30 Mayıs 2017 Salı

Kedi ve köpek olmaya özlem duyanlar!

Her birimizin hayatında hata ve yanlışlarımız vardır. İnsanoğlu hata ve yanlışlar yapar. Zira insan için “İnsanoğlu nisyan ile maluldür” deriz. Hiç hata yapmadım diyen biri burnundan kıl aldırmayan, kendine aşık bir tiptir. Çünkü hata yapmayan insan yoktur. Hata ve yanlışlar yapa yapa bir insan tecrübe kazanır. Tecrübeyi tarif ederken “Hayatta yenen kazıkların bileşkesidir” diye tarif edenlerimiz de vardır. Dilipak, tarihi 'bir milletin tecrübesi' olarak tarif eder.

Her birimizin geçmişinde hatırlamak istemediği, keşke yapmasaydım, bugün olsa yapmam dediği pişmanlıkları vardır. Hatta çoğumuz geçmişte yaptığımız bu hata ve yanlışları hatırlamamak üzere üzerine bir set çeker. Çünkü hatırladıkça yüzü kızarır, kendine kızar. Kimsenin de hatırlatmasını istemez. Fakat üzerine vazife olmayan veya başka bir hesap peşinde olanlar, kişilerin geçmişini didik didik inceler. Amacı rakibini alt etmektir, ona belden aşağıya vurmaktır. Dün, dünde kaldı demez, rakip bildiğinin itibarını sarsmak için onun hatırlamamak üzere çöpe attığı geçmişini ortaya döker. Çünkü “Eşrefi mahlukat” olma gibi bir niyeti yoktur. Kişinin geçmişini araştırarak rol kapmaya, rol çalmaya çalışır. Acaba, bu itibarlı kişinin itibarını nasıl düşürürüm, ipliğini  nasıl pazara çıkarırım, derdindedir. Bunun için de kedi ve köpek olmaya bile razıdır. Çünkü geçmiş defterleri, kişinin cemaziyel evvelini karıştırmayı Necip Fazıl, "Ben geçmişimi dürdüm, büktüm ve kaldırıp çöpe attım, bu çöpleri ise ancak kediler ve köpekler karıştırır!" diyerek bu tipleri çöpü karıştıran dört ayaklı kedi ve köpeğe benzetir. Böyleleri, yeter ki rakibini alt edebilsin, kendisinin ne olduğu önemli değildir. Çünkü çöpü karıştıran kedi ve köpek itibar kaybettiğinin farkında değildir. Çöplüğü öyle zannediyorum, saray mutfağı gibi sanır. Karıştırır karıştırır, ondan sonra o şekilde bırakır gider.

Geçmişi karıştırarak kişilerin itibarını sarsmaya, halkın gözünden düşürmeye çalışanların niyeti belli olmasına belli. Art niyetlidir bunlar, hesap peşindedir, dünyalık ukba kazanma niyetindedir, müflis tüccardır, çamura batmıştır. Başkasını da çamura çekmeye çalışmaktadır. Ama suç kedi ve köpek olmaya dünden razı bu tiplerin ortaya döktüklerinde mi sadece? Bizde hiç suç yok mu? Birinin geçmişini ortaya döken adam kendisini dinleyecek kamuoyu bulamazsa bir daha kişilerin geçmişini ortaya dökemez, onlara iftira atamaz. Çünkü müşteri bulamaz. Demek ki biz de bu işe çok teşniyiz ki böyleleri böyle haltları yapmaya, ortamı kokutmaya çalışıyor. Biz yüz vermez isek onlar yaya kalır, bir şeyi söyleyip söyleyeceklerine pişman olurlar. Bir daha da böyle haltlar işlemeye kalkışmazlar. 29/05/2017


İmsakta gösterdiğin hızı biraz da iftarda göstersen mübarek!

"Cemaat rahmet, tefrika ise azap" hadisi şerifini bilmeyenimiz yoktur. Buna rağmen birlik ve beraberlik içerisinde olacağımız yerde çoğu zaman her alanda ayrışırız birbirimizden. Ayrıldığımız noktalardan biri de ramazanın başlaması, imsakın girip girmediği konusu...vb konular demirbaş konularımızdandır. Her ramazan geldiğinde bu konular ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Bir ay boyunca oruçla birlikte sıcaklığını korur, ramazanın bitimiyle birlikte diğer ramazanda yeniden açılmak üzere buzdolabına kaldırılır. Bugüne kadar yekdiğerini ikna edeni de görmedim. Herkes "Benim fikrim, görüşüm en doğrusudur" havasındadır. Kimse bir "Acaba falanın görüşü de doğru olabilir mi?" diye bir arpa boyu birbirine yaklaşma yoluna gitmez.

Hilal göründü mü, görünmedi mi, oruç bugün mü yarın mı tartışmalarına pek kulak asmıyorum. Çünkü Türkiye'nin takip ettiği oruca başlama usulünün Suudi Arabistan'ın başını çektiği ülkelere göre daha doğru olduğuna inanıyorum. Bu yüzden Diyanetin orucu başlatmasıyla ibadetime başlıyor, onun bitirmesiyle de son noktayı koyuyorum. İmsak konusunda ise hem benim hem de çoğu vatandaşın kafası karışık. "Acaba Diyanetin imsak vakti mi, yoksa bir saat sonra imsakı başlatanlar mı doğru?" Bundan emin değilim. İçime sinmemesine rağmen birlik ve beraberliğimiz için imsak vakti konusunda da Diyanetin belirlediği imsak vaktinin esas alınmasının doğru olduğunu düşünüyor ve ona göre imsak vaktini başlatıyorum. Sabah namazı vaktinin girmeme ihtimaline karşın  imsakı bir saat sonra başlatanlara göre sabah namazını olabildiğince geciktirmeye çalışıyorum. Umarım en kısa zamanda tarafların ekranlarda doğruluklarını anlatmaya çalışmasından ziyade bir araya gelerek kapalı kapılar ardında bu meseleyi vuzuha kavuştururlar diye ümit ediyorum. Şimdilik bu sorunu sorun ediniyor değilim. Benim sorunum daha basit.

Mahalle imamım Diyanetin belirlediği imsak vaktinden üç-dört dakika daha önce ezan okumaya başlıyor. Daha vakit gelmeden okumaya başlayınca iki ayağımızı pabuca sokuyor, acaba saatlerimiz mi yanlış diye bu hengâmede evdeki saatleri kontrol etmeye başlıyoruz. Saatimiz doğru olmasına doğru. Hocamız ne olur ne olmaz diyerek ihtiyat olsun diye kendince bir çözüm bulmuş, bizi üç-dört dakika daha önce sofradan kaldırmayı prensip edinmiş anlaşılan. Belki de "Ben ezan dolayısıyla daha önce oruca başladım, yiyip durmayın, haydi sizde kalkın" demek istiyordur. Hızlı mı hızlı yani. Biraz homurdansak da hocamızın bir bildiği vardır diyerek sofradan kalkıp dişleri fırçalama yoluna gidiyoruz.  Suyunun suyu/ihtiyatın ihtiyatı gibi imsakın imsakını tutuyoruz anlayacağınız.

Gündüz orucumuzu tutup iftar vakti sofraya oturunca sabahki hızına yetişemediğimiz hocadan tık yok. Yine Diyanetin belirlediği iftar vakti gelmesine rağmen okumuyor mübarek! Bekliyor, niye bekliyor? Sanırım, ne olur ne olmaz deyip biraz geciktirmenin yoluna gidiyor. Acaba okuyor da ben mi duymuyorum diyerek pencereyi açıyorum, nihayet diğer camilerin görevlileri ezana başlayıp bitirdikten sonra bizimki lütfedip ezan okumaya başlıyor. Bu kadar ihtiyat fazla değil mi sayın hocam! Sabahki gösterdiğin hızı biraz da akşam göstersen, ne olur! Zaten bazılarına göre erken imsaka başlıyoruz. Peygamberimizin iftara acele edin dediği emrini niçin es geçiyoruz. Ne olur ne olmaz, erken okur da başım belaya girer diye düşünüyor ve saatine güvenmiyorsan bu kadar şüphe iyi değil bilesin. Yoksa senin de mi farklı imsakiyen var? Sen ihtiyatlısın. Bizim de senden kalır tarafımız yok. Biz de hem kolumuzdaki saate bakıyoruz, bir de senin okumanı bekleyerek işin sağlamasını yapıyoruz. Dert edindiğine bak! Sen de öbür imama uy diyebilirsiniz. Bizim ki de inat işte. Yine suyun suyu/ihtiyatın ihtiyatı gibi iftarın iftarını bekliyoruz anlayacağınız.

Bakalım hocamız mı pes edecek yoksa biz mi? Hani bu durumu görünce belediyenin iftar topunu özlemiyor değilim. Ya da merkezi ezanın sesini duymayı. Hiç olmazsa birlik oluyordu hem imsakımızda hem de iftarımızda. Neyse bütün derdimiz bu olsun…30/05/2017



Oruç ve miskinlik **

Yazımıza başlamadan isterseniz ilk önce miskin kelimesinin anlamına bir bakalım. Miskin, "Çok uyuşuk (kimse)" demektir. Rabbim günah yazmasın! Oruç dendi mi  nedense aklıma miskinlik gelir. Ne demek istediğimi ramazan geldiğinde oruç tutan bazı insanları gözlemleyince daha iyi anlarsınız. 

Oruç ister istemez insanda bir duraklamaya, yavaşlamaya neden olur. İnsanda her zaman ki gibi şen şakraklık olmaz. Bu da doğaldır. Zira saatlerce aç ve susuz kalma insanda bir efor düşüklüğüne sebebiyet verir. Burada değinmek istediğim tipler sayısı az olmayacak şekilde bir yekunu oluşturuyor. Oruç tutuyor tutmasına ama bir naz bir naz, bir afra bir tafra! Yüzünden düşen bin parça. Ya yüzü gülmüyor, ya da iş yapmıyor. İşi tamamen rölantiye alıyor. Ya Rabbi! Beni niye yarattın dercesine somurtup duruyor. Mazereti de hazır: "Oruç oruç gitmiyor, şimdi bu oruçta kim yapacak bu işi." gibi bahaneler peşi sıra gelir. Böylelerini görünce ister istemez "Acaba oruç tutmak sadece miskinlerin işi mi?" diye aklıma gelmiyor değil.

Oruç tutup işini aksatanların yanında bir de işinin ağır ve zorluğunu bahane ederek oruç tutmaya yanaşmayanlar var. Bunlar da kendilerince yine mazeretler yığınının arkasına sığınıyor: "Efendim! Oruç tuttuğumda sigara içemeyince çabuk sinirleniyor, insanların kalbini kırıyorum, bu yüzden tutmuyorum...Oruçta gece kalkınca uykumu alamıyorum, ertesi günü uykusuzluktan iş yapamıyorum...İşim çok zor, benim işim büro işi değil, bedenen çalışmam gerekiyor, açlık önemli değil ama çok susuyorum..."

Oruç tuttuğu halde yıllık iznini ramazan ayına denk getirip orucu uykuya tutturanlar da var. Bunlar da gece boyunca kaim, gündüz ise saim şeklinde kendilerine bir yol çiziyor.

İnsanoğlu yeter ki bir mazeret bulmak istesin. Mutlaka sığınacağı, kendini ikna edeceği gerekçeler veya çıkış yolu bulabiliyor. Hem oruç tutmayanların mazeretlerini hem de oruç tuttuğu halde işini türkü çağırarak yapan kimseler misali ihmal edenleri görünce "Bu orucu tutmak sadece işi-gücü olmayan, iş yapmak istemeyen miskinlerin işi mi demekten kendimi alamıyorum.

Zaman çok çabuk geçiyor. Daha dün gibi babalarımız orucun yaz mevsimine yani ekin-harman zamanına geldiği yıllarda bedenen çalışıyoruz diyerek orucu kırma yoluna gitmediler. Kendilerine göre bir mesai kavramı geliştirmişlerdi. Sahurdan sonra işe gidip öğleye kadar çalışıyorlar, sonra istirahate çekiliyorlardı. Oruç da tutuluyordu, işler de görülüyordu.

Peygamberimiz İslam tarihinde ölüm-kalım savaşı diyebileceğimiz Bedir Savaşını ramazan ayında iken yapmıştı. Savaş esnasında "Kılıç sallayacak,  ok ve mızrak atacaksınız, işiniz zor, oruç tutmayın" demedi bildiğim kadarıyla.

Hiçbir imtihan kolay değildir. Kişiye özel zorluk ve kolaylıkları vardır. Her zorluğun mükafatı da ona göre derecelendirilir. Bugün büroda iş yaparken oruç tutanın alacağı sevapla dışarıda Güneş'in altında bedenen çalışan insanın tuttuğu oruç ibadetinden dolayı alacağı sevap aynı değildir. Ayrıca Allah kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez. Herkesi farklı ortamlarda imtihan eder, kimsenin imtihanı da diğerine benzemez.

O halde bir işimizi yaparken diğerini ihmal etmeyelim, birini yaparken ötekini yıkmayalım. İşimizi savsaklamayalım. Oruç işimizi aksatmasın, işimiz de orucu. Unutmayalım ki herkes yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla kendi azığını doldurur. Yapmak istemediğimiz herhangi bir ibadete, bir işimize bulacağımız mazeret, kılıf kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Hiç bir sadra da şifa olmaz. İmtihanını kazananlara ne mutlu! 30/05/2017

** 02/06/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

"Bıktık şu İnna a'taynâ ve kulhü'den" *

Cemaatle kılınan namazlarda bazı imam-hatiplerimizin kolayına gelen ve dil alışkanlığı olarak çoğu zaman Kevser ve İhlas süresini okumalarından dolayı cami cemaatinden bazılarının şaka yollu "Bıktık şu İnna a'taynâ ve kulhü'den" demeleri aklıma geldi nedense bugünlerde.  

Teravih namazı kılmak için her sene gittiğim hatimle teravih kılınan cami yerine bu sene farklı bir camiye gittim, hem de iki defa. Hocamız yirmi rekatlık namazı 4+6+4+6 şeklinde kıldırdı. Her rekatında ise Fil süresinden başladı, Nas süresi ile bitirdi. Toplam on süre olan bu süreleri ilk on rekatta okumayı bitirince ikinci on rekatta yeniden Fil-Nas arasını okudu. “Ne var bunda? Yine neyi eleştireceksin, bir de iyi olanı gör, namazın olmuş zaten, Allah kabul etsin" diyebilirsiniz. Namazımız oldu olmasına. Hatta önceki yıllarda hatimle kıldığım namazlara göre erken bitmesi dolayısıyla ne yalan söyleyeyim, bu kıldığım namazlar bana çocuk oyuncağı gibi geldi. Ne zaman başladı, ne zaman bitti bilemedim. Niyetim farklı açıdan bakmaktır. Daha iyi olmasını istemektir.

Malumunuz Kur'an'da 114 süre vardır. Hepsi namazda okunabilir. Namazlarda halkımızın namaz süreleri dediği Fil ile Nas arası okunacak diye bir kaide yoktur. Diğer sürelerden de namaz olacak şekilde ayetler okunmasıdır benim isteğim. Hemen hocamız hafız değilse ne yapsın, diye aklınıza gelebilir. Doğru, hocamız hafız olmayabilir. Eskiye oranla birçok camide görev yapan imam ve hatiplerimizin içerisinde hafız olanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Pekâlâ, bu hocamız da hafız olabilir. Camilerde görev yapan din görevlilerinin mesaisi diğer çalışanlardan farklıdır. Mesaileri hem zor hem de çok kolaydır. Toplam icra ettikleri görev itibariyle günlük 2-3 saatlik bir mesai yapmaktadırlar. Namaz vakitlerinin birbirine yakınlığı hesaba katıldığında buralarda görev yapan kişilerin muhitinden uzaklaşabilmeleri mümkün değildir. Yani tüm günlerini görev yaptıkları alanda geçirmek zorundadır bu kişiler. Akşama kadar hem dolular hem de boşlar denebilir. Buralarda görev yapan arkadaşların Kur'an ile hemhal olmaları kadar doğal bir şey olamaz. Nice insanların fakültede okurken okulu dondurup hafız oldukları göz önüne alınırsa demek ki dert edinince oluyormuş bu işler. Üstelik günümüzde daha ortaokul talebesi olan birçok çocuğumuz hafız olmak için hem okul derslerini hem de hafızlık yapmayı bir arada yürütmektedir. Bu şekil hafız olanların sayısı da yine azımsanamayacak kadar çoktur. Haydi, hafız olmaya niyetleri yok, yaşları da geçti diyelim. Kendi tercihleridir, saygı duyarız. En azından namazda farklı ayetleri okumak için Kur'an'dan bazı bölümleri ezberleme yoluna gidebilirler. Arkasında namaz kılan cemaatin farklı ayet dinleme hakkı var diye düşünüyorum. Hele aynı akşam kılınan namazda on dakika ara ile aynı süreyi ikinci defa tilavet etmek bana pek şık gelmiyor. En azından her akşam bir defa Fil-Nas arası okuma, diğer on rekatta da başka ayetler tercih edilebilirdi. Gerçi biz ne söylersek söyleyelim, imam bildiğini okur. Haydi, okumadan geçtim. Niçin 6 rekat kılınıyor. Diyanet İşleri, içimizdeki Şafii Mezhebine mensup olanları da hesaba katarak teravihi her iki rekatta bir selam vermeyi tembihlemiş ise de haydi muhitimizde Şafii yok, o yüzden riayet etmiyoruz denebilir. Niçin dört değil de altı rekatta bir selam veriliyor? Sayın görevli burada kendi içinde tutarlı. Çünkü her dört rekatta bir selam verse 9.10.rekatta okuyacağı Felak ve Nas'tan sonra başa yani Fil süresine dönünce namaz mekruh olur kanaatini taşımış olsa gerek.

Son söz, ben bu kardeşimin yerinde olsam teravihin her bir rekatında farklı bir ayet okurum. Böylece günlük yirmi ayet ezberlemiş olur. 29 gün sonra 580 ayet eder. Kısa günün karı. Hem böylece Kur'an ayında Kur'an ile hemhal olmuş olur. Bu yöntemle 11 ramazan boyunca teravih kıldırmış olsa 11 yıl sonra zaten ister istemez hafız olmuş olur. 29.05.2017

* 31/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yaşlandım diyenlere...

Yaş ilerledikçe hastalıklar artıyor, sıkıntı-dert eksik olmuyor, araç sürme refleksi azalıyor, göz görmüyor, kulak duymuyor…vs. Ama üzülmeyin! Çünkü;

1.Toplu ulaşım araçları bedava artık. Tabii kimliğini gösterebilirsen
2.Küçükler toplu ulaşım araçlarında hemen kalkıp yer verirler.
3.Otobüse binemiyorsan yeni model ulaşım araçlarını bekleyebilirsin, sanki mesaiye mi yetişeceksin. Aracın birinden in, diğerine bin, hem zaman da geçirmiş olursun.
4.Koltuğa oturunca yanındaki gence soru sorup rahatsız etme. Zaten duymaz seni. Onun kulağında kulaklık vardır, müzik dinlemekte. Karşında oturana sormaya kalkarsan o da arkadaşı ile telefonda görüşme yapıyor, konuşmasının bitmesini bekleme! Bitirmez çünkü. Arkandaki ile konuşmaya kalkarsan o da mesaj yazıyor akıllı telefonuyla. Senin konuşmaya ihtiyacın olabilir ama onun sohbete karnı tok. Bir yerin ağrısa da, bir yeri soracaksan sorma. Gençlerin yaptığı zoruna gidiyorsa merkezi bir camiye git, bir cenazeye katıl.
5.Cenazeyi kabre koyduktan sonra sevenlerinin toprak atmak için yarıştıklarını görünce, yaş ne kadar ilerlese de, ağrı-sızı da olsa, oğlan, kız pek gelmese de sen yine yaşamaya devam et, göster kimliğini bin otobüse, tut evinin yolunu, yaşamaya devam et.

Her ne olursa olsun hayat yaşamaya değer… 29/05/2014

Ramazandaki manevi iklim niçin diğer aylarda yok?

Cumadan cumaya doluluk oranına ulaşan camilerimiz teravih dolayısıyla bir ay boyunca yine şenlenmeye devam edeceğe benziyor. Zira yediden yetmişe; kadını-erkeği, yaşlısı-genci camilerdeki yerini aldı ramazanın ilk gününden itibaren. Camilerimizin dolup taşması bir o kadar sevindirici iken bir o kadar da üzücü geldi bana. Neden mi?

Ramazan Müslüman’ı gibiyiz sanki. Nasıl ki belirli gün ve haftalar dolayısıyla bazı günleri daha bir yoğun kutlayıp daha sonra bir sonraki yıla kadar unuttuğumuz  gibi dini de ramazana hapsetmiş görünüyoruz. On bir ay boyunca uzak kaldığımız camilere akın ettik bu ramazan dolayısıyla. Zaman zaman acaba dini mi yaşamaya çalışıyoruz yoksa geleneği mi diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü ramazanda kılmak için akın ettiğimiz teravih bildiğim kadarıyla sünnet iken diğer beş vakit namaz farz. Üstelik farz namazları cemaatle eda etmek tek başına kılınana göre yirmi yedi derece daha fazla iken sünnet olan teravihe verdiğimiz önemi maalesef beş vakit namaza vermiyoruz gibi geldi bana. Anladığım kadarıyla sevapta da gözümüz yok. Aslında namazları farzdır, vaciptir, sünnettir diye bir tasnife tabi tutmayı uygun bulmuyorum. Zira namaz namazdır. Hepsi Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan birer ibadettir. Sünnet olan bir namaza atfettiğimiz önemi niçin diğer beş vakit namazlara göstermiyoruz? On bir ay boyunca camilerimize uyguladığımız ambargoyu niçin ramazanda deliyoruz? Niçin ramazanda namaza ve camilere gösterdiğimiz ilgi ve alakayı diğer on bir aya da yaymıyoruz? Yoksa bir ay boyunca aldığımız manevi iklim yeterli mi geliyor?  Eğer sünnet namaz ile farz namaz arasında bir ayırım yapmamız gerekiyorsa farz olan namazlara daha bir özen göstermemiz gerekmiyor mu? Bu konuda sorulabilecek soruları çoğaltabiliriz.  

Ne kadar soru sorarsak soralım, dini yaşantı konusunda garip bir ikilem yaşadığımız ortaya çıkmaktadır. Garip yaşantımızı açıklama konusunda TEPAV'ın yaptığı araştırmaya bir göz atalım. “Bu ülkede yaşayanları % 75’i kendini dindar görüyor, % 70’i oruç tutarken beş vakit namazını düzgün bir şekilde kılanların oranı ise % 42’ler civarında” kalıyor. Dikkat etmişseniz oruç tutanlar ile namaz kılanların arasında % 30’lar civarında bir uçurum var. Oruç ve namaz yine Allah’ın emrettiği iki fariza iken farzın birine gösterdiğimiz özeni diğerine göstermiyoruz. Acaba millet kendine kolay geleni mi seçiyor desek? Öyle değil. Çünkü namaz kılmaya göre oruç tutmak daha bir zor ibadet. Benim bu araştırma sonucundan anladığım vatandaşımızın tercihi dini bir yaşantıdan ziyade toplumda yaşayan geleneklere bir uyum şeklinde tezahür ettiği şeklindedir.

Yazımızdan diğer beş vakit namaza önem vermeyenlerin teravih kılmaması, yine namaz kılmayanların oruç da tutmamasını kastettiğim anlaşılmasın. Birini yapmayan diğerini de yapmasın demek istemiyorum. Sadece yaşantımızdaki çelişkiye dikkat çekmektir niyetim. Dikkat çekerken teravih namazı kılarak ve oruç tutarak nasıl ki şeytanın bacağını kırabiliyorsak bu bacak kırma işini sadece bir aya hapsetmeyelim, tüm bir yıla yayalım. Ramazanlık Müslüman olmayalım. Camilerimiz diğer on bir ay garip kalmasın. Ramazanda gösterdiğimiz toplumsal refleksi diğer aylara da yayalım.

Ramazanda gösterilen dini duyarlılık ve yaşantının diğer aylara niçin sirayet etmediği bilimsel inceleme ve araştırmaya muhtaçtır.  Acaba ramazandaki bu manevi iklimin "Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır." şeklinde Buhari ve Müslim’de rivayet edilen hadisle bir ilişkisi var mı? Bakarsın TEPAV bu konuda da bir araştırma yapar. 29/05/2017



28 Mayıs 2017 Pazar

Camileri mesken edinmiş güney müftüleri *

Cuma akşamı teravihe gitmek için evden çıktım. Nerede kılayım derken daha önce gitmediğim bir camiye yöneldim. Caminin alt kat dolu olduğu için üst kata çıktım. Ezanın okunmasına beş dakika vardı. İmam ramazanla ilgili vaaz veriyordu. Yanıma yirmi-yirmi beş yaşlarında bir genç oturdu. İmam vaazını noktalarken ezan da bitmişti bu arada. Yatsının ilk sünnetini kılmak için ayağa kalkmaya davrandığımda yanımdaki genç moralimi bozdu. Bugün size bu sinir edici hareketten bahsetmek istiyorum.

Namaza kalkarken yanımdaki genç bana doğru eğilerek “Bu şekil gömleği kıvırmak ve kısa kol ile namaz kılmak mekruh” dedi. ‘Ne demek istiyorsun? Başka işin yok mu senin, git işine’ dercesine elimle işaret ettim. Bana “Sen bilirsin, benden söylemesi” dedi. Bir daha da bana karışmadı. Birlikte yan yana namazımızı kıldık. Namaz arasında ceketini çıkardı gencimiz. Acaba kendi gömleğinin kollarını kıvırmış mı diye dikkat ettim. Gömleğinin kollarını kıvırmamıştı gencimiz. Benden başka gömleğinin kolunu kıvıran var mı diye safın sağına soluna ve arkaya göz attım. Aynı bölümde birlikte namaz kıldığımız kişilerin yarıdan fazlası gömleğinin kollarını ya benim gibi kıvırmış ya da kısa kollu idi. Garibim hangi birini düzeltecekti bir ramazan boyunca… Keşke düzeltmeye ilk önce kendinden başlasa. Çünkü tahiyyattan kalkarken elleriyle yere destek vererek kalkıyordu. Bildiğim kadarıyla bu şekil kalkış da mekruh olsa gerek. Ayrıca namaz takkesi diye başına giydiği takke de öyle zannediyorum “Made in Chine” yazılı idi.

Niyetim gencin hatasını aramak ve bulmak değil. Olay basit olmaya basit ama moral bozucu cinsten.  Bu türden kişilere zaman zaman camilerde rastlamak mümkün. Camilerde yaşlıların olur olmaz çoğu şeye karıştığını biliyordum da gençlerin rastladığına pek şahit olmamıştım.
***
Lisede okurken gittiğim caminin imamı namaza gelemeyeceği zaman namazı kıldırmam için bana tembih ederdi. Ben de ezanı okuduktan sonra elime sarığı-cübbeyi alır, sünnet kıldığım yere koyardım. Namaz kıldırmaya ehil birkaç kişi vardı camiye gelen. Onlardan biri gelirse sarığı-cübbeyi onlara teklif etmekti niyetim. Yine bir gün sarığı ve cübbeyi namaz kıldığım yere koydum, yaşlı bir amca geldi yanıma ve kendinden emin bir şekilde, “Bu sarığı ve cübbeyi giy. Çünkü bunlar yere konmaz” diyerek bu giysilerin önemine işaret etmişti. Yine bu tipler başı açık ve çorapsız namaz kıldığına karışırlar. Camide namaz harici bağdaş kurmana, küçük çocukların ön saflara durmasına, çocukların gülüşmelerine ve konuşmalarına da müdahale ederler. Çocuklar namaza gelmez olduğunda da “Çocuklar camiye gelmez oldu” serzenişinde bulunurlar.

İlk teravihe bismillah derken bana gömleğin kolunu kıvırmanın mekruh olduğunu söyleyen gencimiz başta olmak üzere camide kendince irşat görevinde bulunan kişilerin samimi olduklarından şüphem yok. Çoğu da iyi niyetli bunların. Fakat dinden bir kural gibi söyledikleri furuatın furuatı olsa gerek. Keşke şekle önem verdikleri kadar öze dair bir şey söyleseler. Sonra söyleyecekleri ortamı önce bir test etseler. TEPAV’ın yaptığı araştırmaya göre bu ülkenin yüzde 42’i düzenli bir şekilde beş vakit namazını kılıyormuş. Keşke bu tipler namaz kılanlarla uğraştıkları kadar namaza gelmeyen kişilere karşı bu uyarı görevlerini yapsalar. Şekle ve giysiye önem verdikleri kadar kıldığımız “Namaz bizi hayasızlık  ve kötülüklerden –niçin- arındırmıyor?” diye düşünüp bunun üzerine kafa yorsalar… Ayrıca kişileri düzeltmeden önce o kişileri iyi bir şekilde tanımalarında fayda var. Bu işlerde usul-metot ve zamanlama  önemli.

Ben camilerde olur-olmaz uyarı görevi yapan bu tiplere ‘Güney müftüleri’ diyorum. Üzerlerine vazife olmadığı halde olur olmaz her şeye karışırlar. Madem çok hevesliler, keşke düzeltme işine ilk önce camilerin ön saflarında boş yer olduğu halde en arkada duvara bitişik saf tutan kişilerden başlasalar. Zira camilerde en önemli sorun bunlar. Başkasının saflardaki boş yere geçmesini engelleyen problemli tiplerdir bunlar. 28/05/2017

* 29/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.