14 Kasım 2016 Pazartesi

Bu adam ne yaptığını biliyor **

Seversiniz veya sevmezsiniz, görüşlerine katılır ya da katılmazsınız, yönetim tarzını beğenir veya beğenmezsiniz, yaptıklarını  tasvip eder ya da etmezsiniz, ülkeyi düze çıkarı veya batırır, konuşmalarını samimi bulur ya da bulmazsınız... Bu konuda tercih kişilerin en doğal  hakkıdır.

Bir hakkı teslim etmek lazım. Bitmeyen enerjisiyle müthiş bir çaba içerisinde olduğu tabir yerindeyse çırpındığı gözlerden kaçmamaktadır. Daha önce görmediğimiz bir konuşma üslubu, mücadele azim ve gayreti var. Niyetini açık eden bir yapıya sahip. Fincancı katırlarını ürkütürüm endişesi taşımıyor, siyaset değil hayatın içinden yaşamayı seçmiş bir görüntüsü var. Doğru bildiğini, tasvip etmediğini eğip bükmeden söylemeyi prensip edinmiş, dilinde kemiği olan biri. Aşina siyasilerin mücadele ve siyaset anlayışından farklı. Yaptıkları tasarruflarında hata etmişse "yanılmışım" diyebilecek kadar öz eleştiri yapabilen biri.

Geldiği her yere tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş, mücadele etmekten pes etmeyen, doğru bildiğini çekinmeden söyleyebilen doğrucu Davut. Diklenmeden dik durmayı bildi. Mücadele, hırs, azim, gayret hayatının ayrılmaz bir parçası sanki. Gören: "Bu adam neyine güveniyor, ardında destekleyen bir güç var" diye düşünür. Halbuki geriye dönüp bakıldığı zaman ardında sadece Anadolu'nun ağzı dualı, elleri nasırlı, çilekeş insanları olduğu görünmektedir. Bulunduğu makamda: "Benden öncekiler burada dinlendiler, ben de biraz soluklanayım" diye bir derdi yok. Dur durak bilmiyor, koşturuyor, konuşuyor. Anadolu'ya çıkamadığı zaman -bulunduğu makamı ve yeri, halka ve millete açarak- elleri nasırlı Anadolu'nun değişik kesimlerini devletin en tepe makamında misafir etti, onlarla göz göze geldi, dertleşti, derdini anlattı, içe ve dışarıya mesajlar verdi, hala da vermeye devam ediyor.

Devletin en tepe makamının yanında adına "Millet Camii" ismi vererek niyetini de ortaya koyuyordu. Külliyenin içindeki 'Millet Kültür ve Kongre Merkezinde' her kesim insanlarla buluşuyor sürekli. Kah muhtarlarla, kah çiftçilerle vb bir araya geliyor. Misyon, vizyon ve hedeflerini de orada aktarma imkanı buluyor. Hem Türkiye'ye hem de dünyaya mesajlar veriyor durmadan: Dünya beşten büyük diyor: AB'ye cevap veriyor... Genç Cumhuriyetin kökleşmesi için 2023 hedefi koyuyor, 2053 vizyonu koyarak köklerimize işaret ediyor. 2071 diyerek Anadolu'nun yurt edinilmesini, burasının kolay yurt edinilmediğini, gerekirse yine bedel öderiz, biz buraya çıkmamak üzere geldik mesajı vermeye çalışıyor. Bizi geçmişimizle barıştırarak gelecek ufku vermeye çalışıyor. Zira bizi geçmişimizden koparmak için az uğraşılmadı geçmişte. Milletin her bir kesimini devletin en tepesinde misafir edilerek: "Buranın gerçek sahibi sizsiniz, milletin efendisisiniz, bizim için değerlisiniz" demek istiyor. Dışarıya da: "Görün, bakın, bu millet, devletiyle bir ve beraber. Biz bir ve beraber oldukça asla bu ülkeyi dize getiremeyeceksiniz, daha fazla şansınızı denemeyin isterseniz" diyor sanki.

Dedim ya beğenir ya da beğenmezsiniz, ülkeyi batırır veya çıkarır, geleceği bilemeyiz. İçini de bilemeyiz, zira kalbini yarıp bakmadık. Ama bir hakkı teslim etmek lazım. Konuşmasından ve görüntüsünden samimi olduğunu düşünüyorum... Keşke köşe başlarını tutmuş, makam sahibi sorumlu kişiler de onun gibi samimi olsalar. İşte o zaman bu ülkeyi kimse tutamaz. 14/11/2016

** 22/11/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Kim yapar bizim Türkçe öğretme uğruna yaptığımız kötülüğü

Adana'da tanıştığım biri yeni bir araba almıştı. Şoförlüğü pek yoktu.  Kendisi de kabul ederdi,  sürmeyi beceremediğini. Fakat başka yolu yoktu öğrenmekten başka. Zira ömrü boyunca mobilyete binerek ihtiyacını gidermişti. Bu halinden de memnundu aslında. Fakat çevresinden: "Hocam at artık şunu, dört tekerlekliye bin"  diye diye bir araba almak zorunda kalmıştı.

Evi,  işlek bir caddede idi. Sabah namazından sonra balkona çıkar, akan trafiği izler, bilgisini artırmaya çalışırdı. Zaman zaman da arabasına binerdi. Bir gün yanıma geldi: "Hocam sürmeye sürüyorum ama arkamdaki bütün araçlar bana korna çalıyor,  hep kavşaklarda  bir hata yapıyorum ama hatamın ne olduğunu bilmiyorum.  Halbuki ben nizami bir şekilde yolun sağına duruyorum ışıklarda" dedi. Sola döneceğin zaman da mı sağa duruyorsun dedim. "Evet hep sağa duruyorum. Yeşil yanınca herkesin önünden sola geçiyorum"  dedi. Önce gülümsedik ardından nerede durması gerektiğini söyledim kendisine.

Şimdi sadede geleyim. Zira benim derdim başka. Toplum olarak dil özürlü müyüz acaba diye düşünmeye başladım. Böyle bir iddia bu millete yapılan bir hakaret olur. Yıllardır bizim eğitim sistemimizde yabancı dil öğretimi masaya yatırılır, enine boyuna konuşulur ve tartışılır. Ders saatleri artırılır,  ilkokul ikinci sınıfa kadar yabancı dil dersi koyarız,  hazırlık sınıfı koyar,  sonra kaldırırız, sonra tekrar koyarız. Hasılı sıfır elde var sıfırız. Bir yabancı dili öğrenemedik,  ne yapacağız diye düşünürken Hoca'nın Timur'dan ikinci fil istemesi gibi liselere 2.bir yabancı dil kondu. Aslında 3.bir yabancı dilimiz daha var. O da ana dilimiz Türkçe.

Hepimizin "Benim Türkçe'm iyi" dediği dil yani. Aslında Türkçe'miz iyi falan değil. Sadece biz öyle sanıyoruz. Çoğumuz meramını 300-500 kelimeyle anlatmaya çalışır. Zaten çoğu zaman da beceremeyiz, işimizi şiddetle çözmeye çalışırız. Diğer iki yabancı dili sökemediğimizin müsebbibi bizim Türkçe öğretmedeki pardon öğretmemedeki maharetimiz. Bir dil bu kadar mı zorlaştırılır? Bunu nasıl beceriyoruz bilmem. İster kabul edin,  ister kabul etmeyin. Yabancı dilleri öğrenemeyişimizin temelinde katlettiğimiz Türkçe'miz yatıyor. Gerçi teste dayalı, yanlışların içerisinde doğruların gizlendiği bu merkezi sınavlar olduğu müddetçe bırakın yabancı dili,  diğer dersleri de öğrenemeyiz. Bu da ayrı bir yazı konusu.

Ne demek istiyorum? Türkçe öğretme konusunda bir hata yapıyoruz ama nerede? Tıpkı yukarıda anlattığım acemi şoförün yaptığı hata gibi...  Güzel Türkçe'mizi kurallara boğmuşuz. Kural üstüne kural, kural içinde kural koyarak ne konuşabilir ne de yazabilir olduk.  Kural hatası yaparız endişesiyle düşünmeyi ve anlamayı unuttuk neredeyse. Ayrıntının ayrıntısı bize öğretilen: Kelime bitişik mi yazılacak,  ayrı mı? Arada virgül mü konacak,  noktalı virgül mü?  Zarf ve kelime yerli yerinde mi kullanılmış? Kelimede ünlü daralması olmuş mu?  Ünsüz yumuşaması var mı? 'Ki', ayrı mı yazılacak,  bitişik mi?  Ya 'da' nın durumu? Hangi kelimeler büyük harfle yazılır,  hangisi küçük?

Bize Türkçe öğretilmekten ziyade öğrenilmemesi istenilmektedir zannımca. Kural olmasın demiyorum. Biraz sadeleştirilsin istiyorum. O kadar kural konan bir dilin yazım ve imla kurallarını bilen insanımızın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bilip de uygulayanı zaten ara ki bulasın. Kuralları öğretmek için gösterdiğimiz gayret ve çabayı kelime hazinemizi zenginleştirmeye versek, yazılanı ve anlatılanı anlamayı kavrayabilsek fena olmaz sanırım. Anlamaya çalışmak, kelime hazinemizi artırsak öyle zannediyorum hayal gücümüz de artar. Olaylara daha farklı pencerelerden bakabiliriz. Dil dediğin meramını anlatma sanatıdır, iletişim kurabilmedir. Düşünüp üretebilmedir. Biz Türkçe, İngilizce, Almanca, Arapça vb dilin kuralını öğrenip kurallı konuşacağız derken başkası malı alıp götürüyor. Ayrıca öğrendiğimiz kurallar sadece sınavlardan sınavlara kullandığımız kaidelerdir. Kural koymaktan, kural uygulamaktan, kural öğrenmekten neredeyse dilimizi konuşamayacağız ve yazamayacağız. 14/11/2016

Bize yabancı bu zihniyet kimin eseri?

İslam dünyasını ağlatmak  üzere beslenen beslemelerin silahları,  çıktığı kapıya döndü.

Medeniyetlerinin temeli kan ve gözyaşı olan Batı, Bizans oyunlarından vazgeçmelidir. Bu kanı bahane edip yeni işgallere kalkışmamalıdır. Yeniden vaftiz olup tövbe-i istiğfar etmelidir.

Ortadoğu'dan elini çekmelidir. İslam coğrafyasını işgal etmek için İslam fundamalizmi, İslam terörü diye diye sonunda bekledikleri doğum gerçekleşti. Irakta, Afganistan'da, Libya'da, Suriye'de attıkları tohumlar meyvesini verdi.

Nur topu gibi olan çocuğunuz hayırlı olsun. Beslediniz kargayı, oydu gözünüzü. Maalesef bu sizin eseriniz. Dünyayı kana bulayan, masum insanların canını alan Ortadoğu'nun yaramaz çocuğu sizin öp öz evladınız.

Bizden göründüğüne bakmayın. Bu zihniyet bize yabancı. 14.11.2014

13 Kasım 2016 Pazar

Öğrenci ve burs*

"Hayırlı geceler abi, odunumuz bitti. Çok üşüdük, 4 tane odun aldık. Hakkını helal et, öğrenciyiz." yazılı bu  not Kastamonu’nun Taşköprü ilçesindeki bir caminin odunluğuna bırakılmış ve 13/11/2016 tarihli görsel ve yazılı medyada haber olarak yer aldı. Anlaşılan yüksek okulda okuyan  üniversite öğrencileri olsa gerek bu notu bırakanlar. Üniversite öğrencileri  genelde ilk yıl kendilerine yurt çıkmış ise orada kalır, yurtta edindikleri birkaç arkadaşla birlikte ikinci dönem ya da ertesi yıl eve çıkarlar. Sanırım bu gençler de  evde kalan türünden.

Gurbette okumak, maddi imkanları kıt olan öğrenciler için daha bir zordur gerçekten. Bu gençler bıraktıkları notla Türkiye gündemine geldiler. Dört odunla sabahı bile geçiremezler. Evin soğuğu biraz kırılır o kadar. Ya ertesi günler bu gençler ne yapacaklar? Haydi yakacak bir şekilde temin edildi diyelim. Ya diğer giderleri ne olacak? Kira parası, yiyecek, içecek, elektrik, su harcamaları var daha geride. Herhangi bir yerden odun-kömür alamadan geceyi soğuk bir ortamda yorgan veya battaniyesine sarılarak geçiren daha nice gençlerimizin  türlü türlü hikayeleri vardır kim bilir? 

Gençlerimizin bazılarının maddi açıdan imkanları iyi olabilir ama bu ülke insanının okuyanlarının ekseriyeti maddi imkanlardan yoksun maalesef. Ailesinin saçını süpürge ederek gönderdiği harçlığı kıt kanaat, ucu ucuna denk getirmeye çalışır çoğu. Hatta bazıları okuldan arta kalan diğer zamanlarında part time çalışırlar bile. Kimi de okuyamayıp bırakır gider. Kimi okuyabilmek için bazı vakıf ve derneklerin şemsiyesine girer. Evinde, yurdunda kaldığı gruba karşı hayat boyu minnet borcu duyarak yaşamaya devam eder. Kimi gönüllüsü olur bir müddet sonra. Kimi de içine sinmese de gördüğü iyilik karşısında boynunu büker. FETÖ ve PKK'nın bu şekilde kendisine eleman yetiştirdiği kişilerin sayısı az değildir. Değerlendirmemi abartılı bulanlar için Ömer Seyfettin'in 'Diyet' isimli hikayesini hatırlatmak isterim...Nasrettin Hoca'ya biri ıslanmasın diye şemsiyesini vermiştir. Şemsiyeden dolayı yağmurdan ıslanmaz ıslanmaya. Ama şemsiyeyi veren her gördüğünde hocanın başına kakar, olayı hatırlatırmış: "Hocam o gün benim şemsiyem olmasaydı, senin halin nice olurdu" diye. Bir, iki, üç...beş derken hoca dayanamaz. Elbisesi ile birlikte havuza atlar: "İşte böyle olurdum, tamam mı" der.

Her kıt kanaat okuyanlar kötü niyetli grupların eline düşer anlamı çıkmasın dediklerimden. Ya da her vakıf, dernek öğrencilere yaptığı iyiliği durmadan başa kakar anlaşılmasın. Her vakfı, her derneği, her camiayı kasdetmesem de maalesef geneli, yaptığı iyiliğin karşılığı olarak bir ömür boyu kendisine hizmet beklemektedir.

Öğrencilerin, özellikle gurbette okuyan üniversite öğrencilerinin bazı kötü niyetli grupların eline düşmemesi için devlet KYK vasıtasıyla burs ve kredi vermektedir. Eskiye oranla verilen burs-kredi yaraya merhem olmaktadır. Yeterli mi? Değil maalesef. Bunun yanında vakıf ve dernekler, STK'lar, firmalar, kişiler vs öğrencilere burs vermektedir. Öğrencinin bu şekilde desteklenmesi takdire şayan gerçekten. Yerine ve hedefine varan en güzel sadakadır bu. Bizim insanımız veriyor. Allah hayırlarını kabul etsin. Fakat devletin dışında verilen bursların dengeli bir şekilde dağıtıldığı kanaatinde değilim. 

Bana günümüzde yapılabilecek en iyi hayır nedir dense hiç tereddütsüz üniversite öğrencilerine burs vermek derim. Ayette zekat verilmesi gereken sekiz sınıftan olan "ve'bnis-sebil" yani 'yolcular' sınıfına öğrencilerin de girdiğini düşünüyorum. Yukarıda dedim ya verilen burslar dengeli değil diye. Bazı öğrenciler vardır 5-6 yerden burs alır, bazıları ise ailesinden gelen ve devletten aldığıyla yetinir. Tıpkı sermayenin belirli ellerde dolaştığı gibi bazıları burs ile ihya olurken diğerleri de havasını alıyor. Hatta bildiğim biri, öğrenci iken aldığı burslardan dolayı okuduğu ilde bir arsa aldığını söylemişti bana. 

Okuyan öğrencilerin kötü niyetli kimse ve grupların eline düşmemesi için iyi bir arazi çalışması yapılmalı, vakıf ve derneklerden burs verenler bir araya gelerek ortak bir burs fonu oluşturup burs verme kriterleri belirlemelidir. Burs verilen öğrenci, aldığı burstan dolayı asla minnet duygusu hissetmemeli ve çekmemelidir. İsteyene burs vermekten ziyade isteyemeyen ihtiyaç sahibi  kişilerin tespit edilmesi sağlanmalıdır. Devlet dışındaki burs verenler bir araya gelemez, herkes kendi seçtiğine verir deniyorsa devlet, verdiği kredi miktarını kredi alacak kişinin istediği miktara çıkarabilir. Nasılsa kredi geri ödemelidir. Borç yiyen kendi kesesinden yer. Birilerinin tuzağına düşmektense bu yöntem uygulanabilir. Ayrıca devlet 657'ye tabi personeli için yaptığı çocuk yardımını yeniden gözden geçirmelidir. Bildiğim kadarıyla devlet, 0-6 yaşındaki çocuğu katlamalı çocuk yardımı yaparken 7 yaşından sonra ise sembolik bir yardım yapmaktadır. Halbuki esas masraf çocuk büyüdükçe artmaktadır. Bütün  mesele sadece bez ve mama değildir... 

Serdettiğim önerilerimin uygulama imkanı olmayabilir. Ne öneride bulunulursa bulunulsun ama mutlaka gençlerimizin ekonomik sıkıntıdan dolayı yakın zamanda gördüğümüz hala yaralarını saramadığımız durumlarla karşılaşmamaları  için uygulanabilir çözümler ortaya konmalıdır. Malumunuz tabiat boşluk kabul etmez. Yoksa daha çok ağlarız... 13/11/2016


30/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Eceline susayan cami duvarına işer *

Haydi polisle sorunları var,  pusu kurup öldürme yoluna gidiyorlar.  Askerle sorunları var, yok etmek istiyorlar.  Çünkü polis-asker; astıklarını astık, kestikleri kestik imkanı vermedikleri için ayak bağıdırlar. Onları kalleşçe öldürmezlerse   gün yüzü göremeyecekler. Polisi ve askeri öldürmelerinin de bir anlamı yok ya. Haydi bu durumun bir izahı var diyelim.

Kaymakamdan  ne isterler bu kalleş katiller sürüsü. İlçenin başta güvenlik olmak üzere tüm sorunlarını çözmek için kendisini seferber eden devletin ilçedeki en yüksek mülki amiri. Kapısında doğru dürüst güvenliği bile olmaz. Elinde,  belinde silahı yok. Akşama kadar kapısı sonuna kadar vatandaşa açık.  Dert dinler durmadan,  şikayetleri not eder. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı (Fak Fuk Fon) vasıtasıyla ilçedeki ihtiyaç sahiplerinin odun,  kömür,  yiyecek,  içecek, sağlık,  barınma vs her türlü ihtiyacını gidermek için gecesini gündüzüne katan bu insandan ne isterler? Anlamak zor gerçekten. Bir yerde kendisine silah doğrultulması gereken en son kişi olması gerekir bu fedakar insanların. Zor şartlarda devleti temsil eden bu insanı öldürenin olsa olsa kendisiyle sorunu olur. Kendi kavgasını masumda arama psikolojisidir bu. Hele şimdilerde bir yerin mülki amirleri, devletin şefkat yönünü gösteren babacan kişilerdir. Eskilerde kaldı halka kan kusturan, devletin soğuk yüzünü temsil eden yöneticiler. Güney Doğu’da devletin şefkat damarını gösteren yöneticilerini gördüler mi adamlar kırmızı görmüş boğa gibi oluveriyorlar hemen. Yok edilmeli ki; halka baskı gelsin, baskı geldikçe, “Bakın devlet size kan kusturuyor” edebiyatı yapabilsinler. Devletin imkanlarını halka seferber eden bu kişiler yok edilmeli ki kendi kötü emellerine hizmet edecek avane ve sempatizanları olsun her daim. Böyle yapmazlarsa yaşadıkları bölgede ekmek yok kendilerine. Diyarbakır emniyetinde farklı bir emniyet müdür profili çizen, kısa zamanda halkın gönlünde taht kuran Gaffar OKKAN nasıl yok edildiyse böyle kaymakamlar da yaşamamalıydı aralarında.

Ömrün yarısı denen 35’inde kıydılar maalesef. Birileri o bölgemizde maalesef huzur ve barış istemiyor. Sürekli kandan besleniyorlar. Halka iyilikten başka bir şey düşünmeyen bu insanı öldürmek için insanın aklından zoru olmalı, vicdan denen duygusu olmamalı, fıtratı bozulmuş olmalı böyle satılık, kiralık, kancık katillerin. Haydi ülkede huzur istemeyenler ilçedeki devletin en yüksek mülki amirini öldürerek devlete meydan okumak istediler diyelim. Kötü, kötüdür. Mutlaka kötülüğünü yapacak, meşrebini ortaya koyacak...Peki bu adamlar kaymakamın odasına kadar girip masasının altına bombayı nasıl koydular? Odasına nasıl girdiler? Demek ki içeriden destek gördüler. İçeride işbirlikçileri var. Kim bilir içerideki haine kaymakam ne iyiliklerde bulunmuş, ne sorununu çözmüştür. Haydi dışarıdaki terörist kaymakamı tanımıyor. İçerideki adam amiriyle kaç defa yüz yüze gelmiştir, oturup kalkmıştır. Beraber çay ve kahve içmişlerdir. İnsan olan, beraber çalıştığı mesai arkadaşının öldürülmesi uğruna bir başkasına nasıl yardım ve yataklık yapabilir? İnsanda biraz mide olmalı. Kaymakamlık dediğin yerde yüzlerce insan çalışmaz ki, çalışanın sayısı bir elin parmaklarını geçmez.  Gerçi benim ki de laf yani. Hain için ihanetin sınırı olamaz. Hala öğrenemedim gitti. Adamlar devletin en tepesindeki kişinin yaveri olacak şekilde kendilerini gizleyerek merdivenleri tırmanmış ya da tırmandırılmış, kaymakamlıkta mı olmayacak?

Ülkemizin gücünü beğenir ya da beğenmezsiniz. Ama bir hakkı teslim edelim. Bu kadar haini içinde barındıran bir devlet hala ayakta ise bu devlet dünyanın en güçlü devletidir. Hiçbir devlet bizimle bu konuda boy ölçüşemez.

Yazıklar olsun kandan beslenen hainlere! Bunlarla aynı ülkede yaşamaktan, aynı familyadan olmaktan utanç duyuyorum. İnsan bu kadar alçalamaz. Bu kadar kendini satamaz. Aklını kullanmamazlık edemez. İnsan olan; havasını teneffüs ettiği, ekmeğini yediği kaba pislemez. Bunlar, insanlıktan nasibini almamış, insan görünümlü heyula yaratıklardır maalesef.

Kaymakamım sen rahat uyu! Fedailerin o bölgeyi dar edecek onlara. Rabbim sana merhamet etsin! Sen şehadet şerbetini içerek kurtulup gittin, en yüce makamdaki yerini aldın. Ya biz ne yapacağız?  Eceline susadığı için cami duvarına işeyen  bu beyinsizlerle yaşamaya devam edeceğiz  maalesef... istesek de istemesek de. Buna yaşama denirse eğer... 13/11/2016


Not: Derik Kaymakamı Muhammed Fatih SAFİTÜRK'ün anısına kaleme alınmıştır.

* 16/11/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


12 Kasım 2016 Cumartesi

Bilgi mi öncelikli, davranış mı?

Her birimiz iyiliği, hizmeti başkasından bekliyor nedense. Kendimizin doğru olması için çaba sarf etmekten ziyade dünyanın doğru olmasını bekliyoruz. Her birimiz dünyayı kendimize doğru yontuyoruz. Nasıl dünyadan faydalanabiliriz, kendimize hizmet ettiririz diye. Bunun için dünyayı zindan eder, yaşanmaz kılarız.

Dünyada bir katma değer üretsin, farkındalık oluştursun diye gönderilen insanoğlu genel itibariyle birbirinin kopyasıdır. Yok aslında birbirinden farkı. Mademki birbirimizin kopyası olacağız? Bu kadar birbirinin aynı olan kopya insanlar fazlalık olmuyor mu? Dünyayı boşu boşuna işgal ve kalabalık etmiyor muyuz? Adaletsizliğin, haksızlığın, kan ve göz yaşının kol gezdiği bu dünyada dünyaya adalet dağıtan, doğruluğu transfer eden, hakça bölüşmeyi mesele edinen, kan ve göz yaşını dindirecek yeni şeyler söylemek gerekiyor. Bunun için ne yapmak lazım? Bu konuda üzerimize düşen nedir sorularına cevap aramak gerek. 

Dünyanın bir bireyi olan bizler  çok kazanmak için sarf etmekten ziyade insanlığa iz bırakacak  insani değerlerin oluşması için çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bunun için işe ilk önce eğitimi adam ederek başlamalıyız. Eğitim sistemimize giren herkesi mezun etmekten ziyade öyle bir sistem kurmalıyız ki sistem adam mezun etsin. İyi bir işe sahip olmak kaygısı ve menfaatiyle okunan eğitim sisteminden hayır gelmez. Belki de bu günkü çekilen sıkıntının temelinde bu yatıyor. Bu eğitim sisteminde en iyisi olmak için çaba sarf edip sonunda imkanları en iyi yerde iş bulmak suretiyle okumadaki amacımız gerçekleşmiş oluyor. Çalıştığımız yeri kendimize hizmet eder duruma getirmek, kendimizi orada garantiye almaktan ziyade çalıştığımız yerde insanlığa faydalı bir katma değer üretmenin yollarını mutlaka aramalıyız. Yoksa menfaat ilişkisine bağlı okumadan biz çok çekeceğiz. Şimdi bu asırda yaşayan ebeveynler ve okuyanlar, okuma ve çalışma mantalitesini düzeltmeden dünya düzelemez. Dünyaya da bir şey veremeyiz, almaktan başka. Bugünkü eğitim sisteminde sadece bilgiye dayalı, bilgiyi ölçen anlayıştan davranışı ölçen bir sistem geliştirmeliyiz. Bilgimiz değil, davranışımız geçer veya kalır not almalıdır. Bilgi öğrenme ve bilgiye ulaşmada sorun yok bugün. Bilgi yüklü hamalız bugün hepimiz. Sorun davranışlarımızdadır. Davranışlar düzelsin, inanın arkası gelir hemen. Bugün cehaleti değil, bilginin aymazlığını yaşıyoruz. Kimse çocuğumun davranışları nasıldır diye sormuyor bugün. Kaç net yaptı, bu netlerle nereye gidebilir, niçin öğrenemedi..vs bakış açısı toplum olarak ne istediğimizin ip uçlarını vermektedir.

Dünyada bir takım insanlar daha fazla kazanmak için yeni icatlar ortaya koysun. Biz de insanlığa hizmet edecek yeni şeyleri keşfetmek için çaba sarf edelim etmesine. Bir taraftan yeniliklere imza atmak için çabalarken diğer taraftan dünyanın ve bizim en fazla ihtiyaç duyduğumuz özünü kaybetmiş insanlığı yeniden gün yüzüne çıkaralım. İnsana hizmet edelim. Çünkü  "İnsanların en hayırlısı insanlara/insanlığa faydalı olandır" buyurur Peygamber Efendimiz. Kim insanlara faydalı olursa, kim insanlık için ölmez eserler, sadakayı cariyeler bırakırsa, kim bir hayra öncülük yaparsa, kim kendi nefsini başkasına tercih ederse böylelerinin ebedi alemdeki makamı, itibarı o derece yüksek olur kanaatindeyim.

Rabb Teala’nın yanında itibar kazanırken dünyada da el ile gösterilen “Orta yolu tutan bir ümmet” olalım. Fakir olalım, aç kalalım, dünyada yeni bir icada imza atmayalım, çok konforlu yaşamayalım...ama her türlü iyilik ve doğruluğun numunei imtisali olalım. Bunun için eğitim sisteminde köklü değişiklikler yaparak küçük dimağları ağaç yaş iken eğelim. Daha ana sınıfına gider gitmez, ilkokula başlar başlamaz “Okumaya geçecek, İngilizce öğrenecek, Matematik çözecek, namaz sürelerini ezberleyecek... bir bilgiyi şırınga edeceğimize ilk önce önceliğimiz davranış olmalıdır. Davranış düzelmeden bilgiye geçmeyelim. Çünkü bugün durmadan bilgi yükleyen eğitim anlayışı sadece canavar bir neslin yetişmesine ön ayak olabilir. 12/11/2016


Bazılarının kazancının bereketli olmasının sebebi ne ola ki acaba?

Mayası ve ham maddesi toprak olan insanoğlunu Rabbim çeşit çeşit yaratmış. Renkleri, görüntüleri, fiziki yönleri farklı farklı da olsa insanoğlunun birbirine benzer ortak yönleri çoktur.  İmtihan için geldiğimiz bu dünyada ahiret azığı hazırlamamız gerektiğini her birimiz biliriz genelde. Fakat geçici dünyanın heveslerine o kadar kaptırıyoruz ki zaman zaman hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya sarılır kalırız.

Makam, mevki elde etmek; iyi, geniş ve güzel bir evde barınmak, konforlu bir arabaya sahip olmak, bol para kazanmak, çoluk çocuğun geleceğini garantiye almak için durmadan para biriktirmeye çalışırız çoğunluk itibariyle.  Hırs, açgözlülük ve tamahkarlık, bol para kazanmak yine insanın ortak özelliklerinden biridir. İyilik yapsak da ya başa kakarız, ya da karşılığını bekleriz. Yani keseri hep kendimize doğru yontarız.

Rabbimin bazı kulları vardır ki sayıları az da olsa aramızda vardır. Bir taraftan dünya için çalışır ve kazanırken hep etrafına dağıtan eli selek insanlardır bunlar. Elinde gömü mü var? Hayır. Rızkını temin için yurt içi ve yurt dışı durmadan koşturur. Emrinde yüzlerce insan çalıştırır. Aynı zamanda kazancının büyük bir kısmını hayır-hasenata, ihtiyaç sahibinin işini görmeye, eşine dostuna yetirmeye harcar. Harcadıkça bereketleniyor. Hz Osman gibi ticaretle uğraşır, kazancını herkesle paylaşır. Çalıştıkça Rabbim fazlından fazlasıyla veriyor. Verdikçe kazancının bereketi artıyor. Fabrikatör mü bu arkadaş? Hayır. Elinin emeğiyle kazanan biri. İşini yaparken en iyi, en düzgün bir şekilde yapar. İşini düzgün yaptıkça, işini takip edip rızkını aradıkça, kazancını her yer ve kesimle paylaştıkça Rabbim veriyor da veriyor. Harcadığına göre veriyor diye düşünüyorum. Cebini hiç kabarık görmedim. Belki de ihtiyaç sahibi biri de olabilir. Ama her hayır ve hasenatta cebinden eşi-dostu için harcayabileceği para çıkıyor. Lugatında yok yok. Kapısına gelip de boş dönen yoktur. Haberi olursa kapısına gitmene gerek yok zaten. O gelir, seni bulur. Böylelerini  bugüne kadar başkasından faydalanır, fayda bekler görmedim. Rabbim sanki bu tipleri vermek için yaratmış, insanlar bunları örnek alsın, onlar da bunlar gibi olsun istemiş gibi sanki. Her türlü vermenin yanında insan da hiç mi kibir olmaz. Kibir de yok. Bu tiplerden faydalanan kişilerin onuru da incinmiyor.
***
Maddi imkansızlıklar dolayısıyla dershaneye gidemeyen bir öğrenciden haberim oldu. Bir dershanenin yetkilisiyle görüştüm. "1000 liraya kayıt yaptıralım" dedi. 4 arkadaştan 100'er lira istedim. Telefonla bir arkadaşımı daha aradım. "Ne kadar açığın var" dedi. 600 lira deyince "600 lira bana ait, bana yazar mısın" dedi.
*** 
Bir arkadaşım düğün yapacaktı. "Düğün yapmak için ayağa kalktım ama, tıkandım kaldım, ne yapacağım bilmiyorum" dedi. Ne kadara ihtiyacın var dedim. "10.000 lira" dedi. 5-6 arkadaştan para istedim onun adına. 500, 1000, 2000 lira veren oldu genelde. Dershane konusunda yardımcı olan arkadaş aradı. "Benden 3500 lira, 500'ü düğün hediyem olacak, geriye kalanı da diğer borçlarını ödedikten sonra en son ödesin" dedi. Düğün sahibi nice sonra aldığı borçları ödedi. telefonla aradım emanetin bende nasıl alırsın, ya da nereye getireyim diye. "Yakında sen de düğün yapacaksın, bana şu anda lazım değil, kullan" dedi. Bana ihtiyaç değil desem de "Yanında bulunsun, belki lazım olur" dedi.
*** 
Zaman zaman bir vesileyle karşılaşıp görüştüğümüzde, "Arkadaşlarla oturuyoruz, sizi göremiyoruz dediğimde", "Aranıza mutlaka gelmek istiyorum, eğer haftaya bende oturursak planlamamı ona göre yaparım" dedi. Bundan sonra gelmek şartıyla olur dedim. "Anlaştık o zaman, bizde yemekli buluşalım" dedi. Biz sadece çaya geliriz, zahmet olmasın, dedimse de "Yemek dedimse  bir çorba, bir salata. Niye zahmet olsun. Kaç kişi oluruz" dedi. 12 kişi falan. "Tamam bizdeyiz" dedi. Bir hafta sonra bir çorba, bir salata yemek için gittiğim evinde envaiçeşit yemekle ağırladı bizi. Üstelik sayımız 20'ye yakındı.
***
İş yerine bazen ziyarete gittiğimde izzet ikramını yine en iyi şekilde yapar. Vedalaşırken ne imal ediyorsa, ne satıyorsa koltuğunun altına hediye olarak sıkıştırır. Para teklif edersin, onu da almaz. Millet dostuna satarak kazanmak ister. Böyleleri de başkasından kazandığını dostuna ikram etmek ister.

Bu vermenin, izzet ikramın, almadan vermenin mektebi yok maalesef. Olsaydı zaten aynı okul, aynı sınıfta okuyan biri olarak bana da biraz sirayet ederdi zaten. Ne diyeyim böylelerine. Böylelerinin kendilerine, anne babasına, yetiştirene sadece şapka çıkartılır. Teşekkür edilir. Yaratan sayılarını çoğaltsın, bizler de böyle olalım, dertleri varsa derman bulsunlar diye bol bol dua edilir sadece... 12/11/2016