6 Aralık 2016 Salı

Göbek atanlarınız bol olsun!

Bu millet iyi, hoş, güzeldir. Eyvallah! Buna diyecek bir şey yok. Fakat bu milletin bir kusuru var. Hala da bu hatadan dönmemek için uğraşıyor. Taziyeye giderken nasıl davranacağını öğrenemedi gitti.

Taziyeye giderken hala üzülmeye devam ediyor. Şu üç günlük dünyada üzülmek de neyin nesi? "Dünya dediğin zaten bir oyun ve eğlence" değil mi? "Adamlar da bu dünyada vur patlasın, çal oynasın" diyecekler ama hemen itiraz başlıyor. "Efendim! Taziyeye giderken nasıl da göbek atarsın" diye. Allah aşkına söyleyin! Adamlar ne yapacaktı? Ta Ankara'dan çıkan bir otobüs ta Adana Aladağ'a varıncaya kadar ağlayacak mıydı? Hep üzüntülü olarak o kadar uzun yol nasıl bitecekti sonra? Sonra biz demiyor muyduk: "Ateş düştüğü yeri yakar" diye. Nasrettin Hoca dememiş miydi bize: "El elin eşeğini türkü çağırarak arar" diye. Ayrıca ölenle ölünür müydü? Üstelik cenaze evine varınca gereğini yapacaklar: "Geçmiş olsun, başınız sağ olsun, acınızı paylaşıyoruz. Ta Ankara'dan buraya acılarınızı paylaşmak için geldik" diyerek dostlar alışverişte görsün şeklinde boy gösterip geleceklerdi.

Taziye evine giderken çaldıkları felekten bir gün çok görülmüş olmalı ki, kıyamet koptu. İçlerindeki sanal alem aşığı hain bir İrlandalı'nın paylaşımı gündeme oturdu. Ava giderken avlanmış oldular. Yara saracakları yere yara alarak döndüler. Ne dersin? Ava giden avlanır. Ayrıca bu millet hala bunları anlamadıysa suç bu adamların mı şimdi? Cenaze evinde ağlanacağına gülünüp oynansa, hatta bir dansöz oynatılsa cenaze sahipleri de biraz dertlerini unutsalar fena mı olurdu? Zaten bu millet bir türlü sizi anlamadı. Bu yüzden hiç iktidar yüzü görmediniz. Bu suç zaten sizin değil. Sizi anlamayan vatandaşta suç. Siz yolunuza devam edin. Doğru bildiğiniz yolda devam edin. Bu millet nankördür. Düşünce, fikir, davranış yönünden hep karşısında olmanıza rağmen size hala oy vererek ana muhalefet görevi veriyorsa doğru yoldasınız. Hem de dosdoğru yol. Kim tutar sizi aslanım! Yolunuz açık olsun. Göbek atanlarınız bol olsun.

Bu millet yerine getirmez de yine insanlık sizde kalsın. Allah gecinden versin. Olur ya ölürseniz cenazeniz göbek atarak kaldırılsın. 06/12/2016

Anam anam..."Anan ya"

Bilgisayarıma format atılması için servise uğradım. Görevli dışında biri daha vardı yanında. Beni göstererek hemşehrimiz tanıyor musun dedi."Tanıyorum" dedi. Bana: "Hocam bak bakalım arkadaş, kimlerden tanıyabilecek misin" dedi. Yüzüne baktım: "Sen Sarıoğlangillerden misin" dedim. Evet dedi. Kimin oğlusun dedim. Babasını söyledi. Babandan ve amcandan dayak yedim küçüklüğümde. Her ikisi de benden büyüklerdi. Baban rahmetli olmuş, Allah rahmet eylesin, şimdi fırsat bu fırsat seni burada bulmuşken yediğim dayağı senden çıkartayım deyince, "yapmışlardır, buyur cezamı ver" dedi.

Önce gülüştük ardından anlatmaya başladım. Hiç adetim olmadığı halde bir gün sizin evin sokağından geçerken kaynakçılık yapan baban, elinde çekiçle çıktı dükkandan. Beni durdurdu. Çekici kaldırdı önce sağ omzuma vurdu, sonra sol omzuma. Ardından çıktığı dükkana tekrar girdi. Ben de niçin vurdun, suçum ne bile diyemeden arkama bakmadan canımı kurtardığıma şükrederek uzaklaştım oradan. Bir daha da sizin dükkanın önünden geçmedim. Daha sonraları da babana, bana niye vurdun o zaman demedim. Rahmetli olmuş mübarek! Bundan sonra da soramam artık dedim.
***
Amcan kavgacıydı. hangi ortamda sebep ne olursa olsun mutlaka kavga ederdi. Epilepsi hastası olduğundan kimse ona dokunamazdı. Köyün kelek keseni idi. Vurduğu vurduk, kırdığı kırdık idi. Bir gün Nasıf Ağanın boş bahçesinde aşık* oynuyordu birileri. Amcan da oynuyor. Ben de bazıları gibi seyirciyim. Oyunu daha iyi seyredeyim diyerekten oyun sahasının içine girmeden kenardan aşağı tarafa geçtim. Amcan oyun oynamayı bıraktı: "Sen ne geçip durun buradan" diyerekten eline bir taş aldı, ardından beni yakaladı. Taşı alnıma, kafama sürtmeye, vurmaya başladı. Can havliyle "anam anam" dedimse de amcan hiç pozisyonunu değiştirmeden bu sefer elimi ağzına aldı. Avucumun içini ısırmaya başladı. Ben anam dedikçe o, o tiz ve ince sesiyle "anan ya" dedi durmadan. Kimse de aralayamadı. Nice sonra bıraktı beni kendiliğinden. Elime bir baktım, tüm dişlerinin izi geçmişti elime... Meğersem amcan oyunda kaybediyormuş, biz ona üttürme derdik o zamanlar. Aşıklarını üttürmenin hıncını suyumu bulandırıyorsun diyerek benden aldı amcan.
***
Ben gence babası ve amcasını anlatınca bilgisayarcı biz niye kavgacı değildik o zamanlar diye sordu. Aileden gider. Sen-ben kavga etsek, niye kavga ettin diye bir de ailemizden yerdik zira. Bu gencin sülalesi kavgacı idi deyince bu sefer genç anlatmaya başladı: "Abi haklısınız. Ben bir gün birinden dayak yedim. Ağlayarak eve geldim. Babam: 'Bu eve dayak yiyerek gelmeyeceksin. O seni dövmüşse sen de onu döveceksin, dövmeden de eve gelmeyeceksin' diyerek eline alıverdi beni. Babamdan dayağı yedikten sonra gidip beni döveni dövdüm. Bu işler babadan gider. O zamanlar da ben de çok kavga ettim. Ama şimdi anlıyorum, doğru değilmiş bu yaptıklarımız" dedi.

Söylenen çayım bitmişti ki, bilgisayarı bırakarak ayrıldım oradan. 06/12/2016

*Koyun-keçi gibi hayvanların ayaklarından çıkan kemik parçası. Çizgili ve canlı oynanır, Karasınır'da da bu oyunu sokak aralarında oynamak yaygındı o zamanlar...

Sevdim bu öğrenciyi

Sekizinci sınıfların katında nöbetçiyim. Giren girene, çıkan çıkana, koşan koşana. Çok anormal bir durum olmazsa göz ucuyla takip ediyor, gerekli uyarı yapmıyorum.

Öğretmen ziline yakın koridorda olan öğrencileri, sınıflarına girmeleri için sesleniyorum. Zaman zaman da sınıflara göz gezdiriyorum. Bir taraftan da teneffüste duvara sabitlenmiş kapıları açıp kapatıyorum. Koridordan sınıfa girdirdiğim öğrenci, ben yanından ayrıldıktan sonra tekrar çıktı. Adımladım yanına doğru. Tekrar girmesini sağladım. Ben girdirdim o çıktı bir kaç arkadaşıyla beraber. Bu oyun hoşuma gitse de sinirlenmeye başladım. Hızlı hızlı yanına vardım. "Yavrum, ben girdiriyorum, sen tekrar çıkıyorsun. Bu ne iş" dedim. "Tamam hocam" dedi. "Tamam diyorsun, yine çıkıyorsun" dedim. Öğrenci ciddi bir şekilde: "Hocam, siz içeri geçin diyorsunuz, biz de geçiyoruz. Ama siz çıkmayın demediniz" deyince kızgınlığım geçti. Gülümsedim: "Doğru söylüyorsun" dedim. Derse girme ve nöbet tutmadaki bedeni yorgunluğum gitti. Öğrencinin verdiği kaliteli cevap hoşuma gitti. Helal be sana dedim.

Cevap verin vermeye. Yeterki böyle cevap verin. Allah zihin açıklığı versin, yolunuz açık olsun. 06.12.2016

Bana iyi okumalar!


Normal şartlarda bana iyi okumalar denmez. Sana iyi okumalar denir. Ama ne yaparsınız ki, solumda destelenmiş sınav kağıdını ben okuyacağım. Tamı tamına bir düzineden bir fazla sınıfın sınav kağıdı. Toplam 403 kağıt. Yani bir top fotokopi kağıdından 97 kağıt eksik.

Bu sınav kağıtları bu noktaya gelmeden önce öğrencinin sorumlu olduğu ders konuları yeniden gözden geçirildi. Hangi ünitenin hangi konusundan kaç soru sorulacağı, hangi kazanımların sorumlu olacağıyla ilgili önceden bir hazırlık yapıldı. Kayda geçirildi. Sorular hazırlandı. Bilgisayar ortamına geçirildi. Sayfa düzeni sağlandı. Bir sayfaya tamı tamına 34 soru sığdırıldı. Bilgisayar çıktısı alındı.

372 kağıda ilave olarak 31 adet farklı bir sınıf için hazırlanan sınav kağıdını çoğaltmak için evden koltuğumun altına bir top fotokopi kağıdı sıkıştırdım. İlk iki ders saati dersime girdikten sonra boş olan bir ders saatinde istenilen sayıya göre fotokopi çektim. Bir top fotokopi kağıdından arda kalan da yan tarafta görüldüğü gibidir.




Diğer boş dersimde çoğalttığım fotokopi kağıtlarını her bir sınıfın mevcudu kadar tasnif yaparak yan tarafta gördüğünüz gibi şeffaf poşetin içerisine istifledim. Şimdi sınav yapılacak kıvama geldi.

Bana iyi okumalar dedim ama daha okuma aşamasına gelemedim. Perşembe günü sınavları yaptıktan sonra bu sınav kağıtları için daha cevap anahtarı hazırlayacağım. Ardından tüm kağıtlar tek tek elden geçerek okunacak. Ne kadar sürede okunur Allah bilir? Ama en fazla iki hafta içerisinde okumak zorundasın. Bu kağıtlar okunduktan sonra e-okul ortamına her bir öğrencinin aldığı puan girilecek. 10 dakikada girdin girdin, giremez isen sistem seni atar, daha önce girdiğin notlar da kaydedilmez. Sil baştan tekrar gireceksin. İş bitti mi? Hayır. Sınava gelemeyen mazeretli veya mazeretsiz öğrencinin peşine düşüp "Yavrum gel seni sınav yapayım" diyeceksin. Yaptığın telafi sınava katılmayan öğrenci var ise -ki olmaz mı- o öğrenci/lere de sınav yapacaksın. Yaptığın sınavın sonuçlarını sınıf ortamında öğrencilere okuyacaksın. Öğrenci kağıdına bakmak isterse ona kağıdını gösterip kontrol etmesini sağlayacaksın.

Hele şükür, bitti diye aklından geçirmeye kalktığın anda okul idaresinin her sınavdan sonra sınıf ve soru analiz raporunu hazırlaman gerektiği aklına gelir. Sevincin kursağında kalır. Bir sınıfta kaç öğrenci, hangi sorulara cevap verememiş. Öğrencinin yanlış cevapladığı tüm soruları belirleyip konunun anlaşılıp anlaşılmadığını, anlaşılmadı ise alınacak tedbirleri içeren bir rapor hazırlayacaksın. Anlaşılmayan soru hangi ünitenin sorusu bunu da belirteceksin.

Soru hazırlama, fotokopi etme, e-okula girme, sınav ve soru analizi derdi bitti derken bir bakmışsın ki diğer sınavın tarihi gelmiş. Hiç nefes almadan diğer sınavın hazırlıklarına sil baştan başlıyorsun. Tabii bunları ne zaman yapacaksın? Ders dışında. Yani evde. Hani zaman zaman "Öğretmenler ne iş yapıyor, durmadan tatil yapıyorlar. Bazı günleri de boş, çoğu zaten yarım gün çalışıyor, çocuklara da bir şey vermiyorlar..." diye dert yanıp mangalda kül bırakmayan kişilere rastlarsınız. (Doğruluk payı olabilir bu tür eleştirilerin.) Uzaktan bir davulun sesi gür gelir mutlaka. Her mesleğin mutlaka avantaj ve dezavantajları vardır.

Şunun bilinmesi gerekir ki öğretmenlik göründüğü kadar kolay bir meslek değildir. Tüm mesele derse girip çıkmaktan ibaret sanılmasın. Öğretmenlik diğer meslek grupları gibi değildir. Mutlaka eve iş götürmek gerekiyor. Bir defa anlatacağın konuya hazırlanman ve dersle ilgili malzeme ve materyal getirmen gerekiyor. Derse hazırlanıp geldin, ders işlemeye hazır bir sınıf bulman gerekiyor. Uyuyanı uyandıracaksın, konuşanı susturacaksın, tekrar konuşursa tekrar susturacaksın, ayaktakini oturtacaksın. Öğrencinin derse odaklanması için her türlü maharetini gösterip sonra derse başlayacaksın. Çünkü içeride ders işlememek ve işletmemek üzere konuşlanmış, sayısı az, özgül ağırlığı fazla olan hedefsiz öğrenciler vardır. Eğer hakkıyla yapılırsa öğretmenlik zor zanaat gerçekten.

Çoğumuz öğretmenliği değerlendirirken Hababam Filmlerinde okul hizmetlisi olarak rol yapan Adile NAŞİT'in sınıfa girip öğretmenlik yapması olarak sanıyor. Mesele derste tamamen ayakta durmaktan; dilin, gözün çalışmasından ibaret değil. Ders esnasında zaman zaman polis-asker gibi olup sınıf güvenliğini sağlayacaksın, Dertli gibi olanı teneffüste ayrı bir yere çekip derdini dinleyeceksin, dersin ahengini bozanlarla ayrı ayrı görüşeceksin. "Öğretmenim, benim derste gözüm yok" diyene zorla da olsa ders anlatmak için didineceksin. Hasılı öğretmenlik zil ile başlayan, zil ile biten bir meslek değildir. Okula gelmeden önce yapacakların var, ders bittikten sonra da yapacakların var.

Bazı derslerde üzdüğümüz öğretmenlerimiz: "Çocuklar! İnşallah öğretmen olursunuz" derlerdi. Gerçekten haklılarmış. Hala ne var öğretmenlikte diyen varsa ne diyeyim. Hocamın duası sizin için de geçerli olsun: "İnşallah öğretmen olursunuz."

Ramazan! Boş ver sen şimdi dertlenmeyi. Perşembe sağ-salim sınavı yaparsan oyalanma! Bak  şu aşağıdaki  kağıtlar seni bekliyor. Haydi nöbete...

Kıssadan Hisse (2)

Hayata Hangi Açıdan Bakıyoruz?

"Bir gün New York'ta bir grup iş arkadaşı, yemek molasında dışarıya çıkar. Gruptan biri, Kızılderili’dir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yoldaki iş makinelerinin çıkardığı gürültü ve korna sesleri arasında ilerlerken, Kızılderili, kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyleyerek cırcır böceğini aramaya koyulur. Arkadaşları, bu kadar gürültünün arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam eder. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla aramaya devam eder. Kızılderili, yolun karşı tarafına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder. Binaların arasındaki bir tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar. Arkadaşı, Kızılderili’ye "Senin insanüstü güçlerin var. Bu sesi nasıl duydun?" diye sorar. Kızılderili ise; bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek, arkadaşına kendisini takip etmesini söyler. Kaldırıma geçerler ve Kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlar. Birçok insan, bozuk para sesini duyunca sesin geldiği tarafa bakarak, onun ceplerinden düşüp düşmediğini kontrol eder. Kızılderili, arkadaşına dönerek: 'Önemli olan, nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin' der ve yollarına devam ederler.

Duanın Yarısı

Fakirlere acıyan ve onlara yardım etmek için elinden geleni yapan bilge, bir gün sabahını fakirlere daha fazla yardım etmesi için dua etti.

Eve döndüğünde eşi sordu:

“Nasıl duan kabul olundu mu?”

Bilge dudaklarında ince bir gülümsemeyle cevap verdi:

“Yarı yarıya.”

Karısı şaşırdı ve bunun ne anlama geldiğini sordu. Bilgenin karşılığı şöyle oldu:

“Fakirler yardım almayı kabul ettiler...”

 

Nasılsan, başkasını öyle görürsün


Bir hükümdar bir gün valilerinin basiretini ve bilgeliğini ölçmek istedi. Önce zalim ve cimriliğiyle meşhur valisini çağırdı. Ona şöyle dedi:

“Bütün ülkeyi dolaşmanı ve gerçekten iyi bir insan bulmanı istiyorum.”

Vali, ”emredersiniz!” diyerek ayrıldı ve araştırmasına başladı. Bir çok yeri dolaştı, sayısız insanla görüştü. Nice zaman sonra kralın huzuruna çıkıp şunları söyledi:

“Hükümdarım! Emrettiğin gibi bütün ülkeyi dolaştım ve gerçekten iyi bir insan aradım, böyle birisi yok: Herkes bencil ve kötü. Sizin aradığınız gibi iyi bir adamın bulunması mümkün değil.”

Bu cevap üzerine bu valiyi görevden alır. Sonra başka bir valiyi çağırtır yanına. Bu vali cömertliği, hayırseverliği ve şefkatiyle tanınıyordu. Vali ondan da: ”Bütün ülkeyi gezmesini ve gerçekten kötü bir insan bulmasını” istedi.

Vali hükümdarın dediği şekilde bütün ülkeyi gezip birçok insanla görüştü. Nice zaman sonra hükümdarın huzuruna çıkıp şunları söyledi:

“Hükümdarım, arzu ettiğiniz şeyi yapamadım. Kimi insanlar aldatılmış, kimileri aldanmış, kimileri de bilmeden hareket ediyor, ama hiçbir yerde gerçekten kötü bir adama rastlayamadım. En kötüleri bile o halden kurtulmak istiyor, ama beceremiyor.”

Bu cevaba hoşlanan hükümdar valisini başvezir yaparak ödüllendirir. 06.12.2014

Bütün Dünya Eylül 2002


İşlem hacmi

Borsa uzmanı biri, borsaya yeni merak sarmış biriyle bir parkta geziniyorlarmış. Hararetli bir şekilde yeni borsacıya borsayı anlatıyor:
 -Bak azizim! Borsadaki fırsatları iyi değerlendirmek lazım, fırsatını buldun mu hemen dalacaksın. Bak şu yerdeki köpek pisliğine...Biri sana şu köpek pisliğine parmağını batır, sonra yala, bunun karşılığında sana bir milyar para var derse hemen fırsatı değerlendireceksin, tamam mı?
 -Tamam üstat der. Üstat:
 -“Haydi bakalım şu yerdeki pisliği yala, al bir milyarı” der. Yeni borsacı denen işi yapar. Bir milyarı alır. Epey yürüdükten sonra yeni borsacı yerdeki gördüğü yeni pisliği arkadaşına gösterir.
 -Haydi üstat! Pisliğe ban, al bir milyarı, der. Borsa ustası pisliği yalar ve bir milyarı alır. İki arkadaş yine yürümeye devam ederler. Olan bitenden bir şey anlamayan acemi borsacı:
 -Yahu arkadaş, ben bu işten bir şey anlamadım. Herkesin parası kendi cebinde; ağzımızdaki pislik de işin cabası. Peki biz bu pisliği niye yedik. Borsacı:
 -Efendim! İki milyarlık işlem hacmi gerçekleştirdik, der. 06.12.2014

Heyhat demeden

Bugün bir beklenti ile sana gelen, yarın bir beklenti ile başkasına gider,  sen de ardından bakakalırsın.

Çoklukla şımarıp savrulma, hep kaliten, prensibin konuşsun ve konuşulsun.

Çevrendekilerin değil, çevredekilerin nabzını  tut. Bil ki kem âlât ile kemâlât olmaz.

Kişi, kurum ve kuruluşlar zirvedeyken yerinde saymaya, gerilemeye ve kaybetmeye başlar, zirvedeyken dik gelen Güneş, gözü kamaştırdığından gerçekleri net ayırt edemez, farkına vardığı zaman iş işten geçmiştir. Heyhat! 06.12.2014