29 Mayıs 2017 Pazartesi

Yaşlandım diyenlere...

Yaş ilerledikçe hastalıklar artıyor, sıkıntı-dert eksik olmuyor, araç sürme refleksi azalıyor, göz görmüyor, kulak duymuyor…vs. Ama üzülmeyin! Çünkü;

1.Toplu ulaşım araçları bedava artık. Tabii kimliğini gösterebilirsen
2.Küçükler toplu ulaşım araçlarında hemen kalkıp yer verirler.
3.Otobüse binemiyorsan yeni model ulaşım araçlarını bekleyebilirsin, sanki mesaiye mi yetişeceksin. Aracın birinden in, diğerine bin, hem zaman da geçirmiş olursun.
4.Koltuğa oturunca yanındaki gence soru sorup rahatsız etme. Zaten duymaz seni. Onun kulağında kulaklık vardır, müzik dinlemekte. Karşında oturana sormaya kalkarsan o da arkadaşı ile telefonda görüşme yapıyor, konuşmasının bitmesini bekleme! Bitirmez çünkü. Arkandaki ile konuşmaya kalkarsan o da mesaj yazıyor akıllı telefonuyla. Senin konuşmaya ihtiyacın olabilir ama onun sohbete karnı tok. Bir yerin ağrısa da, bir yeri soracaksan sorma. Gençlerin yaptığı zoruna gidiyorsa merkezi bir camiye git, bir cenazeye katıl.
5.Cenazeyi kabre koyduktan sonra sevenlerinin toprak atmak için yarıştıklarını görünce, yaş ne kadar ilerlese de, ağrı-sızı da olsa, oğlan, kız pek gelmese de sen yine yaşamaya devam et, göster kimliğini bin otobüse, tut evinin yolunu, yaşamaya devam et.

Her ne olursa olsun hayat yaşamaya değer… 29/05/2014

Ramazandaki manevi iklim niçin diğer aylarda yok?

Cumadan cumaya doluluk oranına ulaşan camilerimiz teravih dolayısıyla bir ay boyunca yine şenlenmeye devam edeceğe benziyor. Zira yediden yetmişe; kadını-erkeği, yaşlısı-genci camilerdeki yerini aldı ramazanın ilk gününden itibaren. Camilerimizin dolup taşması bir o kadar sevindirici iken bir o kadar da üzücü geldi bana. Neden mi?

Ramazan Müslüman’ı gibiyiz sanki. Nasıl ki belirli gün ve haftalar dolayısıyla bazı günleri daha bir yoğun kutlayıp daha sonra bir sonraki yıla kadar unuttuğumuz  gibi dini de ramazana hapsetmiş görünüyoruz. On bir ay boyunca uzak kaldığımız camilere akın ettik bu ramazan dolayısıyla. Zaman zaman acaba dini mi yaşamaya çalışıyoruz yoksa geleneği mi diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü ramazanda kılmak için akın ettiğimiz teravih bildiğim kadarıyla sünnet iken diğer beş vakit namaz farz. Üstelik farz namazları cemaatle eda etmek tek başına kılınana göre yirmi yedi derece daha fazla iken sünnet olan teravihe verdiğimiz önemi maalesef beş vakit namaza vermiyoruz gibi geldi bana. Anladığım kadarıyla sevapta da gözümüz yok. Aslında namazları farzdır, vaciptir, sünnettir diye bir tasnife tabi tutmayı uygun bulmuyorum. Zira namaz namazdır. Hepsi Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan birer ibadettir. Sünnet olan bir namaza atfettiğimiz önemi niçin diğer beş vakit namazlara göstermiyoruz? On bir ay boyunca camilerimize uyguladığımız ambargoyu niçin ramazanda deliyoruz? Niçin ramazanda namaza ve camilere gösterdiğimiz ilgi ve alakayı diğer on bir aya da yaymıyoruz? Yoksa bir ay boyunca aldığımız manevi iklim yeterli mi geliyor?  Eğer sünnet namaz ile farz namaz arasında bir ayırım yapmamız gerekiyorsa farz olan namazlara daha bir özen göstermemiz gerekmiyor mu? Bu konuda sorulabilecek soruları çoğaltabiliriz.  

Ne kadar soru sorarsak soralım, dini yaşantı konusunda garip bir ikilem yaşadığımız ortaya çıkmaktadır. Garip yaşantımızı açıklama konusunda TEPAV'ın yaptığı araştırmaya bir göz atalım. “Bu ülkede yaşayanları % 75’i kendini dindar görüyor, % 70’i oruç tutarken beş vakit namazını düzgün bir şekilde kılanların oranı ise % 42’ler civarında” kalıyor. Dikkat etmişseniz oruç tutanlar ile namaz kılanların arasında % 30’lar civarında bir uçurum var. Oruç ve namaz yine Allah’ın emrettiği iki fariza iken farzın birine gösterdiğimiz özeni diğerine göstermiyoruz. Acaba millet kendine kolay geleni mi seçiyor desek? Öyle değil. Çünkü namaz kılmaya göre oruç tutmak daha bir zor ibadet. Benim bu araştırma sonucundan anladığım vatandaşımızın tercihi dini bir yaşantıdan ziyade toplumda yaşayan geleneklere bir uyum şeklinde tezahür ettiği şeklindedir.

Yazımızdan diğer beş vakit namaza önem vermeyenlerin teravih kılmaması, yine namaz kılmayanların oruç da tutmamasını kastettiğim anlaşılmasın. Birini yapmayan diğerini de yapmasın demek istemiyorum. Sadece yaşantımızdaki çelişkiye dikkat çekmektir niyetim. Dikkat çekerken teravih namazı kılarak ve oruç tutarak nasıl ki şeytanın bacağını kırabiliyorsak bu bacak kırma işini sadece bir aya hapsetmeyelim, tüm bir yıla yayalım. Ramazanlık Müslüman olmayalım. Camilerimiz diğer on bir ay garip kalmasın. Ramazanda gösterdiğimiz toplumsal refleksi diğer aylara da yayalım.

Ramazanda gösterilen dini duyarlılık ve yaşantının diğer aylara niçin sirayet etmediği bilimsel inceleme ve araştırmaya muhtaçtır.  Acaba ramazandaki bu manevi iklimin "Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır." şeklinde Buhari ve Müslim’de rivayet edilen hadisle bir ilişkisi var mı? Bakarsın TEPAV bu konuda da bir araştırma yapar. 29/05/2017



28 Mayıs 2017 Pazar

Camileri mesken edinmiş güney müftüleri *

Cuma akşamı teravihe gitmek için evden çıktım. Nerede kılayım derken daha önce gitmediğim bir camiye yöneldim. Caminin alt kat dolu olduğu için üst kata çıktım. Ezanın okunmasına beş dakika vardı. İmam ramazanla ilgili vaaz veriyordu. Yanıma yirmi-yirmi beş yaşlarında bir genç oturdu. İmam vaazını noktalarken ezan da bitmişti bu arada. Yatsının ilk sünnetini kılmak için ayağa kalkmaya davrandığımda yanımdaki genç moralimi bozdu. Bugün size bu sinir edici hareketten bahsetmek istiyorum.

Namaza kalkarken yanımdaki genç bana doğru eğilerek “Bu şekil gömleği kıvırmak ve kısa kol ile namaz kılmak mekruh” dedi. ‘Ne demek istiyorsun? Başka işin yok mu senin, git işine’ dercesine elimle işaret ettim. Bana “Sen bilirsin, benden söylemesi” dedi. Bir daha da bana karışmadı. Birlikte yan yana namazımızı kıldık. Namaz arasında ceketini çıkardı gencimiz. Acaba kendi gömleğinin kollarını kıvırmış mı diye dikkat ettim. Gömleğinin kollarını kıvırmamıştı gencimiz. Benden başka gömleğinin kolunu kıvıran var mı diye safın sağına soluna ve arkaya göz attım. Aynı bölümde birlikte namaz kıldığımız kişilerin yarıdan fazlası gömleğinin kollarını ya benim gibi kıvırmış ya da kısa kollu idi. Garibim hangi birini düzeltecekti bir ramazan boyunca… Keşke düzeltmeye ilk önce kendinden başlasa. Çünkü tahiyyattan kalkarken elleriyle yere destek vererek kalkıyordu. Bildiğim kadarıyla bu şekil kalkış da mekruh olsa gerek. Ayrıca namaz takkesi diye başına giydiği takke de öyle zannediyorum “Made in Chine” yazılı idi.

Niyetim gencin hatasını aramak ve bulmak değil. Olay basit olmaya basit ama moral bozucu cinsten.  Bu türden kişilere zaman zaman camilerde rastlamak mümkün. Camilerde yaşlıların olur olmaz çoğu şeye karıştığını biliyordum da gençlerin rastladığına pek şahit olmamıştım.
***
Lisede okurken gittiğim caminin imamı namaza gelemeyeceği zaman namazı kıldırmam için bana tembih ederdi. Ben de ezanı okuduktan sonra elime sarığı-cübbeyi alır, sünnet kıldığım yere koyardım. Namaz kıldırmaya ehil birkaç kişi vardı camiye gelen. Onlardan biri gelirse sarığı-cübbeyi onlara teklif etmekti niyetim. Yine bir gün sarığı ve cübbeyi namaz kıldığım yere koydum, yaşlı bir amca geldi yanıma ve kendinden emin bir şekilde, “Bu sarığı ve cübbeyi giy. Çünkü bunlar yere konmaz” diyerek bu giysilerin önemine işaret etmişti. Yine bu tipler başı açık ve çorapsız namaz kıldığına karışırlar. Camide namaz harici bağdaş kurmana, küçük çocukların ön saflara durmasına, çocukların gülüşmelerine ve konuşmalarına da müdahale ederler. Çocuklar namaza gelmez olduğunda da “Çocuklar camiye gelmez oldu” serzenişinde bulunurlar.

İlk teravihe bismillah derken bana gömleğin kolunu kıvırmanın mekruh olduğunu söyleyen gencimiz başta olmak üzere camide kendince irşat görevinde bulunan kişilerin samimi olduklarından şüphem yok. Çoğu da iyi niyetli bunların. Fakat dinden bir kural gibi söyledikleri furuatın furuatı olsa gerek. Keşke şekle önem verdikleri kadar öze dair bir şey söyleseler. Sonra söyleyecekleri ortamı önce bir test etseler. TEPAV’ın yaptığı araştırmaya göre bu ülkenin yüzde 42’i düzenli bir şekilde beş vakit namazını kılıyormuş. Keşke bu tipler namaz kılanlarla uğraştıkları kadar namaza gelmeyen kişilere karşı bu uyarı görevlerini yapsalar. Şekle ve giysiye önem verdikleri kadar kıldığımız “Namaz bizi hayasızlık  ve kötülüklerden –niçin- arındırmıyor?” diye düşünüp bunun üzerine kafa yorsalar… Ayrıca kişileri düzeltmeden önce o kişileri iyi bir şekilde tanımalarında fayda var. Bu işlerde usul-metot ve zamanlama  önemli.

Ben camilerde olur-olmaz uyarı görevi yapan bu tiplere ‘Güney müftüleri’ diyorum. Üzerlerine vazife olmadığı halde olur olmaz her şeye karışırlar. Madem çok hevesliler, keşke düzeltme işine ilk önce camilerin ön saflarında boş yer olduğu halde en arkada duvara bitişik saf tutan kişilerden başlasalar. Zira camilerde en önemli sorun bunlar. Başkasının saflardaki boş yere geçmesini engelleyen problemli tiplerdir bunlar. 28/05/2017

* 29/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

25 Mayıs 2017 Perşembe

"İlklerin okulu"

Her okulu diğer okullardan farklı kılan yönler vardır. Okullar da bu yönleriyle övünür durur. Şimdi size "İlklerin okulu" olmakla ön plana çıkmış bir okulun diğer okullardan farkını ortaya koymak istiyorum ki çalıştığınız okulda ufkunuz açılsın. Bu kıyağımı da unutmayın.
1.Öğretmenler kurulu toplantısında öğretmenin görüşüne pek yer verilmez, idare kendi planını önceden yapar, kuralları hızlı bir şekilde okur ya da söyler, ardından toplantıya son verilir. Yapılan kıvrak eğitim yerini uzun istirahate bırakır.
2. Her bir şube rehber öğretmeni aynı zamanda okulun yardımcısının yardımcısıdır. Okul her türlü işini sınıf öğretmenleri vasıtasıyla yapar.
·         Sınava gelmeyen öğrenci için dilekçeyi ders öğretmeni idareye değil, sınıf öğretmenine verir. Sınıf öğretmeni veliyi arar, öğrencinin sınava girmesini sağlar.
·         Kazanım değerlendirme sınavları parasını, okul katkı payını, okul kermesi için sınıfından toplanacak parayı...sınıf öğretmeni toplar.
·       Sürekli devamsızlık yapan öğrenciyi okul idaresine sınıf öğretmeni bildirir. Çünkü okul idaresi sürekli devamsızlık yapan öğrenciyi ilçeye bildirecektir.
·    Öğretmen kullanacağı fotokopi kağıdını evinden getirir, çekeceği fotokopiyi okul idaresinin verdiği şifre ile makineden çeker. Öğretmen fotokopi parasını ya sınıfından toplar, ya da cebinden öder.
3.Müdür yardımcısı girmesi gereken derse çoğu zaman girmez, öğrencileri okulun altını üstüne getirirken o ekranın başında kendini işine kaptırır.
4.Nöbetçi müdür yardımcısı, boş geçen dersler için öğretmen görevlendirmesi yapacağında gördüğü nöbetçi öğretmene "Boş musun" diye sorarak görevlendirmesini yapar.
5.Sabahleyin okula sadece nöbetçi olan idareci gelir. Diğerlerine ihtiyaç duyulmaz. Çünkü bu iş yetenek meselesidir. Beş kişinin yapacağını tek kişi halleder.
6.Nöbetçi müdür yardımcısı odasında pek durmaz. Çünkü durduğu zaman gelen taleplerin ardı arkası kesilmez.
7.Okulun açtığı takviye ve yetiştirme kursu için öğrencinin gelip gelmediğinin kontrolü yapılmaz, kursta görevli idareci odasından dışarı çıkmaz.
8. Öğretmenle istişare yapılmaz. Tüm işler A takımı ile yürütülür.
9. Okula yeni gelene hoş geldin denmez. Hoş geldin diyenin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
10.Okul iletişime kapalıdır. Derdi olan, içi dolan meramını okulun whatsapp grubuna boşaltır.
11.Öğretmenle daha çabuk haberleşmek amacıyla kurulan whatsapp çoğu zaman geyik muhabbetine döner, kırılan ve alınan tepki göstererek gruptan çıkar, birkaç gün sonra whatsapptan sorumlu idareci gruptan çıkan kişileri yeniden ekler, tekrar çıkanı tekrar ekler.
12.Personelden birinin hastalığı, bir yakınının vefatı ortak whatsapp grubundan biri tarafından haber verilirse veya okulun göğsünü kabartacak bir başarı paylaşılmışsa whatsapp “Geçmiş olsun, başınız sağ olsun, tebrikler…” ile dolar. Her bir kişi yazar, ilgili kişi de cevap verir. Kimsenin aklına özelden arayayım, ya da özelden mesaj yollayayım gelmez. Sen de bu durumda her gelen bildirime “Acaba önemli bir durum var mı” diye bakmak zorundasın.
13.Okulun yapacağı kazanım değerlendirme sınavları daha önceden planlanmaz, planlansa da öğretmenin haberi olmaz. Merak eden öğrencilerden haber alır.
14.Bazı idarecilerin yanına herhangi bir iş dolayısıyla vardığında kafasını kaldırıp “Ne istiyorsun, buyurun sayın hocam, hocam lütfen oturur musunuz” gibi kelimeleri duyamazsın. Sen ayakta durdukça onun egosu tavan yapar. Devir o devir değil ama utanmasa tek ayak üzerinde durduracak.
15.Dönem sonunda toplantıda söylendiği şekilde sınav analizi vermek için ilgili yardımcıya teslim etmek için gittiğinde “Bu ne hocam, bunu niye getirdin, bunu kim istedi, ben böyle bir şey istemedim…” sözlerini de duyarsan hiç garibine gitmesin.
16.Personeli nöbet tutup tutmadığını kontrol için dolaştığında çok resmi olur, asla selam vermez, kolay gelsin demez. Çünkü resmi bir iş icra ediyor. Ayrıca kolay gelsin dense belki personel şımarır. Öyle ya burada devlet yönetiliyor, devlet dediğin ciddiyet ister. Sonra öğretmen milletine çok güler yüz göstermemek gerekir.
17.Nöbetin esnasında tuvalete gitmen, öğrencinin sorduğu soruya cevap vermen, onun problemini çözmen, sınıfta ya da öğretmenler odasında oyalanabilirsin. Şayet tutanağa razı isen. Sonra tutanak her kişiye tutulmaz. Gücünün yettiği, dişini geçireceği kişiye tutulur.
18.Okulda herhangi bir duyuru yapılacağında teneffüs saati beklenmez. Duyuru duyurudur. Aynı anda tüm okul, “42 BSK … araç sahibi aracınızı bulunduğu yerden çekiniz.” şeklinde bir anonsla karşılaşır. Yöneticiliği yanında trafik polisinin görevi de yapılır.
19.Okulda etkinliğe ayrı bir önem verilir. Yapılan kermeslerde ve okula getirilen zıp zıplarda ders işlenmez.

İlklerin okulunu anlatmak bu kadarla sınırlı değildir. Bunu anlatmak için ne kelimeler ne de cümleler yeter. Say say bitmez. Ancak yaşayan bilir. 24/05/2017

Not:Hakkını yemeyelim. Görevini çok iyi yapan, güler yüz gösteren, odasına vardığın zaman çay ikram edeyim diyen, halini-hatırını soran idarecileri de var. Tabii bu tipler ilklerin okulu olmayı bozan aykırı tiplerdir.



23 Mayıs 2017 Salı

Oruca başlamak pazartesi sendromu gibidir *

Yapılan istatistiklere göre bu ülkenin yaklaşık yüzde yetmişi oruç tutuyormuş. Yüzde otuz oruç tutmayan az bir rakam değil. Daha fazla bekliyordum bu ülke insanının oruç tutma oranını. İsteyen tutar, isteyen tutmaz. Herkes kendi azığını hazırlar bu dünyada. Göğsümüzü gere gere "Bu ülke insanının yüzde doksan dokuzu Müslüman" deriz. Gönlüm, mazereti olmadığı halde oruç tutmayanların sayısının azalması. Umarım  oruç tutmayanların kahir ekseriyetinin oruç tutmamada önemli bir mazeretleri vardır. 

Malumunuz 27/05/2017 on bir ayın sultanı ramazanın ilk günü. Baştan söyleyeyim yaz dönemine gelen bu oruçları tutmak  zor mu zor olacak. Zira 16 saatten fazla oruçlu olacağız. Orucun bu zorluğu açlık ve susuzluk değil; psikolojiktir, bir sendromdur. Tıpkı çalışanların, öğrenci ve öğretmenlerin çoğunun  hafta sonu tatilinden sonra pazartesi günü işe veya okula gitmeden önce daha pazar günden başlayan pazartesi sendromu gibi. Bu tipler tatil rehavetinden sonra iş ve okula gitme sıkıntısı çekmektedir. Bu sıkıntı da beyinde başlayıp beyinde biten bir şeydir, rahata alışan vücudun hizaya gelmek istemeyişidir. Pazartesi günü gelip iş veya okula gidildiğinde bugünün de diğer günlerden bir gün olduğunu, okul veya işe gelmenin kıyametin sonu olmadığını anlamaları fazla uzun sürmez. Hemen haftanın ilk iş gününe uyum sağlarlar. Oruç da böyledir. On bir ay boyunca yediği önünde yemediği arkasında olan, istediği zaman yiyen, istediği zaman içen, ağzı sürekli açık olan bir insanın yemeden, içmeden kesilmesi ve şehevi arzulardan belirli saat uzak kalması, nefsin-vücudun kolay kabul edebileceği bir şey değildir. Nefis, "Sıcaklar bastıracak, işlerin ve derslerin tam yoğun olduğu zaman, üstelik hayat memat meselesi olan sınavın da var, dersine-işine kendini tam veremezsin, açlık önemli değil de ya susuzluk. Haydi, bunları da geç; sigara içiyorsun, nasıl tahammül edeceksin o kadar saat içmemeye? Üstelik vücudun da zayıf, sen nasıl dayanacaksın tüm gün boyunca? Eğer illaki tutmak istiyorsan kışın kısa günlerde tut bari…" şeklinde dürtmeye başlayacak. İnsana sağından yaklaşacak, olmadı soluna geçecek, sonra damarlarındaki kanın dolaştığı gibi içine girecek. İnsana iyi niyetle yaklaşan bu fısıltılar  insanı yoldan çıkarmayı hedeflemektedir. Yeter ki insanoğlu nefsinin emrine dinlemiş olsun. Zaten onun sözünü bir defa dinledi mi arkası gelir. Hele işlerin yoğun, kışın kısa günlerde kaza edersin sözü yabana atılacak gibi değil. Allah’ın günü mü biter. Tamamen insanı ikna etmeye dönük mazeretler. Bir defa esir aldı mı arkası gelir durmadan. Çünkü nefsin görevidir. Yusuf peygamberin dediği gibi “Nefis, kötülüğü emreder,” durmadan.

Öğrenci, öğretmen ve çalışanların çoğu, pazartesi sendromu yaşıyorlarsa oruç tutmak isteyenlerin ekseriyeti de orucun ilk günü hatta günler öncesinden başlayan oruç sendromu yaşarlar. İlk gün nefsinin esiri olmayıp orucunu tutan arkasını getirir ve tüm bir ayı oruçlu geçirir. İlk günden sonra vücut alışmaya başlıyor. Akşam olunca da açlığı ve susuzluğu çok çekmediğinin farkına varır. Orucun korktuğu kadar zor olmadığını görür, boşu boşuna sıkıntı etmişim demeye başlar. Sorun, orucun zorluğundan ziyade beyni, vücudu oruç tutmaya hazır etmektir, işi beyinde bitirmektir. Orucu beyninde bitiremeyenler kolay kolay oruç tutamazlar, tutsalar da oruç, kendilerine dağ gibi görünmeye devam eder. Bu durum anlamadığı dersi zor diyen öğrencinin durumuna benzer. Anlamam dedikçe o dersten uzak durur. Anlamak için dersin üstüne üstüne giderse zor dediği dersin çok da zor olmadığını kısa zamanda anlamış olur. Hasılı, oruçtan korkmayalım, işi beyinde bitirmeye çalışalım, nefse dizginleri kaptırmayalım, hele daha sonra kaza edersin kandırmacasına aldanmayalım.

Haydi, nefsimize galebe çalamadık, onun emrine girdik diyelim. Nasıl ki borç yiyen kesesinden yiyorsa oruç tutmayan da hanesine yazdıracağı sevaptan feragat eder. Dinin oruç tutmayabilirler diye mazeret olarak saydığı gerekçenin dışında oruç tutmak istemeyenlerden istediğimiz; Allah’ın bildiğini kuldan saklasınlar, toplum içinde oruçlu gibi görünsünler. Yiyip içeceklerse gözden ırak bir ortamda yesinler içsinler. Herhalde çok zor bir şey istemiyoruz.

Herkese hayırlı ramazanlar! 22/05/2017

* 27/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




22 Mayıs 2017 Pazartesi

Halkın yeni dönemden bekledikleri *

16 Nisan itibariyle Türkiye, yıllardır uyguladığı parlamenter sistemini bırakarak partili cumhurbaşkanlığı seçimi için evet dedi. Her ne kadar sistem değişikliği tamamen 2019 seçimlerinden sonra yürürlüğe girecek olsa da Cumhurbaşkanının partisine üye olması ve genel başkan seçilmesiyle birlikte şimdiden yeni sisteme girmiş sayılır ülke.

Yeni sistem ülkeye ne getirir ne götürür? Zamanla hep beraber göreceğiz. Yeni sistemi isteyenler parlamenter sistemdeki aksaklıklara işaret ediyor, cumhurbaşkanlığı sisteminin daha iyi olacağını ifade ediyorlardı. Sistem değişikliğinin ülkenin yararına olacağı inancıyla halkımız isteyenlerin muradına olacak şekilde bu yeni sisteme geçit vererek görevini yaptı. Şimdi sırada yeni sistemi isteyen ve uygulayacak olanlardan halkın beklentileri var. Birlik-beraberlik ve toplumsal barış ortamının sağlanması için halkın beklentilerine cevap verilmesinde fayda vardır. Nedir o beklentiler?

1.PKK, DAEŞ, FETÖ gibi ülkemize kasteden, bağımsızlığımıza göz diken ve çok canlar yakan terör örgütlerini yok etmek için devletin kalıcı tedbir ve uygulamalara yer vermesi,
2.Üretime dayalı bir ekonomiye geçilmesi, piyasada ekonomik canlanmanın sağlanması, ekonominin sağlam temellere dayandırılması, 
3.Kamuya personel, öğretmen ve idareci alımında ahbap-çavuş görüntüsü veren sözlü mülakat uygulamasından vazgeçilmesi, yerine objektif ve ölçülebilir merkezi sınav sisteminin yürürlüğe konması, sınavı geçen adayların kim ve neci olduğunu araştırmak için güvenlik soruşturmasına yer verilmesi, güvenlik soruşturmasından temiz çıkan adayların göreve başladıktan sonra görevini ihmal edip etmediğinin denetlenmesi,
4.Suçluyla mücadele ederken suçlu-suçsuz ayrımının iyi yapılması, bu konuda hata yapılmaması; masumların zan, iftira vb töhmet altında kalmaması ve mağduriyete uğramaması için görev yapanların kazı çalışması yapan bir arkeolog hassasiyeti içerisinde olması,
5.Adalet mekanizmamızın hızlı işlemesi, verilen ceza ve salıvermelerde kamu vicdanının  "Adalet yerini buldu" diyecek şekilde rahatlatılması, sapla-samanın iyi ayırt edilmesi, adalet duygusunun sulandırılmaması, tuzun kokutulmaması,
6.Kamuda azami tasarruf bilincinin sağlanması; karşılama, izzet ve ikramlarda israftan kaçınılması, kamu malının yetim malı olduğu bilincinin olması,
7.Eğitim ve öğretime bir neşter vurulması, ders saatlerinin ve ders çeşitlerinin azaltılması, öğrenci ve velinin okul ortamı dışında kurs, etüt, özel derslere ihtiyaç duymamasının sağlanması, eğitim ve öğretimde tam gün yasasının çıkarılması, öğretmene performans sisteminin getirilmesi, sınav odaklı bir başarı kriterinden süreç odaklı bir sürece geçilmesi, ölçülebilir kriterlerle öğrencinin sınıfta kalması; eğitim ve öğretimde, öğretime verilen not kadar davranışa da not verecek bir sistem uygulamasına geçilmesi, 
8.Milli Eğitimde sık yönetmelik değişikliğinden vazgeçilmesi, çok yönlü düşünülerek çıkarılan yönetmeliğin daha uygulamaya geçmeden değiştirilme yoluna gidilmemesi, özellikle idareci atama yönetmeliğinin sezonluk değiştirilmemesi, liyakat ve ehliyete dayalı sistemin getirilerek zamana, zemine, kişilere göre değişiklik yoluna gidilmemesi,
9.Kamu adına verilen ihalelerde ve yönetici atamalarında ihalenin hep belli kişi ve zümreye ait kişilerde kalmayacak şekilde bir sistemin getirilmesi,
10.Dış politikada mesafe alabilmek için diklenmeden dik durmanın yanında kazan kazan politikasının benimsenmesi, ilişkilerde diplomatik dilin kullanılması,
11.Farklı görüşlere tahammül edilmesi, istişareye önem verilmesi…
Gördüğüm kadarıyla halkın beklentisi  bayâ çokmuş… Bir oy verdi ya, ister de ister! Neyse atalarımız ne demiş: “İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara.”

Yeni sistemin ülkenin yararına ve halkın isteklerine cevap verecek şekilde hayırlı olmasını temenni ediyorum.  22/05/2017

* 24/05/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Konya düğünlerine dair

-Konya düğünlerine en fazla sevinenlerin züccaciyeciler  olduğunu, 
-Düğünde hediye olarak gelen mutfak eşyası ile bir zuccaciye dükkanı açilabildiğini, 
-Züccaciye dükkanı açamayanların gelen borcam, tepsi, çaydanlık vs eşyayı çatıya koyduğunu,
-Çatıya konan eşyanın ambalajı açılmadan başka bir düğüne hediye olarak götürüldüğünü,
-Düğüne gelen eşyanın yazıldığını,
-Yemeklerin ortak yendiğini,
-Yemek yiyenlerin arkasında yemek yemek icin ayakta sıra beklendiğini,
-Yemede asl olanın karın doyurma değil göz doyurma olduğunu,
-Yemeğin genelde yetmediğini, 

-Düğünden önce ne zaman pilav yiyeceğiz dendiğini,
-Yemekte pilavın ne kadar etli olduğuna bakıldığını,
-Düğün sahibinin ecel terleri döktüğünü, 
-Büyük konvoyların oluştuğunu, büyük tehlike saçtığını, ölümüne araba kullanıldığını, korna sesleriyle insanların rahatsız edildiğini, kırmızı ışıklarda geçildigini, damat arabasinin önünün kesildigini... vs

biliyor muydunuz? 22.05.2014