6 Mart 2017 Pazartesi

Bir sevindim, iki üzüldüm

Bugün toplu ulaşım aracına binince bir gencimiz yerini verdi:
-Üzüldüm; gencimizi rahatsız ettim diye,
-Sevindim; gençlerimizin içerisinde büyüklerine saygı gösterenler hala var diye,
-Üzüldüm; yer verildiğine göre yaşlanmışım diye. 06.03.2017

Kokteyl Dedikleri

İsmini duyardım ama yenir mi, içilir mi, orada ne yapılır, nasıl davranılır bilmezdim. Öğrenmek için çok da merak etmedim.
Kokteylden bahsediyorum. Nedense bu isim de bana garip gelen isimlerden biri. Anlamını bilmesem de bende iyi çağrışım bırakmayan isimlerden. Hayatımda aldığım kokteyl davetlerine katılmadım. İlk defa geçen yıl birine katılarak milli oldum. Bu sene de ikincisine katıldım. İki yıldır katılmak suretiyle kokteylin ne olduğu hakkında gözlemlerime dayanarak ne olduğunu nispeten anladım. Bugün üşenmedim sözlük anlamına baktım. TDK sözlüğünde karşıma:
"1. Türlü içkiler karıştırılarak yapılan içki, 2. Yeri ve zamanı önceden belirlenen, ayaküstü sohbetlerin yapıldığı içkili toplantı" şeklinde bir anlam çıktı.
Kelime İngilizceden geçmiş bize. Her iki anlamında da içki var. Boşuna ön yargılı davranmamışım demek ki bugüne kadar. Bereket bizimkiler içkisizdi. Zaten içki olsaydı katılmazdım. Benim katıldıklarım 2.kısma giriyor. Tek farkı içkisizi. 
Firmalar kendilerini tanıtmak, bilgilendirmek vs amacıyla düzenliyor. Bunun için de 5 yıldızlı otelleri kiralıyor. Davetliler belirlenen saatte geliyor, her gelen davetli yuvarlak masalara bir göz atıyor, tanıdığım biri var mı diye. Herkes taşıdığının etrafında toplanıyor. Masalara konan kurabiyelerden atıştırırken bir taraftan da birbirleriyle laflamaya çalışıyor. Kulakları da yapılan konuşmalarda. Her konuşma bitiminde ise alkışlar. İçki bardağını andıran bardaklardan içilen meyve suları da menüde olanlardan. Tüm bunlar icra edilirken herkes ayakta tabi. Sandalye yok. Salon ve masalar, bize İngilizce'den geçmiş kokteyl kelimesinin anlamına uygun bir şekilde dizayn edilmiş. Zaten sandalye olsaydı toplantının ruhuna aykırı olurdu.
Çağırdığın misafiri ucuzundan ağırlama gibi geldi bana. Evine gelen misafiri oturtmadan ayak üstü laflayarak savmak bunun adı. Misafiri, geldiğine-geleceğine pişman ettiren etkinlik dense yeridir. Geç de olsa kokteylin ne anlama geldiğini, içeriğinin ne olduğunu anladım anlamaya da...Bu şekil davetlileri ayakta bekletme işini yapmak için yer olarak otellerin seçilmesini pek anlayamadım. 
Kokteylin mana ve ehemmiyetine aykırı olacak ama yine TDK sözlüğünde kaba konuşma olarak yerini alan şu söz gözümün önüne geldi: "Ayranı yok içmeye, atla gider s.çmaya."
Ben kokteylin ne olduğunu öğrendim. Merakımı giderdim. Üstelik acemilik çekmeyesin diye dilim döndüğünce sana anlatmaya çalıştım. Sana iyi kokteyller!.. 06.03.2017

5 Mart 2017 Pazar

Kara listeye aldıklarım

Kimleri mi bu listeye aldım?
-Nöbetçi olduğum gün dersine gelmeyen öğretmeni,
-Okulda olduğu halde dersine girmeyen müdür ve yardımcısını,
-Eğitim ve öğretim esnasında okullar arası maç, etkinlik, yarışma planlayan MEM'i
-Okul esnasında kurs, seminer düzenleyen MEM'i,
-Önemli ve geçerli bir mazereti olmadığı halde dersine girmeyen öğretmeni,
-Okulda olduğu halde dersi olduğunu unutan müdür yardımcısını,
-Okul esnasında dersi olan öğretmeni bilmem ne komisyonuna alan MEM'i
-Çocuğunu evinde kahvaltı yapmadan okuluna gönderen anne ve babayı,
-Haftalık 35 saat ders gördükten sonra öğrenciye okulda takviye kurs açan MEB'i,
-Öğretmenine ve müdür yardımcısına nöbet ücreti ödediği halde okulun sorumlusu müdürüne nöbet ücreti ödemeyen MEB'i,
-Okulun müdüründen, müdür yardımcısından ve öğretmeninden her şeyi isteyen fakat okul servisçilerine tek kelime edemeyen MEM'i,
-Öğrenci ve veliyi her halükarda haklı gören MEB'i ve MEM'i,
-Çocuğuna hiç toz kondurmayan aşırı korumacı velileri,
-Elifi görse mertek sanan bazılarının  öğretmen ve idarecileri beğenmeyip oturduğu yerden ahkam kesenleri,
-Haftada en az nasıl gelirim hesabı yapan öğretmenleri,
-Haftada birkaç gün boş gün isteyen öğretmenleri,
-Okullarda çalışan eşlerinin işini takip eden milli enişteleri,
-Ders programı istediği gibi olmadığı için araya anasını, babasını, kocasını, kayın pederini devreye koyan öğretmeni ve bu öğretmen için okul müdürüne telefon açan milli eğitim müdürünü,
-En önemli görevlerinden biri  okullarda eğitim ve öğretimi iyileştirmek olan kamu çalışanının etüt merkezi, kurs merkezi, dershane vb gelir getiren yerler açanı,
-Bir kamu çalışanı olmasına rağmen işini kılıfına uydurup ikinci iş yapmak suretiyle asıl işini ihmal edeni,
-İkinci işine dört elle sarıldığı halde devletteki görevini eğreti tutanları,
-Yöneticisinden her türlü sorumluluğu bekleyen fakat hiç yetki vermeyen MEB'i,
-Öğretmeninden her şeyi bekleyen ama ona hiç yetki vermeyen MEB ve MEM'i,
-Her türlü seminer, sempozyum, hizmet içi ve çağıştayları devlete ait salonlardan ziyade beş yıldızlı otellerde yapmak suretiyle kamu parasını çarçur eden yetkilileri,
-Hiçbir anlamı olmayan mesleki çalışmaları hala devam ettiren yetkilileri,
-Her türlü yetiştirme ve takviye kursuna katılmak için müracaat ettiği halde devam etmeyen öğrenciyi, veliyi ve hiçbir yaptırım uygulamayan MEB ve MEM'i,
-İl ve ilçe milli eğitim müdürlüğü makamını kapmak için bir koltuk uğruna okul müdürlerini tanısın-tanımasın doğrayan emir eri çingene beylerini,
-Daha kimleri, kimleri... 05/03/2017






Kahvaltıda tuz-ekmek yiyeniniz var mı?

"Soruya bak, hizaya gel. Hiç böyle soru olur mu? Hayatında hiç tuz-ekmek yiyen var mı? Bunun neresi katık? Allah kimseye konu sıkıntısı çektirmesin, insanın beyni sulanıyor demek ki" dediğinizi duyar gibiyim.

Tuz-ekmek yiyip yemediğimiz tıpkı şu fıkrada olduğu gibi gerçekti. Nasrettin Hoca'nın "ya tutarsa" diyerek kardan yemek yapması gibi bir şeydi bizimki. Önce fıkraya bir göz atalım:

Arkadaşı: "Haydi bizde tuz-ekmek yiyelim diye bir arkadaşını evine davet eder. Benim gibi kendini darı ambarında gören zavallı: "Tuz-ekmek bir kinaye. Sanırım, börek-çörek var" diyerek arkadaşının fakir sofrasına gider. Sofrada tuz-ekmeğin dışında herhangi bir menü yok. Ne ummuştu, ne buldu. Morali bozulsa da oturur sofraya...yemeye başlar. Yerken bir dilenci gelir: "Allah rızası için bir şeyler ver" diye. Ev sahibinin: "Verecek bir şeyim yok, çek git" demesine rağmen dilenci kapıda dikilmeye devam eder. Bunun  üzerine ev sahibi yeniden adama: "Çek git buradan. bak kalkarsam kafanı kırarım" der ama dilenci yüzsüz mü yüzsüz. hala durmaya devam eder. Sofradaki misafir dilenciye: "Bak arkadaş! Adam sana kafanı kırarım, çek git diyor. Sen hala durmaya devam ediyorsun. Aklın varsa kaybol buradan. Bir defa bu adam dediğini yapar. Bak beni, tuz-ekmek yemeye çağırdı. Önüme tuz-ekmek koydu. İnan hiç şakası yok. Senin kafanı kırarım diyorsa yapar bunu" der demez dilenci kaybolur.

Bu fıkra gerçek mi bilmem ama biz küçükken kuzine sobanın içerisinde ısıtılan mayalı ekmeğin (bazlama) içine biraz tuz, biraz da kiremit rengindeki  biber koyar. Ekmeği dürüm yapar yerdik. Aklından zorun mu vardı denirse, olan buydu. Bal-börek vardı da biz yemedik mi? Bu şekilde çok öğünler savdık.

Çaya hasrettik. Lüks idi. Bakmayın şimdiki neslin çay içmediğine… Misafir gelirse onun yanında biz de nasiplenirdik. Çay hem karaborsa idi, hem de pahalı. Bakkala almak için gittiğimizde bakkalın gazete kağıdını rulo yaparak içerisine koyduğu 100 gramlık çaylardan alırdık. O da her zaman olmazdı. 100 gram çayı alabilmek için satılmayan bir malı da yanında almak zorundaydık. Daha önce demlenmiş bir çayın Güneş’te kurutulduktan sonra tekrar demlemek üzere mutfağa kaldırıldığını az duymadım o zamanlarda. Böyle bir ortamda içilen çayın demli olması takdir edersiniz ki mümkün olmazdı, hep şeffaf idi. Sobanın üzerinde çaydanlık sabah-akşam kaynar dururdu, gel beni demle diye. Ama nerede! Aniden gelen bir misafire demlemek için bekletilirdi. Haftada bir kahvaltıda demlenirdi. O gün kahvaltı bize bayram olurdu.

Ya şimdi? En fakir evimizin vazgeçilmezi. Her evde bulunur.  Misafiri ağırlamanın en ucuz yoludur bugün. Sen yeter ki içecek ol. İster demli, ister açık iç. Çaydanlık bitinceye kadar senin. Biterse yeniden demlenir. Her ne kadar kadir-kıymet bilmesek de milli içeceğimizdir bugün. Verene şükür! Bugünlere şükür! Rabbim yoklukla imtihan etmesin! Kıymet bilenlerden, takdir edenlerden eylesin...
05/03/2017



Mesajla tebliğ görevi yapanlara...

Günde aynı kişiden 3 mesaj. Aklı sıra beni yola getirecek. Bak kardeş! İşin gücün yok mu senin? Sanal alemde oyun isteği gönderenleri geçti senin mesajlarının sayısı. Sendeki mesaj gönderme azim ve kararlılığını görünce oyun isteği gönderenler bana daha masum gelmeye başladı.

Gel şu mesaj hakkını bilgilendirme amaçlı kullan, ıslah ve hidayet amaçlı değil. Şunu bil ki, BENİM SANA, SENİN DE BANA VEREBİLECEĞİN BİR ŞEY YOK. Ama suç sende değil, suç; sana sınırsız mesaj hakkını veren GSM operatörlerinde.
Sen şimdi bu paylaşımı da okumazsın, çünkü sen yine mesaj yazmakla meşgulsün. En iyisi, mesajı engelleyen bir cep telefonuna sahip olmak. Buna da yorgan yakmak denir.

Allah'ım sana, bana mesaj gönderemeyecek meşguliyetler nasip etsin ve de hayrını versin. Bu hayrı biraz da başkasına yap, ne olursun. Bu gariban iflah olmaz; tıpkı,oyun isteği gönderenlerin iflah olmayacağı gibi... 04/03/2015

Herkes kendi sayfasını doldurur*

Bugün kötü bir şey yapmadım diyenlerimizin bile kaçınamadığı ahlaki olmayan bir davranışımız var. Ben hiç işlemiyorum bu günahı diyen hemen içinde bulur kendini. Peynir-ekmek yer gibi konuşuruz iki lafımızın arasında. Yeter ki yanımızda biri bulunsun. Ortak da bir arkadaşımız olsun.

Gıybetten bahsediyorum. Kaçımız kaçınabiliyoruz bu hastalıktan? Hele bir de "Benim gizlim saklım yok. Burada olsa yüzüne de söylerim. Hem söylediğimde bir yanlışlık yok ki..." dememiz yok mu? Zaten var olan olumsuz bir özelliğini gıyabında konuşmak değil mi bu yaptığımız nahoş icraat.

Hucurat süresi 12.ayetin mealinde Allah: "Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."  Buyurarak başkasının arkasından konuşmayı/çekiştirmeyi ölmüş kardeşinin etini yemeye benzeterek ne kötü bir harekette bulunduğumuza işaret etmektedir. Birini arkasından çekiştirmenin hoş olmadığını biliriz hepimiz. Ama nedense bu günahı bilerek veya bilmeyerek işlemeye devam ederiz. İşin garibi gıybetini yaptığımızın kişiyle karşılaştığımızda hiçbir şey yapmamışız gibi pişkin pişkin davranabiliyoruz. Üstelik yüzümüz de kızarmıyor. Biz en iyisi büyüklerin gıybet konusunda ne dediklerine bir bakalım. Ondan sonra kendimiz karar verelim, gıybet yapıp yapmayacağımıza.

Biri Halid bin Velid'e: “Falanca  senin hakkında konuştu" der. Halid’in cevabı: "Kendi sayfasıdır istediği ile doldurur"  olur.
Bir adam Vehb bin münebbih'e: "Falan  senin hakkında konuştu" der. Vehb’in cevabı: "Şeytan senden başka elçi bulamadı mı?" olur.
Bir adam    Hz  Ali’ye: "Falan  senin hakkında konuştu" der. Ali ise: "Eğer benim hakkımda söyledikleri doğru ise Allah beni affetsin. Eğer doğru değilse Allah onu affetsin" der.
Bir adam İmam şafi’ye: "Falan adam senin hakkında konuştu" der. Şafi: "Eğer doğru diyorsan sen dedikoducusun. Eğer yalan söylüyorsan sen fâsıksın" cevabı verir.
Bir adam bir âlime: “Falanca adam senin hakkında konuştu" der. Alim zatın cevabı: "O bana ok attı ama isabet ettiremedi. Sen ise oku getirip kalbime sapladın" olur.
Bir adam bir âlime: “Falanca adam senin hakkında konuştu" der. Alim: "Üç cinayet işledin;
1.      Kardeşim ile aramı bozdun.
2.      Boş kalbimi meşgul ettin.
3.      Kendini de, benim gözümden düşürdün” der.( Emin Karaman)

Sonuçları itibariyle gıybetin ne olduğunu birbirinden değerli-Allah kendilerinden razı olsun- büyüklerimizin bu güzel anlatım ve tariflerinden sonra başka söze ne hacet! Dileyen adına muhabbet/sohbet/yarenlik dediği gıybetini yapmaya, ahiretine azık hazırlamaya ve kendi sayfasını doldurmaya devam etsin, dileyen vazgeçsin. Dileyen “Atın ölümü arpadan olsun…ölmüş eşek kurttan mı korkar” desin. Dileyen de “günaha giriyoruz ama…” deyip yine gıybet yapmaya devam etsin. Tercih bizim…

Ölmüş kardeşimizin etini yemek zevkli oluyor değil mi? Zaten sürekli hayvan eti yemekten bıkmıştık. Afiyet olsun. 04/03/2017

* 08/03/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


4 Mart 2017 Cumartesi

Bir Çınar

Cuma akşamı liseden bir kısım arkadaşımızla birlikte bir arkadaşın evine misafir olduk. Çayı içerken zil bastı. Bir Tanrı misafiri denir ya. İşte öyle biri. Liseden bir öğretmenimizdi gelen. 1986 yılında bizi mezun ettikten sonra kendisi de 1993 yılında emekli olmuş. Öğretmenliğe nokta koyduktan sonra emeklilik hayatında bir emekliliği daha devirmiş. Böyle birini gördünüz mü insanın aklına ne gelir? Sağlık problemleri baş göstermiştir, beyni sulanmaya başlamıştır, ne konuştuğunu bilmez, çoğu kimseyi tanımaz. Ölümü bekleyen, uzatmalara oynayan, ahı gitmiş vahı kalmış denir değil mi? Bakalım bu nasıl biri?

Hoş geldin dedikten sonra birlikte çayımızı yudumlarken sağındaki ve solundaki oturanların hepsine adı ve soyadı ile birlikte hal hatır sordu. İşin garibi kimin nerede, ne iş yaptığını da biliyordu. O sordukça bizim çok garibimize gitmedi. Çünkü müthiş bir bellek ve hafızası olduğunu biliyoruz. İşimiz ve gücümüzle birlikte bizi tek tek sıradan geçirdikten sonra sıra geldi, sınıfımızda olup da oturmamızda olmayanlara. "Şu nerede, niye gelmedi, durumu nasıl..." gibi sorular sordu. İşin garibi kimin bizim sınıfta, kimin yan sınıfta, kimin alt ve üst devremiz olduğunu, kimin kaç çocuğu var, nerede okuyor, nerede görev aldı, evlenip çocuğunun olup olmadığını da biliyor. Sorduğu sorulara tereddütlü cevap verdiğimizde onları da bir bir düzeltti. Dersinize girmiştir, doğaldır, küçük bir okuldan mezun olmuşsunuzdur diyebilirsiniz. Siz yine öyle sanın. Bu mübarek dersimize de gelmedi. Üstelik 4 bin öğrencinin okuduğu bir okuldan mezun olduk.

Okuduğumuz okulda spor işlerinden sorumlu müdür yardımcısı idi, kaldığımız yurtta da  nöbet tutardı. orta birinci sınıfta iken cumartesi günleri yurdun açtığı Arapça kursunda dersimize girmişti. Tanışıklığı buradan desek...bu sıra dışı adam bizim çoluk çocuğumuzu da biliyor.

Kaldığımız Hacı Veyis Zade talebe Yurdunda her yıl yurt numaraları değişirdi. Yeni bir dönem başladığında yurt numaramı sormuştu. 159 dedim. Yavrum dediğin numara senin geçen yıl ki numarandı dedi bana. Evet hocam! Bu sene ki numaram da aynısı oldu demiştim öğrenciliğimde. Haydi hepsinden geçtik. Akşam otururken bir arkadaşın doğum gününü de söyledi. "Yavrum! Senin doğum günün benim yeğenin doğum günüyle aynı. Siz onunla aynı yaştasınız" der demez içimden bu kadarına da pes doğrusu dedim. Karşımızda normal bir hafıza  yoktu. Mükemmelin mükemmeli bir bellekle karşı karşıyaydık. 20 yıl öncesi karşılaştığımızda "Hocam bilgisayarlar çıktı. Müthiş bir belleği var. Onunla sizin hafıza nasıl" dediğimde, 'Ramazan'ım! Bilgisayar beni geçti" demişti de gülüşmüştük.

Akşam bizimle aynı dönem olan birisinin Karamanoğlu Mehmet Bey Ünicersitesinde öğretim görevlisi olduğunu söyledi. hatırladınız mı dedi. İçimizden bir arkadaş: "Hocam, o dediğini ben biliyorum, Karaman değil, Aksaray Üniversitesine gitti, der demez. Mahcup olacağın işe kalkışma. Hocamız Karaman diyorsa Karaman'dır dedim. Doğrusunu öğrenmek için o arkadaş ilgili kişiyi telefonla ararken ben de o kişiyi sanal alemden sorguladım. Karşıma Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi çıktı. Hocamızın karşısında hafıza yönünden bir kez daha mağlup olmuştuk. Böyle birine mahcup olmaya can kurban!

Birlikte 3 saat oturduktan sonra aramızdan müsaade alarak ayrıldı. Beklemediğimiz bir anda oturduğumuzu haber alıp geldi. Gönlümüzü de aldı. Hiç eksilmeyen gönlümüzdeki yerini iyice sağlamlaştırdı. Sağlığı da yerinde maşallah! Sportif bir vücuda sahip. Kilo sorunu da yok. Sanal alem, internet, gazete takip etmediğini, haftada bir  Kur'an-ı Kerim'i hatmettiğini söyledi. Allah kendisinden razı olsun, kem gözlerden korusun. Hayırlı, uzun ömürler versin.

Devlet her il ve ilçede nüfus müdürlükleri açıp bir çok kişiyi buralarda çalıştırıp masraf edeceğine bu hocamızı alsa Konya'dan sorumlu nüfus işlerinden sorumlu kişi tayin etse inanın, nüfus hata yapar ama bu yapmaz. Üstelik masrafsız biri. O kadar bilgisayar, eleman, binaya da gerek yok. tanıyanlar bilir bu hocamızı. Tanımayanlar için ismini vereyim: Abdurrahman ÇINAR. Bir çınar gerçekten. Her isme, her kişiye gönlünü vermiş, şemsiyesi altında. Allah razı olsun kendisinden. Akşamki yediği yemeği hatırlamayan şimdiki nesle, dersine girdiği öğrencilerin isimlerini bir yıl boyunca öğrenemeyen öğretmenlere duyurulur. Ah bir hafızam güçlü olsa diyeniniz varsa -ki mutlaka vardır, hatta çoktur- bence yaşarken gidip hafızasının nasıl güçlü olduğunu, güçlü bir hafızaya nasıl sahip olunacağını birinci elden öğrenebilirsiniz.

04/03/2017