16 Ağustos 2017 Çarşamba

Neyini beğenmiyorsunuz 3+3, 3+3'ün?

Bugünlerde malumunuz toplu sözleşme görüşmeleri yapılıyor. Yetkili sendika hükümetin hesap kitap yaparak teklif ettiği 3+3, 3+3'ü "Bu teklife kapalıyız" diyerek reddetti. 21 Ağustos'a kadar görüşmeler devam edecek, çözüm bulup anlaşamazlarsa Kurul'a gidecek. Nihai karar orada verilecek.

Hükümet memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz derken memur kesimi, büyüyen ekonomiden payımıza düşeni alacağız, diyor. Geçen Aralık ayında bütçeye konan bu zam oranının neyini beğenmiyor memur anlamadım gitti. Hükümetin verdiği rakamı beğenmemek ayıp olur. Burada bir devlet yönetiliyor, devlet ciddiyeti var ortada. Zaten hükümetin sizi muhatap aldığı hata. Azı beğenmeyen çoğu bulamaz hiç. Bugün ortalama 3 bin lira alan bir memur ilk altı ay için verilen yüzde üç zam ile 90 lira alacak demektir bu. Yani her güne 3 lira zam yapılmış oluyor. İkinci ayı da hesaba katarsak epey bir yekûn tutar hattı zatında. Bunun bir de kümülatifini alırsak ortaya ne rakamlar çıkar. Ayrıca yarın hükümetten bir yetkili çıkar da 2000 öncesi memurun o günkü alım gücüyle bugünkünü karşılaştırır, geçmişe oranla daha fazla verdiğini ispatlarsa ne diyeceksiniz? Mesela o günkü maaşla kaç kilo toz şeker alınıyor, bugün ne kadar alınıyor? İşte o zaman memurun ağzına lafı tıkamış olur.

Bence bu memurlar da çok oluyor, çok şey istiyorlar. Hükümetten büyümüş ekonomimizdeki paylarına düşeni istiyorlar. Yarın hükümet, “Siz ekonomiden pay istiyor, benim verdiğimle yetinmiyorsunuz, Bu benim işime gelir, zira  biz kârdan istiyoruz diyorsunuz, kâra ortak olan zarara ve borca da ortak olur, gelin ilk önce cari açıktan başlayarak devletin yurtiçi ve yurtdışı borçlarını bitirelim. Size bundan sonra zam vermeyerek başlayalım işe. Hatta borçları ödemek için mevcut maaşınızdan biraz kesinti yapalım. Bu iş, devletin borcunu ödeyinceye kadar devam etsin. Seferberlik ilan ettim: Borcu kapatmadan yeme de yok, içme de… Borçlar bitmeden ölürseniz vereseleriniz ödeyecek şekilde bir planlama yapalım” dese ne yapacaksınız? Ya da hükümet “Siz misiniz verdiğimi beğenmeyen? Kendinizi bulunmaz Hint kumaşı olarak görmeyin, dışarıda milyonlarca alternatifiniz var, elimi sallasam ellisi birden gelir, üstelik aldığınız maaştan daha düşüğüne çalışacak yığınla insan var. Oturun oturduğunuz yerde. Pirince giderken eldeki bulgurdan da olmayın. Aba altından gösterdiğim bu sopayı da sizi koruma amaçlı olarak görün, bu iyiliğimi de unutmayın, bu daha iyi günleriniz, ben daha sizin o sığınağınız olan 657’yi de kaldıracağım, o zamana kadar böyle keyfinizi sürün bakalım” dese kim ne der?

Devlettir bir defa. Ne yapsa yeridir. O halde memurlar durumlarına razı olmalı, haddi aşmamalı, verilenle yetinmeli, böyle hesapsız istekleriyle hükümeti de oyalamamalı. 16/08/2017


15 Ağustos 2017 Salı

Memura Reva Görülen Zam Oranları *

Gündemde 2018-2019 memur maaş artışlarının görüşmeleri var. Yetkili sendika, masaya 10+6, 10+8 teklifiyle oturdu. Hükümet adına  adı geçen yıllar için memurlara verebileceği zam oranını ilgili bakan 3+3, 3+3 olarak açıkladı. İlgili sendikanın yetkili başkanı "Bu teklife kapalıyız" diyerek  tepki gösterdi. 21 Ağustos'a kadar görüşmelere devam edilecek. Hükümet teklifini yinelese de çıkabileceği oran ne yetkili sendikayı ne de memurları memnun edeceğe benziyor. Çünkü  perşembenin gelişi çarşambadan belli gayri.

Hükümet ile yetkili sendika zam oranında uzlaşamazlarsa Kamu Görevlileri Hakem Kurulu son noktayı koyuyor. Önceki yıllardaki işleyişine bakılırsa bu Kurul’un, hükümetin verdiği zam oranını aşması söz konusu değildir. Memur ne umarsa umsun, yetkili sendika ve diğer sendikalar  ne teklif ederlerse etsinler, sonunda imam bildiğini okuyor. Çünkü toplu sözleşmelerde top hep hükümettedir. Memur lehine sadra şifa bir durum ortaya çıkmıyor. Memur, “hakkımızı verin” derken, hükümet ise “anlıyorum ama olsa can feda” diyor. Hasılı memur bir yüzünü karartıyor, devletse iki yüzünü. Tencere-kapak misali yuvarlanıp gidiyoruz. Hemen hemen her alanda eli açık davranan hükümet nedense iş memurun maaşını artırma konusuna gelince bütçe durumunu öne sürüyor. Bu durum geçmişten bugüne genelde hiç değişmedi. Hükümetler, "Memurumuzu enflasyona ezdirmeyeceğiz."mantığını güder hep. Bu, “ Ne uzayacaksın ne de kısalacaksın” demektir.

Yetkili sendika hesap-kitap yaparak masaya oturuyor umutla. Ama hükümet kılı kırk yararak bütçe imkanlarını gösteriyor, 2,5 milyon memura yüzde bir versek bütçeye maliyeti şu kadar açıklaması yapılıyor. Madem ki dördüncüsü olan bu toplu görüşmelerde hep hükümetin dediği oluyor, o zaman bunun adına toplu sözleşme demenin bir alemi yok, masaya da oturmaya  gerek yok. Sonra bu işte yine bir anormallik var. Hükümet geçen aralık ayı bütçe görüşmelerinde önümüzdeki yıl memura vereceği zam oranını zaten bütçeye koyuyor. Bütçeye konan zam oranını izleyen yılın ağustos ayında pazarlık konusu yapmanın hiç gereği yok bence. Öyle günlerce tarafların hazırlanmasına, bir araya gelmeye, memurun beklenti içine girmesine hiç gerek yok. Hükümet, kafasındaki plana göre vereceğini versin, memurlar bir iki sızlansa da bir müddet sonra alışır bu zamma. Zaten yapacağı bir şey de yok. Beğenmeyen çeker gider. Zira dışarıda bekleyen alternatifi milyonlar var.

Enflasyonun çift haneli olduğu yıllarda hükümetlerin verdiği zamlar oran bakımından yüksekti, fakat verilen zamlar hayat pahalılığının içinde erir giderdi. Son hükümet geldiği andan itibaren enflasyonla mücadelede başarılı oldu, hatta tek haneli rakamlara indirdi bu canavarı. Memura fazla vermese de vatandaşın alım gücü artmıştı. Hükümetin 2018-2019 yılları için verdiği zam oranlarına bakılırsa hükümet hala enflasyonu tek hanelerde seyrediyor sanıyor. Halbuki geçen yıldan beri enflasyon çift haneli rakamlarda geziniyor. Bu durumu ev geçindiren, çarşı-pazara alışverişe giden insanımız daha iyi anlıyor. Çünkü yıllardır yerinde sayan, hatta gerileyen fiyatlar kıpırdamakla kalmadı, uçtu gitti neredeyse. Birileri bunu özellikle hükümete hatırlatmalı. Yine hükümet zam oranı verirken önümüzdeki sene enflasyon hedefine göre zam teklifi veriyor. Halbuki yaşanan hayat pahalılığı önümüzdeki yılın değil, bu yılın hayat pahalılığıdır. Enflasyonun düşmesine oranla fiyatların düşmesi de zamanla ortaya çıkar.

Memurlar da şunu bilmeli ki çok umutlanmayın, enflasyonun altında kaldık diye sızlanmayın. Bu ülkenin hükümetleri Refah-Yol hariç kolay kolay memura vermedi. Bu ülkede memur ne uzar ne de kısalır. Hükümetlerin parolası bu. Öte de bir şey beklemeyin. 15/08/2017

* 19/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

"Anamın son gelini"

Düğün  sezonu malum. Gelin arabalarının önü-arkası yazılarla dolu. İşte bir tanesi: "Anamın son gelini." diye yazmış biri.

Hep böyle derler. Düğün bittikten sonra ayakları yere basar. "Anamın son oğluydu" şekline döner. Çünkü oğlan elden gider. Zaten ne demişler: "Oğul kazanmak istiyorsan  kızını evlendir, kaybetmek istiyorsan oğlunu evlendir."

Evet, kız evden gitmiştir ama oğlan da elden gitmiştir. 13.08.2017

ÖSYM: "Öğrenciyi sevindirme/sevindirmeme yönetim merkezi"

15 dakika kuralıyla ciddi bir kurum olduğu imajını veren ÖSYM, yerleştirmede yeniden hesaplama yaparak yaptığı hesap hatasını düzeltti. Daha önce yerleştirdiğini 'pardon' diyerek kapı dışarı etti. Yerleştirmediğini yeniden yerleştirerek sevinen ve sevinmeyenlerin dengesini korudu. Önce sevindirdi sonra üzdü. Ardından tekrar üzdü, sonra sevindirdi.

Yaptığı bu yeni değerlendirme ile tekrar gündem olmayı başaran ÖSYM'yi tebrik eder, başarılarının devamını dilerim. Hata denirse yaptığı bu hata kadı kızında da olur. Ne kadar hata yaparsa yapsın, bir iyi yönün var. Hatasını hemen telafi ediyor, 15 dakika kuralı hariç...

Eksik olma ÖSYM! İyi ki varsın...

Madem yaptın yapacağını! Haydi bir iyilik daha yap. Açılımı, 'Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi' olan adını, 'Öğrenciyi Sevindirme/Sevindirmeme Yönetim Merkezi' olarak değiştir de tam olsun. İşte o zaman kimse eksiklik bulamaz sende. Ama ne yaparsan yap, 15 dakika kuralından hiç vazgeçme! 13.08.2017

Alametifarikam: Saçlarım

1994 
Görüntünün olası içeriği: 10 kişi, iç mekan
1990
Yandaki gördüğünüz fotom 1994 yılına ait. Yani 30'lu yıllarım. Saçların biraz daha seyrelmeye başladığı, yanlardaki saçların döküldüğü yıllar... Bu fotoğraftan, sanal alemdeki kapalı grupta eski öğrencilerimin:  "Bu hocayı tanıyan var mı" diye paylaştıkları zaman  bir vesileyle haberdar oldum.

Nereden nereye? İlkokula gitmemle beraber başkasının "Çilli" demesiyle yüzümü; boyalı, kınalı  denmesiyle saçımı tanıdım. Zaman zaman "Boyalı," "Kırmızı," "Sarı," "Turuncu," "Havuç kafa" dendi. Ben kendimi renk özürlü biliyordum. Farklı farklı tanımlamalardan bu özrün başkalarında da olduğunu gördüm. İsmimle değil de Allah Teala'nın "Sıbğatullah" boyasıyla boyadığı saçımın rengi ile zikredilmem özellikle küçüklüğümde zoruma giderdi. Çoğu zaman içime atar, üzülürdüm. Bazen de gözyaşı dökerdim ıssız, bucaksız köşelerde.

Tarak geçmez, sıkı, sert saçlarımdan berberler de nasibini aldı. Benim saçları keserken zorlanırlar, elleri yorulurdu. Her fanide olduğu gibi bendeki saçların dökülmeye ve seyrelmeye başlaması öyle zannediyorum, en fazla berberleri sevindirmiştir. Şimdilerde keserlerken fazla zorlanmıyorlar artık.

2016
Sağ yandaki 2016 model fotoma baktığınız zaman saçlardan eser kalmamış. Beni tanıyanlar, benden bir parça olan saçlarımla tanırdı. Askerde bile içtima yerini karıştıranlar benim sayemde yerlerinin tespitini yaparlardı.

Görüldüğü gibi ne turunculuk, ne havuçluk, ne  de kırmızılık kalmış. Alametifarikam olan saçlardan pek eser kalmamışa benziyor.

Ne gelirse O'ndan'dır. Dünkü boyamdan da razıyım. Bugünkü boyamdan da. Mühim olan huy güzelliği.

Bu arada 1994 yılında öğrencilerimin çektiği fotoğrafımda görünen kravat halen duruyor. Zaman zaman takarım. Olur ya belki merak edersiniz. 22/02/2016


13 Ağustos 2017 Pazar

Dama taşıyla oynar gibi oynuyor ÖSYM bizimle *

2017 yerleştirme sonuçlarını açıklamasının ardından iki gün sonra ÖSYM yeniden yerleştirme yaparak hata ve yanlış zincirlerine bir yenisini daha ekledi ve istatistiklerdeki yerini aldı. Bu açıdan zengin bir koleksiyona sahip. İleride bir brifing şeklinde açılışını yaparak hangi yılda hangi hataları yaptığını gösteren koleksiyonunu özel davetlilerine gösterirse iyi olur. Ki bunu fazlasıyla hak etti. Hatta bir müze açsa daha iyi olur. Zaten para sorunu da yok.

ÖSYM’in son düzeltmesiyle, 1110 adayın ilan edilen yeri değişmiş, daha önce herhangi bir programa yerleşemeyen 1628 aday yeni bir programa yerleştirilmiş, daha önce yerleştiği ilan edilen 1499 aday ise herhangi bir programa yerleşememiştir. Tabir yerindeyse dama taşıyla oynar gibi oynamış ÖSYM öğrencilerle. Sonu özürle biten bu düzeltme sonucunu değerlendirirsek sevinenlerin sayısında 129 kişilik bir artış söz konusu. Bu açıdan bakılırsa ÖSYM’nin hatasında müspet yön ağır basar. İster beğenin, ister beğenmeyin durum bu. Zaten ÖSYM övgü ve yergilere kapısı kapalıdır. Düzeltmesini yapar, yeteri kadar açıklamaya yer verir, sonra yapacağı diğer hatalara yoğunlaşmak üzere kabuğuna çekilir.

ÖSYM, hem sınav öncesi, hem sınav uygulaması, hem de sınav sonrası iş ve işleyişiyle hep gündemimizde maşallah!  Kah başarı sıralamasında hata yapıyor, kah soruların doğruluğu ve yanlışlığıyla, kah kopya skandallarıyla, kah sınav sorularını yayımlamamasıyla, kah yerleştirmede yaptıklarıyla tartışmaların odağı haline gelip zirveyi kimseye kaptırmıyor. Geçen seneden beri uyguladığı sınav öncesi 15 dakika kuralı ise binlerce öğrencinin o yıl sınava girememesine sebebiyet verdi. Çoğu kimsenin intizarını aldı, öbür dünyada öyle zannediyorum bilerek veya bilmeyerek yaptığı bu tasarruflarıyla sevap hanesi epey kabarık. Zira gelen dua ediyor onlara, giden duayı eksik etmiyor.

Hatadan dönmek ve hata yaptığını açıklamak bir erdemdir. Zira hatasız insan olmaz, insanlar da hata yapar, kurumlar da. Zira kurumlar da insanlardan oluşmaktadır. ÖSYM, öğrencinin yaptığı hatalarda acımasız davranabiliyor ve geri adım atmıyorken kendi yaptığı hatayı sessiz sedasız düzeltme yoluna gidiyor. Yıllardır hatasına hata ekleyerek her geçen yıl çıtasını yükselten ÖSYM’de işin garibi kimse bedel ödemiyor. Olan hep adaylara oluyor nedense. Ceremesini öğrenciler çekiyor. Nasıl 15 dakika kuralına takılan adaya, önümüzdeki sene sınava girmek üzere kendisine bir bardak soğuk su ikram edilirken ÖSYM’de de sorumluları kim ise kapının önüne konmalı, konmakla da kalınmamalı, hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmalı. Aldığı ceza kamuoyu ile paylaşılmalıdır.

Son yapılan hatada daha önce bir program kazandığı ilan edilen 1499 adaya ayıp edilmiştir. Hiç şık olmamıştır. Pekala, bunun için bir alternatif bulunabilirdi. Bu adaylar boş kontenjanlara kaydırılabilir veya kazandığı söylenen programın kontenjanı artırılabilirdi. Zira büyüklük budur.

Hasılı, hatasıyla sevabıyla bir yerleştirmenin daha sonuna gelindi. ÖSYM de bizim bir kurumumuzdur, onu göz bebeğimiz gibi korumalıyız. Zira yıpratılırsa kimsenin güveni kalmaz. Ama ÖSYM de burnundan kıl aldırmamayı bir tarafa bırakıp yaptığı hatalardan ders alma yoluna gitmelidir. Sonuçları bir an evvel açıklayacağım diye acele etmemeli, yoğurdu üfleyerek yemelidir. Nasıl ki sınavlarda görevlilerin yapacağı iş ve işleyişler dakika dakikasına bir kitapçık halinde veriliyorsa aynı kitapçığı ÖSYM, kendisine de çıkarmalı, bir sonucu açıklamadan önce yapıp yapmadıklarının bir güzel kontrolünü yapmalıdır. Her şeyden emin olduktan sonra düğmeye basıp sonuçları açıklamalıdır. 13/08/2017

 16/08/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu okullara yazık ediliyor

Açılışından bu yana İHL'ler inişli-çıkışlı bir seyir izledi. Gündemden hiç düşmedi, hep adından söz ettirdi. Bir kesim hep öcü gibi baktı, diğeri ise göklere çıkardı. Açıldı, kapandı, öğrenci sayısı azaldı-arttı, meslek liseleriyle birlikte önüne katsayı engeli kondu, budandı. Katsayının kalkması ve 4+4+4 ile birlikte hem okul açısından hem de öğrenci açısından zirve günlerini yaşıyor İHL'ler. Bunda hem vatandaşın talebi hem de yetkililerin teşvik ve tasvibi etkili olmuştur.

Zaman zaman bu okullara ve mezunlarına üvey evlat muamelesi yapıldı, zaman zaman da öz evlat  muamelesi gördü. Aslında her iki bakış açısı da sakattır bana göre. Aşırı nefret ve aşırı sevgi -sonuçları itibariyle- aynı kapıya çıkarır bizi.

İHL'ler tıpkı diğer okullar gibi bu ülkenin bir gerçeğidir. Düşüncemiz ne olursa olsun öncelikle bunu kabul etmemiz gerekir. Özellikle İHL'lere soğuk bakanlar, burun kıvıranlar İHL gerçeğini özümsemelidir. Zira İslam var olduğu müddetçe İHL'ler de olmalıdır ki din buralarda öğrenilebilsin. Dini buralarda öğrenme imkanı vermezsek doğuştan gelen din ve inanma ihtiyacını insanlar devletin gözetiminde değil, bu sefer merdiven altında öğrenme/öğretme yoluna gider. Bu okullara sıcak bakanların da “Bu okullar olmazsa olmaz, mutlaka her yerde olmalıdır, öğrencisi çoğalmalıdır” düşüncesinden kurtulmaları gerekir.

Her iki kutup da bu okulları normal seyrine bırakmalıdır. Amaç bu okul sayısını ve öğrenci mevcudunu artırmaktan ziyade buraların doğru dinin öğrenildiği, iyi bir temelin verildiği, akademik başarıyla ön plana çıkmış okullar olarak görülmesi lazım. Bu okullar herkesin kendisine doğru çektiği okullar olmaktan ziyade kalitesiyle konuşulan okullar olması için çaba sarf etmek gerekir. Kalite gelirse başarı gelir, başarı gelirse bu okullara teveccüh kendiliğinden ortaya çıkar. İhtiyaç var, vatandaş istiyor diyerek her bir yere bu türden okul açmak bu okullara yapılacak en büyük kötülük olur. Unutmayalım ki hiçbir kalite tesadüfi değildir. Önceliğimiz kaliteyi yükseltmek olmalıdır. Bugün beğenelim ya da beğenmeyelim Robert Koleji ve Galatasaray Lisesi sahasında tek olmak suretiyle zirveyi hiç bırakmıyor. Bizler İHL türünü artırmak istiyorsak bir ilde belli sayıda açarak önce kaliteyi yakalayıp ardından belli sayıda yeni okul açma yoluna gidilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde binası çok, öğrencisi bol ama kalite yakalanamamış okullar olursa hiç şaşırmayalım.

Şimdi 2017 TEOG birinci yerleştirmelerine göre bir il merkezinin okul türlerine göre taban ve tavan puanlarına bir göz atalım önce. Sonra söyleyeceğimizi söyleyelim.
Lise                                     
En düşük taban puan
En yüksek taban puan
Okul sayısı
Fen                                
490
495
3
Anadolu Liseleri                
414
487
21
Sosyal Bilimler                   
453

1
Mesleki ve Teknik              
55
367
22
Sağlık Meslek
400
404
2
İHL
131
481
25
Görüldüğü gibi Fen Liseleri zirveyi bırakmamış, hemen arkasından Anadolu Liseleri zirveye ortak olmuş, ardından Sosyal Bilimler geliyor, Mesleki ve Teknik Liseler bünyesinde olmasına rağmen Sağlık Meslekler 400 puanlarda yer bulabilmiş, diğer Mesleki ve Teknik Liseler  en altta kalmış, İHL’lerin bir tanesi zirveye ortak olmaya çalışırken diğer çoğu yerlerde sürünüyor. Tedbir alınmayıp bu şekilde giderse kalkıp dirilmesi mümkün değil. Katsayı adaletsizliğinden beter bir taban puan var karşımızda. 131 taban puanla öğrenci alan bir okulun YGS ve LYS’de Mesleki ve Teknik Liseler hariç diğer okul türleriyle yarışabilmesi mümkün değildir. Bakanlık ve yetkililer bu okullarda var olan kalite sorununa neşter vurmak için kolları sıvayarak 25 İHL’den 9 tanesini proje kapsamına almak suretiyle bu okullar 400 puanın üzerinde tutunabilmiştir. Haydi diyelim ki proje kapsamına alınan okullar diğer okullarla yarışa girerek akademik başarıya ortak olabildiler. Ya geriye kalan 16 okul ne olacak? Buradan mezun olan çocuklar diğer okullarla nasıl yarışacaklar? Nasıl üniversiteli olabilecekler? Mesleki ve Teknik Lise öğrencisi üniversiteyi kazanamasa da en azından sanayide ara eleman olarak iş bulma imkanı var. Ya İHL’den mezun olup üniversitede istediği bölüme yerleşemeyenler ne yapacaklar? Nerede istihdam edilecekler?

Bu konuda soruları çoğaltabiliriz. İHL’lerin sayılarının çoğalmasını isteyenlerin iyi niyetinden şüphem yok. Ama tabloda görüldüğü gibi bu iyi niyet iyi sonuç vermeyecek gibi görünüyor. Kimsenin iyi niyetini sorgulama imkanım yok ama bu okullara kötülük yapılıyor. İnşallah yanılmış olurum. 13/08/2017