirdim işlerin tersine dönüp rüzgarın ters edeceğini. Görüyorum ki sen de bana not vereceksin bundan sonra. Yani benim performansımı bundan sonra sen değerlendireceksin. Bakanlık zaman zaman diyordu böyle bir sistemi getireceğini. Ama şaka yapıyor sandım. Gördüm ki Bakanlık ciddi mi ciddi! Hasılı ocağına düştüm. Ben seni terbiye etmek için uğraşırken Bakanlık beni seninle terbiye edecek. Yılsonunda senin verdiğin notla boyumun ölçüsünü alacağım. Bu işler parayla değil, sırayla imiş meğer. İpim senin elinde anlayacağın. Bileydim sana gramla puan verir miydim? Bol kepçe dağıtırdım.

Sana bundan önce verdiğim puanları ne yazık ki değiştiremem. Çünkü geçti artık. Sana getirdiğim eleştiriler de geçti gitti. Çünkü yaşandı bir kere. Geriye dönüş yok, zamanı döndüremeyiz. İş, işten geçti mi bilmem ama bundan sonra geçmişte yaptığım hataları bundan sonra telafi etmek için uğraşacağım, bir defa notun sınırı yok. Hiçbir şeyine karışmayacağım. İster benden sonra gel, ister sınavlarda boş kağıt ver, ister ders çalış, ister çalışma. Ödevini yapsan da olur, yapmasan da. Her ne yaparsan yap, istersen başıma çık, sınıfın altını üstüne getir...sana bundan sonra gözünün üstünde kaşın var demeyeceğim. Sana 'yaramaz' diyen dilimi eşek arıları sokaydı, sana 'Hakkın bu kadar' diyerek düşük not veren klavyem ve elim kırılaydı. Hiç bu kadar düşeceğimi düşünememiştim. Ne edersin ki öngörüm bu kadarmış.

Hasılı ocağına düştüm öğrencim! Ben zaten düşmüşüm. Düşene bir tekme de sen vurma. Velinle bir araya gelip ardımdan iş çevirme. Ben yaptım bir hata, sen benim gibi davranarak ikinci bir hata yapma. Bak, ben pişmanlık duyuyorum sana yaptığıma. Sen not verme konusunda benim gibi cimri olma, tıpkı baba parasıyla kantinden alışveriş yaptığın gibi bana not verirken bonkör ol. Ben eşekten düştüm bir kere. Bu işin ne olduğunu en iyi ben bilirim. Bundan sonra ben sana, sen bana iyice kenetlenelim. Bir araya gelip iyi bir sinerji meydana getirelim. Ne şiş yansın, ne de kebap. Her ikimizin de performansı hiç olmadığı kadar tavan yapsın.

Bizim kültürümüzde aman dileyene kılıç kalkmaz. Şu ana kadar benim kılıcım kalemdi, bundan sonra bir kalem de senin eline verildi. Biliyorum, bundan önce benim dediklerimi yapmadığın gibi bu son söylediklerimi de yapmayacaksın. Belki de budayacaksın. Yine de ben söylemiş olayım. Ben ettim, sen etme! Ne olur? Fırsat elime geçti, ben bu fırsatı bir daha elime geçiremem diyerek bu işi ganimete çevireceksin belki de. Bana acımayacaksın biliyorum, bari çocuklarımı düşün.

Ömrün uzun, notun bol olsun. Seni hiç olmadığı kadar seven öğretmenin! 28/10/2017



Elime Düştün Öğretmenim! *


Öğretmenim!

Duydum ki bundan sonra sana ben not verecekmişim. Hiç beklemiyordum böylesini. Ama sevinmedim değil. Hayat böyle bir şey olsa gerek. Nihayet ocağıma düştün…

Derse geç geldim, sorguladın. Derste konuştum, hemen uyardın. Uyudum; hemen başımda ekşidin. Kitabım yoktu, ödev yapmadım; hesap sordun. Veli toplantılarına katılan velime; çalışmıyor, dersi dinlemiyor, derse katılmıyor dedin. Sınav tarihi belirledin; önceden soru vermedin, beylik sorular sorma yerine ayrıntı sorular sordun. Gramla puan verdin. Performansımı değerlendirirken yazılı notumu, sınıf içi davranışımı dikkate alarak not verdin. Not verirken cebinden verir gibi değerlendirdin. Teşekkür ve takdir almam için puan istedim; burun kıvırdın, yüzüme bakmadın, hiç oralı olmadın. Hâsılı benim performansımı hiç beğenmedin.

Şimdi keser döndü, sap döndü, hesap zamanı. Bundan sonra senin beni değerlendirdiğin gibi seni de ben değerlendireceğim. Sakın ola ki vereceğin puan ne kadar diye düşünme! Evet, benim puan değerimin etkisi fazla olmayabilir. Ama benim özgül ağırlığımı göz önünde bulundurursan iyi edersin. Çünkü benimle birlikte velim de sana puan verecek. Velim, ben ne dersem öyle not verir: “Öğretmenim iyi dersem ona göre puan alırsın, kötü dersem ona göre puan alırsın.” Çünkü bana saçlarını süpürge eden ailem çok güvenir, bir dediğimi hiç iki etmez. Haline şükret, kantinci sana puan vermeyecek, çünkü devamlı müşterisiyim ben onun. Bakan amca ardımda, Cumhurbaşkanı zaten çocuk dendi mi yağları eriyor. Esnaf puan verse gram puan alamazsın. İl ve ilçe yöneticileri öğrenci dendi mi hazır ola geçiyor. Bak, hepsi ilmin başı soğandan acı; sonu baldan tatlı sözünü tersine çevirmek için uğraşıyor, bizi memnun etmek için durmadan sınav sistemini değiştiriyorlar. Öyle bir sistem düşünüyorlar ki bizi yormadan, yarıştırmadan, fazla çalışmadan üniversiteyi bitirmemiz için çaba sarf ediyorlar. Tam baba adamlar anlayacağın. Tabi bunların hiçbiri sende yok. Çünkü anlamak istemedin, anlayış göstermedin.

Dua et, ipliğini pazara çıkarmak için daha uğraşmadım. Çünkü seni yerinden divelendirmeyecek, nefes aldırmayacak bütün kozlar elimde benim. Oturduğum yerden tüm basını ve devlet erkânını başına ekşitirim. Bilgi Edinme, Alo 147, dilekçe gibi vs yolların hepsi bana çalışıyor. Üstelik herkes eğitimin en büyük sorumlusu olarak seni görüyor. Bak, kimse bize toz kondurmuyor. İşte bu anlayış, tam da benim istediğim gibi. Ülke tümüyle benim ardımda iken sen neyine güvenerek bana gözümün üstünde kaşım var dedin? Okumuşsun ama cehaletin hala gözüküyor. Bu işleri zamanında düşünseydin de birlikte gül gibi geçinip gitseydik olmaz mıydı? Notu silah olarak kullanmasaydın, ben ne yaparsam uyarma yoluna gitmeseydin, en ufak bir hatamda eksi verme yoluna gitmeseydin, ailemi okula çağırmakla tehdit etmeseydin, notumu bol bol verseydin, ben dersi kaynatsaydım, zaman zaman bizi serbest bıraksaydın, benden ödev istemeseydin…olmaz mıydı? Ama hiçbirini yapmadın.

Şimdi elime düştün öğretmen! Gözünü aç, etrafına bir bak! Ülkenin kaçta kaçı senin ardında? Elimi sallasam ellisi birden benim peşime düşer. Bu sistemde kim sana destek çıkar? Sen sadece 24 Kasımlarda bir günlük zorunlu övgüyü hak ediyorsun. Geriye kalan 364 gün herkesin elinde şamar oğlanısın. Aklını başına al bundan sonra. Beni gerçeklerle yüzleşmem için uğraşma, kendi okumandan örnekler verme. Not konusunda da biraz değil, hep cömert ol. Sen böyle yap ki ben de ailemle birlikte kesenin ağzını açayım; al gülüm, ver gülüm ikimizin de parolası olsun. Böylece ne şiş yansın, ne de kebap. İlerisi kötü olurmuş, olursa olsun. Ülkeyi ikimiz mi kurtaracağız? İkimiz de su akarken testimizi dolduralım.

Sanırım anladın beni! İyi anladığını biliyorum. Aslında sen bana nasihat verirken ben de durumumu biliyordum, ama gerçeklerle yüzleşmek istemedim. İnadı bırak, birlikte körler ve sağırlara oynayalım. Devlet ve büyükler problem istemiyor. En iyisi ne sen bana problem ol, ne de ben sana. Birlikte gül gibi geçinip gidelim. Vereceğin not aynı zamanda senin performansın olacaktır. Zira ne verirsen elinde, o gider seninle. Yazımı okurken sınavda yaptığın gibi imla hatalarını bulmaya kalkma, hiç sevmem böylesini. Verdiğim mesajdan alacağını al, gerisini merak etme sen! Notun bol olsun ki bu notlar yol, su, elektrik ve asfalt olarak sana geri dönsün.

Unutma! Sen bana, ben sana… Anlaştık mı? Anlamadıysan yazıyı tekrar oku. Anlamak istemiyorsan sana birileri anlatır ama benim gibi anlatmaz, bunu da böyle bilesin.

Yine de insanlık ben de kalsın öğretmenim! Gününse eğer 24 Kasım öğretmenler günün şimdiden kutlu olsun. 28/10/2017

* 02/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



27 Ekim 2017 Cuma

Adamlar Sağlamcı Maşallah!

2005-2006 yılında öğretim yılında Fen Lisesini kazanan çocuğumun kaydını yaptırmak için ilgili okul müdürlüğünü aradım. E-posta adresimi isteyerek istenen evrakı e-mail adresime gönderdi müdür yardımcısı. Bir sayfa kadar vardı istenen evrak.

Neler yoktu ki istenenler arasında. 4 mektup zarfı, bir kayıt zarfı, diplomanın aslı, nüfus cüzdanının aslı ve fotokopisi, iadeli taahhütlü -bilmem ne kadar- pul, 6 adet vesikalık fotoğraf, ikametgah adresi ve belgesi, matematik ve fen derslerinin dördün altında olmadığına dair okuldan onaylı belge, fen lisesini kazandığına dair kazandı belgesinin aslı, okula yardım... Aklımda kalanlar bunlar. Telefonda ne kadar yardım alıyorsunuz dediğimde 50 liranızı alırım demişti yardımcı.

Kayıt tarihinin ya son günü, ya da bir öncesi gün çocuğumu kayıt yaptırmak için hazırladığım evrakla birlikte okula uğradım. Komisyon tek tek evrakı inceledi, ardından evrakı müdüre gösterdi. Komisyonun onca incelemesine değdi. Çünkü bir evrak eksikti. Çocuğun fen ve matematik derslerinin dörtten aşağı olmadığına dair mezun olduğu okulundan alınacak belge. "Kaydınızı yapamam" dedi müdür. Niçin dedim. "Bu evrak önemli, bu olmazsa olmaz. Hemen getirin" dedi. İyi de mezun olduğumuz okul Adana'da. Gidip gelmemiz, okulun postayla göndermesi zaman alır. Çocuğun diplomasında not ortalaması 5.00 yazıyor. Bu çocuğun tüm notları 5 demek değil mi dedim. 'Evet o anlama gelir ama bu diploma sahte hazırlanmış ve notu değiştirilmiş olabilir' dedi. Okulu istediğiniz evrakı faks ile gönderse olur mu dedim. 'Hemen evrakı faksla göndersinler. Yalnız evrakın aslını en kısa zamanda istiyorum' dedi. Hele ki şükür, kaydımızı yaptırabildik. Çünkü sağlamcı bir okul ve müdürüne rastlamıştık. Öğretmen ve idareci olduğum için sağ olsunlar kayıt parası olarak 20 lira alarak indirim yaptılar.

Aldıkları o kadar evrakı ne mi yapacaklar? Kayıt zarfının içine koymuşlardır. Çocuk mezun olduktan sonra da bir daha açmamak üzere arşive kaldırmışlardır. Sağlamcılık ve evrak hayranlığı böyle olsa gerek, hoşumuza gitmese de... Çünkü devlet demek evrak demekti. Garibime giden müdürün, 'Diplomayı sahte hazırlayabilirler' sözü idi. Biraz düşünse, diplomayı sahte hazırlayan A4 kağıdına yazılan belgeyi mi hazırlayamayacak?
***
Yıl 2017. Arkadaşlarla bir akşam hasbihal ederken konu maaşlarımızdan açıldı. Yaptığımız karşılaştırmada 15 ay boyunca emsalimden 195 lira eksik aldığım tespiti yapıldı. Bordroları karşılaştırınca eksikliğin uzman öğretmenlikten verilen ek tazminatın hesaplanmamasıydı. Okulumu bilgilendirerek eksik ödememin yapılması ile ilgili dilekçe verdim. Dilekçeme uzman öğretmenlik belgesinin onaylı  fotokopisi, 15 adet kişisel bordro, çeşitli ödemeler bordrosu, maaş nakil ilmuhaberi vs eklenerek ilçe milli eğitim müdürlüğü muhasebe servisine gönderildi.

Evrakı gören şefimiz öalıştığım okulu arayarak uzman öğretmenlik sertifikasının aslını istemiş. Evden belgeyi alıp ilçeye giderek ilgili kişiyi buldum. Belgenin aslını istemişsiniz getirdim dedim. Belgeyi eline aldı, okuldan gelen onaylı belge ile karşılaştırdı. Sonra, 'Buraya kadar yorduk, getirdiğiniz belgeyi alın' dedi. Yoruldum yorulmaya da oraya üç-beş kuruş ekle de yorulduğuma değsin, dedim şakadan. 'Burada ne yazıyorsa o kadar, nasıl fazla yazabilirim' dedi duvar. Pardon ilgili kişi. En azından yordum dedi ya. Bu da yeter bana. Bizim bu muhasebeci de çok sağlamcı maşallah! Fen lisesinin müdürünü aratmadı sağlamcılık ve formalitede.
***
Size aralarında 12 yıl olan başımdan geçen iki örnek sundum. Gördüğünüz gibi ülkemde pek bir şey değişmemiş. Biri okulun hazırlayıp milli eğitimin onayladığı soğuk damgalı diplomanın gerçekliğine, diğeri de okulun onayladığı belgeye inanmıyor. Biri okul müdürü, diğeri muhasebeci. Çalıştığı yerler de farklı. Ama ortak noktaları çok maşallah! Her ikisi de formaliteci, kişiyi yoran türden. Her ikisi de belgeli çalışıyor, mevzuat ne diyorsa harfiyyen onu uyguluyor. Onaylı belgeye inanmayarak aslını istiyor. Bu yönüyle de güvenmiyorlar kimseye.

Ne diyeyim ben bunlara? Her ikisi de ruh ikizi. Muhasebeci 15 ay önceki maaş bordroma, mebbis modülüne de bakıp ikna olabilirdi. Ama mebbis'tede yanlışlıkla girilmiş olabilirdi uzmanlık belgesi...Allah hayırlarını versin. 27.10.2017