8 Nisan 2016 Cuma
Çocuklarımızın hayatını karartmayalım
6 Nisan 2016 Çarşamba
Şivlilik aldınız mı?
Önceki yıl Şivlilik günü sabahın erken saatlerinde çocukların biri geldi, diğeri gitti.
Yine zilimiz çaldı, kapıyı açtık. Kapıda 55-60 yaşlarında bir beyefendi vardı: 6 ay önce üniversitede öğrenci olan çocuğunun yanında kalmak için gelen Ankaralı bir amca. Yani karşı komşumuz.
Bu yaşta komşumuz da mı Şivlilik almaya geldi diye düşünürken amca:
-Yahu komşu! Bu gün bir anormallik var. Benim bilmediğim bir gün mü bugün. Sabahtan beri kapı zili durmadı. Gelene açtım kapıyı. Her açışımda da çocuklarla karşılaştım. Bir şey söylüyorlar. Ne dediklerini, ne istediklerini anlayamadım. Bir şey istiyorlar ama ne? Anlamadım.
-Ne diyorlar.
-Şi diyorlar ellerindeki poşeti açıyorlar. Şi ne ya?
-Şivlilik efendim.
-Ne demek o?
-Konya'ya has bir gelenektir. Üç ayların başlangıcı Recep ayının ilk günüdür bugün. Bu günde çocuklar arkadaşlarıyla bir araya gelerek ev ev dolaşırlar. Büyüklerin bugün için aldıkları hediyeleri toplarlar. Bugün öyle bir günkü çocuklar okula bile gitmezler; Şivlilik toplamak için.
-Ya öyle mi? Biz de öyle bir şey yok. Bilmiyordum. Haberim olsaydı ben de bir şeyler alırdım. Demek ki benim şi diye anladığım Şivlilik'miş. Ellerindeki poşet de topladıklarını koymak içinmiş. Ben anlamayınca gülüyorlardı zaar...
Yarın Şivlilik günü. Eğer Konya'da yaşıyorsanız Şivlilik almayı unutmayınız. Bilmiyordum mazeretini çocuklar kabul etmez. Yarın ziliniz çalar da kapıyı açtığınızda çocuklara verecek bir şeyiniz olmazsa işin ucunda mahcup olmak da var. Benden söylemesi. 06/04/2016
Günde Kaç Kilo Süt Veriyoruz?*
Sıra dışı bir valimiz vardı: Rahmetli Recep YAZICIOĞLU. Bir
holdingin etkinliğine davetli olarak Konya’ya gelmişti. Sunucu: “Değerli devlet
ve siyaset adamı Recep YAZICIOĞLU’nu konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet
ediyorum” şeklinde anonsunu yaptı.
Rahmetli eline mikrofonu aldı: “Ben siyasetçi değilim. Devlet
adamıyım. Değerli miyim, değil miyim bilmem ama ben size devlet adamının
durumunu şöyle anlatayım: İneğin biri günlük 40 kilo süt
veriyormuş. Yetkililer ineğe gelip: ‘Biz seni devlet üretim çiftliğine alalım’
demişler. Günlük 40 kilo veren inek 4 kilo vermeye başlayınca, yetkililer:
‘İnek ne oldu sana? 40 kilodan indin geldin 4 kiloya. Bunun sebebi hikmeti
nedir’ demişler. İnek: ‘Ben artık kadrolu oldum’ cevabı vermiş” şeklinde
anlattığı fıkrayla stadı kahkahaya boğmuştu.
Fıkradır gülünecek elbet. Fıkraların bir özelliği, güldürürken
düşündürmek. Devlette çalışanların durumunu anlatmak için fıkra abartılmış.
Bildiğim kadarıyla hiçbir inek günlük 40 kilo süt vermez. İnek üzerinden
anlatılan bu fıkrada gerçeklik payı yok mu? Maalesef var. Yanlış anlaşılmaya
mahal vermemek için görevini layıkıyla yapmaya çalışan devlet görevlilerini
tenzih ederim. Sayıları az da olsa var.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım. Eğri oturup doğru konuşalım.
Hangi devlet kurumuna gidersek gidelim görüntü itibariyle herkes hummalı bir
çalışma içerisinde. Her birinin önünde bir bilgisayar. Peki üretilen
katma değer nedir? Devlette çalışıp da sırtı terleyenin sayısı ne
kadardır? Devlete katkımız var mı? Bir an için düşünelim: Kendimiz devlet olsak
kendimize iş verir miyiz? Biz orada çalışmazsak işler aksıyor mu? Ya işimize ya
da mesaiye riayetimiz ne kadardır? Devlette çalışanın yaptığı devamsızlığı özel
sektörde yapabilir miyiz?
Yıllar öncesi bir personelim 4 günlük bir mazeret izni talebiyle
geldi. Sebebini sorduğumda “Bizim oralarda şimdi hasat mevsimi. Ben yıllık
mazeret hakkımı hep bu mevsimde kullanırım" dedi. Ailene yardım
edecek yok mu” dediğimde, “Ben manevi destek olarak yanlarında olup katkıda
bulunacağım.” dedi. Mazeret izni bir hak mı dedim. “Evet” dedi. Buradaki
görevin ne olacak, burası mağduriyet yaşayacak dediğimde sessiz kaldı. Bildiğim
kadarıyla eşin özel sektörde çalışıyor. Eşiniz kurumundan 4 gün izin alabilir
mi dedim. “Alamaz” dedi. Peki alırsa ne olur deyince, “Ya işine son verirler,
ya da Milli Eğitime gönderirler” dedi. O zaman devlette de özel
sektör mantığıyla çalışmak gerekir dedim. Devlete ait her kurum böyledir
iddiasında değilim. Her çalışan hep böyledir demiyorum. Maalesef genel itibariyle
durumumuz budur. Madem fıkra ile başladık, yine fıkra ile bitirelim yazımızı:
Bir İngiliz, bir Fransız bir de Türk çocuğu kendi aralarında
“Kimin babası daha hızlı” tartışması yaparlar.
İngiliz: “-Benim babam daha hızlıdır. Çünkü 100 metreyi 5 saniyede
koşar” der.
Fransız: “-Benim babam daha hızlıdır. Silahı ateşler, mermi
hedefine varmadan diğer eliyle yakalar” der.
Türk: “-Benim babam daha hızlıdır. Babam devlet hastanesinde
çalışır. Saat 5’de mesaisi biter. 3’te evde olur” cevabı verir.
Her nerede çalışırsak çalışalım; işini, gücünü layıkıyla yapanlar
olmamız temennisiyle...
Sahi ne kadar süt veriyoruz günlük...?
Zülfüyâra dokunmuşsam af ola. 06/04/2016
*09/04/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
5 Nisan 2016 Salı
Çocuğumuza hangi ismi verelim?
4 Nisan 2016 Pazartesi
İmza sirküleri
Yoklama almayan öğretim görevlisine, "Hocam siz niye yoklama almıyorsunuz" derdik. O da: "Yıllar önce yoklama almamı istediler, elime de bir isim listesi tutuşturdular. Yoklamayı yapıp listeyi vermeye gittiğimde, "Tamam hocam gerek kalmadı" demişler. Bu duruma moralim bozuldu. "Bir daha benden yoklama listesi falan beklemeyin dedim. Ondan beri de yoklama almıyorum" dedi.
Okul bitti göreve başladık: Konferans, seminer, panel, toplantı ne varsa mutlaka imza sirküsü olur. Ya sıra ile dolaşır, ya girerken imzalanır, ya da çıkarken. Bazen de imza sirküsü imzalanıp kaldırılmış olur. Az geç gelen imza sirküsü ne zaman gelecek diye sağına soluna bakar durur. Çünkü toplantıya geldiğini ispatlamanın yolu imzadır. İmzan yoksa yapılan etkinliğe katılmadın anlamına gelir. Amirin katılmama nedenini resmi yazıyla senden ister. Eğer önemli bir mazeretin olmazsa, belge sunamaz isen hakkında inceleme, gerektiğinde soruşturma açılması için mülki amirden onay alınarak iki muhakkik marifetiyle ifaden alınır.
Aylar önce bir toplantıya katılmadığım tespit edildiğinden ifadem istendi. Halbuki toplantıya katılmıştım. Bünyemizde iki ayrı kurum olduğundan bir tanesini imzalayıp diğerini imzalamamışım. Çünkü her sirküde ismimin karşısında iki kurum da işaretli olunurdu. Bu sefer ise her kurum için ayrı ayrı isim açılmıştı. İmza sirküsü geldiğinde hem bir taraftan ismini bulmaya çalışacaksın. İsmini bulur bulmaz da imzalayıp yanındakine vermek için acele etmen gerekiyor. Bir de imzalamak için yanında ayakta bekleyenler var. Hasılı iki yerde açılan ismimin biri imzalanmış, diğeri imzalanmamış. Bu yüzden katılmama gerekçem soruldu... Bazen de toplantı bilgisi gelmeden falan toplantıya niçin katılmadınız şeklinde de yine sorguya tabi tutulduğumuz olabilmektedir.
Öğretmenlerin haziran ve eylül aylarında iki haftalık seminerleri olur. Mutlaka yine imzalar alınır. Şubat ayında 5 yıldızlı bir otelde seminere alındım. Orada da yine imza sirküsü alındı. Yani MEB'de varlığının ispatı imzadır.
Bugün "Madde Bağımlılığı" ile ilgili bir seminere katıldım. Seminerin ikinci oturumu başlayacak iken imza sirküleri ortaya çıktı. Bir an evvel imza atmak için katılımcıların sirkü etrafında bekleşmeleri, konuşmaları, konuşmacının ahengini bozdu. İmzasını atanın çoğu da dinlemeden çekti gitti. Güzel bir görüntü oluşmadı maalesef. Pekala o konuşmacının yerinde bizlerden biri olabilirdi o kürsüde. Nedense başkasından empati isteyen bizler bazen karşımızdakini kendimiz yerine koymayı unutuyoruz.
Milli Eğitim camiası dışında böyle bir imza sirküsü var mı acaba? Merak ettim doğrusu. Gelen gelmeyen belirlenecekse bunun artık bir başka yolu bulunmalı. Sonra zorla güzellik olmuyor. Dinlemek istemeyene verilebilecek bir şey yoktur zaten. Gelir imzasını atar gider. Çıkardığı gürültü de cabası.
Var mı bir teklifi olan? Siz olsanız imza sirküsünün yerine neyi koyardınız? 04/04/2016
Gelin Birlik Olalım *
* 16/04/2016 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
3 Nisan 2016 Pazar
Algı operasyonları**
** 03/04/2016 tarihinde ladik.biz. web sayfasında yayımlanmıştır