Başbakan partisinin grup toplantısında mahalleye dönüşen muhtarlara ve müftülere nikah kıyma yetkisinin verileceğini belirtti. Başbakanın bu açıklaması beni mesrur etti. Ne var bu haberde? Daha önce belediye başkanları ve yerine nikah kıyma yetkisi verdiği belediye memurları kıyıyordu bu nikahları. Şimdi müftülere de veriliyor bu yetki diyebilirsiniz.
İl ve ilçe müftülerine verilen bu yetki ile birlikte insanımız resmi nikah ve dini nikah (imam nikahı, hoca nikahı) ikileminden kurtulacak. Artık iki defa nikah kıydırmayacak. Benim de yıllardır savunduğum, dile getirdiğim bir fikir idi bu.
Aslında nikah bir sözleşmedir. Resmisi, dinisi olmaz. Ama nedense bu ülkede insanımızın % 90'ından fazlası hem resmi, hem de dini nikah kıydırır. Bazı insanlar da kız ve kadınlarımıza dini nikah adı altında 2 şahit huzurunda gizli nikah kıymak suretiyle evlilik yapabilmektedir. Yine ikinci evliliği düşünenler de aynı yolu takip etmektedirler. Bu uygulama ile kötü niyetle evlenmeyi düşünenlerin önüne de geçilebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu tür evliliklerde genelde kadın tarafı mağdur olmaktadır.
Nikah kıymak isteyen ister belediyenin ister müftülüklerin yolunu tutsun. Artık vatandaş önce resmi nikah, ardından dini nikah peşinde koşmayacak. İllaki ben dini nikah da kıydıracağım diyen olursa müftülüklere müracaat etsin.
Nikah nikahtır. Nikah sözdür. şakası, ciddisi, dinisi, resmisi olmaz. Ama dini nikah adı altında kıyılan nikahlar bir sözden ibarettir. Bir zaman sonra söz uçar, yazı kalır. Dini nikahta yazı yoktu, müftülüklerin kıymasıyla birlikte hem bir belge olacak, hem de dua yapılacak... Hayırlı olsun. 28/06/2016
28 Haziran 2016 Salı
Tilkiyle akrabalık durumumuz
Bulunduğumuz halden sıkılırız çoğu zaman. Biz sıkıldıkça hayat çekilmez olur. Durumumuzdan kurtulmaya çalışırız. Önümüze çıkan engellere tahammül edemeyiz. Hatta sebep olanlara kin ve intikam hırsıyla bakar, düşman gibi görürüz. Mağduriyet sendromundan bir türlü kurtulamayız. Tilki gibidir hayatımız artık. Tilkinin yüz planından 99'u, horoz üzerine olurmuş. Yatar, kalkar durumumuzu düşünürüz biz, tıpkı tilki gibi.
Eskiden işimiz olsa da olmasa da Allah'tan hayırlısı derdik. Sonucuna katlanır, tahammül ederdik. Şimdilerde en hayırlı iş, istediğimiz ve beklediğimizin olması. Ötesi tufan bizim için. İşin garibi hakkımızda neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemeden bir çığlık koparıyoruz. Sanki dünyanın sonu. Bazen bir şeyin olmasını çok istemek kendimize veya çevremize zarar verebiliyor. Aslında mevcut durumumuza şükredip, durumumuzdan daha aşağıda olanlara bakıp kendi kendimize teselli versek, demek ki benim için hayırlı olan bu imiş, ya da benim imtihanım bu şekildeymiş dense hayata daha olumlu bakarız.
Adamın biri hamallık yaparmış. Akşama kadar uğraşır, didinir; karşılığında da günlük bir ekmek parası kazanırmış. Bir gün canı iyice tak etmiş, açmış ellerini: "Akşama kadar hamallık yapıyorum, terliyorum. Karşılığında da sadece bir ekmek alacak para kazanıyorum. Ne olur oturduğum yerden bana bir ekmek versen ne olur ya Rabbi" deyip yatağına yatar. Ertesi gün adam yine işine koyulur. İşini yaparken karşısında kavga edenleri aralamak ister. Bir müddet sonra kendisini kavganın içinde bulur, çünkü kavgaya müdahil olur. Zaptiye gelir. Hamal dahil kavgaya karışanları nezarete götürür, içeri atar. Bizim hamalın istediği olmuştu. Çünkü çalışmadan, oturduğu yerde kendisine nezarethanede günlük bir ekmek geliyordu. Üstelik çalışmadan ve terlemeden...
Duasının kabul olduğunu gören hamal ellerini açar: Ya Rabbi, bana çalışmadan ekmek ver dedim ama ben böylesini istemedim. Ne olur beni buradan çıkar. Ben yeniden ekmeğimi kazanmak için hamallığa razıyım" diye dua eder.
Arkadaş, madem böyle bir fıkra vardı dağarcığında. Bu kadar yazıya ne gerek vardı dediğinizi duyar gibiyim...
İşimizde, aşımızda ve her şeyimizde Allah'tan hayırlısını temenni edelim ve sonucuna razı olalım; istediğimiz şekilde olmasa da, sonucuna katlanalım. Demek ki, hayırlısı bu imiş diyelim... 28.06.2016
Eskiden işimiz olsa da olmasa da Allah'tan hayırlısı derdik. Sonucuna katlanır, tahammül ederdik. Şimdilerde en hayırlı iş, istediğimiz ve beklediğimizin olması. Ötesi tufan bizim için. İşin garibi hakkımızda neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemeden bir çığlık koparıyoruz. Sanki dünyanın sonu. Bazen bir şeyin olmasını çok istemek kendimize veya çevremize zarar verebiliyor. Aslında mevcut durumumuza şükredip, durumumuzdan daha aşağıda olanlara bakıp kendi kendimize teselli versek, demek ki benim için hayırlı olan bu imiş, ya da benim imtihanım bu şekildeymiş dense hayata daha olumlu bakarız.
Adamın biri hamallık yaparmış. Akşama kadar uğraşır, didinir; karşılığında da günlük bir ekmek parası kazanırmış. Bir gün canı iyice tak etmiş, açmış ellerini: "Akşama kadar hamallık yapıyorum, terliyorum. Karşılığında da sadece bir ekmek alacak para kazanıyorum. Ne olur oturduğum yerden bana bir ekmek versen ne olur ya Rabbi" deyip yatağına yatar. Ertesi gün adam yine işine koyulur. İşini yaparken karşısında kavga edenleri aralamak ister. Bir müddet sonra kendisini kavganın içinde bulur, çünkü kavgaya müdahil olur. Zaptiye gelir. Hamal dahil kavgaya karışanları nezarete götürür, içeri atar. Bizim hamalın istediği olmuştu. Çünkü çalışmadan, oturduğu yerde kendisine nezarethanede günlük bir ekmek geliyordu. Üstelik çalışmadan ve terlemeden...
Duasının kabul olduğunu gören hamal ellerini açar: Ya Rabbi, bana çalışmadan ekmek ver dedim ama ben böylesini istemedim. Ne olur beni buradan çıkar. Ben yeniden ekmeğimi kazanmak için hamallığa razıyım" diye dua eder.
Arkadaş, madem böyle bir fıkra vardı dağarcığında. Bu kadar yazıya ne gerek vardı dediğinizi duyar gibiyim...
İşimizde, aşımızda ve her şeyimizde Allah'tan hayırlısını temenni edelim ve sonucuna razı olalım; istediğimiz şekilde olmasa da, sonucuna katlanalım. Demek ki, hayırlısı bu imiş diyelim... 28.06.2016
Yanımızda Başkasının Aleyhinde Konuşana Dikkat!
Öğretmenliğe ilk başladığım yılda okula atanan en son öğretmen olduğumdan bir başka lisede 4 saat ders tamamlamaya gittim..
Okulun yönetim işlerini -yıllardır- vekaleten yürüten bir müdürü vardı. Biraz garip bir yönetim tarzı yani yönetimsizlik tarzı vardı. Hatta ileride bir kitap yazar isem "R....li günlerim" ismini vermeyi düşünüyorum der, arkadaşlarla gülüşürdük. Pekiyi kimdir bu muhterem?
Bir gün okulun müdür yardımcısı H. Beyi parkta otururken gördüm. "İstifa ettim" dedi bize. Hayırdır hocam dedik. "Müdüre kızıp ayrıldım" dedi. Ne yaptı müdür sana dedik. Ben yanına vardığım zaman müdür durmadan diğer öğretmen ve personele sövüyordu. Bir gün "Hocam başkasının yanında da bana küfrediyor musun" dedim. Bana "Olur mu öyle şey hoca? Şurada beraber yeyip içiyoruz" dedi. "Bana sövmediğini ağzından duyunca bir güzel sevinmiştim.
Bir gün bir araştırdım. Meğersem başkasının yanında da bana küfrediyormuş.
Müdür Beyin yanına vardım. 'Hocam araştırdım, başkasının yanında da bana küfrediyormuşsun, mağdur olmayasın diye masamdaki işleri bitirip istifa dilekçesi vereceğim" dedim. "İşleri bitirmeyi bekleme. Hemen yaz gel istifa dilekçeni bana" dedi. "Ben de yazdım dilekçe mi, şimdi bir aylık sürenin dolmasını bekliyorum, hemen ayrılacağım" dedi.
*
Bir ay sonra H. Beyi çarşıda gördüm, ayrıldın mı müdür yardımcılığından dedim. "Hayır, ayrılamadım" dedi. Sebebini sorduğumuzda: "Hocam bir ay dolduktan sonra kapısını çalıp müdür beyin odasına girdim. Hocam benim istifamın süresi dolmadı mı, cevap gelmedi mi hala?" dediğimde, "Ne istifası" dedi. "Dilekçe vermiştim bir ay önce" der demez. Sümenaltını açtı. Oradaki evrakın içerisinden benim dilekçemi buldu. Bana "Bu mu senin dilekçen" dedi. "Evet ama işleme koymamışsın" dedim. "Doğru, işleme koymadım, o kadar beraber yiyip içtik. Öyle ayrılmak olur mu" dedi. İstifam işleme konulmadığından görevimin başındayım maalesef dedi.
*
Aradan 24 yıl geçmiş, müdür bey hala yaşıyor mu bilmem. Derdim müdürü anlatmak değil. Burada ahlaki bir konuya dikkat çekmek. Çoğu zaman yanımızda başkasının aleyhinde konuşan insanları can kulağıyla dinleriz. Hatta çok hoşsohbet bile deriz. Bu insan yanımızda bir başkası hakkında bu kadar rahat konuşuyorsa bilelim ki başkasının yanında da bizim hakkımızda konuşur. İşin acı tarafı bu adam yanımızda başkası hakkında bu kadar rahat konuşma hakkını nereden buldu? Hiç utanmadan aleyhte konuşabiliyorsa sanırım bizde de bir sorun var demektir. Yanımızda konuştuğuna göre demek ki bizdeki zaafı iyi biliyor olmalı. Hatta çok açık sözlü bile deriz çoğu zaman.
Laf taşıyanları, başkası hakkında olumsuz kanaat belirtenleri dinlememek lazım. Onlara sırrımızı vermemek lazım. Böyle konuşanlara teşne olmaz isek adam konuşmayı bırakır, bir müddet sonra çeker gider yanımızdan. 28/06/2016
27 Haziran 2016 Pazartesi
Fabrika ayarlarımıza dönme zamanı
Kaybettiğimiz değerlerimiz çoktur. Bana insanoğlunun kaybettiği en önemli yitiği nedir dense, doğallığıdır derim. Evet biz tabii olmayı, doğal olmayı kaybettik. Her gittiğimiz yerde onu arıyoruz biz.
Araba mı alacağız? Orijinal mi, kaportada boya var mı, değişen parçası var mı deriz.
Eş adayı mı ararız? Daha önce evlilik yapmış mı deriz.
Sebze ve meyve mi alacağız? Hormonlu mu ona bakarız. Örnekleri çoğaltabiliriz. Giyimden kuşama, yiyecekten içeceğe, binitimize varıncaya kadar orijinal ve doğal olmasına bakarız. Doğallığa aşığız biz.
İnsanın da doğal olanını beğeniriz. Araştırırken samimi olup olmadığı yine bizim kriterlerimizdendir. İşin garibi her şeyin doğalını arıyoruz. İnsan yitiğini ararmış. İnsanoğlu da doğallığını yitirdi. Çoğu zaman maskelerimizle geziyoruz. Kendimizi olduğumuzdan farklı göstermeye çalışıyoruz. Evdeki halimizle dış halimiz farklıdır, toplum içerisindeki görüntümüz ve konuşmamız özelde daha farklıdır. Bir TV programına bile çıksak yüzümüze hemen makyaj yapılır, olduğumuzdan daha farklı görünmemizi sağlamak için. Kendimizi pazarlıyoruz hep nedense olduğumuzdan farklı görünerek. Hepimizin yüzünde ya bir maske, ya bir makyaj. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete bakalım. Rabbim sonumuzu hayreylesin.
Sebze ve meyve üretiriz, satılacak olan üretim başkadır, kendi yiyeceğimiz başkadır. Bir mal alacağımız zaman kanmamak için düzgün insan ararız. Ararız da ararız. Hiç kendimizi sorgulamayız. Ben ne kadar kendimi gizliyor isem karşı da gizliyor, ben ne kadar sahte isem karşı da o kadar sahtedir, ben ne kadar sahte, hormonlu mal üretiyorsam karşı da üretiyordur, ben ne kadar fahiş fiyata satıyorsam karşı da o kadara satıyordur, ben ne kadar düzgün isem karşı da o kadar düzgündür diye. Aslında iş hep kendimizde bitiyor.
Kendim için istediğimi başkası için istemedikçe, kendim için istemediğimi başkası için de istemedikçe düzgünlüğün ve dürüstlüğün gelmeyeceğini bilmemiz ve ona göre davranmamızdan geçiyor. Her birimizin mihenk taşı olması gerekir Ra'd 12.ayet. Ne diyordu orada? "Bir topluluk kendini düzeltmediği müddetçe Allah hiçbir topluluğu değiştirmez" buyrulmaktadır. Kural bu. Ya kendimiz düzeleceğiz ya kendimiz. Bunun başka yolu yok. Ya göründüğümüz gibi olacağız ya da olduğumuz gibi. Eğer böyle yapmaz isek daha çok doğallık ararız bilelim.
Çok yüz taşımaktan tek yüze dönelim. Yaratılışımızdaki doğallığımıza, çocukluğumuzdaki saflığımıza dönelim. Bunun mayası bizde var. Başka yerde çareler aramayalım. Yitiğimizi kaybettiğimiz yerde arayalım. Fıtratımızda var bu. Tozlanmış fıtratımızı silelim. Ya bismillah deyip hayata yeniden başlayalım.
Vakit nakittir. Zaman hızla gidiyor. Zaman fabrika ayarlarına dönme zamanı...27/06/2016
Araba mı alacağız? Orijinal mi, kaportada boya var mı, değişen parçası var mı deriz.
Eş adayı mı ararız? Daha önce evlilik yapmış mı deriz.
Sebze ve meyve mi alacağız? Hormonlu mu ona bakarız. Örnekleri çoğaltabiliriz. Giyimden kuşama, yiyecekten içeceğe, binitimize varıncaya kadar orijinal ve doğal olmasına bakarız. Doğallığa aşığız biz.
İnsanın da doğal olanını beğeniriz. Araştırırken samimi olup olmadığı yine bizim kriterlerimizdendir. İşin garibi her şeyin doğalını arıyoruz. İnsan yitiğini ararmış. İnsanoğlu da doğallığını yitirdi. Çoğu zaman maskelerimizle geziyoruz. Kendimizi olduğumuzdan farklı göstermeye çalışıyoruz. Evdeki halimizle dış halimiz farklıdır, toplum içerisindeki görüntümüz ve konuşmamız özelde daha farklıdır. Bir TV programına bile çıksak yüzümüze hemen makyaj yapılır, olduğumuzdan daha farklı görünmemizi sağlamak için. Kendimizi pazarlıyoruz hep nedense olduğumuzdan farklı görünerek. Hepimizin yüzünde ya bir maske, ya bir makyaj. Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete bakalım. Rabbim sonumuzu hayreylesin.
Sebze ve meyve üretiriz, satılacak olan üretim başkadır, kendi yiyeceğimiz başkadır. Bir mal alacağımız zaman kanmamak için düzgün insan ararız. Ararız da ararız. Hiç kendimizi sorgulamayız. Ben ne kadar kendimi gizliyor isem karşı da gizliyor, ben ne kadar sahte isem karşı da o kadar sahtedir, ben ne kadar sahte, hormonlu mal üretiyorsam karşı da üretiyordur, ben ne kadar fahiş fiyata satıyorsam karşı da o kadara satıyordur, ben ne kadar düzgün isem karşı da o kadar düzgündür diye. Aslında iş hep kendimizde bitiyor.
Kendim için istediğimi başkası için istemedikçe, kendim için istemediğimi başkası için de istemedikçe düzgünlüğün ve dürüstlüğün gelmeyeceğini bilmemiz ve ona göre davranmamızdan geçiyor. Her birimizin mihenk taşı olması gerekir Ra'd 12.ayet. Ne diyordu orada? "Bir topluluk kendini düzeltmediği müddetçe Allah hiçbir topluluğu değiştirmez" buyrulmaktadır. Kural bu. Ya kendimiz düzeleceğiz ya kendimiz. Bunun başka yolu yok. Ya göründüğümüz gibi olacağız ya da olduğumuz gibi. Eğer böyle yapmaz isek daha çok doğallık ararız bilelim.
Çok yüz taşımaktan tek yüze dönelim. Yaratılışımızdaki doğallığımıza, çocukluğumuzdaki saflığımıza dönelim. Bunun mayası bizde var. Başka yerde çareler aramayalım. Yitiğimizi kaybettiğimiz yerde arayalım. Fıtratımızda var bu. Tozlanmış fıtratımızı silelim. Ya bismillah deyip hayata yeniden başlayalım.
Vakit nakittir. Zaman hızla gidiyor. Zaman fabrika ayarlarına dönme zamanı...27/06/2016
ÖSYM kriterleri
Haziran
3.ve 4.haftalarda ÖSYM tarafından LYS1-5 adı altında merkezi sınavlar yapıldı.
Gördüğüm kadarıyla sorunsuz tamamlandı sınavlar.
Bir
ara kopya skandallarıyla bir darbe yemiş olsa da ÖSYM'nin yaptığı sınavlar
sınav öncesinden, sınav esnasına ve sınav sonuna kadar her şeyiyle düzen ve
tertip çerçevesinde yürüyor. Bu tür sınav sistemine eleştirel bakmakla beraber
milyonlarca kişinin sınavını binlerce görevli bir orduyla tereyağından kıl
çeker gibi sorunsuz yapması takdire şayan gerçekten.
Mantığın
kabul etmediği kurallara, sınav komisyonundan; salon görevlilerine, sınava giren
öğrencisinden; velisine varıncaya kadar
herkes uyuyor, itiraz da yok: Sınava ilk 15 dakikada gelemeyen durumuna
razı boynunu büküp geri dönüyor. Sınav esnasında ilk 100 dakika çatlasan da
patlasan da salon dışına çıkamıyorsun, sınavın bitimine 15 dakika kala kimse
çıkamıyor. Sınav esnasında kimse kimseyi rahatsız etmiyor, sınav bitmiştir
sözüyle herkes kalemleri bırakıyor. Sınava girerken öğrencisinden görevlilerine
varıncaya kadar neredeyse elbisesinin dışında hiçbir şey ile girilmiyor
içeriye. Elimizden düşürmediğimiz, neredeyse yatağa beraber yattığımız cep
telefonları bile böylesi sınavlarda saatlerce dinlenmek suretiyle istirahatini
yapıyor. Cebindeki bozuk paranla bile giremiyorsun, varın siz gerisini düşünün.
Sınavın
sorunsuz olmasının kanaatimce en önemli nedeni kurallarının acımasız olması ve
kuralların uygulanıyor olması. Bence esas mesele bu. ÖSYM hangi sınav kuralını
koymuşsa, kural mantıklı da olsa mantıksız da olsa uygulama imkanı bulması.
Burada kuralları yazıp hem vaktinizi almayacağım hem de sayfamı
doldurmayacağım. Hiç sınavla alakası olmayanımız bile sanal alemde kısa bir
gezinti yapsa kuralları görür. Her şey yasak anlayacağınız. Hele şükür
aldığımız nefese karışmıyor. Eğer ÖSYM aldığımız nefeslerden şüphelense öyle
zannediyorum nefes almamızı da yasaklar. Şimdilik böyle bir zan yok sanırım.
Şimdi
sadede gelelim, derdim üniversite sınavları değil. Birçoğu; acımasız, gereksiz
ve mantıksız görünen yasakların uygulanma imkanının bulunması. Genelde bu
ülkede her şeyde bir kural vardır. Her şeyin kuralları belirlenmiştir. Kurallar
iyi düşünülüp konulmuş ama bir sorun var. Bu ülkede kurallar hep çiğnenir,
uygulanmaz. Bizim huzur, refah, düzen ve tertibimiz için konmuş bu kurallara
uysak günlük hayatı kendimize ve birbirimize zehir etmeyiz. ÖSYM'nin mantıksız
görünen kuralları tıkırında işliyor da diğer kurallarımız niçin çiğnenir? Hayatı zindan ederiz kendimize ve çevremize. ÖSYM
sınavında görev alanlar, sınava girenler de bu ülkenin insanı. Dışarıdan ithal
edilmiş değillerdir. O zaman mesele
nedir?
Mesele
kural tanımaz aymazlığımızdadır. O zaman ÖSYM bu işi çözmüşse sosyal, siyasal,
ekonomik vb hangi alan varsa hayatın her alanına ait kuralları ÖSYM koysun.
Cezaları da tıpkı sınavlardaki gibi ağır olsun. Cezalar mutlaka uygulansın.
Bize biraz kural öğretsin olmaz mı? Hatta biz hiç AB ve Kopenhag kriterleriyle
uğraşmayalım, hatta adına Ankara kriterleri de demeyelim. Tüm kriterlerimiz
ÖSYM kriterleri olsun, adam gibi uygulansın. Bizim ÖSYM kriterlerimiz dünyaya
örnek olsun.
Kurallarla
yaşamaya başlayınca bu ülkeye dirlik ve huzur, birbirimize saygı ve sevgi hakim
olur. Kurallara uydukça hayatın anlamının olduğunu bir kat daha anlarız.
Çocuklarımıza yaşanılır bir ülke bırakırız. Bilelim ki bu ülkenin sorunu, kural
eksikliğinden değil, kurallara uymadığımızdandır. Kural tanımaz tavrımızdandır.
Ne
dersiniz? Var mısınız bu kurallara... 27/06/2016
26 Haziran 2016 Pazar
Eşyamı yeniliyorum/Eşya arıyorum
Gördüğünüz bu kırtasiye kutusu ÖSYM'nin geçen hafta yaptığı Matematik ve Geometri sınavında herbir öğrenciye verdiği; içerisinde iki kalem, bir silgi ve bir kalemtraşın olduğu kutu.
Sınav bittikten sonra evrakını teslim eden öğrencilerden kimi kalem kutusunu yanında götürdü, kimi sırasında bıraktı. Bir tanesi de sınavdan çıkarken bu gördüğünüz kalem kutusunu çöpün içine attı.
Ne var bunda? Millet kullanılabilir karyola, koltuk, halı, kilimini... çöpün yanına bırakıyor. ( Bu koltuk da yine çöpe bırakıldıktan sonra çektiğim bir görüntü)
Gençliğin baharında bu gencimiz kalem bırakmış. Maliyeti nedir ki, olsa olsa beheri 1 TL'den kutusuyla birlikte 5 lira yapar diyebilirsiniz... Doğru dersiniz.
Biz çöpe o kadar kıymetli eşyalarımızı atıyoruz. 5 liranın lafı mı olur? Lüks yaşıyoruz, kendimiz dışında herşeyimizi çöpe bırakıyoruz. Parası olan da bırakıyor, olmayan da. Müsrif bir toplum olup çıktık. Ne milli servetlerimizi çöpe atıyoruz.
Madem her şeyimiz çöpte. Biz attıktan sonra kağıt toplayıcılar gelip toplayıp götüreceğiz diye uğraşıyorlar. Bugünün belediyeciliğinde her alanda hizmet vermeye çalışan ve her ilin en büyük organizasyonu olan belediyelerimiz öncülük yapıp yeni bir telefon hattı açsalar, adına da "Eşyamı yeniliyorum, eşya arıyorum" dese... Belediye çöpe gidecekleri alsa, bir depoya koysa, ihtiyacı olan gelip alsa ne olur? Herhalde hayırlı bir iş yapmış olur. Milli servetimiz de değerlendirilmiş olur. Çünkü senin için ihtiyaç fazlası olan bir eşya benim için çok elzem olabilir. Aslında bir kısmımız kullanmadığı ihtiyaç fazlasını çöpe atmayıp ihtiyacı olana ulaştırıyor. Fakat çoğu zaman ihtiyaç sahibini arıyoruz ve bu durum amatörce ve bireysel yapılmaktadır. Bu konuda profesyonelleşmek gerekir diye düşünüyorum.
Haydi belediyeler böyle hayırlı bir işe bir el atın... Kullandıklarımızı ihtiyaç sahiplerine ulaştırın... Kullanılmışı kim kullanacak demeyin. Bakın ben bu kalem kutusunu çöpten aldım, kullanmak için. Bu işi proje haline dönüştürün. İnanın bu iş, sizin ramazanlarda mahalle mahalle dolaşıp verdiğiniz iftarlardan daha önceliklidir... 26.06.2016
Sınav bittikten sonra evrakını teslim eden öğrencilerden kimi kalem kutusunu yanında götürdü, kimi sırasında bıraktı. Bir tanesi de sınavdan çıkarken bu gördüğünüz kalem kutusunu çöpün içine attı.
Ne var bunda? Millet kullanılabilir karyola, koltuk, halı, kilimini... çöpün yanına bırakıyor. ( Bu koltuk da yine çöpe bırakıldıktan sonra çektiğim bir görüntü)
Gençliğin baharında bu gencimiz kalem bırakmış. Maliyeti nedir ki, olsa olsa beheri 1 TL'den kutusuyla birlikte 5 lira yapar diyebilirsiniz... Doğru dersiniz.
Biz çöpe o kadar kıymetli eşyalarımızı atıyoruz. 5 liranın lafı mı olur? Lüks yaşıyoruz, kendimiz dışında herşeyimizi çöpe bırakıyoruz. Parası olan da bırakıyor, olmayan da. Müsrif bir toplum olup çıktık. Ne milli servetlerimizi çöpe atıyoruz.
Madem her şeyimiz çöpte. Biz attıktan sonra kağıt toplayıcılar gelip toplayıp götüreceğiz diye uğraşıyorlar. Bugünün belediyeciliğinde her alanda hizmet vermeye çalışan ve her ilin en büyük organizasyonu olan belediyelerimiz öncülük yapıp yeni bir telefon hattı açsalar, adına da "Eşyamı yeniliyorum, eşya arıyorum" dese... Belediye çöpe gidecekleri alsa, bir depoya koysa, ihtiyacı olan gelip alsa ne olur? Herhalde hayırlı bir iş yapmış olur. Milli servetimiz de değerlendirilmiş olur. Çünkü senin için ihtiyaç fazlası olan bir eşya benim için çok elzem olabilir. Aslında bir kısmımız kullanmadığı ihtiyaç fazlasını çöpe atmayıp ihtiyacı olana ulaştırıyor. Fakat çoğu zaman ihtiyaç sahibini arıyoruz ve bu durum amatörce ve bireysel yapılmaktadır. Bu konuda profesyonelleşmek gerekir diye düşünüyorum.
Haydi belediyeler böyle hayırlı bir işe bir el atın... Kullandıklarımızı ihtiyaç sahiplerine ulaştırın... Kullanılmışı kim kullanacak demeyin. Bakın ben bu kalem kutusunu çöpten aldım, kullanmak için. Bu işi proje haline dönüştürün. İnanın bu iş, sizin ramazanlarda mahalle mahalle dolaşıp verdiğiniz iftarlardan daha önceliklidir... 26.06.2016
25 Haziran 2016 Cumartesi
Esas bayram davuldan kurtulmak olmasın
Teravih vakti şarkı söyleyecek sanatçıların yanında onlara
eşlik edecek davulcuya da ihtiyaç vardır. Davulcunun mesaisi sahura kadar
milleti yatırmamaktır. Davulcu gece çalıştığı için yatırmadığı insanlarla
birlikte akşama kadar uyumak durumundadır.
İftar vakti sen heyecanla iftarı beklerken davulcu evinize
misafir olur. Sen iftarı beklerken davul sesine zil sesinin karıştığını
görürsün. Adama kızmak için kapıyı açınca elinde tokmak, belinde davuluyla davulcuyu görürsün. Canını kurtarmak ve iftar etmeden gitmek istemiyorsan
pamuk eller cebe....davulcuya itiraz etme. Ya o tokmak davul yerine başına
patlasa daha mı iyi olurdu...
Efendim! Ben davulcu istemiyorum diyemezsin, bu
bir gelenektir. Adam ihale ile almıştır o muhiti. İhale eden başkası, ihaleyi
alan başkası, sonuç ihale sende kalır. Sanatsal gürültüsü de bu ihalenin bonusu
her yıl olduğu gibi. Sakın o klasik “Şimdi saat var, telefon alarmı var ben
onunla kalkıyorum” deme. Her zaman ki gibi yalnız kalırsın. Bazı günler evine
iftar vakti farklı davulcu da gelir, geleni geri çevirme iftar vakti moralini
bozma. Yoksa soluğu hastanede alırsın. Sakın ola ki kapıyı açmamazlık etme. Adam
senin evde olduğunu biliyor...Bu iş bayram sabahına kadar devam eder.
Esas bayram davuldan kurtulmak deme sakın!..25/06/2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)