Ana içeriğe atla

"Benim yanımda başkalarına küfrediyorsun. Başkasının yanında da bana küfrediyor musun yoksa?"

Öğretmenliğe ilk başladığım yılda okula atanan en son öğretmen olduğumdan bir başka lisede 4 saat ders tamamlamaya gittim.. Okulun yönetim işlerini -yıllardır- vekaleten yürüten bir müdürü vardı. Biraz garip bir yönetim tarzı yani yönetimsizlik tarzı vardı. Hatta ileride bir kitap yazar isem "R....li günlerim" ismini vermeyi düşünüyorum der, arkadaşlarla gülüşürdük. Pekiyi kimdir bu muhterem?

Bir gün okulun müdür yardımcısı H. Beyi parkta otururken gördüm. "İstifa ettim" dedi bize. Hayırdır hocam dedik. "Müdüre kızıp ayrıldım" dedi. Ne yaptı müdür sana dedik. Ben yanına vardığım zaman müdür durmadan diğer öğretmen ve personele sövüyordu. Bir gün "Hocam başkasının yanında da bana küfrediyor musun" dedim. Bana "Olur mu öyle şey hoca? Şurada beraber yeyip içiyoruz" dedi. "Bana sövmediğini ağzından duyunca epey de sevinmiştim. Bir gün bir araştırdım. Meğersem başkasının yanında da bana küfrediyormuş. Müdür Beyin yanına vardım. 'Hocam araştırdım, başkasının yanında da bana küfrediyormuşsun, mağdur olmayasın diye masamdaki işleri bitirip istifa dilekçesi vereceğim" dedim. "İşleri bitirmeyi bekleme, hemen yaz gel istifa dilekçeni bana" dedi. "Ben de yazdım dilekçe mi, şimdi bir aylık sürenin dolmasını bekliyorum, hemen ayrılacağım" dedi.
***
Bir ay sonra H. Beyi çarşıda gördüm, ayrıldın mı müdür yardımcılığından dedim. "Hayır, ayrılamadım" dedi. Sebebini sorduğumuzda: "Hocam bir ay dolduktan sonra kapısını çalıp müdür beyin odasına girdim. Hocam benim istifamın süresi dolmadı mı, cevap gelmedi mi hala?" dediğimde, "Ne istifası" dedi. "Dilekçe vermiştim bir ay önce" der demez. Sümenaltını açtı. Oradaki evrakın içerisinden benim dilekçemi buldu. Bana "Bu mu senin dilekçen" dedi. Evet ama işleme koymamışsın dedim." Doğru işleme koymadım, o kadar beraber yeyip içtik. Öyle ayrılmak olur mu" dedi. İstifam işleme konulmadığından görevimin başına tekrar döndüm maalesef dedi.
***
Aradan 24 yıl geçmiş, müdür bey hala yaşıyor mu bilmem. Derdim müdürü anlatmak değil. Burada ahlaki bir konuya dikkat çekmek. Çoğu zaman yanımızda başkasının aleyhinde konuşan insanları can kulağıyla dinleriz. Hatta çok hoşsohbet bile deriz. Bu insan yanımızda bir başkası hakkında bu kadar rahat konuşuyorsa bilelim ki başkasının yanında da bizim hakkımızda konuşur. İşin acı tarafı bu adam yanımızda başkası hakkında bu kadar rahat konuşma hakkını nereden buldu? Hiç utanmadan aleyhte konuşabiliyorsa sanırım bizde de bir sorun var demektir. Yanımızda konuştuğuna göre demek ki bizdeki zaafı iyi biliyor olmalı. Hatta çok açık sözlü bile deriz çoğu zaman.

Laf taşıyanları, başkası hakkında olumsuz kanaat belirtenleri dinlememek lazım. Onlara sırrımızı vermemek lazım. Böyle konuşanlara teşne olmaz isek adam konuşmayı bırakır, bir müddet sonra çeker gider yanımızdan. Canıma minnet!.. 28/06/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde