28 Ağustos 2016 Pazar

Eskimez Eski Dostlar! *

Hani denir ya, üç çeşit arkadaş unutulmaz diye: Asker arkadaşı, hapishane arkadaşı ve okul arkadaşı. Çünkü birlikte üzücü ve mutluluk veren anılarınız çoktur. Aynı havayı, aynı ortamı solumuşsunuzdur birlikte. Beraber ağlayıp beraber gülmüş, aç-susuz kalmış; ekmeğinizi paylaşmışsınızdır. Ömrünüzün en enerjik, en hareketli, en heyecanlı dilimi bu tür arkadaşlarla  geçmiş ve birbirinize karşı sırlar da vermişsinizdir. Vatani görevinizi yapmışsanız asker arkadaşınız, cezaevine girmişseniz (Allah kimseye göstermesin) hapishane arkadaşınız, okumuşsanız okul ve sınıf arkadaşınız olmuştur.

Orta birinci sınıf öğrencisi olarak 1979 yılının Eylül ayında Hacı Veyiszade Talebe Yurdunun 1.katında ince uzun, dikdörtgen şeklinde bir sınıfta kesişmişti yollarımız 66 kişiyle. Geriye dönüp  baktığımda orta birinci sınıfta birlikte okumaya başladığımız sınıftan  51 fire vermişiz. Kimi sınıf tekrarına kalmış, kimi okulu bırakmış, kimi  nakil gitmiş, kimi de nakil gelmiş. Lise 2.sınıfta bir başka sınıfla birleşerek iyi bir sinerji meydana getirdik. 1985-1986 döneminde 45 kişilik bir mevcutla mezun olduk. Çoğumuz üniversitenin iyi bölümlerini okuyarak hayata atıldı, kimimiz ticarete atılarak esnaf ve iş adamı oldu. Her meslekten arkadaşımız var içimizde.

1986 yılında mezun olduktan sonra çil yavrusu gibi dağılmıştık hayatın içine. Yaklaşık 20 yıl önce içimizden bir kaç arkadaşın bir saha çalışması yaparak sınıf arkadaşlarımızı bir piknikte topladı. Zamanında bir sırada üçer kişi oturarak iyi ki safları sık tutmuşuz. Zira 20 yıldır devam ettiriyoruz birlikteliğimizi. Mezun olduktan sonra aradan 31 yıl geçmiş. Şartların bizi bir araya getirdiği zorunlu arkadaşlık, yerini eski eskimez dostluğa bıraktı. Düğün-cenaze gibi sevinçli ve üzüntülü anlarda bir araya gelir olduk.

29/07/2017 günü bir arkadaşımızın bağ evinde bir araya geldik yine. 31 yıl öncesinin heyecanından bir şey kaybedilmemiş gördüğüm kadarıyla. Kiminin saçları dökülmüş, kiminin saçı sakalı ağarmış, kimi çocuğunu evlendirip dede olmuş. Kimi de dede olduktan sonra baba olmuş.  "Senin oğlan ne yaptı, kız okulu bitirdi mi, nerede çalışıyor" türü sorular eski anıların yerini alan konular. Öğleden sonra başlayan birlikteliğimiz, gecenin ilerleyen vaktine kadar sürdü. Bizdeki hikayenin benzeri sizlerde de vardır mutlaka.

Yıllar sonra bir araya gelseniz de hal-hatırdan sonra ilk başta girişilen muhabbetin konusu eski ortak anılarınızdır. Zamanın nasıl geçtiğini de bilemezsiniz. Tadı damağınızda kalır, tekrar buluşmak için zamanı iple çekersiniz. Çünkü şartların zorladığı zorunlu birliktelik bir zaman sonra yerini dostluklara bırakıyor. Belirli periyotlarla buluşmak dostluğun iyice pekişmesine zemin hazırlamaktadır. Bir zaman sonra ortak anıların yerini yeni gündemler, yeni konular almaktadır.

Çoğumuz okuduğu okulu beğenmez, iyi okul değil diye. Şunu bilelim ki hiçbir okul bir şey vermez almak istemeyene. Okuduğumuz Konya İHL bize aidiyet duygusu vermiş her şeyden önce. Mezun olduktan sonra bizi bir araya getiren de bu aidiyet duygusu olsa gerek.

Bizi bir araya getiren, bizi ağırlayan, toplantımıza katılan, toplantıda efor sarf eden, işini-gücünü bırakarak toplantıya iştirak eden, mazeretleri dolayısıyla katılamayan, memleket meselelerini çözmek için görüş serdeden 86 yılının tüm 7/C mensuplarına bu ailenin bir mensubu olarak teşekkürü bir borç bilirim.

Günümüze değer kattınız.  İyi ki varsınız. Allah menfaatsiz dostluğunuzun sayısını ve süresini artırsın…Allah hepinize huzur, mutluluk, sağlık  ve afiyet versin. Bizimkisi böyle bir dostluk işte. Allah herkese iyi günde ve kötü günde yanında bulabileceği içten dostlar versin. 29/07/2017

* 31/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



27 Ağustos 2016 Cumartesi

Camilerimizdeki avizeler

26/08/2016 günü gazetelerde yer alan habere göre: "KAYSERİ'de cuma namazı öncesi caminin avizesinin cemaat üzerine düşmesi sonucu ilk belirlemelere göre 11 kişi yaralandı." Buna biz görünmez kaza deriz. Kimin aklına gelirdi ki, camideki avize cemaatin üzerine düşecek diye. Öncelikle Kayserililere ve yaralananlara geçmiş olsun diyelim. 

Yaralanan sayısı sadece 11 kişi olduğuna göre cemaatin iyice dolmadığı vakit olsa gerek. Avizenin caminin tam ortasında olabileceğini düşünürsek bu görünmez kaza bir de cemaatin iyice dolduğu esnada olsa öyle zannediyorum yaralı sayısı daha fazla olabilirdi. Bereket ölen kimse yok. Zaten bu üzücü olayın sevindirici yönü de bu.

Bu üzücü olayı bir başka açıdan ele almak istiyorum. Bir defa sade olması gereken camilerimiz aşırı lüks. Oldum olası o görkemli ve güzel görünen, camiye ayrı bir renk katan avizeler bir düşse ne olur diye düşünürdüm. Çünkü öyle büyük avizeler var ki düşme riski her zaman için vardır. Büyük görüntüsüne göre ağır da olmalı. Her ne kadar gözümüzü okşasa da bu tür avizelerin camilere takılmasına çok sıcak bakmıyorum. Hem bir maliyettir, hem de bugün yaşanan gibi tehlike arz ediyor. Çünkü bunlar insan yapımıdır. Bugün Kayseri'de düşen yarın bir başka yerde düşebilir. Camilerin avize gibi görüntülerinden ziyade ibadet yapmaya müsait genişlikte, sağlam, yazın serin, kışın sıcak tutabilecek ve kültürümüze uygun bir mimaride yapılması esas olmalıdır.


Camileri yaparken cami içindekilerin mikrofona ihtiyaç duymayacak şekilde ses akordunun olmasına imkan verilmelidir. camileri mikrofon yığını  haline getirmemelidir. İç düzenini yaparken de görkemli avizelerden ziyade ışıklandırmasını da abartmamak lazım. 27/08/2016

26 Ağustos 2016 Cuma

Yumurta küfesinden kurtulmak

Öğretmenliğe dönenler kervanına ben de katıldım.

13 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra memlekete gelmek bahanesiyle 24/01/2005 tarihinde başladığım müdürlük görevim 23.06.2014 tarihinde çıkarılan kanunla sona ermiş iken 05.12.2014 tarihinde 10.köy olarak Kaşınhanı İHO'da yeniden başlayan görevlendirme müdürlük serüvenim  15.07.2016 tarihi itibariyle kendi göbeğimi kendim keserek, kendi isteğimle sona ermiştir.

Sevapsa 11 yıl yaptım bu görevi. Günahsa daha fazla günaha girmeyeyim. Sevap-günahı biraz da başkası kazansın.

Son 1.5 yıl birlikte çalıştığım özverili  mesai arkadaşlarıma, desteğini esirgemeyen Kaşınhanı mahallesi veli ve sakinlerine, gelecek vadeden öğrencilerime, ilgi ve alakasını esirgemeyen ilçe yönetici ve personeline teşekkür ederim.

Yeni görev yerim 11.köy olarak Mehmet Beğen Ortaokulu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği..


Sinyal özürlüler

Araba kullanıyorsanız başınıza gelmiştir. Tali yoldan gidişli-gelişli ana yola geçmek için yolun sağını solunu kontrol ederek dikkatli geçmek esastır. Yolun önce soluna sonra sağına bakıyorsun. Soldan gelen araç var. Trafikte kuraldır ana caddeden geçen aracın geçmesini beklemek.

Sen içinden adam geçiverse de sağ taraftan gelen araç yok, hemen geçerim diye  nizami bir şekilde sabırla beklersin. Bizim hanım evladı, senin beklediğini göre göre sürmesine devam eder ve sinyal vermeden senin çıkmak için beklediğin tali yola döner. Sinyal mi ne gezer! Sen bu insan evladına içten içe kızmaya başlarken diğer taraftan araçlar ardı arkasına sökün eder artık. Böylesi bencilliğe, öküzlüğe, aymazlığa pes doğrusu!

Bundan sonra sen düşün müdürüm!

22.07.2016 tarihi itibariyle deruhte ettiğim okul müdürlüğü görevini bırakarak öğretmenliğe başlamak için atamamın yapıldığı okula gittim. Personel nakil belgemi verdim. Uygun olan bir yere oturdum.

Göreve başlama yazısını yazan müdür yardımcısını seyretmeye başladım, ikram edilen çayı yudumlarken. Elleri tuşta, gözü ekranda bana sorup benden aldığı cevapları yazmaya çalışıyordu. Ben çayımı sıcak sıcak içerken yardımcının soğumaya tutmuş çayı içilmeyi bekliyordu.

Koltukta oturanın evrakı yetiştirmek için gösterdiği çaba ve stresini gördükçe misafir koltuğunda oturmanın konforunu yaşadım. O, bilgisayara abandı, bense kasaldım. Dünya varmış dedim kendi kendime.

Çayımı içip çocuğumun TEOG tercih işini yaptırmak için diğer yardımcının yanına vardım. Mübareğin başını kaşıyacak zamanı yok. Çünkü biri tercih yaptırıyor, diğeri sırada bekliyor. İstişare yapmak isteyenlerin, soru soranların haddi hesabı yok.

Müdür ise amir olmanın gereği yazın sıcağında takım elbise ve kravatıyla resmi bir görüntü çiziyor. Misafir koltuğuna oturmuş, çayını yudumluyor, bir taraftan da işleyişi takip ediyor. Yüzü de gülmüyor. Kim bilir kafasında neler var? Okullar açılacak, hazırlık yapılacak, okulun boya-badana ihtiyacı varsa yaptıracak, bir taraftan okulda devam eden kursun düzenini sağlayacak, öğretmenlere gerekli duyuruları yapacak, yeni gelen öğretmenlerin başlayışı yapılacak, nakil gidenlerin ayrılışı sağlanacak, mesleki çalışma plan ve programı yapılacak, ders dağılımı yapılacak, eksik-fazla öğretmen belirlenecek, ders programı yapılacak, ders programını beğenmeyen öğretmeni memnun etmeye çalışacak, bitmez-tükenmez toplantıları takip edecek, gelen misafire ilgi gösterecek, problemini çözecek, eğitim ve öğretim başlayacak, açılış konuşması yapacak, ders denetimlerine girecek, öğretmenlere performans notu verecek, tüm öğretmenleri memnun etmeye çalışacak, ilçeden gelen günlü yazılara cevap verecek, dersine gelmeyen öğretmenin dersini dolduracak, izin isteyen personele izin verecek, rapor alanın raporunu izne çevirecek... Bir şey yapmadan oturuyor ama gördüğüm kadarıyla pek rahat değil.

Bundan sonrasını sen düşün müdürüm. Bana sorarsan en iyi koltuk müdür koltuğu değil, misafir koltuğudur. Çünkü herkesi memnun etmek, idare etmek zor. Bir iş yapmadan otursan da sorumluluk insanı bitirir, yaşlandırır. Allah kolaylı versin. 22/07/2016

Gözümüz aydın! Bizim de nur topu gibi teröristlerimiz var artık!..

Mizah sever bir arkadaşımın hacı arkadaşlarıyla oturması bazen milli maça denk gelirmiş. Maç esnasında milli takımda yabancı futbolcu olur mu diye sorarmış. Hac refikleri: "Oldu mu hocam şimdi yaptığın. Bu milli maç. Milli maçta yabancı olmaz" şeklinde cevap verirlermiş.

Bizimki muzipliğine yine bir başka oturmalarında devam eder.  Bu milli maçta yabancı var mı diye tekrar sorduğunda: "Şimdi var artık. İşte şu gördüğün futbolcu yabancı. Türk vatandaşı oldu" diye Mehmet Aurelio'yu gösterirler. Eskiden milli maçlarda sadece o ülkenin futbolcularından seçme yapılırdı. Sonraları yabancıların da Türk vatandaşlığına geçmeleri sonucunda artık milli maçlarımızda da yabancılar görev almaya başladılar.

Bu konu nereden aklıma geldi? Ben de eskiden Müslüman adam öldürmez. Çünkü yüce kitabımız, adam öldürmeyi yasaklar. Kazara bir Müslüman birini öldürmeye kalksa hemen pişmanlık duyar, öldürmek istediğini kendi arabasıyla hastaneye götürür diye düşünür ve bu şekilde savunurdum. 1980'li yıllardan beri 'fundamentalist İslam, radikal İslam' diye diye nihayet bizim de teröristlerimiz oldu. Artık günlük sayısız insan öldürüyor benim Müslüman kardeşlerim. Hem de kim kimi, niçin öldürdüğüne bile bakmadan. Soğan doğrar gibi kendi insanımızı öldürüyoruz. Üstelik Müslümanlığı da kimseye bırakmadan yapıyoruz tüm bunları. Müslüman coğrafyalarında birbirimizi boğazlama, canlı bomba olma, oluk oluk kan akıtma maalesef vakayı adiyeden oldu. Durmadan da emperyalistlere, kapitalistlere, koministlere, siyonistlere, sömürgeci devletlere kızıyoruz, onların yüzünden diye.

Kitabını, sünnetini karıştırıp az da olsa mürekkebini yaladığım bu dinin insanları ne kadar da savruldu. İslam ülkelerinde gözü olan kandan beslenenler bunun birinci derecede sorumlusudur. Amenna... Buna bir şey demem. Tamam, içimizi karıştıranlar, bizi birbirimize düşürenler, bizi birbirimizle temizleyenler hep onlar. Onlar plan yapıyor. Biz ise uyguluyoruz. Bizim hiç mi suçumuz yok. Bilelim ki malzemesi bizden bunların. Hani biri demiş ya bir gazeteciye: "Savaş kapıda" manşeti at diye. Gazeteci: "Efendim, savaş kokusu görünmüyor ortalıkta" deyince "Sen manşeti at, savaşı biz çıkartırız" demiş adam. Gerçekten de öyle. Adamlar işgal edeceği, sömüreceği yerde ilk önce içimizden terörist üretiyor, ardından işgale geliyor. Bu asrın savaşı da bu. Dünyayı yaşanmaz kılmak. Biz birbirimizle cedelleşirken puslu havayı seven kurt malı götürüyor maalesef. Ne zamana kadar kullandırmaya devam edeceğiz Müslüman kardeşim kendimizi. Adam öldürmenin, canlı bomba olmanın haklı tarafı olamaz. Geldik gidiyoruz neyi paylaşamadık şu dünyada. Biz bu kafayla gidersek adamlar kendilerine gerek kalmadan bizi birbirimize temizletecekler. Bizdeki bu grup, örgüt, mezhep bölünmüşlüğü oldukça hiç düşmana ihtiyacımız yok. Bizim düşmanımız başkası değil kendimiziz. Bunu bilelim ilk önce.

Kendisi bir hazine olan İslam’ı kurallarıyla birlikte yaşama azminde olmadığımız ve kendi grubumuzu ön plana çıkardığımız müddetçe yaşadığımızı sandığımız bu İslam bize zelillikten başka bir şey vermeyecek. Bu ne ya! Yüce kitap: Öldürmeyin diyor. Biz gerekçesini bulup katlediyoruz. Barış diyor, biz savaş anlıyoruz. Çalışın, herkes için ancak çalıştığının karşılığı var diyor. Biz tembel tembel yatmaya devam ediyoruz. İslam dünyası olarak dünyaya verdiğimiz bir katma değer de yok maalesef. Biz bu gidişle birilerinin piyonu  ve oyuncağı olmaya devam edeceğiz anlaşılan. Bari işi-gücü terör olan, kan akıtan insanlar: “Bizim Müslümanlıkla bir alakamız kalmamıştır” deseler bari.

Rezillik, pespayelik akıyor her yerimizden. Dikiş tutmaz artık.  Bırakalım bir başkasına İslam anlatmayı, önce kendimiz Müslüman olalım. Zaten bu görüntümüzle kimse Müslüman olmaz. Niye olsun? Lütfen şu görüntümüze bakarak birinin Müslüman olması için bir tane sebep söyleyin bana.

Rabbim! Affet bizi. Bizi bize bırakma. Bize aklımızı kullanmayı göster. Basiret ve feraset ver. Ülkemize dirlik ve birlik gelsin. Düşmanlarımıza fırsat verme…

Not: Sözüm samimi Müslümanlara değil. Hem Müslüman hem de terör yapanlaradır. 26/08/2016

Dikkat! Ortalık kuzu postuna bürünmüş kurtlarla dolu *

Bugün yazıma  Mehmet TEZKAN’ın 11/08/2016 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan “FETÖ’de 17/25 kriteri” başlıklı yazısında anlatmış olduğu bir hikaye ile başlamak istiyorum:


Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır. Ve ona sorar: “Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?” Derviş kendini savunur: “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.” Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve: “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?” der.
Kuş kendini savunur: “Efendim, ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm, kaçmadım.” Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder. Kuş o anda, ‘Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır. “Neden?” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar: “Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın.. Çıkartın ki benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”


Hikaye günümüzde yaşadığımız olayları anlatmak için Hızır gibi yetişti imdadımıza. Bugün kim, ne; kimin eli kimin cebinde; kimlerin üzerinde hangi elbise var. Belli değil. Sap ile saman karışmış durumda maalesef. Kimi hoca görünümlü bir darbe azmettiricisi ve planlayıcısı, kimi siyasetçi görünümlü bir terörist, kimi gazeteci görünümlü terör suçunu öven bir terörist… Kimse kendi elbisesini giymiyor maalesef bu ülkede. Düşman da net değil. Böyle istismar elbisesi giymiş insan müsveddelerini görünce insanın açık düşmanı alnından öpesi geliyor. Çoğunun da üzerinde dokunulmazlık zırhı var. Hele bu ülkede gazetecilere kolay kolay dokunamazsın. Hemen çığlığı basarlar: “Fikir özgürlüğü yok ediliyor, gazeteciler tutuklanıyor” diye. Alın size bir gazeteci görünümünde mürekkebi kan akıtan bir tweet: "Faşizme destek veren herkes bedelini ödeyecektir. Buna Kılıçdaroğlu da dahil. Bu henüz başlangıç!" Bu tweet ne zaman atılıyor? Ana muhalefet parti başkanının konvoyuna yapılan terör saldırısı sonucunda bir askerimiz ölmüş, iki tanesinin de yaralandığı bir olayın ardından atılan bir tweet. Yazık ki ne yazık! Bu tiplere bu ülke gazetecilik yaptırdı, köşe yazısı yazdırdı, Tv ekranlarında program yaptırdı, yorum yapması için ekranlara misafir edildi. Böylelerine Anadolu’da: “Koynumuzda yılan beslemişiz” denir…Bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare'e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın” olur. Bu adama birileri:  Be ahmak! Senin yerin dağlar, gazetecilik senin neyine” desin. Belki de ana muhalefet liderini öldürmede es geçmezdi. İnanın dağlarda daha faydalı olur.


Bu ülkede  herkes üzerindeki  istismar elbiselerini çıkartarak  sevdiği ve faydalı olacağı işi yapsın. Gazeteci gazeteciliğini, terörist teröristliğini, siyasetçi siyasetçiliğini…yapsa. Fena olmaz sanırım. 26/08/2016
* 31/08/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.