6 Mayıs 2017 Cumartesi

Aytaç Açıkalın'ın 2012 konferansından notlar

2012 yılının Mayıs ayının sanırım 3'ü idi. Konya Ticaret Odasında 14.00-17.00 saatleri arası Konya merkezde görev yapan okul Müdürlerine yönelik bir konferans düzenlenmişti. Katılım zorunlu idi. Oldum olası zorunlu katılımlardan pek hazzetmedim. Konuşmacı da ismini ilk defa duyduğum Aytaç AÇIKALIN idi. İmza sirküsünü imzalar, az oyalanır. Sonra ayrılırım dedim içimden.

Protokol gereği kısa selamlama konuşmalarından sonra konuşmasını yapmak üzere mikrofon misafire verildi. İlk defa gördüğüm kişi yaşlı biriydi. Konuşmasına başlarken 17.00'ye kadar buradayız dedi. İşte cinsin biri. Üç saatlik bir konferans olur mu, sonra çekilir mi dedim yine içimden. Geçinenlere niçin geciktiklerini sordu. Yağmurdan dolayı geciktik diyenlere, "Buraya daha önce gelenlerin üzerine yağmur yağmadı tabii," dedi.

Elinde mikrofon koca salonun bir orasına, bir burasına koşuyordu o benim ihtiyar dediğim kişi. Altına 2012 yazdığı sunusunu bir önden bir arkadan okutuyordu katılımcılara. Her okutacağı kişinin yanına kadar gidip eline mikrofonu uzatıyordu. Yaptığı pek konferansa benzemiyordu. Düpedüz ders işliyordu o zamanlarda 77 yaşlarında olan bu ihtiyar delikanlı. Kimin yanına ne zaman geleceği, kime ne soracağı belli olmayınca uyumak isteyen veya yanındaki kişilerle sohbet etmek niyetinde olanların da gözünü açtı. Konuştukça herkesin gözü fal taşı gibi açıldı. Hep dikkat kesildik. Çünkü yeni ve ilginç şeyler söylüyordu. Deli-dolu bir adam görüntüsü veriyordu. İşte tam adamımı buldum. Bırakın üç saati saatlerce gözümü kırpmadan dinlerim ben bu adamı dedim. Elimde süs olsun diye getirdiğim ajandamı açtım notlar almak için. 

Bizde yıllar öncesinde yediğimiz bir yemek için tadı damağımda kaldı deriz. Bende de onun konuşması iz bıraktı. Zaman zaman onun konuşmalarını başka yerlerde onu referans göstererek sattım.  Konferansın akabinde ondan aldığım notları facebook sayfamda kesik kesik paylaşmışım. Dün "Tarihte Bugün" bildirimi ekranıma düştü. Bir göz attım neler paylaşmışım diye. Hemen benim efsane adamım çıktı karşıma. Aradan beş yıl geçmiş. Tekrar o konferans ve Aytaç hocam gözümün önüne geldi. Şimdi size onun 2012 konferansından aldığım notları paylaşmak istiyorum:
*68 kuşağı devrimci idi, şimdiki kuşak; kulağında küpesi, vücudunun her yerinde dövmesi, özentili bir kuşak. Şimdiki kuşakla mücadele edilmez, çok uğraşmak gerekir.
*Okul kapısındaki çift başlı kartal olmalıdır. Müdür, sol tarafıyla geçmişi sağlıklı değerlendirmeli, sağ tarafıyla da geleceğe güvenle bakmalıdır.
*İnsanın ağzından, kulağından giren çıkar: Küfredenlerin her biri küfrü not alarak, dershaneye giderek öğrenmediler. Hepsi arkadaşlarından öğrendiler, unutmuyorlar da.
*3 sihirli kelimeyi sürekli kullan:
-Teşekkür ederim
-Lütfen
-Özür dilerim
3 zehirli kelime:
-Zeka
-Yetenek
-Kapasite
(Zekası, yetenek ve kapasitesi yeterli değil şeklinde)
Nobel ödülünü alanların hiç biri üstün zekalı kişiler değildir.
*Doktor ameliyat yaparken yakınlarını içeriye almaz. Okullardan veli çıkmıyor. Kendi işinize velileri niçin bu kadar karıştırıyorsunuz. Çocuğunun durumunu öğrenmek için okula gelen bir veliye çocuğuyla ilgili dert yanan öğretmene annesi, "Evde de şunları şunları yapar hiç memnun değilim," demiş. Öğretmen veliye , "Evdeki yaptıkları sizin meseleniz," deyince kadın, "Okuldaki yaptıkları da sizin meseleniz," demiş.
*Müdürün yaptığı toplantının başı ve sonu belli olmalıdır.
*Eskiden karakterli insan sayısı çoktu; çocuktan bit çıkar, psikolojisi bozulmazdı; Çanakkale'de ölüme giderken hiçbirinin psikolojisi bozulmadı. Sahte rapor veren doktor olmaz, binası çürük mühendis bulunmazdı.
*Benim haksız sizin haklı olabileceğinizi kabule hazır olmak bilimsel yaklaşımdır.
* Her koyun kendi bacağından asılır, biz birbirimizin bacağını asılırız.
*Milli Eğitim Müdürlüğü yaparken her gün arayıp okuluyla ilgili şikayette bulunan müdürü makamıma çağırdım, “İstifa et.” dedim. “Efendim ben suistimal yapmıyorum,” dedi.  Müdüre “Sen beni suistimal ediyorsun,” dedim.
*Sunacaklarımın (Söyleyeceklerimin) yarısı yanlıştır. Ama hangi yarısının yanlış olduğunu bilmiyorum.
*Okullarda önce öğretmen zilini, sonra öğrenci zilini çalmalı.
*Elinde ajandası olmayanın müdürlüğü tartışmalıdır.
*Essah müdür, gözünü ve gönlünü okuluna verendir.
*Bundan iyisi can sağlığıdır diyenin müdürlüğü bitmiştir.
*Müzik dinlemeli, şiir okumalı.
*Müdürlük müstakil olmalı, onların okuttuğu dersten hayır gelmez.
*Müdür rutin ve lüzumsuz işler yapmaz; süt taşımaz.
*Müdür cep telefonuna sahip olabilendir.

Konferansı verdiğinde eğitim sistemimiz 8 yıllık kesintisiz eğitimdi. 4+4+4 sistemi gündemdeydi. Kendisine yeni sistem sorulmuştu. Yeni sistemin nasıl olacağını bilmiyorum. Ama hangisinin daha iyi olduğunu anlamak için size bir fıkrayla cevap vereyim. “Adama iki tane içki şişesi getirmişler. “Beyefendi! Tadına bakıp hangisinin iyi olduğunu söyler misin” demişler. Adam, ilk şişeden içer içmez eliyle diğer şişeyi gösterir; bu daha iyi,” demiş. Adama, “Daha bunun tadına bakmadın,” demişler. Adam: Hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olamaz,” cevabı vermiş.

Milli Eğitim Müdürü olarak atandığı zaman şoför kendisini almaya gelmiş, “Nereye bineceğimi bilmiyorum. Şoför bana arka sağ kapıyı açtı. Halbuki, benim için arabanın en iyi yeri şoför mahalli idi,” dedi. Gülüştük.
***

Hocamız halen yaşıyor. Emekli oldum diye köşesine çekilmiş değil. Bilgi, birikim ve tecrübelerini Türkiye’nin her tarafını gezerek  paylaşmaya devam ediyor. Ufku çok geniş birisi. 40 yaşından sonra Milli Eğitim’deki idari görevleri bırakarak üniversiteye geçmiş. Hayatı da ilginç gerçekten. 

Şimdi 82 yaşında olmalı. Allah ona sağlıklı ve hayırlı uzun ömürler versin. Bu ülke insanının ondan öğreneceği çok şey var. Bu vesileyle hocamızı hayırla yadetmiş oldum. Allah sayılarını artırsın.  06/05/2017
                               



Bir siyasi etiğimiz olmalı

Seçim sathı mailine girildi. Siyaset yapamıyoruz, biliyorsun. Ama herkes konuşuyor, biz de birkaç kelam edelim dedik. Zira kambersiz düğün olmaz...
Hiç bir konuda bir araya gelemeyen ve bir konuda anlaşamayan siyasilerimiz şu evrensel değerlerde bir araya gelmeli, ortak açıklama yapmalı.
1.Adalet; bana göre sana göre değil, herkese adalet. Şeriatın kestiği parmak acıtmamalı...)
2.Doğru sözlü olmak. İçi dışı bir olmak. İnanmadığını söylememek.
3.Bürokraside liyakat.
4.Birbirine empati yapmak, birbirini dinlemek, anlamaya çalışmak.
5.Seçim esnasında partinin ve milletvekili adaylarının, aday adaylığı ve adaylık döneminde nereye, ne kadar harcadıkları para miktarı açıklanmalı. (Vekil adaylarının aday adaylığı ve adaylık döneminde harcadığı/yaptığı masraf, 4 yıl yapacağı vekillikte alacağı maaş toplamı kadar ya da daha fazla. Kepçe ile dağıtılan bu harcamanın dönütü ne olacaktır? Bunun siyaseti ne kadar düzgün ve temiz olur varın siz düşünün. Eğer siyaset bu şekilde yapılacaksa düzgün gönderdiklerimizin ne kadar düzgün kaldıklarını ve kalabileceklerini irdelemek gerek.)
6.Partiler ve vekil adayları, iktidara geldiklerinde ne yapacaklarını vadetmeden önce seçim öncesi; kendilerine kimlerin, ne kadar yardım yaptıklarını açıklamalılar.
7.Adaylar ve partileri seçimden sonra iktidar -muhalefet olduklarında kimlerle çalışacaklarını seçimden önce belirleyip ilan etmeliler.
8.Seçim propagandası yapılırken çevre ve görüntü, ses kirliliğine özen gösterilmeli, miting yapılmamalı.  Tv, medya ve sanal alemde propaganda yapılmalı, illa miting yapılacaksa insanları ve şehri rahatsız etmeyecek şekilde şehir dışında yapılmalı. Ya da kapalı yerlerde yapılmalı... 06/05/2015


Kraldan çok kralcılara dikkat! *

Birbirini yakından tanıyan ve birbirine karşı sevgi, dostluk ve anlayış gösterenlerden…bir işte bulunanlardan her biri” diye tarif edilir arkadaş. Dost ise; “Sevilen ve güvenilen yakın arkadaş, sıkı fıkı görüşülen kimse, gönüldeş. Aralarında iyi ilişki bulunan, iyi geçinen” kişidir. “Güvenebileceğimiz, sırtımızı dayadığımız ve bizi arkadan vurmayacak kişidir” arkadaş ve dost. Her türlü derdimizi, sıkıntımızı paylaştığımız, yediğimiz ve içtiğimiz ayrı gitmeyen kişi, sırdaş. İyi günde kötü günde her daim yanımızda gördüğümüz kişi.

Eski Türkler savaşırken sırtını bir ağaca, taşa ve veya kayaya vererek ok atma yoluna giderlermiş. Bu sırt dayanan  taş kelimesi arka ile birleşerek arka-taş, sonradan arkadaş şeklini almıştır.  Gördüğümüz gibi arkadaş kelimesi derin anlamlar içermektedir. Karşılıklı fedakarlıklar üzerine kurulur. Fikir ve ideal birliği vardır. Arkadaş ve dostlar birbirinin hatırını güderler. Hatta “Dost için çiğ tavuk yenir” şeklinde bir atasözümüz de vardır. Öyle dost ve arkadaşlar vardır ki, zamanla kardeşin bile önüne geçer. Birlikte aynı yola başvururlar, ölümüne giderler. Birliktelikleri o noktaya varır ki aralarından su sızmaz. Birbirlerine en önemli makamları altın tepsi içinde sunarlar. Çünkü dostlukları diğerkâmlık üzerine kuruludur. Bu durum dostları sevindirirken rakiplerini de üzer. Öyle bir zaman gelir ki bazen arkadaş ve dostlukların arasına isteyerek veya istemeyerek kara kediler, kırgınlıklar ve incinmeler girer. Yolları, idealleri aynı olmasına rağmen metotta ayrılıklar ortaya çıkar. Böylesi durumlar gerçek arkadaş ve dost için büyük bir sınavdır aslında. Rakiplerin arayıp da bulamadığı bir ortamdır.

Sınavı ilk zamanlarda iyi götürürler. Kırgınlıklarını pek belli etmezler. İş davaya zarar vermesin, dostluğa halel getirmesin diye bağırlarına taş basarak kendi kabuğuna çekilir. Zaman her şeyin ilacıdır diye düşünür. Bu sefer kendini kraldan fazla kralcı addeden silahşörler pardon kalemşör ve yorumcular çıkar. "Çıkıp konuşmuyor, görüşünü açıklamıyor, davasına ihanet ediyor, susması ikrarındandır. Bak hiç çalışmalara katılıyor mu? Davet edildiği halde gelmedi. Birilerinin adayı olacak, eski arkadaşlarına rakip olacak. Nankör bu. Bugünkü elde ettiği makamı kime borçlu olduğunu bir düşünsün. Arkadaşı olmadan bir hiç. Çıksın karşısına da boyunun ölçüsünü alsın..." gibi tahrik edici yazılar, yorumlar yaparlar. Güya bunu inandıkları davaya hizmet ettiklerini sanarak yapıyorlar. Bu tiplerin yaptığı kaş yapayım derken göz çıkarmaktır. Birilerine, bak ben seni ölümüne destekliyorum mesajı vermektir. 

Bu tipler olayları basit ve yüzeysel düşünen kişilerdir. Kırgınlığı basit bir şey gördükleri gibi. Halbuki kırgınlık ve incinme vücudun yaralanmasından beterdir. Kolay kolay geçmez. Sonra insan dostuna kırılır, bir başkasına değil. Bu silahşörler araya girmese dostlar bir müddet sonra birbirlerinin gönlünü alır, yanlış anlaşılma varsa vüzuha kavuşturur. Onları bir müddet kendi haline bırakıp kendilerini dinleme fırsatı vermek gerekir. Birileri üzerlerine vazife olmayan işgüzarlığı bırakıp eğer bir iyilik yapmak istiyorlarsa en iyisi gölge etmemeleri de. Yok, biz mutlaka bir iyilik yapacağız diyorlarsa iki dargın insanı barıştırmada ne yapılması gerekiyorsa onu yapmalıdırlar. Onların arasını bulmak için gerekirse yalan söyleme yoluna gitmelidirler. İyilikte araya nifak ve fitne sokma yoktur. İyilik sırtını birine dayayarak diğerine vurmak değildir.

Son söz de kırgın olanlara! Davanızda samimi iseniz, birbirinizi dost ve arkadaş kabul ediyorsanız aranıza bir başkasının girmesine imkan vermeyin. Haydi, girdiler diyelim. Size düşen onların ağzının payını verip susturmaktır. Sizin vazifeniz değildir demelidir. Dostluk sadece bir arada iken birbirini savunmak, taltif etmek değildir. Küs ve dargın olduğun zaman ona laf söyletmemektir. Birbirinizin cenazesinde de olsa bir araya gelebilmektir. Kırgınlıkları rafa kaldırmaktır. Böylece aradaki buzları eritmiş olursunuz. Susarsanız gönül yarasını derinleştirirsiniz. Unutmayın ki bir yerde suç ve suçlu varsa hiçbir suç tek taraflı olmaz. İki tarafın da suçu vardır. Sadece oranları farklıdır. Bunun çözüm yolu da basın yoluyla mesaj ve beyanat vermek değildir. İletişim yolunu açık tutmaktır. Aradaki parazitlere söz söyleme fırsatı vermemektir. 05/05/2017


* 10/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bir Öküz Gördüm Bu Gece

Bugün Farabi tarafında yıllarca karşılaşmadığım öküzümü gördüm. Maşallah hiç değişmemiş. Bıraktığım gibi. Sadece bakımdan olsa gerek biraz daha semirmiş. Kesilse eti iyi çıkar diyeceğim ama bunun eti öküzün yenmeyen cinsinden.

İçinizden bu adam hayvanları da karıştırdı. Öküzle hayvanı bilmiyor. Bugün Farabi tarafında görülen bir defa öküz değil, domuz idi diyeceksiniz. Sizin  Farabi Hastanesine dalan domuz haberini ve videosunu da az önce izledim. Yaban domuzu güpegündüz hastanenin camını kırarak aciline dalmış, sonra açık kapıdan çıkıp gitmiş. Belediye ekipleri tarafından takip edilen domuz bir okulun bahçesinde yakalanarak hayvan barınağına götürülmüş, bir diğer habere göre öldürülmüş. Korku dolu anlar yaşayan muhit sakinleri öyle zannediyorum domuzun etkisiz hale getirilmesinden dolayı rahat bir nefes almışlardır.

Size teessüf ederim bir defa. Benim dediğim hayvan yabani domuz değil. Öncelikle burada anlaşalım. Domuz, Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor olmalı. Adı üzerinde bize yabancı. Ne etini yeriz, ne besleriz, ne de satarız. En azından bunu biz böyle biliyoruz. İnşallah birileri Müslüman mahallesinde eti yenen hayvan diye bize domuzu yedirmiyordur. Olur mu olur. Çünkü burası Türkiye. Birkaç gün öncesinde de Meram Boruktolu taraflarında görülmüş bir domuz daha. Umarım aynı domuzdur. Eğer aynısı değilse iş daha vahim. Şehri domuzlar basarsa şaşırmayalım bundan sonra. İçimden acaba, diyorum, bu kör şeytan hep aklıma kötü şeyler getiriyor, yoksa şehrimizde bir domuz çiftliği var da oradan mı kaçıyorlar.?Dedim ya, insanın içi kötü olunca akla neler geliyor neler!

Bu domuz meselesi epey su götürür ya, biz bekleyelim, bakalım ardından ne Çapanoğlu çıkacak? Biz gelelim sadede. Tekrar söyleyeyim, benim gördüğüm bir öküzdü. Bu öküz aramızda yıllardır medeni bir şekilde dolaşıyor. İnsanlara gülücükler dağıtıyor, samimi olduğu imajını vermeye çalışıyor, bizim yediğimizden yiyor, içtiğimizden içiyor.  İşinin de ehli bir defa: Tetikçidir. Domuz gibi insanlara çarpıp yaralamaz. Bizimki kansız yapar bu işi.  Eline verilen listeyi kitabına uydurarak kansız halleder. Domuz gibi insanlara tek tek çarparak efor sarf etmez, perakendeyi sevmez; toptancıdır. İşine kendini öyle kaptırır ki ibadet aşkıyla yapar bunu. Besmelesiz de kimseyi harcamaz. İstenmeyen adamları  bir kasap edasıyla doğradıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi insanların içerisinde dolaşır. Doğradığı adamların yanına gelir, hatta elini sıkar. Görünüşüne göre vücudu da sağlam. Daha çok iş çıkar bundan. Yeter ki koltuk gücü arkasında olmaya devam etsin.

Bu anlattığımın öküzle bağlantısı nedir, diye şaşırabilirsiniz. Bir öküz ayağınıza basarsa, sizi çiğneyip geçerse "Bir adam çiğnedim, vicdan azabı çekiyorum." demez; yoluna devam eder. Sapı samanı karıştırarak yemlenmeye devam eder. Bu da öyle... Doğrayıp biçtiği adamlar üzülmüştür diye hiç aklına getirmez. Çünkü görev adamıdır. Hatta, görevini yapmış olmanın verdiği aşkla şükreder. Hüseyin’in kellesini aldıktan sonra secdeye gidip şükür namaz kılan cani gibi bunun da vicdanı rahattır. Çünkü ruhsuzdur, vicdanı makam hırsıyla örülmüştür. Yaptığının doğru olduğuna kendini inandırmıştır.

İçinizden; öküz öküzlüğünü yapacaktır, suç öküzden ziyade böyle öküzlere fırsat verenlerdedir, diyorsanız bu görüşünüze yorum yapamam. Çünkü benim görevim sadece öküzü anlatmaktı. Kesip etini yiyelim derseniz dedim ya bu öküz bildiğiniz öküzlerden değildir. Eti de yenmez. 06/05/2017



4 Mayıs 2017 Perşembe

Evlilik programlarını izlemeye devam *

Toplumun büyük bir kesiminin tepki gösterdiği, izlenmesin dediği evlilik programları onca istemezük propagandasına rağmen nedense en çok izlenen programların başında gelmeye devam ediyor. Demek ki çoğumuz ikili oynuyoruz. Kaldırılsın derken de “istemem, yan cebime koy” diyormuşuz. Bu durumu görünce Hz Ömer’in “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadığı gibi inanmaya başlar” sözünü hatırlamamak mümkün değil.

Toplumun örf, adet ve geleneğine, dini anlayışına ters bu tür programların bu ülkede yayına girmesi bile anormal iken izleyici sıkıntısı çekmemesi iç halimizi göstermesi bakımından ilginç gerçekten. Demek ki samimi değiliz. Eğer toplum samimi olsaydı bu tür programların yayına başlamasıyla bitirilmesi bir olurdu. Demek ki dilimiz farklı bilinçaltımız farklı. Durumumuz günah diye oynamak istemeyen kadını zorla oynaması için kaldırmışlar ya. Kadın ‘günahtır’ deyip oynamak istemese de önceleri, “Allah’ım affet” deyip  müziğin ritmine kendini kaptırdıktan sonra “Günah yazarsan yaz” demesine benzer. Biz de “Şunlara bak, ne hale geldik, tövbe ya Rabbi!” diyerek izlemeye devam ediyoruz anlaşılan.

OHAL kapsamında yayımlanan 690 sayılı KHK’ye göre bir iki gün sanal alemde ‘Evlilik programları yasaklandı’ sevinci yaşadı çoğumuz. Ertesi gün adı geçen programlar TV’lerde arzı endam etmeye devam edince sevincimiz kursağımızda kaldı. Sonunda anlaşıldı ki bu tür programlara yasak falan yok. Belki de toplumsal refleksten olsa gerek RTÜK, bu tür programların yayın saati için bir çalışma başlattığını duyurdu. Çocukların TV izlediği saatlerde bu tür evlilik programları yayında olmayacakmış. Bu, bu tür programlar küçükler için zararlı, ama büyükler için faydalı anlamına da gelebilir. “Çocuğum! Sen şimdi bu programları izleme, bu programlar bana hitap ediyor. Sen daha bunlardan anlamazsın. Ancak büyüyünce bunlara bakabilirsin” demektir bu. Eksik olmasın RTÜK! Lütfedip programların saatini değiştirecek. Biz yasaklanmasını beklerken karşımıza bir amorti bile çıkmadı.

Bildiğim kadarıyla zaten bu tür programları büyükler izliyordu, çocukların bu taraklarda bezi yoktu. Bu şekil bir düzenleme ile belki de çocuklar, “Bizden bir şeyler kaçırıyorlar” diyerek izleme yolunu seçecekler. Bu da eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek gibi bir şey. Bırakın izlesinler. Saatini falan değiştirmeyin. Hatta aileleriyle birlikte izlesinler. Hiç olmazsa “Baba ben nasıl dünyaya geldim” diye bir soru sorma dönemi de kapanır. Böylece baba, "Oğlum seni leylekler getirdi" diyerek yalan söyleme yoluna gitmez. Çocuk programı izleyince nasıl doğduğunu da öğrenmiş olur hiç olmazsa.

RTÜK ne iş yapar, görevi nedir çok detaylı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla aileyi koruma gibi bir görevi var. Bu gidişle RTÜK’ün işi ipe un sermek. Sorunu çözmek değil. Bu anlaşılıyor. Yasamanın ise zaten böyle bir derdi yok. Onca işinin arasında aileyi koruma gibi bir toplumsal yaraya parmak basma gibi bir düşüncesi hiç görünmüyor. Kim bilir belki 2019 seçimlerine giderken kaldırırlar. Belki de biz çok acele ediyoruz. Büyüklerimizin bir bildiği var. Evlilik programlarının devamından  maksat büyükleri televizyon karşısında uyuşturarak bir nevi  oyalama taktiği de güdülüyor olabilir.

Allah affetsin! Büyüklerimiz hangi saati ayarlarsa ayarlasınlar biz büyükler bu tür evlilik programlarını izlemeye devam edeceğiz. En azından "Kız nasıl istenir, nasıl talip olunur" bunları öğreniriz. Bu ülke insanının görgü kurallarını öğrenmeye de hakkı vardır. Büyüklerimizin lütfu da hoş, ihsanı da, gölgesi de. İyi ki varlar!  Hatta bir iyilik daha yapsınlar, “Evlilik programlarının kaldırılması teklif dahi edilemez” şeklinde bir mevzuat koysunlar ki programdan ekmek yiyenler kalktı-kalkacak endişesi yaşamasınlar. Maazallah! Yarın biri kaldırmaya yeltenir. 04/05/2017

* 08/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bakalım omurgalı davranabilecekler mi?

Referandum sonuçlarını bir türlü hazmedemeyen, mühürsüz oyların geçerli sayılmasını meşru görmeyen iki siyasi partimiz HSK üyelerinin belirleneceği Meclis alt komisyonuna üye vermeyeceklerini ve süreci meşrulaştırmayacaklarını belirten açıklamada bulundular. Haklarıdır, üye vermeyebilirler. 

Referandum sonuçlarını meşru görmedikleri için komisyonlara üye vermediler. Referandum sonuçlarını meşru görmediklerine göre anayasa referandumunda kabul edilen maddelerle ilgili hiçbir inisiyatifte de görev almayacaklar demektir. Umarım bu yaptıklarını anayasanın değişen tüm maddelerinde gösterirler. En büyük eleştirileri de 'Tek adamlık sistemi' dedikleri cumhurbaşkanlığı sistemi idi. Bu yaptıklarından hareketle 2019 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı da göstermemeleri gerekir. Çünkü prensipli olmak bunu gerektirir. Adı geçen partilerden birinin referandum sonuçlarını iptal ettirmek için çalmadık kapı bırakmadıkları bir durumda diğer taraftan da 2019'a muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı belirlemeye çalışmaları da biraz manidar geldi. Komisyona üye vermedikleri gün bu tartışmanın yaşanması bir prensibin gereği değil de sanki duruma göre vaziyet alacaklarını gösteriyor. Halbuki omurgalı olmak, prensip sahibi olmak cumhurbaşkanlığı seçimlerini de protesto etmelerini gerektirir. 

Ortak aday belirleyebilirler mi bilmem ama şimdiden parti içi tartışmalar meydana gelmeye başladı. Niçin olmasın ki? Referanduma giderken Allah'tan bir göz istemişlerdi, Allah onlara iki göz birden verdi. Hiç beklemedikleri bir orana ulaştılar. Yüzde 49'u çantada keklik görüyor olmalılar. Görünüşe göre bu yüzde 49'u paylaşamayacaklar gibi. Birileri bunlara bu yüzde 49'un yamalı bir bohça olduğunu, tek tarafa kanalize edilemeyeceğini, yarın adaylar çıktığı zaman geçişlerin olabileceğini anlatmalı bir kere. Sonra yüzde 49 hayır oyu veren vatandaş, sonuçlara daha referandum gecesi itiraz edilsin, sonuçlar şayialı değerlendirsin diye vermedi. Her bir seçmenin evet veya hayır demesinin farklı gerekçeleri vardır. Tabir yerindeyse vatandaşın yeni sistem hakkında kafası karışık. Kerhen de olsa evet dedi. Oranlar da bunu gösteriyor. 

Muhalefetin rüyasında bile göremeyeceği bu oy oranını iyi değerlendirmesinde fayda vardır. İlk önce referandum sonuçlarını kabullenip işe öyle başlamalarında fayda vardır. Ardından çatı adayla seçime gitmeyi akıllarından bile geçirmemeliler. Çatı adayla aldıkları oy oranı herkesin malumu. Eğer birlikte hareket etmek istiyorlar, iyi bir sinerji meydana getirmek istiyorlarsa yapacakları en iyi şey, her bir muhalefetin 2019'da cumhurbaşkanı adayı göstermesi benimsenmeli. İlk turda hiçbir partinin adayının yüzde 50 oyu aşamayacağı üzerine hesap yapmalılar. "Seçim ikinci tura kaldığında muhalefetin en yüksek oyunu alan kimse desteklenecek" şeklinde aralarında bir prensip kararı alabilmeliler. Ancak bu durumda başarıyı yakalama durumları söz konusu olabilir. Bu durumda her bir muhalefet partisinin belirleyeceği aday tüm muhalefet seçmenine hitap edecek şekilde bir karizmaya sahip üstün bir yetenekli biri olmalı. Aynı adayı CHP'lisi, MHP'lisi, Saadetlisi, HDP'lisi destekleyebilmeli. Bu da mümkün değildir. Eğer böyle bir aday bulabilirlerse sadece kendileri değil bu milletin yüzde yüzü de onları destekler. 

Bence yüzde 49'un keyfini yaşamalılar. 2019'a da kendi adaylarını çıkarmalı tüm muhalefet. Hayırda kurulan zoraki evlilik adaylarda yürümez. Boşa kürek çekmiş olurlar. Sadece kendilerini avuturlar. 04/05/2017





Mesleğin bir duayeni daha öğretmenliğe veda etti

Lisedeyken evlenmiş, çoluk-çocuk sahibi olmuş, imam-hatiplik yapmış, üniversiteyi okumuş. Sonra öğretmenliğe geçmiş, ardından aynı okulda müdür yardımcılığı, müdür başyardımcılığı ve müdürlük yapmış. Binlerce öğrenci yetiştirmiş, okulunu zirveye taşımış, okuluna sadece elini değil, yeri geldiği zaman gönlünü vermiş, vücudunu ortaya koymuş. Okulu neredeyse çocuğu olmuş. Kendini okula attığı zaman mesai kavramını tanımamış, yeri gelmiş okulda sabahlamış yeri gelmiş kalorifer kazanına kömür atmış. 30 yıldan fazla bir zamanını vermiş. Okulun hem anası olmuş hem babası. 2014 yılında müdür atamalarıyla ilgili talihsiz süreç dolayısıyla son iki yılını öğretmen olarak geçirmek zorunda bırakılmış. Sebep mi? Olsa olsa yaşından dolayıdır. Çünkü ne para geçirmiştir zimmetine, ne de gözü kadın da kız da olmuştur.

İri, uzun boylu, babayiğit görüntüsünün ardında  içi merhamet dolu bir insan olduğunu gözlemledim. İlerlemiş yaşına rağmen yoruldum dediğini görmedim. Meslek hayatının son demlerinde öğretmenlik yaparken işimi-gücümü biraz aksatayım dediğine şahit olmadım. Herkesten çoğu zaman idarecilerden önce okulun bahçesindeydi daima. Dersine herkesten önce gitmek için hareket ederdi. Hizmet adamı bir yapısı vardı.

Muhatabına değer verirdi. Karşılaştığı her kişiden samimi ilgi ve alaka gördü. Çünkü herkes onu saygıdeğer biri olarak sevdi. Fazla konuşmayı sevmez bir görüntüsü vardı. Hep dinlerdi. Ortamını bulduğu zaman yavaş yavaş açılırdı. Her konuşmasında bir kırgınlık vardı. Dışlanmışlık ve itilmişlik hissi uyandı bende. Yaptıklarına karşı hak etmediği bir muamele gördüğü intibaını edindim. Kalp kırmamaya özen gösterirdi. Ama kalbi kırılmış, gönlü incinmişti. Otursa da, kalksa da, yese de, içse de rahat değildi bir defa. 

Bu kırılmış kalbe dünyayı versen memnun ettiremezsin. Çünkü yapılanı hazmedebilmiş ve kabullenebilmiş değil. Kimse anasından yönetici olarak doğmaz, kimse de ilanihaye yönetici olarak devam edecek diye bir şey yoktur. Ama kişilerin yöneticiliğinin sona erdirilmesi bu şekilde olmamalıydı. Toptancı davranılmamalıydı. İnsan onuruyla oynanmamalıydı.

Kimlerdi bu sürecin aktörleri? Kendinden bildikleri. Aynı davaya gönül verdikleri. Zaten incinmişliği de bundan. 2014 yılından beri hep bir gönül alma bekledi. Heyhat ki heyhat! Taş ve kayadan ses geldi de gönül verdiklerinden "Necisin, kimsin, ne oldu sana, bir yanlışlık oldu" şeklinde bir ses duymadı. Sonunda yeter dedi. 39 yılın ardından emeklilik dilekçesini verdi. Yapılanları Allah'a havale ederek köşesine çekildi.

İçinizden çalışmış çalışacağı kadar. Yaşını başını almış, yeter artık, gençlere devretsin diyebilirsiniz. Ben de derim ki, sağlığı el veriyorsa, insanlara faydalı oluyorsa, işini aksatmıyorsa kime ne, ne zamana kadar çalışacağı? Bugün ona yaşlı diyenler, hiç yaşlanmayacakmış düşünüyorlar. Halbuki beğenmedikleri yaşlılık tecrübe demektir. Hayatın kendisidir. Tecrübelerini aktaracağı, herkese ağabeylik yapacağı en verimli çağında artık yaramazsın demek basiret ve feraset yoksunluğuna işarettir. Böyle düşünenlere zavallı diye  üzülünür ancak.

Ne diyelim mesleğin bu duayenine... Kimseye muhtaç olmadan, kimsenin karşısında eğilmeden 39 yıla imza atmak her adama nasip olmaz. Yolun açık olsun, Allah hayırlı ve sağlıklı ömürler versin koca adam. Şimdiden özlemeye başladık seni... 04.05.2017