6 Eylül 2016 Salı
"Dikiş makinesi bir evi besler"
1988 yılında üniversite 2.sınıf öğrencisiyim. Evlenmek için hazırlık yapıyorum. Şimdiki evleneceklerin hazırlığına benzemiyordu bizimkisi. 12 duvar yastığın, bir Demirci Halın, bir vitrinin, bir iki yorgan, yastık ve döşeğin varsa evliliğe hazırsın demekti. Ayrı ev döşenecek, evin içi her şeyiyle donatılacak gibi istekler olmazdı.
Düğün yaklaşırken kayınvalidem: "Damat! Bir de dikiş makinesi al, kızım dikişten anlar. Bu makine bir evi besler..." dedi. Bu iş iyiymiş, zaten öğrenciyim. Alacağım makine beni geçindirecek. Gittim sordum soruşturdum. 150 bin liraya bir makine buldum. Nikah öncesi hazırlanan mehirde de 75 gram altın mehri müeccel olarak belirlendi.
23 Ekim günü düğünümüz yapıldı. Hem okuyorum hem de iş bulursam hafta sonları inşaatlarda çalışıyorum. 1991 yılında okuldan üç çocuklu bir baba olarak mezun oldum. 88'den bugüne ülkenin değişik yerlerinde görev yapmamdan dolayı 10 defa eşya taşıdım. Her taşındığımda dikiş makinesi beni gölge gibi takip etti. Evin en uygun yerine itinalı bir şekilde yerleştirdik hep. Üzerini de beyaz renkli, delikli örgüyle süsledik.
Eşim zaman zaman sökük dökük dikmek için açtı-kapattı gözümüzün nuru makineyi. Pantolonumun paçası söküldü bazen. Terziye kim gidecek. Uzattım hanıma. Paçasını bir dikiver diye. Bu makine onu dikmez dedi. Pantolonun şurası döküldü. Bunu bari dikelim. "Sen bunu terziye götür. Bunda dikilmez o" cevabı aldım. Evde makine var ama her defasında terzinin yolunu tuttum.
2016 yılında daha geniş bir eve çıkayım diyerek 11.defa ev taşıdım. Bu sefer makineyi aldım eski evin önüne koydum biri götürsün diye. İki gün boyunca kimse dokunmadı makineme. Ne alan var, ne de dokunan.
Hasılı 28 yıl gözüm gibi koruduğum, gittiğim yere özenle taşıdığım, zamanın behrinde 150 bin liraya aldığım makinemin bırakın evimi geçindirmesini bir söküğümü bile dikmedi. Hiç yarama merhem olmadı. Yokluk içerisinde verdiğim 150 bine mi yanayım, 10 defa taşıdığıma mı, daracık evlerimin bir köşesinde üstü örtülü bir şekilde itinayla koruduğuma mı yanayım?
04.09.2016 günü itibariyle makinem benden, ben de ondan kurtuldum şimdilik. Hiçbir şeye yanmam da bu kadar sıkleti çektim, bana bir kuruşluk katkısı bari olsaydı hiç gam yemezdim. 06.09.2016
5 Eylül 2016 Pazartesi
"Namazında niyazında..."*
Yaşadığımız süreçte hep kandırılıp orta yerde kalınca insan
değerlendirme kriterimizi yeniden ele almamız gerektiğini düşünmekteyim nice
zamandır.
Anadolu insanı olarak oğlumuza gelin, kızımıza damat
ararken, biriyle iş vb ticaret yapacağımızda önceden sorar soruştururuz: "
Falan kimse nasıl biridir" diye. Bu da çok doğal bir durumdur. Genelde:
"Çok iyi biridir; Namazında, niyazında..."cevabını alırız. Böyle bir
değerlendirme sonucuna göre hareket ederiz çoğunlukla.
Koyduğumuz kriter yabana atılır türden değildir. Zira
Ankebut 45.ayet: "...Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve
kötülükten alıkor..." diyerek namaz ile kötülüğün bir arada
bulunamayacağına işaret etmektedir. Ayetten, namaz kılanın kötülüklerle
işi olmaz, hükmünü çıkaran bizler çoğu zaman 'Namazında ve niyazında' olanlarla
sorun yaşamaktayız. O zaman kıldığımız namazda bir sorun olmalı. Döndüğümüz
kıble aynı, kıldığımız namaz aynı olduğuna göre namaz kılmadaki niyetlerimiz
farklı olsa gerek. Kimsenin niyetini sorgulama imkanımız yok ama sonuçları
itibariyle baktığımız zaman sanırım kimimiz Allah rızası için kılarken kimimiz
gösteriş, kimimiz alışkanlık gereği; kimimiz işi icabı, kimimiz mahalle
baskısından dolayı kılıyoruz anlaşılan.
Tekrar tekrar kanmamak için ne yapmamız lazım? İnsan
değerlendirme kriterlerimize yeni ilaveler koymamız gerekir: Haram lokma yer
mi? Üretken biri mi, yoksa asalak biri mi? Cömert mi? İş ahlakı nasıl? Dinarla/parayla
arası nasıl? Kötü günde yarı yolda bırakır mı? Laf taşır mı? Gıybet eder mi?
İftara atar mı? Yalan konuşur mu? Makam, mevki ve sosyal statüye karşı bakış
açısı nasıldır? Emanete ihanet eder mi? Muhatabına güven veriyor mu?
Komşularıyla ilişkisi hangi seviyededir? Çalışanının hakkını koruma durumu
hangi boyuttadır? Özü ve sözü bir mi? Sözünün eri mi? Kul hakkı yer mi? gibi
kriterlerle değerlendirme yapmalıyız. Her ne kadar "Namaz gözümüzün nuru,
müminin miracı” olsa da namaz-niyaz kriteriyle aynı deliğe defalarca girip yarı
yolda kalma gibi bir lüksümüz olmamalı artık. Çünkü kötüler bizi zaaf ve hassas
yönlerimizle vuruyor. Ayrıca din algımızı değiştirmemiz gerekir.
Din eğitimindeki metodumuzu gözden geçirmeliyiz. Ağaç
yaşken eğilir misali küçük yaştaki çocuklarımıza "İslam güzel
ahlaktır" prensibi gereğince ezber, dua ve bilgiden ziyade ilk önce
herkesin kabul ettiği genel geçer ahlaki değerleri benimsetmeliyiz. Yaşadığımız
çağda insan, aradığı ve ihtiyaç hissettiği zaman bilgiye her daim ulaşabilir.
"Rahmeti gazabından fazla" olan Allah anlayışından ziyade
"taş yapan," Cehennemde yakacak olan korkuya dayalı bir Allah
algısının kimseye faydası olamaz. Küçük yaştaki dimağlara, “Müslüman: Elinden
ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir" prensibini sevgiye dayalı bir
yöntemle işlemeliyiz. Sevgisini vermeden başvurulacak şiddet/baskı maalesef
nefret tohumları ekiyor sadece.
Hz İbrahim gibi öz güven sahibi, cömert ve mücadeleci, Hz
Muhammed gibi emin, Davut peygamber gibi elinin emeğini yiyen… önder kişiler
olacak nesiller yetiştirmek için çaba sarf etmeli. İnsanlara ve çocuklara din
ve diyanet anlatan kişiler her şeyden önce yaşantılarıyla örnek olmalıdırlar.
05/09/2016
* 19.10.2016 da Anadolu 'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 19.10.2016 da Anadolu 'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
4 Eylül 2016 Pazar
Geleceğimizi heba etmeyelim! *
Eskiler,
okuyan birini gördükleri zaman: "Başımıza ne gelirse cehaletten, hiç
bilenle bilmeyen bir olur mu, bu yüzden okumak lazım, okuyun yavrum! Okuyun,
bizim gibi cahil kalmayın, adam olun" derlerdi. Bir zamanlar özellikle
kadınlar arasında okur-yazar olmayanların sayısı çoktu. Okur-yazar olanların
çoğu da ilkokulu güç-bela bitirmiş kişilerden oluşurdu. Günümüzde okur-yazar
olanların sayısı çok. Hatta üniversite bitirmişimiz de az değil aramızda.
Okumuşların
sayısının çok olması maalesef yüzümüzü güldürmedi. Sonuçları itibariyle
okumuşun bu ülkeye verdiği tahribatı maalesef okumamışlar vermedi. Ülkeye diz
çöktürmek isteyen örgüt liderlerine bakalım. Hemen hemen çoğu üniversite okumuş
kişiler. DHKP-C lideri Dursun KARATAŞ İÜ Orman Fakültesi, PKK kurucusu Abdullah
ÖCALAN, AÜ Siyasal Bilgiler öğrencisi, FETÖ lideri, kendisi ilkokul mezunu olsa
da arkasından sürüklediği kişilerin kahir ekseriyeti üniversite mezunudur
maalesef. Canlı bomba olanların içerisinde de üniversite öğrencilerinin sayısı
az değildir. Okumanın önemi konusunda herkes hem fikirdir. Bu, tartışılmaz.
Günümüzün
en önemli sorunu okumuş insan faktörüdür.
Çünkü okumadaki niyetimiz adam olmaktan ziyade rahat edebileceğimiz,
bizi terletmeyen bir meslek sahibi olmak, üretmeden kazanmak, işimizde zirveye
çıkmak, sosyal statü elde etmek, emek sarf etmeden kısa zamanda köşeyi dönüp
ekonomik refaha kavuşmak, işimizdeki kaçamak yolları öğrenmek ve uygulamak,
nasıl vermeden alabiliriz şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz. Herkes böyledir
demiyorum. Ama genelin bilinçaltında maalesef bu vb. bakış açısı yatmaktadır.
Özelliklerini saydığım bu insan tipi okumuşun iyi görüneni sayılabilir.
Türkiye'yi ve dünyayı kana bulayan ve yaşadığımız evreni yaşanmaz kılan terör
örgütü liderleri ve adına süper devlet denen modern görünümlü kana doymayan
yöneticileri yine okumuşlardır. Bugün dünyanın çektiği de budur.
Türkiye
ve dünya okumuştan çekiyor diye okumaktan vaz mı geçeceğiz? Asla. Okumaktan ve
okutmaktan başka çaremiz yok. İşte okulların açılmasına ramak kaldı. Veli ve
çocuklarında bir koşuşturma başladı bile hangi okulda okuyayım diye. Kimi kayıt
alanındaki okulu beğenmeyip sahte adres kaydıyla beğendiği okula kayıt
yaptırıyor. Kimi iyi bir lisede okumak niyetiyle kazandığı okuldan başka okula
geçmek için 3 haftadır nakil başvurusunda bulunuyor. Kimi de özel okulda, temel lisede veya açık lisede okumak için
girişimlerde bulunuyor. İş okul seçmeyle de kalmıyor, son sınıfta dershane
görevi gören etüt merkezine yazılma, temel liseye geçme veya devam ettiği
okulun kurslarına girme seçenekleri ortaya çıkıyor. Alınacak yardımcı
kaynakları saymıyorum bile. Okuldan mezun olan öğrenci, istediği bir bölüme girememişse
"Okulum iyi değildi," okul yönetimi ve öğretmeni de
"Öğrencilerde kapasite yok, velileri zaten sorumsuz" demeye başlıyor.
Başarının sahip çıkanı çoktur da başarısızlığın sahibi yok maalesef. Bu ülkede
herkes birbirini suçlar durur. Biz birbirimizi suçlamaya devam edelim etmesine.
Ama bunun kimseye faydası yok. Bu, sadece bir savunma ve saldırı refleksidir.
Fakat şunu unutmayalım ki eğitim ve öğretimimiz sos veriyor. Aldığımız
eğitimden memnun olmayanlar eksikliği alternatif yollara yönelerek gidermeye
çalışıyor. Bugün FETÖ diye isimlendirilen yapı da bu eksiklikten nemalanmıştır
uzun yıllar. Sonuç malumunuz hüsran maalesef.
Eğitimdeki
başarısızlığımızdan dolayı alternatif yollara yönelme bize pahalıya mal oldu.
Bu yüzden her şeyden önce eğitime bir neşter vurmamız lazım. Devlet okulları
herkesin tek alternatifi olan eğitim yuvaları olmalı. Bu inanın çok zor değil.
Öğrenci, veli, yönetici, öğretmen, MEM, MEB sorumlu olduğu alanı bilir, herkes
hesap verebilir durumda olursa bu işte başarı elde ederiz.
*07/09/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
2 Eylül 2016 Cuma
Seminerde ilk günüm
Yıllardır uzak kalmıştım koltuğun karşısına oturmaktan. Koltuk sahiplerine göre daha az sorumluluğa sahiptim artık. Seminerin ilk günü kurul toplantısıyla başladı.
Okula yeni geldim. Bu yüzden yabancıyım.
Toplantı salonuna indim. 15 kadar kişi bekliyordu kapının önünde. Salon kilitli. Gerçek sahipleri okula hakim anlaşılan. En arka sandalyelerden birine, tek tanıdığımın yanına oturdum.
Kalabalık bir okul. Yavaş yavaş herkes yerini aldı. Bayanlar önde sıraladı, az sayıda erkekler ise arkada. Kısa bir uğraş sonucu ses düzeni hazır hale getirildi. Herkes birbirini tanıdığı için 2 aydır görüşmeyenlerin hasreti bitmek bilmedi bir türlü. Nihayet toplantıya başlandı. Zaman zaman muhabbet ehilleri sükünete davet edilse de bir defa verilen aranın sonucunda toplantı 2.5 saat gibi kısa bir zaman içerisinde bitirildi. Toplantı kimseyi sıkmadan çok da uzun olmadan sona erdi. Baş sorumlu konuştu, yardımcısı da okudu. Kimseye de görüş sorulmadı. Demek ki görüş sorulmadığı zaman toplantılar hem de sene başı istişare toplantıları erken bitirebiliyormuş.
Toplantıda erkeklerin sesi pek çıkmadı. Ne gürültü ne de söz alma konusunda. Bayanlar hem kalabalıktı, hem de sesleri çok çıktı. Kadının fendi erkeği yendi denirdi. Burada kadınların çenesi de erkekleri yendi. Bayanların ekserisi yatay ve dikey konuşmasına rağmen hemcinslerinin arkasında oturan iki tanesi sadece yatay muhabbete devam etti ara ara. Fakat çeneleri ne durdu ne de yoruldu. Acaba bir şey mi yiyorlar topluluk içerisinde dedim. O da ne! Sakız çiğniyorlar. Sakız çiğnemeye ne zaman başladılar bilmiyorum ama 2.5 saat süren toplantı boyunca dur durak bilmeden çiğnemeye devam ettiler. Çene yapıları sağlam anlaşılan. Tabii sakız da sağlam çene de bulunur.
Toplantının onlara, onların da toplantıya verebilecekleri bir şey yok gibiydi sanki görüntüleri. Ama haklarını yemeyeyim hiç patlatmadılar sakızı. Kim bilir belki edeplerindendir? 02.09.2016
Okula yeni geldim. Bu yüzden yabancıyım.
Toplantı salonuna indim. 15 kadar kişi bekliyordu kapının önünde. Salon kilitli. Gerçek sahipleri okula hakim anlaşılan. En arka sandalyelerden birine, tek tanıdığımın yanına oturdum.
Kalabalık bir okul. Yavaş yavaş herkes yerini aldı. Bayanlar önde sıraladı, az sayıda erkekler ise arkada. Kısa bir uğraş sonucu ses düzeni hazır hale getirildi. Herkes birbirini tanıdığı için 2 aydır görüşmeyenlerin hasreti bitmek bilmedi bir türlü. Nihayet toplantıya başlandı. Zaman zaman muhabbet ehilleri sükünete davet edilse de bir defa verilen aranın sonucunda toplantı 2.5 saat gibi kısa bir zaman içerisinde bitirildi. Toplantı kimseyi sıkmadan çok da uzun olmadan sona erdi. Baş sorumlu konuştu, yardımcısı da okudu. Kimseye de görüş sorulmadı. Demek ki görüş sorulmadığı zaman toplantılar hem de sene başı istişare toplantıları erken bitirebiliyormuş.
Toplantıda erkeklerin sesi pek çıkmadı. Ne gürültü ne de söz alma konusunda. Bayanlar hem kalabalıktı, hem de sesleri çok çıktı. Kadının fendi erkeği yendi denirdi. Burada kadınların çenesi de erkekleri yendi. Bayanların ekserisi yatay ve dikey konuşmasına rağmen hemcinslerinin arkasında oturan iki tanesi sadece yatay muhabbete devam etti ara ara. Fakat çeneleri ne durdu ne de yoruldu. Acaba bir şey mi yiyorlar topluluk içerisinde dedim. O da ne! Sakız çiğniyorlar. Sakız çiğnemeye ne zaman başladılar bilmiyorum ama 2.5 saat süren toplantı boyunca dur durak bilmeden çiğnemeye devam ettiler. Çene yapıları sağlam anlaşılan. Tabii sakız da sağlam çene de bulunur.
Toplantının onlara, onların da toplantıya verebilecekleri bir şey yok gibiydi sanki görüntüleri. Ama haklarını yemeyeyim hiç patlatmadılar sakızı. Kim bilir belki edeplerindendir? 02.09.2016
28 Ağustos 2016 Pazar
Eskimez Eski Dostlar! *
Hani denir ya, üç çeşit arkadaş unutulmaz diye: Asker
arkadaşı, hapishane arkadaşı ve okul arkadaşı. Çünkü birlikte üzücü ve mutluluk
veren anılarınız çoktur. Aynı havayı, aynı ortamı solumuşsunuzdur birlikte.
Beraber ağlayıp beraber gülmüş, aç-susuz kalmış; ekmeğinizi paylaşmışsınızdır.
Ömrünüzün en enerjik, en hareketli, en heyecanlı dilimi bu tür
arkadaşlarla geçmiş ve birbirinize karşı sırlar da vermişsinizdir. Vatani
görevinizi yapmışsanız asker arkadaşınız, cezaevine girmişseniz (Allah kimseye
göstermesin) hapishane arkadaşınız, okumuşsanız okul ve sınıf arkadaşınız
olmuştur.
Orta birinci sınıf öğrencisi olarak 1979 yılının Eylül
ayında Hacı Veyiszade Talebe Yurdunun 1.katında ince uzun, dikdörtgen şeklinde
bir sınıfta kesişmişti yollarımız 66 kişiyle. Geriye dönüp baktığımda
orta birinci sınıfta birlikte okumaya başladığımız sınıftan 51 fire
vermişiz. Kimi sınıf tekrarına kalmış, kimi okulu bırakmış, kimi nakil
gitmiş, kimi de nakil gelmiş. Lise 2.sınıfta bir başka sınıfla birleşerek iyi
bir sinerji meydana getirdik. 1985-1986 döneminde 45 kişilik bir mevcutla mezun
olduk. Çoğumuz üniversitenin iyi bölümlerini okuyarak hayata atıldı, kimimiz
ticarete atılarak esnaf ve iş adamı oldu. Her meslekten arkadaşımız var
içimizde.
1986 yılında mezun olduktan sonra çil yavrusu gibi
dağılmıştık hayatın içine. Yaklaşık 20 yıl önce içimizden bir kaç arkadaşın bir
saha çalışması yaparak sınıf arkadaşlarımızı bir piknikte topladı. Zamanında
bir sırada üçer kişi oturarak iyi ki safları sık tutmuşuz. Zira 20 yıldır devam ettiriyoruz birlikteliğimizi. Mezun
olduktan sonra aradan 31 yıl geçmiş. Şartların bizi bir araya getirdiği zorunlu
arkadaşlık, yerini eski eskimez dostluğa bıraktı. Düğün-cenaze gibi sevinçli ve
üzüntülü anlarda bir araya gelir olduk.
29/07/2017 günü bir arkadaşımızın bağ evinde bir araya
geldik yine. 31 yıl öncesinin heyecanından bir şey kaybedilmemiş gördüğüm
kadarıyla. Kiminin saçları dökülmüş, kiminin saçı sakalı ağarmış, kimi çocuğunu
evlendirip dede olmuş. Kimi de dede olduktan sonra baba olmuş.
"Senin oğlan ne yaptı, kız okulu bitirdi mi, nerede çalışıyor" türü
sorular eski anıların yerini alan konular. Öğleden sonra başlayan
birlikteliğimiz, gecenin ilerleyen vaktine kadar sürdü. Bizdeki hikayenin
benzeri sizlerde de vardır mutlaka.
Yıllar sonra bir araya gelseniz de hal-hatırdan sonra ilk
başta girişilen muhabbetin konusu eski ortak anılarınızdır. Zamanın nasıl
geçtiğini de bilemezsiniz. Tadı damağınızda kalır, tekrar buluşmak için zamanı
iple çekersiniz. Çünkü şartların zorladığı zorunlu birliktelik bir zaman sonra
yerini dostluklara bırakıyor. Belirli periyotlarla buluşmak dostluğun iyice
pekişmesine zemin hazırlamaktadır. Bir zaman sonra ortak anıların yerini yeni
gündemler, yeni konular almaktadır.
Çoğumuz okuduğu okulu beğenmez, iyi okul değil diye. Şunu
bilelim ki hiçbir okul bir şey vermez almak istemeyene. Okuduğumuz Konya İHL
bize aidiyet duygusu vermiş her şeyden önce. Mezun olduktan sonra bizi bir
araya getiren de bu aidiyet duygusu olsa gerek.
Bizi bir araya getiren, bizi ağırlayan, toplantımıza
katılan, toplantıda efor sarf eden, işini-gücünü bırakarak toplantıya iştirak
eden, mazeretleri dolayısıyla katılamayan, memleket meselelerini çözmek için
görüş serdeden 86 yılının tüm 7/C mensuplarına bu ailenin bir mensubu olarak
teşekkürü bir borç bilirim.
Günümüze değer kattınız. İyi ki varsınız. Allah
menfaatsiz dostluğunuzun sayısını ve süresini artırsın…Allah hepinize huzur,
mutluluk, sağlık ve afiyet versin. Bizimkisi böyle bir dostluk işte. Allah
herkese iyi günde ve kötü günde yanında bulabileceği içten dostlar versin. 29/07/2017
* 31/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 31/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
27 Ağustos 2016 Cumartesi
Camilerimizdeki avizeler
26/08/2016
günü gazetelerde yer alan habere göre: "KAYSERİ'de cuma namazı öncesi
caminin avizesinin cemaat üzerine düşmesi sonucu ilk belirlemelere göre 11 kişi
yaralandı." Buna biz görünmez kaza deriz. Kimin aklına gelirdi ki,
camideki avize cemaatin üzerine düşecek diye. Öncelikle Kayserililere ve
yaralananlara geçmiş olsun diyelim.
Yaralanan
sayısı sadece 11 kişi olduğuna göre cemaatin iyice dolmadığı vakit olsa gerek.
Avizenin caminin tam ortasında olabileceğini düşünürsek bu görünmez kaza bir de
cemaatin iyice dolduğu esnada olsa öyle zannediyorum yaralı sayısı daha fazla
olabilirdi. Bereket ölen kimse yok. Zaten bu üzücü olayın sevindirici yönü de
bu.
Bu
üzücü olayı bir başka açıdan ele almak istiyorum. Bir defa sade olması gereken
camilerimiz aşırı lüks. Oldum olası o görkemli ve güzel görünen, camiye ayrı
bir renk katan avizeler bir düşse ne olur diye düşünürdüm. Çünkü öyle büyük
avizeler var ki düşme riski her zaman için vardır. Büyük görüntüsüne göre ağır
da olmalı. Her ne kadar gözümüzü okşasa da bu tür avizelerin camilere
takılmasına çok sıcak bakmıyorum. Hem bir maliyettir, hem de bugün yaşanan gibi
tehlike arz ediyor. Çünkü bunlar insan yapımıdır. Bugün Kayseri'de düşen yarın
bir başka yerde düşebilir. Camilerin avize gibi görüntülerinden ziyade ibadet
yapmaya müsait genişlikte, sağlam, yazın serin, kışın sıcak tutabilecek ve
kültürümüze uygun bir mimaride yapılması esas olmalıdır.
Camileri
yaparken cami içindekilerin mikrofona ihtiyaç duymayacak şekilde ses akordunun
olmasına imkan verilmelidir. camileri mikrofon yığını haline getirmemelidir. İç düzenini yaparken
de görkemli avizelerden ziyade ışıklandırmasını da abartmamak lazım. 27/08/2016
26 Ağustos 2016 Cuma
Yumurta küfesinden kurtulmak
Öğretmenliğe dönenler kervanına ben de katıldım.
13 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra memlekete gelmek bahanesiyle 24/01/2005 tarihinde başladığım müdürlük görevim 23.06.2014 tarihinde çıkarılan kanunla sona ermiş iken 05.12.2014 tarihinde 10.köy olarak Kaşınhanı İHO'da yeniden başlayan görevlendirme müdürlük serüvenim 15.07.2016 tarihi itibariyle kendi göbeğimi kendim keserek, kendi isteğimle sona ermiştir.
Sevapsa 11 yıl yaptım bu görevi. Günahsa daha fazla günaha girmeyeyim. Sevap-günahı biraz da başkası kazansın.
Son 1.5 yıl birlikte çalıştığım özverili mesai arkadaşlarıma, desteğini esirgemeyen Kaşınhanı mahallesi veli ve sakinlerine, gelecek vadeden öğrencilerime, ilgi ve alakasını esirgemeyen ilçe yönetici ve personeline teşekkür ederim.
Yeni görev yerim 11.köy olarak Mehmet Beğen Ortaokulu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)