19 Eylül 2017 Salı

Gelin Bu Okul Türüne Kötülük yapmayalım!

Türkiye’de bir okul türü var ki seveni de çok, nefret edeni de. Her iki kesim de aşırı uçlarda geziyor. Nefret edenin niyeti belli. Elinde imkan olsa bu okulları bir kaşık suda boğacak, mezunlarına hayat hakkı tanımayacak. Bir de seven kesim var ki, sevginin de ötesinde aşk derecesinde.

Hangisi daha zararlı deseniz aşırı sevenler bu okul türüne daha çok zarar veriyor derim. Çünkü nefret edenin zihniyeti, bakış açısı belli olduğu için onlara karşı tedbirini alırsın. Gözleri kör edercesine sevenlerin bu okul türlerine verdiği zararı hesaba katmak mümkün değil. Çünkü yatıyorlar, kalkıyorlar sadece o okul türünü ön plana çıkarıyorlar. Kazara çocuğunu o okul türüne vermeyenler Müslümanlık adına ağızlarıyla kuş tutsalar zerre kadar değerleri yok onların gözünde.

Bir yere atamamı yapılacak bu okul türünden olacak, bir okula müdür ya da yardımcı mı atanacak, bu okul türünden olacak. Vatandaş çocuğunu okutacak mı, mutlaka bu okula verecek. Şayet yazdırmazsa samimiyetini ispatlamamış olur. Sendika temsilcisi ya da başkanı veya yönetimde mutlaka bu okul mezunu olacak. Bereket şimdilik vali-kaymakam atamalarına pek seslerini çıkarmıyorlar. Yine bu okul türünden biri vali ya da kaymakam olsa hemen ön plana çıkarılır, bir icraat yapsa örnek davranış olarak sunulur. Teröristlerin barındırdığı yeri bu okul türünden biri haber verip şehit olsa “O bir …’li idi” denir. TEOG’da yüksek puan almış çocuğunu bu okula tercih ettirmeyen velinin çekeceği var bunların hışmından. En yüksek puanlı öğrenci bu okul türünü tercih etmişse iltifat üstüne iltifat görür.

Bu okulu sevenlere göre herkes çocuğunu bu okula verecek; bir yere, bir makama biri atanmışsa bu okul mezunu olacak, her yere bu okuldan açılacak, il, ilçe, okul müdürleri kim varsa mutlaka öğrencileri bu okulları tercih etmeleri için rehberlik, gerekirse baskı yapacak, Okullarda seçmeli ders seçilirse mutlaka gönlünden geçen dersler öğrencilere seçtirilecek.

Hemen hemen herkese mahalle baskısı uygulayan samimiyetlerinden şüphe etmediğim bu arkadaşlar -merak ediyorum- bu okullara iyilik mi yapıyorlar, yoksa kötülük mü? Acizane farkına varmadan kötülük yaptıklarını düşünüyorum. Üstelik bu kötülükleri nefret edenlerin vereceği zarardan daha fazla. Yine bu arkadaşlar şunu bilmeliler ki bu okulları sevenler sadece bu okullara çocuklarını gönderenler değildir. Bu okulları sevmek sadece bu okulları ön plana çıkarmakla olmaz. Ki bu okullar bu ülkenin gerçeğidir, olmazsa olmazıdır, var olmaya da devam edecektir. Eğer bu arkadaşlar bu okulların daha da cazibe merkezi olmasını istiyorlarsa kaliteyi artırmak için ne yaptıklarını sorgulamaları gerekir. Eğer bir okul türü kalitesini ispatlarsa kovsan bile vatandaş o okullara çocuğunu kaydettirmek ister. Başarısı ön plana çıkmamışsa okulun; insanlara ödül de versen, maaş da bağlasan, burs da versen istediğin öğrenciyi çekemezsin. Demek ki önce ölümüne savunduğumuz okulların kaliteyi yakalaması gerekiyor. İşte gerçek sevgi de budur. Ayrıca bu okul türünün dışındaki okullar da bu ülkenin bir gerçeğidir. Her birinin hitap ettiği alan bellidir. Yok gözümüz onları görmeyecekse o zaman bu okulları kapatmak için önce kamuoyu oluşturun, ardından hükümete baskı yapın, kapatılsın gitsin. Diğer okullara giden çocukları ve o okullara çocuğunu gönderen velilere kızmayalım. Eğer amacınız hizmet ise, çalışmayı bu hizmete faydalı olmak için yapıyorsanız milletin girmek için yarıştığı okullar bu başarıları nasıl yakalamış, bizler taşın altına elimizi nasıl koyarız, bunun hesabını yapsalar daha hayırlı bir iş çıkarmış olurlar.

Gözü bu okul türünden başka hiçbir şeyi görmeyen bu arkadaşlara şunları da söylemek isterim. Bırakın isteyen istediği okula gitsin. Tek ata oynamayı bırakın. Her okul türünde istediğiniz öğrenci tipi nasıl yetişir, o okullarda nasıl çalışma yapabiliriz, bunu üzerine yoğunlaşın. Burada bir anekdottan bahsetmek istiyorum: Liseyi okuduğum dönemde aynı yurtta birlikte kaldığımız, bize başkanlık yapan bir ağabeyimiz vardı. Üniversite tercihi olarak Radyo-Televizyon ve Sinema adı altında bir bölümü kazandı, fakat gidemedi o okula. Zira babası, “Falan okuldan başka bir okula gidemezsin, eğer gidersen hakkımı helal etmiyorum” demiş. Garibim gidemedi o kazandığı okula. Bir yıl daha bekleyerek babasının istediği o okul türünün devamı sayılabilecek bölümü kazandı. Şu anda nerede çalışıyor, ne kadar başarılı, yaptığı işi severek mi yapıyor bilmiyorum.

Benim de içinde bulunduğum bu kesim çoğu zaman sinema, tiyatro, sanat, müzik vs alanlarında çalışanların çoğunun düşüncesini beğenmez, zira çoğunun dinle sorunu var. Günümüzde bazı üniversitelerde belirli bir kesimin düşüncesi hakim. Eğer biz zamanında buralara gitseydik, çocuklarımızı oralara gönderseydik daha iyi olmaz mıydı? Bu yöntemle belki bir müddet sonra bazılarının kalesi olan yerler bizim olabilirdi.

Ayrıca iyi insan, düzgün kişi, dini bütün bir kimse sadece bu okul türünden çıkmaz. Çocuğu düzelsin diye camiye gönderirsin, bozulur gelir. Bozulsun diye meyhaneye gönderirsin düzelir gelir. Bunu da unutmayalım. Hidayetin nereden geleceği belli olmaz. Sevdiğimiz ve sevgimizi faş ettiğimiz bu okulları çok ön planda tutarak bu okullara kötülük yapmayalım. Sevelim sevmesine…başarısı için elimizden gelen gayreti gösterelim. Ama bir baba sevgisi olsun bizde. Biliyorsunuz babalar, çocuklarını çok sever ama bu sevgiyi kolay kolay belli etmezler. Yine şunu da unutmayalım ki bu okul türünden çok değerli insanlar çıktığı gibi bugün geri plana ittiğimiz okullardan mezun olan nice samimi ve düzgün insanları görebiliyoruz.

Gelin hep beraber bu okulları kendi haline bırakalım. Su akar, yolunu mutlaka bulur. Ne aşırı nefret eden olalım, ne de aşırı seven. Var mısınız? Diğer okullara ve mezunlarına üvey evlat muamelesi yapmayalım, onları incitmeyelim. Bizim bu okullara bugün yaptığımız, dün ülkeyi yöneten diğer kesimin, bugün bizim sevdiğimiz okul türüne yaptığından farklı değil. Onlar dün sizi dışladı, bugün ise siz onları. Bunun ikisi de aşırı. Orta yolu bulmak, değişik saiklerle farklı tercihte bulunanların tercihine de saygı duyalım.  19/09/2017

Çocuklarımızı Hayata Hazırlayacak Masrafsız ve Maliyetsiz Merkezi Sınav Önerim

Mübareğin ağzından çıkmaya görsün. Hemen kaldırıldı TEOG. Şimdi Bakanlık, yerine ne koyacağız diye kara kara düşünüyor. Her ne kadar hükümeti onlar yönetiyor, çözümü de onlar bulacak denirse de bir vatandaş olarak bir çözüm önerisi sunup yardımcı olmak isterim. Bunun için Amerikan kıtasını yeniden keşfe gerek yok. Benim de çözüm önerim çok basit olacak. Aslında bu benim önerimin de ötesinde birkaç yıldır büyüklere uygulanan bir sistem.

Sözlü mülakat sisteminden bahsediyorum. Hani öğretmen olmak isteyen gençler önce okulunu bitiriyor, ardından KPSS’ye giriyor, aldığı puana göre üç katı kişi mülakata çağrılıp bir katını aldıktan sonra iki katına “Teşekkür ediyoruz katılımınızdan dolayı, ayrı bir renk ve hava kattınız” deniyordu ya. İşte benim de önerdiğim sistem bu. Sonra bu yöntem ilk önce okul müdür ve yardımcılarına uygulandı. Baktılar ki bu işte ellerinde şaşmaz bir terazi var. Diğer bazı alımlarda da bu yönteme başvurulur oldu. Ayrıca bu sözlü sistemi 2000 öncesi okullarda uygulanan bir sistemdi. Bakmayın sonradan vazgeçildiğine. Ne çabuk unuttuk Hababam Sınıfındaki “Kaldırın kağıtları, sözlü sınav yapacağım” sözlerini?

Şimdi benim bu önerime “Daha bunlar çocuk, ne bilsinler sözlüyü” diyerek içinizdeki hasedi ve fesadı dökeceğinizi biliyorum. Siz değil miydiniz düne gelinceye kadar “Ağaç yaş iken eğilir” diyen. İşte bende gelin bu çocukları büyümeden eğitelim, eğelim diyorum. 20 yıl boyunca görmedikleri sözlü mülakatı büyüdükten sonra gördüklerinde apışıp kalmasınlar. Şimdiden terlemenin yol ve yöntemlerini öğrensinler.

Benim amacım onları hayata, hayatın acı çehresini göstermek. Yoksa ben de bilirim sizin gibi çocuklara hayatı toz pembe göstermeyi. Üstelik sözlü mülakatlarda devlet ekonomik yönden kâra da geçecektir. Nasıl mı? Kayıt-kürek yok bu sınav sisteminde. Öyle devlet kılavuz yayımlayacak, soruları hazırlayacak ekip oluşturacak, hazırlanan sorular matbaaya gidecek, bastırıldıktan sonra kurye vasıtasıyla 81 il ve ilçelere dağıtılacak, bunları yaparken sayısız görevli görevlendireceksiniz. Kapılarda güvenlik görevlisi bulunduracaksınız. Sınavları yapmak için öğretmenleri okul okul gezdireceksiniz ve görev verdiğiniz her kişiye ücret ödeyeceksiniz… Buna bütçe mi dayanır? Siz bu devlet nasıl yönetiliyor hiç düşündünüz mü? Öyle bekara avrat boşamak kolaydır. Ben bu işleri daha iyi yaparım diye konuşacağınıza çıkarın üzerinizdeki elbiseyi, girin siyasete. Millete sizi beğenirse ülkeyi siz yönetirsiniz.

Biz yine sözlü mülakatlara gelelim. Gördüğünüz gibi daha küçük yaşta iken çocuklar sözlü olarak hayatı öğrenecekler, ona göre kendilerine çekidüzen verecekler. Bir de bu sistemde masraf yok, sadece komisyonda görev yapanlara ücret ödemesi yapılır, onu da ödemiyorum dersen hiç masrafsız sınav yapılmış olunur. Bunun için her il ve ilçede sınav komisyonları kurulur. Komisyonlara hayatı boyunca girdiği hiçbir sınavı kazanmamış adamları seçersin, onlar, kapalı zarf içerisinde hazırladıkları soruları kura ile çektirip çocuklarımızı sınav yaparlar. Burada sadece küçük kağıt ve zarf masrafı var gördüğünüz gibi. Sıfır maliyet denirse kağıt ve zarfın da kaldırılması gündeme gelebilir.

Burada 1,2 milyon öğrenci nasıl sözlüye alınacak denebilir? Tabii adamın sınavda gözü olmayınca sorar da sorar. Mübarekler! Okullar kapandıktan sonra iki ay boyunca milli eğitim personeli ne iş yapacak? İşte bunlardan bol miktarda komisyon oluşturulur, başlarına da il milli eğitimden bir müdür yardımcısı, yetmediyse birer şube müdürü koyarsın, olur biter. Yeter ki biz isteyelim, bu işler kolayca çözülür. Tabii sizin aklınıza yine hin oğlu hinlik gelecek. Komisyonlar adaletli not verecek mi diye. Sahi nereden geldi aklınıza bunlar? Unutma ki sen ne kadar adaletli isen bunlar da o kadar adaletli olur. Hasılı niyetinizi bozmazsanız bu işler tereyağından kıl çeker gibi halledilir. Sonra hangi bir sözlü mülakatta öngörülen başarı kriterinden şaşıldı. Bence insanlar niyetlerini düzeltmeleri gerekir.
Sözlü mülakatlara üç katı kişi çağrılır. Nereden bulacaklar üç katı çocuğu diye bir soru aklınıza gelebilir. Öğrenciler için üç katı çağrılmaz, sadece 8.sınıf olanlar girer dersin olur biter. İtirazlar olursa komisyon tekrar değerlendirir. Ki buna da hakkınız var bilesiniz.

Gördüğünüz gibi benim önerim hem masrafsız, hem maliyetsiz, hem ekonomik… Sözün özü haydin hep birlikte sözlü mülakat isteyelim! 19/09/2017

Kabe'de Bir Yabancı *

"Bugün Suudi Arabistan ve ABD dünyanın iki kutbu. Allah'a hamdolsun dünyayı birlikte yönetiyorlar, TRUMP ve Kral Selman’ın insanlık için atacağı adımlarda başarılı olmasını temenni ediyorum.” demiş. Kim demiş bunu? Milli gazetenin verdiği habere göre Kâbe imamı, Mescidi Haram ve Mescidi Nebevi İşleri Genel Başkanı Sudeysi.

Kimmiş bu adam diye bir göz attım. 12 yaşında hafız olmuş, 22 yaşında iken Kâbe’ye imam olmuş, ünlü hocalardan ders almış, okullarını takdirle bitirmiş biri. Gelebileceği en iyi yerlere gelmiş. Tipine baktım. Sarığı, cüppesi ve sakalı da var. Uzun yıllar Kâbe’de imamlık yaptığına göre okuduğu Kur’an ile insanları etkileyen biri olmalı.

Vücudu Kâbe’de bulunan bu zat beyni, zihni, aklı, fikri ve kalbiyle bir Amerikalı’dan daha Amerikan. Böyle hadsizliği inanın Trump yapmaz. Yenilir, yutulur cinsten bir açıklama değil bu yaptığı. Hezeyan yumurtlamış sadece… Bunun bu yaptığı açıklamayı bir öküze yaptırsan, bir ABD’liye yaptırsan inanın bu kadar potu bir arada kıramaz. Utanır, sıkılır, hayâ eder. Ben böyle bir açıklamanın parçası olamam der, basar istifayı.  

Düşünmeye başladım bu Kâbe’nin örtüsü niye siyah diye. Bunun gibi aklı evvel, ahmak insanların yediği herzeleri/pislikleri göstermesin diye mi siyah örtülüyor, düşünmeden edemedim. Bu adam gibilerinin elinden Müslümanlığı almak lazım. Zira bu din bu tiplerin elinde Müslümanları dünyaya rezil etmekten başka bir işe yaramaz. Bunu o makama getiren de Kralı. Al birini vur ötekini. Kendi ne ise öyle birini getirmiş oraya. Bu adamın inanç sorunu var bir defa. Diğer imamların fikri, zikri nedir, onu da sorgulamak lazım. Aklımıza mukayyet ol ya Rabbi! Haremeyn’in başkanlığı kime kalmış.

Oturup kalkalım, başımıza gelenler için başkasına kızmayı bırakalım. Bu dünyanın ve dinin önündeki en büyük engel İslam dünyasını ABD’ye peşkeş çeken bu zihniyetteki insanlardır. Kralını öveceğim diye boyundan büyük de laf etmiş üstelik. Allah vere de kralımızla birlikte yönetiyor dediği Trump kendisine şirk koşmasından dolayı cezalandırmasa. Aslında “Dünyayı kana bulayan ABD’nin finansmanı kralımız Selman” deseydi daha içten olurdu. Hiç sağda, solda düşman falan aramayalım, İslam ülkelerinin içindeki bu tip satılıklar yeter de artar bile. Hiç ABD’ye, İngiltere’ye falan kin bilemeyelim. Dünyada akan kanın müsebbibi bu beyinsiz Müslümanlardır. Herhalde Akif, “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım” diyerek bu tiplere işaret etmiş olmalı.

İslam dünyası bıraksın başka düşmanlarla uğraşmayı da önce içindeki irinlerden bir silkinse iyi olur. Müslümanlığın önündeki en büyük engel bedenen Doğulu, zihnen Batılı bu ahmaklarda. Belki bitmeyen felaketlerimiz bu beyinsizler yüzünden. Oturup kalkalım, önce bu zihniyetlerle mücadele ederek adam gibi adamlar yetiştirelim. Bu tipler yüzünden bizim, Müslümanlıktan önce insanlık sorunumuz var. Önce nitelikli insan yetiştirme üzerine yoğunlaşsak çok iyi olacak. Kişilikli insanlar yetiştirelim. Müslüman olmadan önce kişileri kişilik sınavından geçirelim. Bu geri zekalı, ABD’nin ajanı olsa bu kadar açık ve seçik konuşamaz. Biz oturup kalkalım şu kadar bağımsız İslam dünyası var havaları falan atmayalım.  Başta Suudi Arabistan olmak üzere çoğu İslam ülkesi, esaretin de ötesinde bir zillet hali yaşıyor. Bu şekilde satılık ağızlara ABD ve AB az bile yapıyor. Biz içimizdeki bu tipler yüzünden her şeye müstahakız.

Allah Müslümanlara feraset, basiret ve izan versin. Bu Müslüman görünümlü tiplerin şerrinden korusun. Hac ve umreye gidenler de bu beyinsizin arkasında namaz kılmasın. Baktılar ki bu  var. Gidip kendi başına kılsınlar namazlarını. 19/09/2017

* 23/09/2017 tarihinde Ladik Biz sitesinde ve 25/09/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün agzetesinde yayımlanmıştır.


18 Eylül 2017 Pazartesi

Gözlükler Yeniden Yüzü Kaplar Oldu

Bir zamanlar çerçevesi büyük siyah gözlükler vardı. Sonra  göz bebeğimizi kapatacak şekilde küçüldü küçüldü. Ağırlığı bir o kadar da hafifletildi. Neredeyse sadece cam kalmıştı gözümüzde. Her sektörde olduğu gibi gözlük sektörü de durmadan her yıla uygun yeni modeller sürdü piyasaya. Yeter ki yeni model olsun, piyasa ve pazar sorunu yok firmaların.

Bugünlerde yeni sürümler görüyorum gözlerde. Geçen gün otobüse bindim. Gözlüğü yüzünü kaplarcasına bir kız çocuğu bindi otobüse. Geçti arkadaşıyla birlikte karşıma oturdu. Kızın gözlüğü dikkatimi çekti. Her ne kadar gözlerimi indirsem de, sağa-sola baksam da, telefonumdan haberleri okusam da nereye geldim, ineceğim yeri geçip gitmeyeyim diye zaman zaman kafamı kaldırıp ineceğim yeri kontrol ettim. Her defasında kızın gözlüklerine takıldı gözüm. Göz göze gelmemen zaten mümkün değil. Sağ olsun ve eksik olmasınlar, belediyelerimizin yurtdışından alıp da kamu hizmetine sundukları araçlarda ters koltuk, karşılıklı koltuk olmazsa olmaz. Sanki Allah’ın emri! Hangi akla hizmetle bu tip araçları bir hizmet aracı olarak alıyorlar, bunu da anlamış değilim. Bugün dünyadaki sektörlerin hepsi müşteri memnuniyeti olacak, malımı satacağım diye müşterinin istediği şekilde ürün imal edip piyasaya sürüyor. Sanırım bizimler “Biz şöyle şöyle istiyoruz” diye bir talepte bulunmuyor, gidip gördüklerinden, ellerinde olandan seç-beğen getiriyorlar. Aslında çok beğeniyorlarsa böyle araçları, kendilerine makam aracı yapsalar, zaman zaman ters koltuklara da binseler fena olmaz diyeceğim ama şimdi konumuz bu değil.

Kızın gözündeki gözlüğü görünce “Bunlar bizim çocukluğumuzda taktığımız kaba, hantal, burnumuzun üstünü acıtan ve iz bırakan  gözlükler dedim içimden. İç bu. Durur mu? Ardından “Anasını boyayıp babasına satmışlar” dedim. Başka ne dedim? “Eskiye itibar olsaydı bitpazarına nur yağardı” dedim ama der demez de geri aldım sözümü. Zira nur yağmış ki bizim eski çerçeveler yeniden piyasaya çıkmış. Müşterisi de var maşallah! Allah eksik etmesin bu tüketicileri. Yoksa ne yapacaktı firmalar ellerinde ürettiği onca çeşit gözlüğü? Başka ne dedim? Onu da söyleyeyim: “Çerçeve beğenmek için gittiğimiz gözlükçü, ‘Devletin ödediği gözlük bu, işe yaramaz’ dediği, büyüklerin yakın gözlüğü olarak taktıkları gözlük bu” dedim. Yeter ki elime düşmeye, kendime iş bulmaya kalkayım. Bulurum evelallah! Gözlükçü böyle der demez elimizin tersiyle devletin ödediği çerçeveyi iter, öbürlerine bakarız. Çerçeveyi beğendikten sonra gözlükçü peşini bırakmaz, “Efendim cam numaranız büyük, haliyle camı da kalın olur, çirkin gösterir, üstelik ağır olur, en iyisi biz bu camı inceltelim” der. Ona da tamam dersin. Ardından “Efendim Güneşe veya ışığa karşı duyarlılığınız varsa şu özellikte bir cama ne dersiniz” sözünü de havada kaparız. İş gelir hesap yapmaya. İtalya’dan çuval çuval getirilen gözlüklerin bir tanesine bir çuval para bayılır, oradan ayrılırız. Neyse konumuz gözlükçüler değildi, biliyorsunuz.

Gelelim kıza…“Bu göz, bu burun, bu kafa, bu kulak bu çerçeveyi nasıl taşır dedim yine içimden. Neyse moda ise yapılacak bir şey yok. Firmalar malını pazarlayacak, biz de alacağız. Ama benim bir şansım var. Zamanında her çerçeve almak için gittiğim gözlükçü “Bunların modası geçti, bunlar şimdi kullanılmaz” dedikleri çerçeveler hala duruyor bende. “Emekli olunca ne iş yapacağım derdin Ramazan, al sana yeni bir meslek. Elimde bulunan, arşive kaldırdığım eski gözlükleri sermaye yaparak başlarım bu işe, gerisi Allah kerim.” dedim yine kendi kendime. Gözlüğü gördükçe ufkum açıldı, daha analitik düşünmeye başladım. “Her ne kadar yaşlansan da sende daha çok iş var Ramazan” dedim tabii yine içimden. Bakın ben bunları yazarken “Kendi kendine mi konuştun” diyebilirsiniz. Bilin ki kendi kendime konuşmadım, sadece içimden geçirdim.

İnmek için davrandığımda son kez bir daha bakayım dedim, gerçi bakmama gerek yok, istemesen de zaten bakacaksın, zira karşında, gözünün önünde. Bir de ne göreyim! Kızımızın kulağında değişik ebatlarda 4 tane küpe mi denir bilmem, metal gördüm. Vay o kulağa! Garibim ne kadar da çekiyordur bu metallerle dedim ve otobüsten indim.

Aradan birkaç gün geçti, şimdi kızı görsem tanımam ama gözlük gözümün önünde. Çok beğendiyseniz en yakın gözlükçünüze lütfen uğrayın. Bana bendekiler yeter… 18/09/2017

En iyi

-okul, kazandığın/gittiğin okuldur.
-bilgi, öğrenip kullandığın bilgidir.
-öğretmen, faydalanacağına inandığın öğretmendir.
-öğrenci, faydalı olacağına inandığın öğrencidir.
-iş; severek yaptığın, kendini verdiğin iştir.
-ev, içinde yaşadığın evdir.
-müdür, iletişimi iyi olan ve paylaşan müdürdür.
-çalışma, kalp huzuru duyduğun çalışmadır.
-evlat, elinden geleni yapan evlattır.
-eş, seni anlayan eştir.
-okul, evine en yakın okuldur.
-personel, elinde mevcut olandır.
-ibadet, kendini vererek yaptığındır.
-imkan, olanla yetinmektir.
-göz, güzel bakan gözdür.
-kulak, güzeli işitendir.
-ülke, yaşadığın ülkedir.
-mutluluk, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermektir.
-en iyi dil, kötü söz çıkmayan dildir.
-insan, mütevazı insandır.
-yorgan, ayağını kapatan yorgandır.
-öğrenci; düzenli-tertipli çalışandır.
-öğretmen, devamlı olan öğretmendir.
-siyasetçi, sorumluluğu paydaşlarına yayandır.
-siyasetçi, siyaseti tadında bırakandır.
-siyasetçi, istişareye önem verendir.
-sistem, sık sık değişmeyen sistemdir.
-kurum, kültürü olan kurumdur.
-çocuk, yarış atı görülmeyen çocuktur.
-kadın, modayı takip etmeyen kadındır.
-dünür, fazla bir şey istemeyen dünürdür.
-insan, başkasından beklentisi olmayan insandır.
-arkadaş, iyi-kötü gününde yanında olandır.
-muhabbet, üçüncü kişinin konuşulmadığı muhabbettir.
-göz, başkasının malında-mülkünde gözü olmayan gözdür.
-mide, hazm eden midedir.
-sosyal paylaşımcı, yediğini-içtiğini paylaşmayandır.
-lokanta, kendi ellerinle yaptığın evin mutfağıdır.
-gezi/tatil, kendisini beş yıldızlı otellere hspsetmeyen tatildir.
-yemek, acıktığın zaman yediğin yemektir.
-müdür, gücünü makamından almayan müdürdür.
-sofra, misafiri eksik olmayan sofradır.
-kişi, olanla yetinendir.
18.09.2017





17 Eylül 2017 Pazar

Çocuk Gördüğünü Öğrenir/Yaşar *

Hiçbir günümüz geçmiyor ki yeni bir olay olmasın ülkemizde. Her olay bir öncekine rahmet okutan cinsten. Her olayla bir şok geçiriyoruz. Bu şoku atlatmadan yeni bir şokla karşılaşıyoruz. Şoklanıyoruz durmadan. Vücut olarak her şeye hazırlıklıyız. Çünkü piştik iyice. Hukuk Fakültesi son sınıf bir öğrenci, sınavda gözetmen olarak görev yapan bir asistan tarafından kopya çekerken yakalanıyor. Kopya çeken öğrenci sınav sonrası kopyada kendisini yakalayan asistanın odasına giderek genç asistanı önce 10 yerinden bıçaklıyor, ardından babasının ruhsatlı tabancası ile 2 el ateş ediyor. (Önce ateş ettiği, ardından bıçakladığı da yazmakta bazı haber kaynaklarında) Maalesef asistan oracıkta vefat ediyor. 

Mezun olduğu takdirde bize adalet dağıtmak için karşımıza avukat, hakim ya da savcı olarak çıkacak olan bu zanlı, kopyanın suç olduğunu bal gibi biliyor olmalı. Çünkü kopyanın suç olduğunu ilkokul talebesi bile bilir. Haydi sınıfı geçmek için buna yeltendi diyelim. Kopyaya yeltenen kişi aynı zamanda yakalanabileceğini de hesaba katmalı değil mi? Ama gördüğümüz kadarıyla yakalanmayı ve sınıfta kalmayı göze alamıyor ve görevini yapan birini ortadan kaldırıyor. Bu yaptığıyla hem suçlu, hem de güçlü. Suçunu da güç gösterisi yaparak bastırıyor. 

Üç ay önce evlenen genç asistanın cenaze töreninde eşi, "Bunu söylemek benim haddime değil ama iyi bir hukukçu, iyi bir mühendis, iyi bir doktor değil; iyi bir insan olmaya çalışın" açıklamasını yapıyor.  Evet, okuduğumuz okulun en iyisi olalım, mesleğimizi en güzel şekilde icra edelim. Ama bunun da ötesinde ilk önce insan olalım demektir bu açıklama. Genç akademisyenin bu sözlerine ancak şapka çıkartılır. Çünkü çok doğru ve olması gereken bir söz. Hatta bu dünyada bizim hayat düsturumuz olmalı. Maalesef biz bunu çocuklarımıza veremiyoruz. Hak etmediğimiz bir şeyle sınıf geçmenin büyük bir suç olduğunu görmek istemiyoruz. Sonra da adaletimiz niçin böyle, ekonomimiz niçin böyle, eğitim niçin geri diyoruz.

Toplum olarak çok basite aldığımız kopya konusunu bizim bir iyice irdelememiz ve bu konuda toplumsal bir refleks geliştirmemiz gerekiyor. Sözlerime daha önce paylaştığım (http://www.anadoludabugun.com.tr/yazi/cocuk-gordugunu-ogrenir-yasar-3673) Prof. Dr. Necati Cemaloğlu’nun bir yazısı ile devam etmek istiyorum: “Amerika’da Stanford Üniversitesi’nde sınavlarda gözetmen bulunmaz. Öğrencilerden birisi gelir, öğretim üyesinden kâğıtları ve soruları alır, arkadaşlarına dağıtır ve hep birlikte sınav olurlar. En son kalan öğrencileri kâğıtları toplar ve öğretim üyesinin odasına gidip kâğıtları ve diğer sınav dokümanlarını teslim eder. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra yüksek ücretle ve saygın şirketlerde iş bulabilirler. Bu öğrenciler içerisinde kopya çeken olmaz mı? Zaman zaman kopya çekmeye teşebbüs eden öğrenciler olur. Diğer öğrenciler ona şöyle söyler: Hey sen… Kopya çekerek Stanford Üniversitesinin diplomasını almak için çaba sarf eden arkadaş. Bu dünyada seninle aynı diploma ile yaşamak istemiyorum. Sonuç, kopya çeken öğrenci üniversiteden atılır.

Bizde bu işler nasıl mı olur? 40 öğrencinin başında 2 gözetmen bekler. Gözetmenler kopya çektirmemeye özen gösterirler. (Şayet yakalarsa bedelini canıyla öder. R. Y.) Bazen öğrenciler topluca kopya çeker ve öğretmen, mühendis, hemşire olurlar. Sonra ne mi olur? Kopya çekerek öğretmen olana kendi çocuğunu verip, onu eğitmesini, kopya çekerek mühendis olanın yaptığı binanın depremde yıkılmamasını bekler…”

Bu menfur olayda dikkatimi çeken bir başka husus güvenlik sorunu… Bir öğrenci veya bir başka kişi cebinde bıçak ve silah olduğu halde bir üniversiteye nasıl girer? Ama söz konusu olan bizim üniversiteler ise özgürlük adına isteyen istediği şekilde girebiliyor. Girişlerde bildiğim kadarıyla geleni, gideni kontrol etmeyen özel güvenlik görevlisi oluyor. Üniversitelerin girişlerine kontrol ve güvenlik amaçlı niçin x-ray cihazı konmaz? Bu x-ray cihazları sadece havaalanı, adliye vb. yerlere mi konmalı? İçeride binlerce öğrenci ve yüzlerce öğretim görevlisinin olduğu üniversiteleri bu şekilde kimlere emanet ediyoruz? Bence güvenlik sorunumuz ve aldığımız tedbirlerimiz tekrar gözden geçirilmeli. Girişlerde öğretim görevlisinden, öğrenciye ve ziyaretçilere varıncaya kadar herkes bu cihazlardan geçmeli… Allah bizi beterinden saklasın!



Merkezi Sınavlar *

Malumunuz yaz boyunca derin bir uykuya dalan eğitim ve öğretim sezonu başladı. Başta etkili ve yetkili kişiler olmak üzere öğrencisi, öğretmeni, velisi eğitimle yatıp kalkıyoruz bugünlerde. Her eğitim ve öğretim döneminde olağan hale gelen çözülemeyen bildik sorunlarla 18 Eylül'de kervanı harekete geçirdik. Bu eğitim ve öğretim başında Sayın Cumhurbaşkanı yıllardır kanayan yaramız olan merkezi sınav sistem sınavlarından biri olan "TEOG kaldırılmalıdır" diyerek tartışmanın fitilini ateşledi. Zamanlaması manidar olan bu tartışma çok su götürür, bunu da zaman gösterecek.

Çocukluklarını yaşayamadan yarış atı haline getirdiğimiz çocuklarımızın beden ve zihin yönünden sağlıklı bireyler yetişmeleri için merkezi sınavlar kaldırılmalıdır. Bunda herkes hemfikir. Fakat farklı okul türlerinin olduğu günümüzde cazibe merkezi olan okullara öğrenci seçilmesi nasıl olacak? Zira bazı okul türlerine girmek için aşırı bir yığılma olacaktır.

Sınav bizim ülkemizde kötünün iyisi bir sistem olarak getirilmiştir. Halihazırda objektif kritere en yakın sınav sistemi gözükmektedir. Bakanlık, okul dışında para tuzağı olan özel ders, etüt vb. alternatif yerleri yok etmek için başta sınavların adını değiştirmek suretiyle her yolu denedi. Fakat okul dışına yönelme azalacağı yerde arttı. En yetkili kişinin beyanıyla TEOG da kalkacak. Tamam kaldırılsın. Yerine ne koyacağız? İsterseniz bir fıkra ile ne yapacağımızı ya da yapamayacağımızı görelim: "Çin'in iki ili arasına tren yolu yapmak için yetkililer fizibilite çalışması yaparken bunları gören köylüler, "Burada ne yapıyorsunuz" diye sorar. Görevliler, "Buraya tren yolu yapacağız" der. "Ne işe yarayacak" diye sorar köylüler. "Efendim 40 günde gidip geldiğiniz yolu bundan böyle 4 günde gidip geleceksiniz" cevabını verir yetkilinin biri. İyice meraklanan ve düşünceye dalan köylüler, "İyi de biz geriye kalan 36 günde ne iş yapacağız" diye cevap vermiş."

Fıkra burada biter. Köylüler, hayatlarını rahatlatan trene bindiler mi, yoksa eski yöntem gidecekleri yere yine kendi imkanlarıyla gittiler bilmiyorum. Zaten çok da önemli değil. Ama 'Geriye kalan 36 günde biz ne iş yapacağız' diyen köylülere ne cevap verdi. İşte burası muamma. Evet sevsek de, sevmesek de, eleştirsek de, yersek de takur-tukur işleyen bir sınav maratonumuz vardı. O da gittiğine/gideceğine göre sahi bu millet ne yapacak şimdi? Üstelik adı geçen TEOG 17 bin birinci çıkartarak başarısını ispatlamıştı. Gerçek başarıyı örten bir sınav sistemiydi. Yüksek yüksek alınan puanlarla çocuklar kendisini, veliler çocuğunu tanıyamadan YGS ve LYS'ye kadar gidiyordu. Neyse TEOG da tarih oldu/olacak artık.

TEOG yerine öğretmenlerin yaptığı sınavlar liseye girişte kriter olacaksa Allah'ınızı severseniz yapmayın bu işi. Gerekirse kur'a ile seçin öğrenciyi ama asla okul notlarını telaffuz etmeyin. Çünkü liseye girişte  yüzde 30 etkisi var diye notlar kaç yıldır şişiriliyordu. Tam hakkını veren bir öğretmen veli, öğrenci ve okul yönetimi tarafından tu kaka yapılır. Mevcut durumuyla öğrenci ve veli 97 puana bile razı değilken yüzde yüz katkısı olan bir yerleştirme için öğretmen yüzü döşeyecek. Yapmazsa eğer "Özel okullar, falan falan okul hep yüz veriyor, sizin bu notunuzla çocuğumuz Fen Lisesini kaçıracak, haksızlık bu" isyanları başlar. Bu durumda öğretmen sağ kalırsa eğer, evinin yolunu zor bulur.
"Sen de onu beğenmiyorsun, bunu beğenmiyorsun, çözümün ne o zaman" derseniz işin uzmanı değilim, sadece kanaatlerimi söyleyebilirim bu konuda.

Okul türleri ve farklılıkları devam edecekse sınavdan başka seçenek yok derim. Benim önerim tek sınav değil, çoklu sınavdır. Bunun için;
·         Okullara tam gün eğitim getirilmelidir. Dersi olsun-olmasın öğretmen tüm gün 09.00-16.00 arasında okulda olmalıdır.
·         Okullarda öğleye kadar ders işlenmelidir. Bunun için haftalık ders saatleri alabildiğine azaltılmalıdır. 13.00-14.00 arası istirahatını yaptıktan sonra öğrenci 14.00-16.00 arasında okulun planladığı etkinlik, aktivite, yarışma, sportif faaliyet, eksiklikleri tamamlayacak ilave ders ve etüde alınmalıdır. Okul ve okul dışında yapılan her türlü kursa izin verilmemelidir.
·         Öğretmenin özlük hakları, atama, terfi ve ödül işleri performans sistemine göre olmalıdır. Okulun hedeflediği başarıyı branş bazında yakalayan öğretmenin özlük hakları performansına göre ayarlanmalıdır.
·         Öğretmen sınav yapmamalıdır, not vermemelidir, dersini anlatıp gerekli rehberliği yapacaktır. Öğretmen sadece 5.ve 9.cu sınıflarda sınav yapmalıdır.
·         5 ve 9.sınıfı okuyan tüm öğrenciler Bakanlık tarafından yılsonunda seviye belirleme sınavına alınmalıdır. Seviyesine veya öğrenci ve veli isteğine göre bir okula kayıt yapan tüm öğrencilerin seviye belirleme sınav ortalaması öğretmenin en alt sınırıdır. 6.7.8. sınıflarda yılda iki defa olmak üzere yapılan merkezi sınavların ortalaması liseyi tercih etme puanı olmalıdır. 10.11.12. sınıflarda yine her yıl iki defa yapılan merkezi sınavların ortalaması üniversiteye girme ve diploma puanı olmalıdır.
·         Aldığı sınıfın seviyesini yukarıya çıkaran öğretmen maaş ve belge ile ödüllendirilirken altına düşüren öğretmenin maaşı aynı kalırken okulu değiştirilerek diğer okulda durumuna bakılmalıdır. Aynı başarısızlığı gösterdiği takdirde hizmetiçi eğitime tabi tutulmalıdır.
·         Öğretmene girdiği sınıflardaki başarı ve başarısızlığına göre müeyyide uygulanırken öğretmene de sorumluluğunu üstlenmeleri için veli ve öğrenciye de yaptırım hakkı verilmelidir.
Burada bir defa yapılan sınavlarda bile etüt, özel ders gibi ortamlara ihtiyaç duyulurken her yıl yapılacak merkezi sınavlar bu gibi yerleri daha da zorunlu hale getirir diye bir eleştiri getirilebilir. Devlet okul dışında takviye amaçlı alınan derslere karşı iyi tedbir almalıdır. Özel ders alan, etüt merkezine giden öğrenci velisine yüklü miktarda ceza verebilmelidir, öğrenciyi de açıktan okuyacak şekilde örgün eğitimin dışına çıkarabilir, özel ders veren kişilere yüklü para cezası ile birlikte öğretmenliğine son verebilir. Burada devlet denetim görevini iyi yapmalıdır. Verdiği cezalar caydırıcı olmalıdır, dokunanı yakmalıdır ki o yolun yolcusu olanlara ibret olsun.

Yazın amma da uzun olmuş derseniz, derim ki kelamı kibar değilim, bir diğeri de eğitim ve öğretim bizim kanayan yaramızdır. Öyle sayfalara sığmaz. İnşallah iyi bir neslin yetişmesi için en güzel yöntemi yetkililerimiz bulur temennisi ile yazımı noktalıyorum. 17/09/2017

* 20/09/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.