3 Mayıs 2017 Çarşamba

Bu öğrencilere eziyet ediyoruz

Bana bazı çocuklara yapılan eziyetin en büyüğü nedir dense hiçbir hedefi olmayan, ailesinin zorlamasıyla okula gelen öğrencilere yapılan kazanım değerlendirme sınavlarıdır. Ne zaman böyle bir sınav yapılmak istense derste ve sınavda gözü olmayan bu tip öğrenciler cinnet geçirecek gibi olur. "Biz sınav olmak istemiyoruz" dercesine olumsuz görüş bildirirler. Ne çare ki sınava girecek, başka yolu yok.

Çocuk sınava girer girmeye. Bakışından anlarsın, ben sana bu sınav gözetmenliğini zehir edeceğim diye. Hemen hızlı bir şekilde soru kitapçığını okumadan tüm cevapları kodlar, beklemeye koyulur. Önce sağına soluna sataşır. Onları tahrik ettikten sonra bana hakaret ediyor diye açılışı yapar. Ardından wc'ye gitmek için izin ister. Tuvalete gidip geldikten sonra kah kaç dakika kaldı, der. Kah bitiren çıkabiliyor mu, der. Kah kantine gidebilir miyim, beslenmemi yiyebilir miyim, der oğlu der. Ardından ceketini almaya kalkar, sonra sırasındaki defter ve kitapları çantasına koymaya çalışır. Vakit geçirmek için her yolu dener. Vakit bir türlü geçmek bilmez. Olmadı kaç dakika kaldı diye sorar. Az sonra 12.30’da mı çıkacağız, der. Sırayı öne itekler, sonra arkaya çeker. Her sırayı oynayışında mutlaka ses yapar. Daha olmadı, çantasından kağıt çıkarır, sonra makas. Kesmeye başlar. Kağıt kesme işinden de hevesini alınca elindeki pet şişeden su içmeye çalışır. Her içişinde pet şişeyi sıkarak ses çıkartır. Bütün hareketleriyle dikkat çekmeye çalışır anlayacağınız. Hiç de rahatsız ettiğini kabul etmez. Ona göre kime ne yapıyor ki… Kendisini ikaz ettirdikçe haline şükreder, dikkat çektim, öğretmen beni gördü diye.

Öğretmen sınavın sonlarına doğru bu şekil çocukların niyetini anlar anlamaya ama biraz geç kalmıştır. Yine öğretmen çocuklar sınav oluyorlar sanır sınav boyunca. Sınavın sonlarına doğru sınavı öğrencilerin değil, kendisinin sınav olduğunu anlar. Sen ya sabır  dedikçe onun mutluluğuna diyecek yoktur.

Sınıfa o değilden bir göz attım. 30 öğrenciden biri gelmemiş, ciddi bir şekilde 8 öğrenci sınav oluyor. Geriye kalan 21 öğrenci anlattığım öğrenci tipi. Nasıl da toplanmışlar aynı sınıfa? Uğraşılsa bu kadar isabet ettiremez bir insan. Ailesi bu çocukları okutacağım diye dokuz doğursun, servis, kantin, harçlık vb masrafını karşılasın. Takviye alması için ister özel ders aldırsın, ister etüt merkezine göndersin, ister okulun yetiştirme kursuna yazdırsın…nafile.

Çocuk her bir hareketiyle ben okumayacağım. Gün bu gün. Günümü gün edeceğim. Sonra iş bulamayacakmışım, işsiz kalırmışım, daha düşük ücretli bir yerde çalışırmışım…hiçbiri umurunda değil. Onun sadece tek hedefi var: Dersi, sınavı, ortamı nasıl kaynatırım. Ailesinin kendisini doğurduğuna doğuracağına nasıl bin pişman edilir…bunu ispatlamak: Bana çocukluğumu yaşatmadan bu şekil ağır yük verirseniz ben de size hayatınız boyunca size hayatı zindan ederim.  Daha durun bu yaptıklarım daha iyi günlerinizdir. Esas büyüyünce göreceksiniz beni. Hayatınız boyunca sırtınızdan inmeyeceğim. Evlendirseniz de peşinizi bırakmayacağım, burnunuzdan fitil fitil getireceğim. Çatlasanız da, patlasanız da, kahrolsanız da ben buyum, var mı bir diyeceğiniz. Bana bakacaksınız. Bakmayacaksanız niye doğurdunuz. Üstelik bu şekil öğrenciliği yapan sadece ben değilim. Orana vursak hedefi olanlardan daha fazlayız. Ayrıca bir zevkimiz daha var. Sınav esnasında ciddi bir şekilde sınav olan, ders esnasında ders dinlemeye çalışan arkadaşlarımızı da huzursuz etmek.

Okumayacağım. Var mı bir diyeceğiniz? 03/05/2017


Tehlike saçan kazı ilgi bekliyor

Yan tarafta gördüğünüz resim bir ilçe belediyesine ait bir tesisin giriş yeri. Tesis düğün, nişan vb. amaçlı kullanılmakla beraber yanındaki okulun Beden Eğitimi derslerinin yapıldığı bir ortamdır.

Yıllardır bu şekilde duruyor. Niçin yapılmıyor, niçin bekletiliyor anlamak zor. Kimseye de ne için bekletildiğini sormadım. Anlaşılan mahkemelik bir durum var. Her ne sebeple olursa olsun kullanımda olan bir yerin bu şekilde bekletilmesi hoş değil. Çirkin görüntüsünden geçtim. Tehlike saçıyor. Çünkü bu yıkıntının üstüne lanettayin yapılmış merdivenden ortaokul öğrencileri geçiyor.

Okul ihata duvarının önüne konmuş gelişi güzel atılmış inşaat demiri yine gelip geçen araçlar ve öğrenciler için riskler barındırıyor.

Yetkililer burada illaki bir öğrencinin kaza geçirmesini, başına bir şey gelmesini mi bekliyorlar? Bu sosyal tesisle kim ilgileneniyorsa sorumlu kişilerin zaman geçirmeden bu duruma el atmasında fayda vardır. 03.05.2017

Efsane geri dönüyor dönmesine

Siyasette, sporda, ticarette veya hayatın herhangi bir safhasında başarılı olmuş, deruhte ettiği görevinde efsane olmuş, unutulmaz kişiler vardır. Bu kişiler görevini ya da bayrağı bir başkasına devrettikten sonra yerine gelen onun yerini doldurmak için uğraşır didinir. Çoğu zaman da efsanenin gölgesinde kalır. Sevenleri kolay kolay yeni yüzü kabullenmek istemez. Hep önceki giden başarılı kimseye karşı özlemini dile getirir. Sonunda efsane kişi tekrar çağrılır, işin başına getirilir. Özlem ve hasret bu şekilde giderilmiş olur. Ama? İşin içine ama girerse orada bir durmak lazım. Benim gözlemlerim efsanenin geri gelmesiyle eski başarının tekrarlanmadığı şeklinde. Bu görüşüme ister katılır, ister katılmazsınız.

1970'lerde "Kara Oğlan" efsanesiyle Türk siyasetinde yerini alan Ecevit, aynı başarıyı 80'lerden sonra DSP'de yakalayamamıştır. Öcalan'ın yakalanmasıyla yüzde 24'ler civarında bir oya ulaşabilmiş, bir sonraki seçimde ise yüzde 2,5'lara kadar düşerek barajın altında kalmıştır.

1960'larda Menderes'in mirası üzerine oturup tek başına iktidar olan Demirel bir daha siyasi hayatı boyunca sadece koalisyonun büyük ortağı olabilmiştir. 1990'larda siyasetin kilitlenmesi ve Özal'ın ölümüyle SHP desteğiyle cunhurbaşkanı seçilebilmiştir.

1980 ihtilaliyle birlikte eski siyasilerin siyasi yasaklı olduğu bir dönemde tek başına iktidara gelebilen Özal, ikinci başarısını yakalayamamıştır.

1970'lerde MC hükümetlerinde koalisyon ortağı olan Erbakan, 1996 yılında gösterdiği en fazla oy alma başarısını Saadet'in başına geldiği zaman gösterememiştir.

Galatasaray'ı dört dönem Türkiye şampiyonu yapan Fatih Terim, bu başarısına bir de UEFA kupasını eklemiştir. Takımdan ayrılıp İtalya'ya gittikten sonra birkaç defa GS'ın başına teknik direktör olarak gelmesine rağmen GS'da istenilen başarıyı gösterememiştir. Yine Fatih Terim milli takımda gösterdiği başarıyı daha sonra geldiği dönemlerde yakalayamamıştır.

Siyaset ve spordan örnekler vermeye çalıştım. Bir döneme damgasını vuran liderler daha sonra tekrar geldikleri zaman aynı başarıyı yakalayamamışlardır. AK Parti'den ayrıldıktan sonra Erdoğan, tekrar eski partisine üye oldu. 21 Mayıs'taki olağanüstü kongrede de partinin başına geçirilecek. Yeni sistemimiz partili bir cumhurbaşkanlığı sistemi. Bakalım Erdoğan, 2002 yılından beri partisini iktidara taşıma işini, her seçimde oyunu artırma işini bu yeni gelişinde gösterebilecek mi? Şu ana kadar gördüklerimiz, tecrübelerimiz başarının gelmediği şeklinde. Burada adı geçen kişi Erdoğan. Girdiği hiçbir seçimi kaybetmemiş. Hepsinde oyunu artırarak tek başına iktidara gelmeyi becerebilmiş bir siyasetçi. Erdoğan’ın başarılı olacağını, partisini 2019’a hazırlayabileceğini düşünüyorum. Herkesteki genel kanaat da bu şekilde.

Niyetim siyaset yapmak değil. Sadece bu ülkenin geçmiş tecrübeleri, partilerince efsane kabul edilen kişilerin sonraki gelişlerinde istenilen başarıyı yakalayamadığı şeklinde. Burada gündemde olan şimdi Erdoğan’dır. Erdoğan başarılı olamazsa zaten bu ülkenin kaderidir. Tecrübeyle sabittir diyeceğiz. Başarılı olursa efsane yine yapacağını yaptı, ilk başaran kişi oldu diyeceğiz. Zaman ne gösterecek? Hep birlikte göreceğiz. 

Gönlüm ülkenin kazanmasından yana… 03/05/2017



Eve girerken ayakkabınızı nerede çıkartıyorsunuz?

Yeni televizyon dizilerimiz nasıl bilmem ama bir kısım eski Türk filmlerinde bir uygulama dikkatimi çekerdi hep. Dışarıdan eve gelen kişiler geleneklerimizde yeri olmayacak şekilde ayakkabılarını çıkarmadan içeri girerler. İster köylü, ister şehirli, ister bağnaz, ister modern olsun Anadolu’nun hiçbir evine ayakkabı ile girilmez. Benim bildiğim ve gördüğüm bu. Olması gereken de budur zaten. Öyle zannediyorum eski Türk filmlerine damga vuranlar ülke insanına eve ayakkabı ile girme alışkanlığını yerleştirmeye çalıştılar ama çok başarılı olduklarını sanmıyorum. Çünkü bu adet bizim kültürümüze yabancı idi. Zaten tutmadı.

Anadolu’nun birçok yerinde eve ayakkabı ile girme ayıplanırken birçok kimsenin uyguladığı bir adet var. Bu uygulama eve ayakkabı ile girmekten beter bir durum gibi geldi bana. Bazıları bir eve misafirliğe geldiği zaman evin eşiğine yaklaştığı zaman ayakkabılarını çıkararak başka ayakkabıların çıkarıldığı beton, karo, mozaik vb yerlere basarak içeriye giriyor. Bunu yapanın sayısı az da değil. Şehirlisi de onu yapıyor, köylüsü de, yaşlısı da yapıyor, genci de. Bu uygulama ile ha eve ayakkabı ile girmişsin ha ayakkabısız. Gerçekten bunun mantığını kavrayamadım gitti. Nazım geçen biri olsa niçin böyle yaptığını soracağım. Öyle ya! Öğrenmenin yaşı-başı olmaz. Bu konuda cahil kaldığımı itiraf ediyorum. Benim bildiğim ayakkabıyı çıkarırken evin eşiğine iyice yaklaşılır. Önce sağ ayak çıkarılır eşiğin önünde paspas vb varsa ona, yoksa kapının eşiğine basılır, sonra diğer ayakkabı çıkarılarak eve adım atılır.

Evin kapısına gelmeden ayakkabısını çıkararak kirli yerlere ayağını basarak gelenler bu işi temizlik adına yapıyorlarsa bilsinler ki bunun adı temizlik değil, pisliğin daniskasıdır. Acaba senin eşiğine pis ayakkabımla gelmem, ancak ayağımla gelirim mi demektir bunun adı? Yoksa, ben misafirim benim her türlü kahrımı çekeceksin, evinin anasını ağlatayım, ben gittikten sonra rahat etmeyeceksin; evin her bir yerini, köşesini silip süpüreceksin. Ben öyle ucuz misafir değilim, kendimi ağıra satarım mı demektir? Ya da ben senin sabrını ölçüyorum. Çünkü ben bu evden ayrıldıktan sonra ev sahibine dua edeceğim. Benim duam kabul olur. Bu kadar da zahmetime katlan mı demektir?

Belki farkındasınız belki de değilsiniz? Bu ayakkabıyı evin kapısına gelmeden yarım ya da bir metre öteden çıkarıp içeriye halının üzerine basa basa gelmek, ardından koltuğa oturmak bana hiç hijyen ve etik  gelmedi. Çünkü o evde halının üzerinde çoğumuz seccade sermeden namaz kılmaktadır. Gittiğim her eve girerken gerekli özeni gösteririm. Ayakkabıyı nereye çıkaracağım, ayağımı nereye basacağım,  konusunda tereddüt yaşarsam ev sahibine ayakkabımı nereye çıkarıp nereye basacağımı sorarım. Hatta bazı ev sahiplerinin “Fark etmez, nereye basarsan bas” cevabını duyunca garipsemiyor değilim. Misafir herkesin başının tacıdır. Gerekli izzet ve ikramı göstermek bizim kültürümüzde vardır.

Şaka yaptığımı falan sanmayın. Ben kimseye soramadım. Ne olur, ayakkabısını evin ta ilerisinden çıkararak kapıya kadar pis ve kirli yerlere basarak gelen bir kimseyi görürseniz “Niçin böyle yaptığını bir sorun.” Benim merakım da bu. Sizden başka bir şey istemiyorum. Herhalde benim gibi yaşlı birinin bu isteğini kırmazsınız. 03/05/2017



2 Mayıs 2017 Salı

Ahbap Çavuş İlişkisine Devam

Malumunuz okullarda yönetici olarak görev yapacaklar için yazılı sınavlar rafa kaldırıldı. Yerine sözlü mülakatlar ihdas edildi.

Yöneticilik yapmak isteyenler illerde kurulan komisyon marifetiyle sözlü mülakata giriyor. Yeterli yüksek puanı alan kişiler münhal okullar içerisinden tercih ettiği okullardan birisine atanmak üzere dört yıllığına görevlendirilmektedir. Görevini amirlerinin istediği şekilde yapan yönetici atandığı okulda dört yıl idareci olarak çalışır. Süresini dolduran yönetici ikinci dört yıl için yeniden mülakata girmek zorundadır. Yeniden mülakata girmeyen veya girdiği halde yeterli puanı alamayan yönetici uygun bir okula öğretmen olarak atanır. 

Yılda bir yönetici görevlendirme yönetmeliği değiştiği için belki bazı değişiklikler söz konusu olabilir. Ne kadar değişiklik olsa da sözlü mülakatla yönetici tercihi ve tercih edilen yöneticinin dört yıllığına görevlendirilmesi aynen yerini korumaktadır. Üstelik bir okula dört yıllığına görevlendirilenin yeri de garanti değildir. Milli Eğitim Müdürlüğünün teklifi ve valinin onayı ile herhangi bir yöneticinin görevi lüzum üzerine görev süresi dolmadan sonlandırılabilir. Bildiğim kadarıyla yöneticiler bu şekilde atanmaktadır.

2014 yılından beri yönetici atama işleri geçici bir görev olması ve atamanın sözlü mülakat yoluyla olması, atananların dört yıl sonrasını görememesi yönetici olmayı cazip olmaktan çıkarmıştır. Atanan yöneticilerin çoğu okulunda görev yapmakta olan öğretmenlerden daha az ücret almaktadır. Belki de tek avantajı –avantaj denirse- haftada girdiği ders yükü altı saate kadardır. İdareci iki saat girdiği takdirde okulundaki öğretmenlik görevini yerine getirmiş olur. Bundan sonrasını ise okulun işleyişi ile ilgili planlama yapmakla geçirir.

Sözlü mülakatları herkes eleştirmekle beraber nedense bir türlü vazgeçilmedi bu uygulamadan. Bu şekilde yapılan atama çoğunun nezdinde torpil ve adam kayırmacılığı olarak değerlendirilmektedir. Atanan kişi atandığı koltuğu ne kadar doldurursa doldursun, işinde ne kadar ehliyet ve liyakatlı olursa olsun birilerinin adamı olarak lanse edilmektedir. Aslında bu şekil bir atama yoluyla atanan kişinin onuru da korunmamış olmaktadır. Kim ne derse desin bu şekil bir atama çok su götürür. Adamını bulanın kendine bir yer kaptığı sistemdir bunun adı. Ehliyetli insana vermekten çok uzaktır. Ahbap-çavuş ilişkisini çağrıştırmaktadır. Sözlü mülakata girip başarılı olamayan veya girmeyen çoğu kimse: “Yönetici olarak tercih edilenler hep bir sendikanın veya iktidar partisinin adamları…” diyecek. Maalesef objektif atama kriteri konmayan başta mülakat olmak üzere hiçbir sistem eleştirilmekten kendini kurtaramayacaktır. Değer mi müktesep bir hak olmayan bir okul yöneticiliği için toplum nezdinde eleştiri almaya? Kanaatimce hiç gerek yok. Bu yol ve yöntemi geçer akçe olarak ortaya koyanlar yazılı bir sistemi mutlaka geri getirmelidirler. Eğer atanmasını istedikleri kişiler yazılı sınavını geçemiyorsa bunlar için yorgan yakmaya hiç gerek yoktur.

Devlet yetkilileri devlete aldığı her bir kişi için uyguladığı sözlü mülakattan hemen vazgeçmelidir. Mülakatı, devleti birinci derecede temsil edecek vali, kaymakam, il ve ilçe milli eğitim müdür, daire başkanı, emniyet amiri ve müdürü gibi kişiler için tercih etmelidir. Okul yöneticiliği gibi müktesep hak bile olmayan alt seviyedeki bir okul müdürlüğü için mülakatla seçme yoluna gitmemelidir. Alt seviyede uygulanan bu mülakat sisteminin toplumsal barışa hiçbir katkısı olmaz.

Sınav kriterine göre başarılı olan kişiyi okul yöneticiliğine atamadan önce iyi bir güvenlik soruşturmasından geçirme yolu tercih edilebilir. Güvenlik soruşturmasına göre atanmasında sakınca görülmeyen kişi, görevine atandıktan sonra gerekli rehberlik ve denetime tabi tutulur. Görevini ihmal eden, temsil kabiliyeti olmadığı anlaşılan, milli eğitimin amaçları çerçevesinde plan, program yapmayan yönetici deruhte ettiği görevinden el çektirilebilir. İstenirse objektif kriterler bulunabilir. Yeter ki istensin. 02/05/2017

Bahşiş

Eskiden köylerde düğün yapılırken düğün esnasında damada yardım eden arkadaşları olurdu. Evli olan sağdıcı, genelde bekar kalan arkadaşları da bayraktarı olurdu. Sağdıç evlilikle ilgili damada yardımcı olurken, bayraktarlar ise çatıya asılan düğün bayrağının dikilmesi, bayrağın taşınması, düğün yemeği verilirken yemek servisi yapma vb getir-götür işlerine bakarlardı. Çalınma riskine karşı bayrağı gözü gibi korurlardı. Düğün esnasında evlenecek arkadaşlarına karşı bu işi seve seve yaparlardı. Çünkü bu işler para ile değil, sıra ile idi. Yarın onlar evlenirken de diğer arkadaşları ona yardım edeceklerdi. Düğün bittikten sonra bayraktarlar damadın babasının yanına varırlar, düğün sahibinden para isterlerdi. Bu iş herkesin gözü önünde yapılırdı. Düğün sahibi gönlünden ne koparsa verirdi onlara harçlık yapmaları için. Az-çok dense de yapılan pazarlık sonucu iş tatlıya bağlanırdı. Sonunda evli evine, yolcu yoluna giderdi.

Günümüzde düğünler evlerin önünde yapılmasından ziyade salonlara taşındı. Artık ağız tadından, nişan ve nikahına varıncaya kadar salonlar kiralanıyor. Misafirlere ikramın yapılması için eskisi gibi bayraktarlara gerek kalmadı artık. Eskiden amatörce yapılan işler profesyonelleşti. Kiraladığın salonun görevlileri bu işi yapıyor. Karşılığında da ne vereceğini ilgili firma ile anlaşıp gerekli ödemeyi yapıyorsun. Her türlü hizmeti firma adına ücretli/maaşlı çalışanlar yapıyor bu işi. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun çalışanlarda. Ya yemek servisinden sonra ya da misafirlere pasta vb ikram yapılmadan önce çalışanlar seni yakalıyor o telaş esnasında. “Hocam bir saniye gelir misin” diye seni içeriye alıyorlar. Dışarıda misafirler beklerken senin önüne ikram edilecek nevaleden sana tattırmak isterler. Şimdi sırası değil desen de, “Hocam sana ikram etmeden misafirlere geçmeyiz, bizde usul bu” denince, iki alayım bari dersin, oturursun. Görevli ise sen yerken yanında ellerini ovuşturur. Bu ne bekler burada, ellerini niye ovuşturuyor diye sormana gerek yok. Eşek değilsin ya, o kadar da anla artık. Gözünün önüne firma yetkilisi ile anlaşma yaparken “Efendim bunun içinde garsoniye parası da var” sözü gelir gelmesine ama şimdi artık onun zamanı değil. Elemanların başı bu yüzsüzlüğü yapıyor. Sana düşen de isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü kara” misali yüzünü karartmamak için elini cebine atıyorsun. İstemeyerek de olsa bir şeyler veriyorsun.

20/10/2016 tarihinde "Beyefendi bizi  görmeyecek misiniz" başlıklı bahşişten bahşişi konu edinen bir yazı kaleme almış, aynı yazı 22/10/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde de yayımlanmış, kendi kendime toplumsal bir yaraya parmak bastım, üzerime düşen görevi yaptım, inşallah faydası olmuştur diye düşünmüştüm. Heyhat ki heyhat! 

Hiçbir ilerleme yok. Benim sorum olarak değindiğim konu hız kesmeden aynen yoluna devam ettiğini gördüm. Demek ki kendim yazmış, kendim okumuşum. Nefret ettiğim bu uygulamaya karşı başımda bekleyen görevliye   para verdim yine. Ben verince benimle beraber aynı masayı paylaşan ortağım da elini cebine attı. Akşamında duydum ki oğlumu da yakalamışlar bir yerde. Ondan da almışlar bahşişi.  Aynı yerde aynı işle ilgili gördükleri her bir kişiden para istemeleri yenilir yutulur cinsten değil. Bize yapılan bahşişinde ötesinde soygunculuk desem yeridir. Söyleyecek kelime bulamıyorum. Bu, olsa olsa yüzsüzlüktür.

Salonlarda yapılan bu adı konmamış, hesaba katılmamış bahşiş uygulamasını görünce eski düğünlerdeki bayraktarların düğün sahibinden istediği para aklıma geldi. Şimdiki modern haydutların yanında onların ki çok masum geldi bana. Çoğu, bir paket sigara parasına tav olurlar, sevine sevine giderlerdi. Şimdiki bahşiş beklentisi içerisine girenler ise çalışan eleman. Zaten parasını alıyorlar. Emeğinin karşılığını aldıkları yerde tekrar ikram sahibini bu şekilde ajite etmelerinin hiçbir izahı yok, masum tarafı yok. Bu bahşiş işinden patronların, işyeri sahiplerinin haberi varsa, haberi olduğu halde bu soygunculuğa sesini çıkarmıyorsa onlar adına üzülürüm. Bu toplumsal yaraya ancak onlar çözüm bulabilir. Ya anlaşma yapılırken çalışanlara verilmek üzere garsoniye bedeli eklenir. Ya da toplam bedelden elemanlara prim verilir. Yok böyle bir şey yapamayız denirse elemana "Bahşiş isterseniz iş akdiniz feshedilir" denmelidir.

Giden paranın miktarı önemli değil. Beni ne öldürür, ne de ondurur. Ama insanımızın bu açgözlülüğüne pes doğrusu diyorum. Allah gözlerini doyursun. Ben versem bile almamaları gerekiyor. Haydi içimden geldi, verdim, aldılar diyelim. Hissettirmek, etrafında pervane gibi dönmek, bahşişi hatırlatan eylemler yapmak hiç hoş değil.

Allah aşkına, emeğinize haram karıştırmayın. Maaşınızı yeterli görmüyorsanız, lütfen başka kapıya gidin. İş yok diyorsanız. Şimdiki yaptığınız dilencilikten farklı değil. Gidin dilencilik yapın. Böylece daha fazla kazanmış, daha fazla insan yolmuş olursunuz. 02/05/2017


1 Mayıs 2017 Pazartesi

Affetmek büyüklüktür *

Hz Muhammed için af makinesi dense umarım teşbihte hata yapmış olmayız. Çünkü cezalandırmaktan ziyade affetmeyi seçmiştir hep. “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” Ayetini kendisine düstur edinmiştir. Ömrünü insan kazanmaya vermiş desek yine yanılmayız.

Vatana ihanet suçu diyebileceğimiz büyük bir suç işlemeye teşebbüs eden Hatip bin Ebi Beltea’yı sorguladıktan sonra itirafını samimi bularak affetmiştir. Üstelik affetmekle de kalmamış: "Bedir ashabındandır" diyerek onurlandırmıştır Hatib’i. Mekke'yi fethettikten sonra peygamberliği boyunca kendisine kök söktüren, boykot uygulayarak açlığa terk eden, öldürmek isteyen, kendisiyle savaş üstüne savaş yapan Mekke'nin ileri gelen müşriklerini affetmiştir. Affetmesinin ardından büyük bir çoğunluğu Müslüman olmuştur.

Tebliğ görevi yapmak için gittiği Taifliler tarafından taşlanmış, vücudu yara bere içerisinde iken meleğin: "İstiyorsan Taif halkı yerle bir edilecek" demesine karşın "Ben rahmet peygamberiyim, olur ki onların soyundan namaz kılan bir nesil gelir" diyerek rahmeti gazabının önüne geçmiştir. Bunun semeresi olarak daha vefat etmeden Taif halkı topluca huzuruna gelerek Müslüman olmayı yeğlemiştir.

Medine'de kendisine kök söktüren, her türlü fitnenin içerisinde yer alan, eşi Hz Aişe'ye iftira atan münafıkların başı Abdullah b.Ubey b.Selül'ü dışlama yoluna gitmemiş, onu kazanmak için çaba sarf etmiştir.

Mekke'yi fethetme esnasında "Kim Ka'be'ye sığınırsa, kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" diyerek müşriklerin liderini taltif etmiş ve bunun sonucunda da onun Müslüman olmasını sağlamıştır.

Uhud Savaşında amcasını öldüren Vahşi'yi ve onun azmettiricisi Hind'iyi de cezalandırma yoluna gitmemiş ve "Sadece gözüme görünmeyin, çünkü sizi gördükçe amcam Hamza'yı hatırlıyorum" demiştir. 

Hz Muhammed’in affetmesine verebileceğimiz örnekleri çoğaltabiliriz. Ahzap süresi 21.ayette: “And olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.” Denilerek Peygamberin bizim için örnek olduğu belirtilmektedir. İki sözümüzden biri onun hayatından örnekler veririz, ismi geçtikçe salavat getirir, senede iki defa doğum gününü kutlarız. Niçin onun affetmesini de örnek almayız. Hep cezalandırma ve dışlama yolunu seçeriz. İnsanımız bilerek veya bilmeyerek suça girmiş, suç işlemiş, kanmış, kandırılmış olabilir. Her suç işleyeni cezalandırarak ne suçu bitirebiliriz, ne de suçluyu. Affetme yolunu deneyerek birçoğunu kazanabiliriz. Allah Teala birçok ayetinde “Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever” buyurmaktadır. Allah’ın verdiği tövbe kapısını insanlardan esirgememek lazım. “Merhamet maraz doğurur” şeklinde bir itiraz dile getirilebilir. İşlediği suçtan dolayı affedilen insanın tekrar tekrar suç işlemesi karşısında caydırıcı cezalar verilirse kimsenin söyleyecek sözü olmaz.

Hele bir suç toplumun ekseriyetine şu ya da bu şekilde bulaşmışsa af yolunun seçilmesi  
toplumsal barış için elzemdir, aciliyet arz eder. 01/05/2017

* 22/05/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.