8 Eylül 2016 Perşembe

Zor, beynimizde oluşturduklarımız olmasın...

Gördüğüm çoğu insan yaptığı işin ne kadar zor olduğunu kendini acındırarak anlatır durur. Ne iş yapıyorsun desen; bir anlatmaya başlar... Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Hemen: İşim şöyle zor, böyle zor, şöyle gidiyorum, böyle geliyorum, şu işi şöyle yapıyorum, böyle yetiştirdim, benim yaptığım bu işi başkası yapamaz, yapsa da zaten dayanamaz... gibi serzenişler ve şikayetler top atışı gibi gelmeye devam eder. Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Keşke bir sussa artık dersin. Kazara iş bu kadar ağırsa madem ayrıl desen, yeni bir fasıl daha açmış olursun.  Sağlığın açısından en iyisi sormamaktır. Sormak bu durumda belanı istemek demektir.

Aslında zor iş diye bir şey yoktur. İnsan işini severse, işini kabullenir, kendini işine verirse, işini plan ve program dahilinde yaparsa, kendisini ve işini başkasının yaptığı işle kıyaslamazsa, işinde kaçak güreşmezse tüm zor işler kolaylaşır. Hayatta zor olan sorumluluk duygusudur. Bunu da görev bilinci çerçevesinde ibadet aşkıyla yaparsa yaptığı işten zevk alır. Çünkü "Allah hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez." Belki de zor, beynimizde oluşturduğumuz problemler yumağından ibaret olsa gerek. Yine böylelerine efendim işinizi şöyle yapsanız şeklinde bir yol göstermeye kalksanız hemen savunma ve bahane bulma refleksi devreye girer. Böylelerinden mümkün olduğu kadar uzak duracaksın. Konu açılmışsa da konuyu değiştirmek için baya bir maharetli olmak gerekir.

Yanılıyor olabilirim ama yaptığı işi beyninde zorlaştıranların çoğu genelde rahatına düşkün, iş yapmaktan haz almayan, bol bol konuşmayı, gezmeyi seven kişiler olduğunu görebilirsiniz. Aslında bu tipler çok zekidirler. Zekâlarını hep mazeret ve gerekçe bulmada harcarlar. Böylelerine hiç iş yaptırmayıp sadece yaşaması için Allah'ın verdiği nefes alma görevi verseniz... bunu görev olarak telakki ettikleri için gayri ihtiyari olarak aldıkları nefes almadan da bıkıp usanırlar. Keşke imkan olsa da aldıkları nefesi de bir başkası alıverse. Maalesef teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa da daha böylesini icat edemedi.

Hayattan bezmiş bu görüntüleriyle böylelerini hep sırtında taşısan da yine memnun ve mutlu edemezsin. Aslında kötü niyetli değildirler. Sorun sadece zor diyerek beyinlerinde oluşturdukları ve büyüttükleri hayali korkudan ibarettir. İşin garibi işinin zorluğuna kendilerini ikna etmiş durumdalar. Böylelerini ancak toprak pakler. 08.08.2016

Okulda tek başıma...

08.09.2016 günü verimli bir mesleki çalışma için beş-on dakikalık bir gecikmeyle nakil geldiğim okuluma geldim. Dışardan gelen 8-9 öğretmenin dışında okulda sadece hizmetliler vardı. 100'ün üzerinde mevcudu bulunan okulun öğretmenlerinin yerine in-cin top oynuyordu. Diğer günlerde olmayan anormal bir durum göze çarpıyordu. Belki de okul müdürü toplantı yapıyordur dedim içimden. Karşılaştığım hizmetliye neredeler dedim. " Tüm okulun öğretmenleri kahvaltıya gittiler, dünden mesaj gönderdiler, haberin yok mu yoksa" dedi. Bana mesaj gelmediğine göre sanırım numaram eklenmemiş, mesele anlaşıldı dedim kendi kendime.

Koca okul il dışından gelen az sayıdaki misafir öğretmenle bana kalmıştı. Bayan öğretmenlerin kalabalıklığından öğretmenler odasına girip oturamamıştım. Ahdım vardı oturmak için. Nihayet geldiğimin 5.günü sakin bir şekilde oturabildim.

4 gün boyunca çay almak için çay odasına gittim. Ya çay bitmiş olurdu, ya bardak olmazdı, ya bardaklar kirli olurdu, ya da yeni su çekilmiş olurdu. Çay, bardak ve sıcak suyu bir arada görememiştim. Şimdi koca çay ocağı ve üç çaydanlık çay bana kalmıştı. Yeni okulumun öz evlatları Akyokuş Belediye tesislerinde kahvaltı pardon mesleki çalışma yapadursun, üvey evladı olarak ben, çok sevdiğim çaya talim edecektim öğleye kadar.

Okullar açılıp idare tarafından şahsıma görev tevdi edilirse mazeretim de hazır artık: Hocam kahvaltı ortaklarınızdan biri yapsın bu işi. Ben yapmayayım. Zaten beceremem. Üstelik kahvaltısızlıktan bünyem de zayıf düştü.

Kahvaltı ve kahvaltıya gitmek önemli değil ama hatırlanmamak, hem de alameti farika saçlarıma rağmen. Gerçi normaldir kimse tanımıyor beni hala. Gören de beni il dışından mesleki çalışma için gelen öğretmen sanıyor.  Daha gelir gelmez okulum bezdi benden. Bugün bari uzak kalalım bundan dediler belki de. Kim bilir?

Neyse alacağınız olsun okulumun öğretmen ve idarecileri. Kaderde sizi sayfamda misafir etmek de varmış. Her ne kadar siz beni içinize almasanız da... Afiyet olsun!

Bu arada demliğin biri bitti. İkinciye geçtim. Bana da afiyet olsun. 08.09.2016



Evrak memurluğu yapan yöneticiler

Bir çok devlet kurumuna bir vesileyle uğradığımız zaman çoğu zaman yüzümüze bakacak muhatap bulamayız. İşimiz olur ya da olmaz istediğimiz ilgi ve alakadır. Başlarını bilgisayar ekranından kaldırıp yüzümüze bakmalarıdır. Dilden de olsa bir hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim demeleridir.

Çalışanların çoğunun yüzü asık bir şekilde ekran karşısında sanki uyuşmuş görüntüsü verdiklerini görebilirsiniz. Ekrandan kafayı kaldırıp baksa "Benden bir şey isteyecek" endişesi hakim yüzlerinde. Ya da kafamı kaldırırsam işim aksar, yetiştiremem veya yazacağımı unuturum moduna giriyorlar. En iyisi, "Sabah sabah nereden çıktın geldin, yatamadın mı... tam yorulduğum zaman sırası mı şimdi..." der gibi kafayı kaldırıp bakıyor, bazısı da başını kaldırıp yüzüne mal mal bakıyor...

Asık suratlı memur mantığı 2000'lerden sonra kamu hizmetçiliğine dönüşmesine rağmen hala eski bakış açısından kurtulamayanlar var maalesef. Halbuki o koltuğa oturmak için ne kadar hevesliydi ilk başladığı zamanlar. Belki de kaç takla atıp kimlerin elini-eteğini öpmüştü. Koltuğun kerameti olsa gerek. Oraya geçen aynı tornadan çıkmış gibi oluveriyor kısa zamanda.

Ekrandan kafayı kaldırmadan saatlerce oturanların ne yaptığını hep merak etmişimdir, o küçücük ekranda ne işler yapıyor diye. Keramet sahibi olsam ya da kalp gözüm açık olsa da ekran gözümün önüne geliverse.

Beyler! Devlet ciddiyet ister. Eyvallah... Bu kadar ciddiyet ve resmiyet biraz fazla değil mi? Sizi gören devletin bütün yükü bu adamların üzerinde sanır. Başınızı kaldırıp vatandaşın yüzüne hafifçe gülümseseniz sanki devlet yıkılacak, ciddiyetiniz yok olacak. Bu bakış açısıyla muhatabınıza pozitif enerji veremediğiniz gibi verimli iş de yapamazsınız. Yaptığınız "Kellim kellim, lâ yenfeu" gibi sadece yazar, çizer ve silersiniz. Kimseye faydanız olmadığı gibi ekran karşısında "Ya Rabbi beni niye yarattın" der gibi uyuşuk ve mayışan gibi olursunuz veya "Dağları ben yarattım" der gibi  insanlara tepeden bakarsınız. 

Vatandaşa güleryüzü esirgeyip hoş geldiniz diyemeyecekseniz, ilgi ve alaka göstermeyecekseniz gölge etmeyin lütfen! O emanet koltukları ehil olanlara terk edin. Daha az elemanla hummalı bir şekilde çalışan ve sizden daha fazla iş ve çözüm üreten özel sektör çalışanları o sizin esirgediğiniz, insani bir haslet olan ilgi ve alakayı fazlasıyla gösteriyor müşterilerine.
Ne olur kafasını kumdan çıkarın da dışarıdan görüntünüze bir bakın. Hiç hoş durmuyorsunuz inanın. 

Evrak memurluğu yapmayı bırakın. Biraz oturduğunuz koltuğun hakkını verin. İdarecilik yapın biraz da. Biraz insani ilişkiler ve iletişim dersi alın olmaz mı? 08.09.2016

7 Eylül 2016 Çarşamba

Eğitimde kim suçlu? **

İş garantisi olan bir yerde verim beklemek beyhude olsa gerek. Eğer çalışan ile çalışmayan ayırt edilmiyorsa, işini yapmayana hesap sorulmuyorsa verim hiç olmaz. Kimin bir yerde iç garantisi olsa orada çalışır ki. İşini yapmayana kazara bir soruşturma açılsa başta sendikası devreye girer korumak için. Ceza versen mahkeme cezayı iptal eder. Bizde her şey suçu ve suçluyu korumak içindir, haklı-haksız olup olmadığına bakılmaksızın.
***
Ödevini yapmayan, dersini yapmayan, dersi kaynatan öğrenciye yaptırım yoksa yine verim olmaz... Kimin nereden, ne beklediği önemli. Bir öğretmen derste hep anılarını anlatsa, ders anlatmasa öğrencilerin büyük çoğunluğu: "Oh! Ders kaynıyor" diye sevinir. Aynı öğrenci etüt merkezinde, temel lisede veya özel okulda benzer durum ile karşılaşsa "Niye ders işlemiyoruz boşu boşuna mı para veriyoruz" diye isyan  eder. Marifet iltifata tabidir. Müşterisi olmayan meta zayidir.
***
Okulların ilk ve son haftalarında ders işlenmiyorsa bundan veli, öğrenci, öğretmen, idare, MEM, MEB, toplum haberdar ise ve bu durumdan kimse rahatsız olmuyorsa çok şey beklemeyelim buralardan.
***
Çocuğum iyi okul kazansın diye çabalayan veli, iyi okul olarak bildiği okuldan alıyor öğrencisini; temel lise, özel okula götürüyor. Ya da açık liseye alıp etüt merkezlerine gönderiyor. Tek derdimiz buralarda çocuğumuzun emsallerine fark atması.
***
Veli, öğrenci, öğretmen, vatandaş hep iyi okul peşinde. Kimse çocuğunu, sistemi sorgulamıyor.  Bir defa okulu okul yapan öğrencidir. Başarı yüzdesinin büyük bir çoğunluğu çocuğa aittir. Okulun % 10 disiplin, öğretmenin % 20 rehberlik amaçlı katkısı vardır. % 10-20 civarında okul arkadaşlarının ve çevrenin etkisi vardır. Geriye % 60-70 oranı bir  başarıda öğrencinin etkisi inkar edilemez. Bir konuda öğrenci; hangi konuda, ne eksikliği var biliyorsa, bu eksikliğini nasıl gidereceğini biliyorsa o çocuktan çekinmeyeceksin. Düzenli tertipli ve bilinçli çalışan çocuktan asla korkmayacaksın. O çocuk mutlaka başarılı olur.
***
Çocuğun başarılı olmasında en büyük faktör ilköğretim birinci kademesindeki öğretmenin öğrenciye verdiği kişilik, ders çalışma yöntemi, çocuğun seviyesine inmesi ve öğretmen sürekliliğidir. İlkokul öğretmeninin attığı temel, çocuğun geleceğini belirlemektedir. Bizde en önem verilmeyen alandır bu alan. Yetkililer geçmişten günümüze yolda gördüğünü sınıf öğretmeni yapmak suretiyle çocukların iyi bir temel almasının önüne geçmiştir. Askerliği gelen öğretmeni askere gönderip, doğum yapana 2 yıla kadar izin versin, yerine; o gelinceye kadar ehliyetli ehliyetsiz öğretmenle doldursun. Sonra başarı bekleyelim. Branşı sınıf olmadığı halde ya da ücretli öğretmenlik yapanların içerisinde bu mesleği en güzel şekilde icra edenler çıksa bile bu mantalite  yanlıştır. Norm adı altında öğretmen verilemeyen bir çok okulda açık öğretim mezununa varıncaya kadar en önemli dersleri doldurma görevi verilsin, sonra başarı bekleyelim.
***
Vatandaş istedi diye imkan sunamadığın, her türlü branş öğretmenini veremediğin yere ihtiyaç ve talep var diye okul aç, buraya gelen giden öğretmen sirkülasyonu senede okulun yarısını geçsin, çocuklar her yıla yeni bir öğretmenle başlasın, senede bir dersten bir kaç tane öğretmen değişsin sonra gel, sen buradan başarı bekle.
***
Eğitimde öğrenciye ve veliye, öğretmen ve idareye yaptırım olmadan her şeyi okul yönetiminden beklemek, sadece okulun paydaşlarını sorumlu tutmak hiç akıllıca bir şey değildir. Başarılı ve başarısız öğrenci ayırt edilmeden, başarısız öğrenci elenmeden okullarda eğitimin çıtasının yükseltilmesini beklemek de yine yanlışlarımızdan bir tanesidir.

***
Bakanlığın bir yılda yeni atadığı öğretmenlerin % 90'ı eş durumu gibi nedenlerle atandığı yerde durmayıp ilanihaye yaşayacağı yere bir yıl içerisinde gelirse bu eğitimden çok da verim beklememek gerekir. (Bu meseleyi yeni alınacak sözleşmeli öğretmenlik çözer kanaatindeyim.)
***
Eskiye oranla bakanlık okulları fiziki ve teknik alt yapı ile donatsa da, okulların maddi ihtiyaçlarını karşılasa da  bir türlü hem kendisinin hem de vatandaşın beklediği verim gerçekleşmedi bir türlü. Çünkü okulun iç ve dış paydaşları (Bakanlık, MEM, veliler, öğrenciler) okul beğenmiyor, öğretmen beğenmiyor. Hiç kimse suçu kendisine bulmuyor. Okul ve öğretmen öğrenciyi ve veliyi, veli ve öğrenci öğretmeni ve okulu suçluyor. Yönetim öğrenci ve öğretmeni beğenmiyor. Öğretmen, idarecinin yönetimini beğenmiyor. Hasılı kimse kimseyi beğenmiyor. Kendi burnundan kıl aldırmıyor. Durmadan atama yapan, yönetici değiştiren,  ders saatlerinde değişiklik yapan ve öğretim programı değiştiren Bakanlık kendisinde bir suç bulmuyor. Okulun altını üstüne getiren öğrenciye okul bir şey yapamıyor, çünkü okulun bir yaptırımı yok. Veli, çocuğunun ders çalışmasının önündeki en büyük engel olan akıllı telefon, tablet vb imkanları çocuğuna sunuyor, çocuğu oyun oynamaktan ders çalışmaya zaman bulamıyor. Veli suçu kendisinde ve çocuğunda arayacağı yerde suçu başkasına atıyor. Her türlü rapor, izin vb nedenlerle öğretmen dilediği kadar okula gelmeyecek, okula gelse de derse hazırlıklı gelmeyecek ve asla kendisini sorgulamayacak. Kusura bakmayın da bu kadar memnuniyetsiz iç ve dış paydaşların olduğu bir eğitim sisteminden asla verim elde edilemez.
***
Bugün okullar diploma verme yeridir. Diplomayı alıp eksikliklerini bir başka yerden telafi etme yoluna gitmektedir. Kazara çocuk başarılı olsa da veli ve öğrenci para döktüğü etüt merkezi gibi yerlere teşekküre gidiyor. Çocuğun mezun olduğu yer ise avucunu yalasın.
***
Bakanlık dışarıya ilgiyi azaltmak için okullarda yetiştirme kursu adı altında yeni imkanlar sunsun, isterse öğrenciyi ve öğretmeni okula hapsetsin durmadan takviye versin, kesinlikle buralardan başarı gelmez. 35-40 saat ders işleyen öğrencinin günlük ortalama 7-8 ders saat ders gördüğü bir ortamda öğrenci bu kafa yorgunluğun üzerine takviye alsın. Bir defa dolu beyin yeni bilgi almaz. Her şeyden önce bu beyhude çaba ve imkanları da sorgulamak lazım.
***
Test tekniğine dayalı, öğrenciyi elemeye dönük merkezi sistem sınavlar analitik düşünmeyi ortaya çıkaramadığı gibi gerçek başarıyı da ölçemez. Her şeyden önce yarış atı gibi sınavlara hazırladığımız çocukları sosyal hayattan kopuk yetiştiriyoruz. Pratiğe dönmeyen teori bilgi, sınavlardan önce doldurulup sınavdan sonra boşaltılan beyin gibidir. Hazmedilmeden öğrenilen bilgi sadece sınav odaklıdır, kullanılmadan unutulmaya mahkumdur.
***
Hasılı ben senden, sen benden, o benden memnun değil. Bu kadar olumsuz bileşenlerin arasından asla başarı gelmez. Hiç birbirimizi suçlamayalım. Bilelim ki oranı farklı olsa da hepimiz suçluyuz.
***
Öğretmen ve idareci kendisine; bakanlık, veli ve öğrenciler ilk önce kendimize bakalım. Kendimiz ne kadar iyiysek karşı taraf da iyidir. İşin başında birbirimize olumsuz bakarsak zorla güzellik olmaz. Dünyanın en iyi performans sistemini getirelim yine olmaz, yine olmaz...
***

2016-2017 eğitim ve öğretim yılı pazartesi günü başlıyor. Daha işin başında olumsuz bir tablo çizmek değildi niyetim. Sadece kendimizi bir sorgulayalım istedim. Ümitsiz değilim. Umarım eğitim ve öğretimdeki aksayan yönler giderilir. Yeni eğitim ve öğretim yılımız hayırlı olsun.  

** 18/09/2016 tarihinde kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Bu kavşaktan hiç geçmediyseniz çok şey kaybettiniz demektir



Belediyelerimizin zaman zaman yaptığı iyi ve güzel yatırımlarını takdir ederken bazı yapılan hizmetleri görünce " Bu belediyeciler zor ölür, ölürlerse de öbür dünyada bunun hesabını zor verirler" diye serzenişte bulunurum.

İlk derdim dikkatimi çeken bir kavşak. Meram ilçe sınırlarında olan Abdürreşit Cad. ile Hasanköy caddesinin kesiştiği yere bir kavşak yapılmış. Abdürreşit Caddesinden Küçük Aymanas Caddesine giden bir sokak var. Sanırım  adı Çamardı Sokak. Araç trafiği tamamen Hasanköy'e ve Abdürreşit Caddesine gidecek şekilde planlanmış. O bölgeyi bilenler bilir, bilmeyenlere izah etmek gerekirse Ahmet Özcan Caddesinden Abdürreşit caddesine dönüp Yaylapınar semtine gidecekseniz sorun yok. Düz yolu takip edeceksiniz. Hasanköy Caddesine gitmek için sağa doğru döneceksiniz. Yok eğer Abdürreşit Caddesinden Küçük Aymanas Caddesine doğru gitmek için Çamardı Sokağa dönecekseniz epey bir mücadele yapmanız gerekiyor. Çamardı Sokağına girmek için yapılan dönel kavşağa girseniz geldiğiniz yola tekrar geri gidersiniz. Çünkü Sokak sağ tarafta kalmaktadır. Yok ben illaki geçeceğim derseniz bu durumda dönel kavşaktan ters yola doğru hafif sağ yapıp sokağa geçiş yapabilirsiniz. Yok arkadaş ben kurallara uyacağım derseniz dönel kavşağın paraleline yapılan üçgen şeklindeki ucu sivri kavşaktan yine 'U' dönüşü yapmaya çalışacaksınız demektir. Bu durumda belki de iki-üç defa manevra yapmanız gerekecektir. Dönel kavşaktan karşıya geçmek için ters yolu denemek, ya da üçgen şeklindeki kavşaktan manevra yapmak hem bir işkence hem de yeni trafik kazalarına davetiyeler çıkarabilmektedir. Sanırım buraya kavşağın yapılmasının sebebi kazaların önüne geçmektir. ne kadar önlendi bilemiyorum...

Şu dert edindiğine bak! Ha geçmeyi ver bu sokaktan derseniz adının sokak olduğuna bakmayın, adı geçen sokak bir cadde kadar işlek. Tamam geçmeyeyim diyorum. Bazen unutup yine aynı güzergaha gelince geldiğime geleceğime pişman oluyorum. Gidin denemesi bedava. Evlere şenlik bir kavşak gerçekten. Buradan her geçen hayır dua okuyordur mutlaka sebep olanlara. Çünkü o kavşağı gören kısa bir sarsıntıdan sonra  ilk önce hemen bir 'La havle' çeker. Hatta ardından 'La ilahe illallah' der. Bir yıldır sanırım bu kavşak faal. Her geçişimde bu mimari hatayı düzeltmişlerdir diyorum, maalesef aynı duruyor. İlgili belediye hiç mi şikayet almadı, yetkililer hiç mi görmedi merak etmiyor değilim. Bu kavşak böyle kalacaksa bari sokağın başına 'Araç trafiğine kapalı yol' levhası koysalar da daha fazla gülünç duruma düşmeseler.

Elimde imkan olsa bu kavşağın projesini çizeni, bu projeyi onaylayanı, hatta bu projeyi yapanın adını soyadını, mezun olduğu okulunun adını, fotoğraflarıyla beraber her geçenin görebileceği şekilde kavşağın ortasında  teşhir etmek isterim, reklamlarını yapmak için. Çünkü bu kavşağın bırakın Türkiye'de, dünyada bile emsali yok. Reklam reklamdır; iyisi, kötüsü olmaz. 07/09/2016








Bayram elbisemiz kefenimiz olmasın...*

12.09.2016 günü "Allah'a yaklaşma, mallarımızı feda edebilme, teslimiyet ve şükür" anlamına gelen dini bayramlarımızın ikincisini idrak edeceğiz inşallah. Gücü yetenlerin üzerine bir vecibe olan bu ibadetin önemi üzerinde durmayacağım. Zaten ehemmiyetini bilmeyenimiz de yoktur. Burada kurban ve bayramın başka yönlerini ele almak istiyorum.

Ne zaman bayram tatilleri bir haftayı içine alacak şekilde uzatılırsa içim cız eder hep. Çünkü son yıllarda bir kısmımız eşiyle, dostuyla bayram yapacağı yerde fırsat bu fırsat deyip turistik yerlere kapağı atar oldu. Bayramı ailesiyle birlikte sılayı rahimde geçireyim diye yola düşenleri de hesaba katarsak yollarımız gidiş ve dönüş esnasında epey bir hareketlenir. Gideceği menzile bir an evvel varayım telaşı, yanlış sollama, aşırı hızdan dolayı ölümlü trafik kazalarına sebebiyet vermektedir. Uzun tatili kapsayan bayramlarda daha fazla trafik kazaları olmaktadır. Yüzlerce insanımız kurban keseceği yerde kendisi kurban olmaktadır. Maddi hasarı, yaralananları ve sakat kalanları da hesaba katarsak zehir ettiğimiz bayramların vahameti ortaya çıkmaktadır. Genelde terörden ölenlerimizi ön planda tutuyoruz. Fakat trafik kazalarında ölenlerimizin sayısı öyle zannediyorum terörden daha fazladır. Kim bayramını/tatilini nerede, kimle yaparsa yapsın ama yola çıkanların yolları kana bulamamaları için dikkatli olmalarında fayda vardır. Trafik canavarına teslim olmasınlar.

İşaret etmek istediğim bir başka husus kurban kesmelerdeki sakarlıklarımız. Kurban Bayramında ehil kasabı zamanında bulmak mümkün değil. Bu sefer iş "Ben bu işten anlarım" diyen amatörlere düşüyor. Sonuç hastanelerin acilleri elini, ayağını kana bulamış acemi kasaplarla doluyor. Kesim işlerinin belirlenmiş özel yerlerde, ehli tarafından yapılması, özel mülkiyet gibi yerlerde kesilmemesi...için tedbirler alınmalı. Yoksa kurban keseceğiz derken daha çok kurban oluruz bu gidişle.

Bir başka değineceğim husus kurbanlıkların ve kesim yerlerindeki görüntüsü. Alınan kurbanın nakliyesinde hayvanı kaçırmalar çoğu zaman tehlikelere davetiye çıkarmaktadır. Kesim esnasında hayvana yapılan eziyet yine göze çarpmaktadır. Kesim yerinin ve çöp kutularının etrafı sakatat vb mikrop saçan görüntülerle yine hastalıklara zemin hazırlanmaktadır. Kesim yerlerinin hem hijyen, hem uygun yerler olmasına dikkat etmek gerekir. Vereceğimiz nahoş görüntüyle özellikle kurban karşıtlarının ellerine malzeme vermemek gerektiğini düşünüyorum.


Sonuç olarak yapacağımız tatili bayramlara denk getirmeyelim, bayramda yolları kan gölü haline çevirmeyelim, kurban kesim işini uygun ve ehil kişilere yaptıralım. Eğer kendimiz kesecek isek kesim yerini çirkin bir şekilde bırakmayalım. Bayramda eşi, dostu ziyaret ederek gönül alalım. Bayram ziyaretlerini ahbap-çavuş ilişkisine döndürmeyelim. Özellikle ziyaretimize gelmeyen/gelemeyene gidelim. Vermeyene verelim. Zulmedeni affedelim. Dargınlarımız barışsın. Ülkemizde barış hakim olsun. Kestiğimiz hayvan bizi Allah'a yaklaştırsın, ölüme değil. Kurbanlık hayvanın dışında ne terörden, ne trafik canavarından dolayı, ne de kesim esnasında kan aksın. Bayramımız mübarek olsun. Nice bayramlara. 07.09.2016

* 08.9.2016 günü ladik.biz sitesinde, 10.09.2016 günü Anadolu 'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Eylül 2016 Salı

Nasip bazen beklemediğin yerden gelir

04/09/2016 günü bir başka eve taşınmak için evden eve taşımacı bir firmayla anlaştım. Firmanın elemanları geldi. Evimdeki eşyayı yüklediler. Hep beraber yeni eve doğru yola çıktık. Yüklenen eşyayı boşaltmaya başladılar. Çalışanlara yemek ikram etmek istedim. Yanıma destek olmak için gelen kayın biraderim: "Benim tanıdığım bir fırıncı var, kaç tane yaptırayım, bana sayısını ver, hemen telefon açayım, ne zamana hazır olsun" dedi. Saat 14.00 uygun dedim. Yanımda telefon açtı fırıncıya.

Saat 14.00' e yakın fırına gitti. Sıcak sıcak yensin diye sofra hemen hazırlandı. Sofrayı gören çalışanlar sofraya oturdular. Börek geldi gelecek diye beklemeye başladık. Hem açlık hem de beklemek zormuş sofrada. Kimi ayranını içiyor, kimi salataya uzanıyor, kimi karpuz yemeye devam ediyor. Eldeki çatal bir konuyor, sonra tekrar alınıyor. Saat 14.20 oldu, kayına telefon açtım: "Fırındayım, geliyorum" cevabı aldım. Tekrar beklemeye koyulduk. Hacı bekler gibi bekliyoruz artık. Nice sonra çalan zil sesiyle beraber cenneti kazanmış gibi sevindik. Kapıyı açtık. Gelen, beklenmeyen bir misafirdi: Kayın peder ve kayın valide. Ellerinde de ekmek, karpuz ve fırından yeni çıkmış börek vardı. Hemen sofraya kondu. Çalışanlar ve misafirler yemeye koyuldular. Ben bir taraftan yerken diğer taraftan da içimden: "Kayın biraderin işi çıktı, ya da başına bir şey geldi anlaşılan. Babasını aradı. Fırından o aldı geldi. Eğer böyleyse yaşlı adamı niye aradı da bizi aramadı böyle şeyler için...neyse sipariş verdiğimiz nevale peynirli börekti. O da geldi, işte yeniyor, kim getirirse getirsin" şeklinde düşünmeye başladım. Börek erkeklere yetti, üst kattaki bayanlar yeterince doymadılar.  Şu kayın da az yaptırmış dedim içimden. Oğlan nerede dedim. "Bilmem, haberim yok" dedi.

Son börekler yenirken bir zil daha çaldı. Açtık kapıyı. Gelen kayın biraderdi. Elinde bir börek tepsisi daha. Bu ne iş dedim. " Fırına vardım, siparişi almaya geldim dedim. Ne siparişi dediler. Meğer telefon ettiğim kişi bizim siparişi unutmuş. Hemen malzemeyi hazırlayıp fırına verdiler. Ancak gelebildim" dedi.

Az önceki gelen nevalenin bizim sipariş ettiğimiz börek olmadığı ortaya çıktı böylece. Sağ olsun kayın peder, bunlar çalışıyorlar, acıkmışlardır diye  börek yaptırıp gelmiş... Yarım saat ara ile gelen börek çalışanları ve misafirleri iyice doyurdu. Artanı akşam ısıtıp ev halkı ve kalan misafirleri de savdı.

Öğle rızkımız beklediğimiz yerden değil de beklemediğimiz yerden geldi. Boğazımıza girecek rızkın, nimetin; ne zaman, nereden, kimden geleceğini, kimin sebep olacağını hummalı çalışmanın olduğu pazar günü görmüş olduk. Biz kimden ne umduk, kimden ne bulduk?

Yiyenlere afiyet, sebep olanın ve düşünenin kesesine bereket, rızkımızı gönderen Rabbime şükürler olsun. 06.09.3016