22 Ocak 2017 Pazar

"Ben seni örnek almışım"


-Baba karnemi sanal alemde paylaşacak mısın?
-Hayır.
-Niçin? Ama herkes paylaşıyor.
-Yüz ağartacak karne mi getirdin de paylaşacağım.
-Ama baba!
-Aması maması yok. Millet hadi herkes paylaştı sana ne oluyor, neyine güvendin de paylaştın bu karneyi demeyecek mi?
-Ne yapayım baba?
-Ağabeylerini örnek alsaydın ya.
-Ben onları örnek alıyorum ama notlar yönünden sana çekmişim. Ne yapayım. Babayı örnek almak suç mu?
-Git oğlum yanımdan. Dil de pabuç gibi maşallah. 22/01/2016

21 Ocak 2017 Cumartesi

Son karne de tarihteki yerini alsın


Aklımda kalan 3 tane karne var: 1.Ekmek karnesi, 2. Sağlık karnesi, 3. Okul karnesi. İlk ikisi mevta oldu. 3. Can çekişiyor. Haydin bir fatiha okuyalım, bu da tarihteki yerini alsın.

Karne vermenin ve almanın bir  anlamı kalmadı artık. Her şey e-okul sisteminde görülmekte. Veli, öğrenci her şeyden haberdar. Sonucu belli karneyi hâlâ bastırmanın, yazdırmanın ve dağıtmanın bir anlamı var mı?

Gelin böyle boş şeylerle vakit geçirmeyelim. Masraf da etmeyelim. Okul yönetimlerine de eziyet ve külfet etmeyelim.

Okul yönetimleri karne çıkarmakla uğraşacağına asli görevi olan nöbetini tutsun değil mi? 21.01.2016

20 Ocak 2017 Cuma

15 Tatili Kimleri Üzdü, Kimleri Sevindirdi? ***

Karne haftası son hafta öğrenci ve öğretmen için bitmek bilmedi. Ne kadar da uzun geldi beş günlük ders başı onlara. Çünkü bir ay boyunca hiçbir hafta 5 gün boyunca okula gidemediler, yoğun kar yağışı ve aşırı buzlanmadan dolayı. Bazı haftalarda 3, bazılarında ise 4 gün okula gidebildiler. Her tatil sonrası onlar için pazartesi sendromu oldu. Eskiden haftada bir bu sendromu yaşayanlar hafta içi kaç defa bunu yaşadılar. Bir sevindiler, bir üzüldüler. Toplamda 7 iş günü tatil yapan öğrenci ve öğretmenler nihayet yorucu bir çalışma temposunun ardından bugün itibariyle ara tatillerine başladılar.

"Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine" misali öğrenci ve öğretmen 15 günlük bir tatile çıktılar. Onlar tatil yapa dursun, bu tatile üzülenlerin sayısı az değil. Yoğun kar yağışı ve buzlanma sebebiyle karar mercii olmaları sebebiyle il valileri öğrencilerin göz bebeği idi. Tweetleri tıklanma rekorları kırdı. Yorumun ise haddi hesabı yoktu. Övücü sözler birbiri ardı sıra peş peşe gelmişti. Valiliklerin resmi sayfalarına girilemez olmuştu. İlin bir numarası olan bu kişiler öğrencilerin de gönüllerinin sultanı olmuştu. Her tatil kararlarında az dualarını almalar çocukların. Kimi vali, servisi arızalandığı için okuluna gidemeyen öğrencinin tweetine bir jestle karşılık veriyor, makam aracı ile öğrenciyi evinden almaya gidiyordu sabahın erken saatinde. Öğrenciyi evinden aldıktan sonra ardından -nasıl haberleri olduysa- basın mensuplarına verilen demecin zevki daha bir bambaşkaydı. Gündeme oturmak, günün adamı olmak, günlerce Türkiye gündeminde konuşulmak fena değildi hani.

Üzülme sırası şimdi valilerde artık. 15 gün boyunca ne tweetleri takip edilecek, ne yorum yazılacak. Ne de evinde mahsur kalıp okuluna gidemeyen öğrenciyi makam aracı ile evinden almaya gidecek. Basın mensupları ise makam aracıyla okuluna giden öğrenciyi haber yapamayacaklar. Ayrıca  yolda kalmış öğrenci servislerini konu edinemeyecekler.

İl-ilçe MEM müdürlerinin ve okul yöneticilerinin tweetleri ve sanal alem sayfaları takip edilmeyecek, personel "Tatil durumu var mı" diye sormayacak.

Gebe ve engelli olan personel de üzülecek. Zira kar tatili dolayısıyla verilen her kararın arkasında "Hamile olan ve engelli olanlar da idari izinli sayılacak" yazılarını göremeyecekler.

Okul yöneticileri de her tatil kararında "Onlar tatil yapacak, biz okulu bekleyeceğiz" diye üzülüyorlardı. Bu ara tatilde  "....Kürt Memet nöbete" misali yine okullarına gitmeye devam edecekler.

Kantincileri sormayın. Her tatil kararında üzüntüleri tavan yapmış, varsa şekerleri yükselmişti. Çalışmadan gelen tatil kararıyla birlikte: "Biz zaten alışkınız, ölmüş eşek kurttan mı korkar" demeye devam edip yatmaya devam edecekler.

İş-güç sahibi olmuş, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan bazı görevliler ise bu ara tatil ile birlikte hem işe gidip hem de: "Öğretmen olmak varmış, doğru dürüst okula gitmediler, yine tatile başladılar" diye homurdanmaya devam edecekler. Onları üzen  başka durumlar da var: Kar tatili dolayısıyla telafi eğitimin yapılmaması, öğrenciler tatil yaparken öğretmenlerin de tatil yapması...

Kışın soğuk dolayısıyla işleri kesat olan bazı esnaf, müşteri gelmemesinin hıncını öğretmenlerden alıyordu: "Bunlar ne tatili yapıyorlar" diye. Bakalım şimdi ne diyecekler?

Çocuğundan bıkmış usanmış anne ve babalar: "Ne zaman okula gittiler de tatile başladılar. Bizim zamanımızda kar tatili mi vardı, bundan daha fazla karlı günlerde okula giderdik, bu devirde öğrenci olmak varmış... Kaderim, kaderim..." diyecekler.

Kar tatilinin bitip ara tatilinin başlamasıyla birlikte mahzun kalacak biri daha var. Ama o kişi değil, whatsapptır. Okulların personel ile daha çabuk iletişim kuralım, önemli haberleri daha çabuk ulaştıralım" diye kurdukları whatsapplar, kar tatili beklentisi içerisine girildiği anlarda "Tatil var mı, olması lazım, bizim buralarda kar daha çok, arabalar çıkmaz, çocuklar gelemez, bu vali daha ne duruyor..." muhabbetleri yaparak iletişimde zirve yapmıştı. Whatsapplar da mahzur kalacaklar bu süre içerisinde.

Hasılı üzülenlerin sayısı say say bitmez. Onlar üzüle dursunlar. Yukarıda dedik ya, öğrenci ve öğretmenler muradına erdi diye. Yazımızı 2013 yılında okulumuzu ziyarete gelen bir kaymakam ile yaşadığım bir anekdotla bitirelim. Kaymakam okula geldi, öğretmenlerle bir toplantı yapayım dedi. Öğrenciler sınıfta iken bir ders saati boyunca öğretmenlerle öğretmenler odasında hasbihal etti. Vedalaşıp giderken: "Sizi bir saat burada tuttum, belki zevk almadınız ama ben sizi burada tutarak öğrencilerin hayır duasını aldım, o bana yeter" dedi ayrıldı.

Öğrenci ve öğretmenin yanında bu ara tatile sevinen bir kesim var ki, onlardan bahsetmeden geçemeyeceğim: Belediyeciler. Her kar yağışında okul bahçelerini ve yolları temizlemek bir kabus olmuştu onlar için. Öyle bir dertleri olmayacak. Gerçi çoğunun öyle bir derdi yoktu ya neyse...

Öğrenci ve öğretmenler! Size  iyi tatiller... İkinci dönem tatil umuduyla yaşamayın. Tatil olmayacak gibi tatilinizi yapın. Kendinizi hep darı ambarında görmeyin... 20/01/2017

***22/01/2017 günü ladik.biz sayfasında yayımlanmıştır.

Formaliteyi yerine getirmede üstümüze yoktur

Milli Eğitim Bakanlığı, devasa bir bakanlık. Kurumunu yönetmek için kanunun kendisine verdiği yetkiye dayanarak zaman zaman yönetmelik, yönerge vb mevzuat çıkarır. Bir dersin öğretim programlarında değişiklik yapmak isterse kamuoyundan habersiz bir şekilde değiştirir, okutulmak üzere taşraya gönderirdi. 

Düne gelinceye kadar başta yönetmelikler olmak üzere çıkardığı mevzuat eleştirilir; iyi hazırlayamıyorlar, görüş almıyorlar, kendileri hazırlayıp dikte ediyorlar; içi boş, eksikliklerle dolu diye eleştiri getiriliyordu. Ne çıkardığı yönetmeliği, ne de uygulamaya koyduğu öğretim programı beğenilirdi. Hatta çoğu kimse Bakanlığın öğretim programına göre hazırlattığı ders kitabını daha görmeden yardımcı kaynağa yönelir, öğrencilerine de bu yardımcı kaynağı tavsiye eder. Devlet bir taraftan ücretsiz kitap bastırırken diğer taraftan evlerimiz, okullarımız özel sektör tarafından reklamı yapılan yardımcı kaynaklarla dolup taşmakta. Her ne kadar ders kitapları ücretsiz olsa da veliler yardımcı kaynak adı altında katlamalı ödeme yapmak zorunda hisseder kendisini.

Son yıllarda Bakanlık, tabanın sesine kulak vermeye çalışıyor. Bir yönetmeliği yenileyecekse, bir dersin öğretim programını değiştirecekse tabandan, işin mutfağında olan kişilerden görüş almak istiyor. Teknolojinin imkanlarından yararlanarak tüm kamuoyuna duyuruyor, taşra teşkilatına yazılar yazıyor. Belli bir tarihe kadar  değişiklikle ilgili görüş, öneri, ekleme, çıkarma vb görüşlerin gerekçesiyle birlikte bir komisyon marifetiyle gönderilmesini istiyor. Kişisel görüş bildirmek isteyenler için Bakanlığın tüm iletişim yollarını da açık tutuyor. Bu tavrıyla Bakanlık, tabana ve onların görüşlerine değer verdiğini gösteriyor. Sevindirici bir durum gerçekten.

Yöneticilik yaptığım dönemde ilgili öğretmenleri çağırıyor, kendilerine: "Öğretmenim! Bakanlık yönetmeliğimizi değiştirmeye karar verdi. Mevcut yönetmeliği bir inceleyelim. Çıkarılmasını ve ilave edilmesini istediğiniz maddeleri belirleyerek gerekçesiyle birlikte bir rapor yazmanızı istiyorum" dediğim zaman 'tamam' cevabı alıyorum. Raporun süresi geldiği zaman öğretmenden rapor istediğimde: "Hocam ben hazırlamadım, çünkü yazdıklarımız dikkate alınmıyor" refleksine şahit oldum. "Hocam dikkate alınmasa da biz görüşümüzü söyleyelim, desem de "Boşu boşuna yazmış oluruz" klişe cevaplarına alıştık artık.

Bakanlık bu yıl değişiklik yapmak istediği öğretim programının taslağını göndererek illerde komisyonlar kurulmasını istedi. Komisyon üyelerinin 'görevli-izinli' olmaları sağlandı. İstenilen süre içerisinde komisyonlar çalıştı. Raporlar Bakanlığa gönderilmek üzere hazırlandı. Buraya kadar her şey mükemmel. Çünkü komisyonlar çalışıyor, hem de harıl harıl. Fakat edindiğim intiba, komisyon üyelerinin öylesine seçildiği, bir kısmının işin mutfağından gelmediği, bu derse girmediği göze çarpmaktadır. Komisyonlar çalışırken doğru-yanlış kendi özgün görüşünü söylemek yerine başka illerde bu konuda yapılmış incelemeleri aramak için parmaklarının 'google'a gittiğini gördüm. Kimin nesi olduğuna bakmadan hazırlanmış raporu 'kopyala-yapıştır' yapmak suretiyle kendi görüşüymüş gibi yukarı makama sunma hazır yiyiciliği izlenimini edindim. 

Görüntü itibariyle tabanın görüşü alındı. raporlar hazırlandı. Fakat anlayacağınız eski hamam eski tas. Değişen bir şey yok. Çünkü özgün fikir ve görüş yok. Maalesef hepimizde bir hazıra konma var. Komisyon üyelerine 'Arkadaş rapor haline getirdiğiniz bu metni bir kaç cümle ile anlatır mısınız' dense inanın söyleyecek bir şeyimiz olmaz. Çünkü kes-kopyala-yapıştır yönteminden faydalanılmıştır. Sadece formaliteler yerine getirilmiş oldu. 

Bakanlığın bunca emek sarf ederek görüşlerine başvurduğu bizler bu şekil rapor hazırlarsak hiçbirimiz yarın önümüze gelecek öğretim programını, kitabı eleştirmeye hakkımız yoktur. Yazık gerçekten çok yazık. Bakanlık görevini yaptı yapmasına da. Bir çok komisyon sınıfta kaldı. 20/01/2017


19 Ocak 2017 Perşembe

Aramızdaki tartışmalı dini konuları çözmenin yolu **

Günümüzde yapılan TV programlarının ve güncel muhabbetlerin ortak konusu, din alanına giren tartışmalı konulardır. Yetkili, yetkisiz herkes konuşur. Konuşa konuşa, tartışa tartışa konuşacak takadımız kalmaz. Yine de hiçbir mesele vuzuha kavuşamadığı gibi beraberinde yeni tartışma konuları ortaya çıkarırız. Kan gövdeyi  götürse de bizim gündemimiz tam hız devam eder.

Muhabbetine başlayıp çoğu zaman hararetli tartışarak, bağırıp çağırarak terk ettiğimiz bu meseleler bir gün çözüme kavuşursa ne yapacağız, bizim için hayat nasıl devam eder bilemem. Herhalde hayat çekilmez olur. Çünkü dinin muhabbetini seviyoruz, kutuplaşma ise zaten bizim işimiz. En nefret ettiğimiz şey ise birlik ve beraberlik.

Bir ve beraber olmaktan nefret etsek de dini konularda aramızdaki tartışmalı konuları çözmek için ne yapılmalıdır? Bunun üzerine kafa yormaya çalışacağım. İşin ehli olmayanlar konuşmasın, sadece ehli konuşsun, bu meseleler çözülür diyeceğim ama. Bu da çok iddialı bir cümle olur. Zira bizde uzmanları da bir araya gelip anlaşamazlar. O zaman ne yapalım? En iyisi uzmanlardan oluşan komisyon veya kurullar kuralım, tartışmalı konuları kendi aralarında enine boyuna irdeleyip kamuoyuna bir rapor şeklinde açıklasınlar. Aralarından seçtikleri sözcüleri de basın, medya, TV aracılığıyla halkı bilgilendirsin. Uzmanlar kimlerden oluşsun denebilir? Bugün Türkiye'de İlahiyat Fakülteleri var. Sayıları sanırım 100'e yaklaşmıştır. Çoğunluğu İlahiyat Fakültesi hocalarından olmak üzere bir üst kurul oluşturulur. Bu kurulun altında fıkıh, tefsir, kelam, felsefe, sosyoloji, tasavvuf vb komisyonlar kurulur. Yine bu komisyon üyeleri de çoğunluğu İlahiyat Fakültelerinden seçilir. Kurul, Türkiye ve İslam dünyasındaki tartışmalı konuları belirler. Kurulun altında kurulan fıkıh, kelam, felsefe, sosyoloji, tefsir vb komisyonlarına konuları havale eder. Komisyon konuyu enine boyuna inceler, geçmiş görüşleri gözden geçirir ve görüşünü açıklar.

Kurul ve komisyonlar, mevcut problemleri çözüme kavuşturmakla beraber, çıkması muhtemel yeni konular üzerinde de çalışır. İcma ile karar alamazlarsa da çoğunluğun görüşü olarak görüş serdedebilirler. Kurul ve komisyonlar aylık rutin, acil durumlarda ise hemen toplanabilmelidir. Çözüme kavuşmayan meseleler diğer ay görüşülecek şekilde ötelenebilir. Ortak kanaat ortaya çıkmazsa bu konuda birden fazla farklı görüş olduğu ifade edilir. Görüşler açıklanır.

Başta tartışmalı konular olmak üzere her konuda daha önce verilmiş fetva, bildirilmiş görüş var. Bunlar kitaplarda yazılı şeklinde bir eleştiri dile getirilebilir. Böyle bir eleştiriye ben, "Zamanın değişmesiyle hükümler değişir" Mecelle kaidesini hatırlatmak isterim. Benim anlatmak istediğim yaşayan hukuk olsun. Nasıl ki bugün mer'i olan hukukta adam öldürmenin cezası kanunla belli iken hakim her zanlıyı yeniden yargılıyor. Senin ne kadar yatacağın kanunla belli demiyor. Sanığın suçu işlerken iyi hali, suçta tahrik unsuru vb göz önünde bulundurup yeniden karar veriyorsa kurulacak komisyonlar da geçmişten bağını kesmeden Kur'an, sünnet çerçevesinde kararı güncelleyebilmelidir. Kararı güncellerken de görüşlerinde ortak akıl hakim olmalıdır. Bilmem anlatabildim mi? 19/01/2017

20/01/2017 tarihinde kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.



18 Ocak 2017 Çarşamba

Sevdim bu ileri saati

Eskiden saatler martın sonunda ileriye, ekimin sonunda da geriye alınırdı.  Bu sene ekim ayında saatler geriye alınmadı. Yani saatle bir ileri, bir geri şeklinde oynanmadı.

İlk başlarda saatlerin geriye alınmaması garibimize gitti. Çünkü işe gitmek için çıktığımızda hava karanlık oluyordu. Üstelik sabah ezanları daha yeni okunuyordu. Hayat herkes için özellikle çalışanlar için daha erken başlıyordu. Ayaklarımız geri geri gitse de, yolda yürürken bu vakitte işe/okula gidilir mi diye homurdansak da alıştık.

Bir iyiliği oldu ileri saatin. Sabah namazı kaçmıyor. Namaz kılmak isteyen için "Efendim sabah namazına kalkamıyorum, uyuya kalmışım" mazeretleri ortadan kalktı. Çünkü işe gittiğimiz esnada daha Güneş doğmamış oluyor. Hatta isteyen sabah namazını camide cemaatle kılıp işine öyle gidebilir. İlk başlarda saatlerin her ne kadar hoşumuza gitmese de saatlerin bu şekilde kalması bir hayra sebep oldu. Çünkü çoğunluğun en zorlandığı namaz sabah namazı idi. Bir çoğumuz uykuya yenik düşüyordu.

Bu uygulamayı başlatanlar bunu gözetti mi bilmiyorum ama hayırlı bir iş yapmış oldular. Geçen gün bir arkadaş, bu saatle birlikte sabah namazını kılmak için camiye gelenlerin sayısında gözle görülür bir artış olduğunu söyledi.

Peygamberimiz bir sözünde: "Bir hayra sebep olan o hayrı yapmış gibi olur, bir kötülüğe öncülük yapan o kötülüğü yapmış gibi olur" buyurmaktadır. Sebep olanlardan Allah razı olsun. 18.01.2017

Reina katiamcısını besleyeceğiz

Dün gece yılbaşı gecesi 39 kişinin ölümüne sebep olan Reina katliamcısı yakalandı. Güzel bir haber. Katili yakalamak için titizlikle izini süren ve sağ olarak yakalayan MİT ve emniyet yetkililerini tebrik etmek lazım.

Katilin başka bir eylem yapmadan yakalanması milletçe hepimize derin bir nefes aldırdı. Bu önemli bir başarı. Fakat esas başarı gerisindeki azmettirici ve bağlantılarını elde etmek için katili konuşturmada. Sırf bu işler için yetiştirilmiş profesyonel psikopat tipleri konuşturmak öyle kolay değil. Bu tipleri konuşturmak için dünyanın en ağır işkence türlerini uygulasan, hatta öldürsen konuşmazlar. İstersen serbest bırakmayı teklif etsen de yine konuşmazlar. Çünkü bu iş için hazırlanmadan önce nice testlerden geçmiştir. Farzedelim ki konuştu. Doğru konuşmazlar. Ya dinim için yaptım der, ya da yanıltmak için alakası olmayan birine suç atar, emri ondan aldım der. Ya da sık sık ifade değiştirir, kuşkulu ve çelişkili ifade verir. Hasılı arkasındaki zinde ve karanlık güç öğrenilemez.

Doğruyu söyleyemez. Çünkü derdi kendisi değildir. Ona bu görevi verenler yakalandığı takdirde ne şekilde ifade vereceğini de öğretmişlerdir. Doğru beyan verdiği takdirde bu ifadenin nelere mal olacağını, çoluk ve çocuğunun aynı anda yok edileceğini de bilir. Belki de katilin yerini katliam emrini verenler ifşa etmiş, polise bildirmiş olabilir. Çünkü has adamlarının görevini layıkıyla yaptığını, artık misyonunun bittiğini, kullandıklarını bir daha kullanmayacaklarını bilirler. Böylece zaten ölmesi mümkün olmayan katilden kurtulurlar, hem de böyle önemli bir katilin yerini istihbarat etmek suretiyle Türkiye devletinin güvenini kazanırlar. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş olurlar. O yüzden işimiz zor. Devlet bu durumda ne yapacak, bunu da zaman gösterecek. Belki daha sorgulayamadan içeriden ayarladıkları birine öldürtecekler. Bekleyip görelim bakalım.

Nasıl yakalandı bilmiyorum. Belki de katil kendi kendini yakalattı.  Ceza versek bile idam edemeyeceğimiz bu caniyi biz içeride devlet olarak besleyeceğiz. Uçan kuştan korumak için güvenliği had safhaya çıkaracağız. Zira oralar belki de dışarıdan daha emniyetli onun için. Yani hapishanede bu hasta, ruhsuz tipe biz istesek de istemesek de paşalar gibi bakacağız. Biz ki 40 bin kişinin katilini bile besliyoruz. 39 kişinin katilini mi besleyemeyeceğiz? Şefkatini, merhameti izi ve acziyetimizi maalesef onlar da biliyor. Çünkü bizi bizden iyi tanıyorlar.  18.01.2017