Ana içeriğe atla

Tilkiyle akrabalık durumumuz

Bulunduğumuz halden sıkılırız çoğu zaman. Biz sıkıldıkça hayat çekilmez olur.  Durumumuzdan kurtulmaya çalışırız. Önümüze çıkan engellere tahammül edemeyiz. Hatta sebep olanlara kin ve intikam hırsıyla bakar, düşman gibi görürüz. Mağduriyet sendromundan bir türlü kurtulamayız. Tilki gibidir hayatımız artık. Tilkinin yüz planından 99'u, horoz üzerine olurmuş. Yatar, kalkar durumumuzu düşünürüz biz, tıpkı tilki gibi.

Eskiden işimiz olsa da olmasa da Allah'tan hayırlısı derdik. Sonucuna katlanır, tahammül ederdik. Şimdilerde en hayırlı iş, istediğimiz ve beklediğimizin olması. Ötesi tufan bizim için. İşin garibi hakkımızda neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemeden bir çığlık koparıyoruz.  Sanki dünyanın sonu. Bazen bir şeyin olmasını çok istemek kendimize veya çevremize zarar verebiliyor. Aslında mevcut durumumuza şükredip, durumumuzdan daha aşağıda olanlara bakıp kendi kendimize  teselli versek, demek ki benim için hayırlı olan bu imiş, ya da benim imtihanım bu şekildeymiş dense hayata daha olumlu bakarız.

Adamın biri hamallık yaparmış. Akşama kadar uğraşır, didinir; karşılığında da günlük bir ekmek parası kazanırmış.  Bir gün canı iyice tak etmiş, açmış ellerini: "Akşama kadar hamallık yapıyorum, terliyorum. Karşılığında da sadece bir ekmek alacak para kazanıyorum. Ne olur oturduğum yerden bana bir ekmek versen ne olur ya Rabbi" deyip  yatağına yatar. Ertesi gün adam yine işine koyulur. İşini yaparken karşısında kavga edenleri aralamak ister. Bir müddet sonra kendisini kavganın içinde bulur, çünkü kavgaya müdahil olur. Zaptiye gelir. Hamal dahil kavgaya karışanları nezarete götürür, içeri atar. Bizim hamalın istediği olmuştu. Çünkü çalışmadan, oturduğu yerde kendisine nezarethanede günlük bir ekmek geliyordu. Üstelik çalışmadan ve terlemeden...

Duasının kabul olduğunu gören hamal ellerini açar: Ya Rabbi, bana çalışmadan ekmek ver dedim ama ben böylesini istemedim. Ne olur beni buradan çıkar. Ben yeniden ekmeğimi kazanmak için hamallığa razıyım" diye dua eder.

Arkadaş, madem böyle bir fıkra vardı dağarcığında. Bu kadar yazıya ne gerek vardı dediğinizi duyar gibiyim...

İşimizde, aşımızda ve her şeyimizde Allah'tan hayırlısını temenni edelim ve sonucuna razı olalım; istediğimiz şekilde olmasa da, sonucuna katlanalım. Demek ki, hayırlısı bu imiş diyelim... 28.06.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde