20 Ocak 2016 Çarşamba

Düğünlerimiz-II

Düğünlerimiz-II***

Günümüzde en makul düğün 60.000’den başlar oldu. 600.000’e kadar abartıp çıkaranlar var. Bizde bir atasözü vardı unuttuğumuz: “Ev alanla*, evlenene Allah yardım eder” diye. Eskiden düğün yapacak olana; komşu, akraba ihtiyacı ne ise onu hediye getirirdi. İstisnalar kaideyi bozmaz ama kanaatimce düğün yapanın en fazla nakit paraya ihtiyacı olduğu böyle mutlu bir anında, zarf içerisinde makul bir para desteği sağlamak gerekir.  Göreneğimiz olan mutfak eşyası hediyeleşmesinden vazgeçelim artık. Damlaya damlaya göl olur misali, zarf içerisine konacak borcam bedeli bile düğün yemeğinin maliyetini karşılar.
Düğünlerde insan bir defa evlenir diyerekten özellikle damadın ailesine iğneden ipliğe her şey aldırılıyor. Birçok aile yıllar boyu ödeyecek şekilde borç batağına dûçâr oluyor. Sahi ihtiyaç olan her şey babaya aldırılacaksa bu yeni çiftler kazandığı/kazanacağı** parayı ne yapacaklar? Merak ediyorum gerçekten. Eğer tedbir alınmazsa bu gidişle çocuklarımız bekar kalır. Çünkü maliyetler arttıkça ailelerin beli bükülüyor. İşin garibi beklediğimiz mutluluk da bu kadar harcamaya rağmen çoğu zaman gelmiyor. Borçları ödemede zorlanıldıkça aileler arasında huzursuzluklar da baş gösterebiliyor.
Peki, ne yapmalı düğünlerde? Ben kısaca maddeleştirmek istiyorum:
1. Makul bir mehir bedeli belirlenmelidir.(100-200 gram altın gibi)
2. Çiftlerin ihtiyaç duyabileceği her şey alınmamalıdır. Bazı ihtiyaçlarını da düğünden sonra hesap- kitap yaparak  kendilerinin alabileceği bir sorumluluk yüklenmelidir.
3. Düğün alış verişlerinde satıcının “Ev alanla, evlenene Allah yardım eder” atasözü gereğince vicdani sorumluluk çerçevesinde hareket etmesi sağlanmalıdır.
4. Kız anneleri,  “Her şeyi aldırayım da kızım rahat etsin” korumacılığından vazgeçmelidir. Eşya insana mutluluk getirmiyor maalesef.
5. Damat tıraşı ve gelin yaptırmalarda kuaför, “Tıraşınız benden düğün hediyesi” diyebilmelidir veya makul bir ücret almalıdır.
6. Düğün yemeği verilecekse, israf ve abartılı yemenin önüne geçmek için tabldot usulü, self servis sistemine geçilmelidir. Servis açanların önünde sıraya giren davetli, yiyeceği kadar yemek almalı, doymadığı takdirde yeniden almalıdır.
7. Ortak yemek yenecekse de yemek masasının etrafında sıra beklemenin önüne geçilmelidir. Bu durum bekleyen için de yemek yiyen için de eziyettir.
8. Davetli, hediye takdim edecekse üstünde ismi yazılmış, kapalı zarf içerisinde para takdim etmelidir.
9. Nişan, nikah, kına düğün, yemek tek salonda bir defa da olacak şekilde planlanmalıdır. Hem maliyeti düşürür. Hem de davetli ve düğün sahibinin iki ayağı bir pabuca girer.
10. Gelin almalarda konvoy oluşturulmamalıdır. İlla oluşturulacaksa sayı sınırı getirilmelidir. Konvoy oluşturmadan gelin salondan alınmalıdır.
11.  Düğün davetiyesinin altına, “Çiçek gönderilmemesi ve para-altın dışında hediye getirilmemesi rica olunur"  notu davetiyelerin altına yazılmalıdır.
Bu maddeleri çoğaltabiliriz. Görüşlerime katılmayabilirsiniz. Eğer tedbir almazsak  “Bineriz bir alamete, gideriz kıyamete” haberiniz olsun. Yok bu tür düğün, bizim Konya'ya has. Biz değiştirmeyiz. Değiştiremeyiz. Böyle gelmiş, böyle gider” dersek şunu bilelim ki, bizim bize yaptığımız eziyeti  kimse kimseye yapmaz.“İnsan bir defa evlenir, benim ahdım var, benim çocuğumun hiçbir şeyi eksik olmayacak. El âlem ne der. Yapılmazsa olmaz” düşüncesinden, kınanırız endişesi taşımaktan vazgeçmemiz lazım.
Kınayanın kınamasına aldırmadan  sade ve huzurun kapısını aralayacak düğünlere ne dersiniz, zamanı gelmedi mi hâlâ? Yoksa Gayretullah'a dokunur maazallah!...
*En makul düğüne yaptığımız/yapacağımız düğün masrafının üzerine biraz daha ilave yaparak yeni çiftlerin başını sokabileceği küçük bir ev alınabilir.

**Yeni çiftler, düğünden sonra kazanacakları parayı kiradan kurtulmak amacıyla konut kredisi çekerek uzun yıllar kredi borcu ödemekle meşguller maalesef.
***21/01/2016 tarihinde anadoludabugün gazetesinde yayınlanmıştır.

19 Ocak 2016 Salı

Cezanın böylesi

                                                           
2009 yılında lise son sınıf öğrencisi iken bir hafta sonu dershanesine yetişmek için Meram Yeni Yol'daki alt geçitten (Konyalıların deyimiyle namı diğer Battı Çıktı) bisikletiyle ters yola girer bizim mahdum.

Araç trafiği kurallarına uymayan sürücüyü bir polis durdurur; ters yola girdin diye. Bisikletin plakası olmayınca görevli nüfus cüzdanını ister. TC numarasına 55 lira ceza yazar. Bereket bizim çocuktan ehliyet ve ruhsat istemez.

Cezayı komik ve insafsız görebilirsiniz. Maazallah aracın bağlanması, parka kaldırılması, park parası ödeme, ehliyetsiz araç kullanma cezalarını düşünürsek bizim işine düşkün, cevval ve kahraman görevlinin öğrenciye acıdığını, en az cezayı yazdığını söyleyebiliriz.

Ters yolun kenarından kurala uymayana haddini bildiren bizim polis, yazdığı ceza çeşidiyle tarihteki yerini almıştır. Bizim çocuk da uysal, munis yönüyle ilk ceza yiyen olarak tarihe geçti tabii.

Olayın iki kahramanının görevi, gönül huzuru içerisinde bana tevdi edildi. Ben de elime ihbarnameyi alarak malmüdürlüğünün yolunu tuttum. Tek derdim hazmetmeye çalıştığım böylesi cezayı erken ödeyerek içimdeki sönmeyen ateşin alevini bir nebze düşürmek. Ceza kağıdındaki böylesi cezayla ilk defa karşılaşan yetkililer, kendi aralarında uzun bir müzakere yaptıktan sonra ceza tahsilini Kabahatler Kanununun bir maddesine  dayandırdılar. 


Malmüdürlüğündeki görevlilerin şaşkınlığı devam ede dursun. Erken ödeme indiriminden yararlanarak 55 liradan 42 liraya inen cezam dolayısıyla benim sevincime diyecek yoktu.

Gel zaman git zaman bisiklet ve öğrenci düşmanı polisin icat ettiği cezayı tahsil eden malmüdürü, çocuğunun kaydı için okuluma geldi. Kaydı yaptıktan sonra bağış istedim. “Ne bağışı hocam, bağış almak yasak değil mi? Kalkmadı mı hâlâ?” dedi. Onu benden ceza tahsil ederken düşünecektiniz deyince güldü ve 50 TL bağış yaptı.

Ben bu cezayı unutmuştum. Dün akşam bizim ceza zede, “Baba YGS'ye müracaat edeceğim, para yatması lazım, kartını verir misin? 55 TL yatıracağım” deyince içimdeki kor yeniden alevlendi. Hemen bisiklet cezası olan 55 lira aklıma geldi.


A benim oğlum, polis seni çağırdığında kaçsaydın olmaz mıydı? Sanki plakan var da ardından plakana mı yazacaktı? Sonra kimliğini niye veriyorsun? Haydi verdin en azından sesini yükselterek kendini savunsaydın. Biliyorsun bizde sesini yükselten haklı oluyor. Sen tam polisin istediği vatandaşsın; sesini çıkarmayan.


Polis kardeşim, anladım ki çok idealistsin. Konan kuralı uyguluyorsun. Ha bu cesaretini biraz da trafiği felç eden, “S” çizen, park yasağı olan yerlere aracını park ederek trafiğin akışını engelleyen yerlerde gösterseydin olmaz mıydı? Sen oralarda ne yapıyorsun? Yaptığın tek şey eline mikrofon ya da megafonu alıp “Bilmem ne plakalı araç sahibi aracınızı lütfen kaldırınız. Kaldırmazsanız cezayı işlem uygulanacaktır” diyerek anons etmekle meşgulsün. Ardından bir de çaldığın siren sesi  kurala uymayan sürücülerden ziyade etrafı rahatsız etmeye yöneliktir bilesin. 

Senin gücün zayıfa yetiyor. Ama ülke ile uyumlusun bilesin. Çünkü ülkemizde de zayıf ezilir. Yani sen, doğru yoldasın. Yolun açık olsun. 19/01/2016

18 Ocak 2016 Pazartesi

Özel ders

Özel ders*

1985 yılında lise 3.sınıf öğrencisi iken yaz döneminde sabahleyin bir öğrenci yurdunda hafızlık sağlıyordum. Öğleden sonra bir Kur'an Kursunda Kur'an-Kerim dersi okutuyordum. Akşamleyin ise Kursta belletmenlik yapıyordum.

 Çocuk okutma karşılığında bir vakıf, aylığı 20  TL ücret ödüyordu bu görevi benimle birlikte ifa edenlere.

Belletmenlik yaptığım esnada çocuğu Kursta yatılı olan Mersinli bir veli yanıma geldi: “Hocam ben ....çocuğun babasıyım.  Şu parayı alır mısın?” dedi. Niçin deyince, “Benim çocuğu gör gözet. Biraz fazla ilgilen” dedi. Yurtta kalan tüm çocuklar bize emanettir. Diğer çocuklarla ne kadar ilgilenirsem sizin çocuğunuza da o kadar ilgi gösterebilirim, kusura bakmayın, paranızı da alamam dedim. “Olsun, sen yine de al” dediyse de almadım. Veli benimle vedalaştı. Bir başka arkadaşa çocuğunu emanet etti.

Toplam iki ay çalışıp 40 lira alacaktım. Adam çocuğu için biraz özel ilgiye bir çırpıda 50 lira uzatmıştı. İhtiyacı olan bir öğrenci için iyi paraydı.

İşte benim özel ders vermem başlamadan bu  şekilde sona erdi.

*Meraklısına not: Anlatım kolaylığından dolayı bu yazıda 1.tekil şahıs kullanılmıştır. Olayın şahsımla yakından uzaktan bir alakası yoktur. Adam parayı bana verseydi herhalde havada kapardım. 18/01/2016

17 Ocak 2016 Pazar

Düğünlerimiz-I*

                                    Düğünlerimiz-I
Günümüzde yeni evlenecek çiftlerimiz için yapılan düğün harcamaları ailelerin dudaklarını uçuklatmaya başladı. Her düğün sahibi uzun süre kendisine gelemeyecek şekilde bir harcama ve borcun altına girmektedir. Hatta birçok düğün sahibi düğünü yapabilmek için kredi çekme yoluna bile gidebiliyor.

Düğünlerde evlenecek çiftler için kiralanan/alınan evler iğneden ipliğe döşeniyor. Beyaz eşyasından oturma gruplarına, yatak odasından halı ve perdesinde varıncaya kadar alınıyor. Alınan elbiseler, nişan, nikah, kına ve düğünde bir defalık giyilecek elbiseler, bilezik, set, küpe, yüzük vb. takılar. 250 gramdan 500 grama varıncaya kadar altın mehir belirlemeler ...

Bir de tanıdık bir esnafa  dostunun selamıyla kalabalık bir şekilde elbise görmeye  gidersin. Esnaf sizi; “Efendim, hayırlı bir iş mi” diye kapıda karşılar. Siz gelin kızın beğendiğini almak zorundasınız. Pek pazarlık şansınız yok. “Efendim biraz ikram etseniz” der demez; “ Efendim, kızımız çok güzel bir elbise beğendi. Ben de gerekli ikramı yaptım. Bakınız, etiket fiyatı 800 TL. Ben 380 TL yazdım. Bunu her adama da yapmam. Çünkü siz bir dostumun selamıyla  geldiniz” diyerek pazarlık kapısını da kapatır.

Bir kuaförden diğerine baş yaptırmaya gitmeler... Beyaz eşya aldığınız esnaf; “Efendim baş yatıracağınız zaman bize gelin, 250 TL hediye çeki veriyoruz. Bizim gönderdiğimiz yere giderseniz” diyor. Sahi bu başlar ne kadara yapılıyor? Anlayamadım gitti. Gelinin kuaför masrafı damadın damatlık tıraşının ucu bucağı belli değil. Bunlara bir de damat ve gelinin akrabalarının tıraş masrafını  ekleyin...

Araba süslemesi, yüz görümlüğü verme, sandığa oturana para verme, kapıyı tutana para verme, arabanın önünü kesene para verme, nişan, nikah, kına ve düğün için salon kiralama, buradaki ikramlar, düğün davetiyesi bastırmalar, fotoğraf ve video için kameraman kiralama, albüm oluşturma vs...

Sıra geldi ucu bucağı açık düğün yemeğine. Maddi olarak düğün sahibinin bittiği andır. Düğün sahibi düğüne gelen misafirleri karşılaya dursun. İçinden dokuz doğurur, “Acaba yemek yeter mi” diye. Sofralara 10’ar kişi oturulur. Servis açılır: Yoğurt çorbası, etli pilav, zerde, irmik helvası, bamya çorbası, pilav, meyve suyu ikram edilir. Tüm yemekler ortak kaba kaşık sallanarak yenir. Pilavın biri gelir biri gider. Pilav bitmeden diğer pilav istenir. “Pilav etli olsun, denizaltı olsun” diyerek geri gönderilir. Yenen pilavın haddi hesabı olmaz. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın. Haydi düğün sahibi düşünülmüyor, midemize düşmanlığımız nereden anlayamıyorum. Konyalılar olarak sıralamada ikinci olduğumuz obezitelikte hedef birinci olmak herhalde.  Hem de kenarımızda ayakta sıra bekleyenlere aldırmadan. Kalkınca da soluğu maden suyu aramaya gitmekte buluruz.

Şimdi sıra geldi düğün sahibi için hasat toplamaya. Az sayıda akrabanın karşılık olarak getirdiği çeyrekleri saymazsak diğer gelen hediyelerin hepsi mutfak eşyası. Ekseriyeti de borcam. Yani Konya'nın milli hediyesi. Sanki damat işsiz de züccaciye dükkanı açacak. Bu mutfak eşyasını, düğünlerin 12 duvar yastığı ve bir çift halıyla yapıldığı zamanlarda olsa anlarım. Şimdi zaten düğünden önce her türlü eşya alınıyor. Düğün sahibi bu aşamada sadece para desteğine ihtiyaç duyar. Ne yapacak mutfak eşyasını. Alsan alınmaz, satsan satılmaz. Eve götürmek de cabası. Hediyelerin yeni sahibi de borcam ağırlıklı bu hediyeleri götürüp ambalajından açmadan -varsa- evinin çatısına koyuyor. Kendisi de bir düğüne davet edildiğinde sıradan bir tanesini alıp o da hediye olarak götürüyor; “Ben yandım sen de yan” der gibi.          
*17/01/2016 tarihinde anadoludabugün gazetesinde yayınlanmıştır.                           

15 Ocak 2016 Cuma

Eyvah, Denetim Var!

—Efendim, yeni yönetici oldum. Bir de denetim falan yapıyorlarmış. Teftiş esnasında neler istiyorlar. Bana yardımcı olur musun?
—Bir defa protokol kurallarını iyi bileceksin. Onları kurumun dış kapısında karşılayacaksın. Önlerinden yürümeyeceksin. Ceketin ilikli olacak, elinde de ajandan. Eşinden görmediği ilgi ve alakayı onlardan esirgemeyeceksin. Onlara hitap ederken “Efendim” diyeceksin. Sana “Müdür Bey, bize çalışma odası olarak nereyi ayarladın” dedikleri zaman sakın ola ki memur odasını ayarladım falan deme.
—Ne olacak da orayı ayarladığımda?
—“ İyi sen oraya git, biz burada çalışacağız” diye senin odanı işgal ederler.
—Sonra ne yapayım?
—Sakın ola ki, “Efendim, ben de yeni atandım, hiç denetim geçirmedim. Bizim de rehberliğe ihtiyacımız vardı” falan deme. Çünkü, “ Ben denetime geldim arkadaş. En nefret ettiğim şeydir rehberlik” cevabını alırsın.
—Başka?
—Ne isterse vereceksin. Eksik bulduğu her şey için “Tamam efendim, hemen düzeltelim. Bundan sonra buyurduğunuz gibi yapayım” de. Bir taraftan da ajandana yazmaya çalış. Önün yine ilikli olsun.
—Doğru yaptığım bir şey varsa hakkımı savunurum.
—İşte o zaman hapı yutarsın. Bir defa denetlenen insanın doğrusu olmaz. Denetleyenin yanlışı da doğrudur, doğrusu da. Eğer senin yanlışını bulduğu zaman “Efendim benim ki doğru, ya da bu şekilde de olamaz mı” falan deme.
—Doğru olduğuna inandığımı savunursam ne olur?
—Ben ısrar ettim doğru diye. Bana “Getir delilini” dedi. Kendisi de kendisine ait olan sitesini açmaya davrandı. Bir taraftan da “Ben matematikçiyim. Yanlış diyorsam yanlıştır. Şimdi sana sitemden göstereceğim“ dedi. O, sitesini açarken ben de ilgili tebliğler dergisindeki öğretim programını getirdim. İşte hocam dedim. Beyefendi de o esnada kendi sitesine bakmakla meşguldü. Bana, “Bir dakika müdür, amma sabırsızsın” dedi. Sonra “Bu benim dediğim önümüzdeki yıl uygulanacak. Sana yardımcı olması için masaüstüne kopyalıyorum” dedi.
—Yani senin görüşün mü doğru çıktı?
—Maalesef. Vara doğru çıkmayaydı. Sonra başıma gelmedik kalmadı.
—Ne yaptı?
—Bana branşımı sordu. Din Kültürü dedim. “Getir” zümreleri dedi. Zümrelerin içerisinden Din Kültürü zümresini seçip çıkardı. Okudu. Sonra “Din öğretmenini çağır” dedi. Çağırdım. İkimiz de ayaktayız. Bizim zümreyi önümüze attı, “Bu ne diye?” Ne oldu hocam dedim. “Birinci dönem zümresi ile ikinci dönem zümre gündemine aynı maddeleri almışsınız. Kopyala yapıştır yapmışsınız. Siz kimi kandırıyorsunuz” dedi. Din kültürü öğretmenim, “Hocam bir daha dediğiniz gibi yaparız inşallah” dedi. “İnşallah, maşallah diyorsunuz da bu işler böyle olmaz. Biz de Müslümanız, siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz, bunu tekrar yapacaksınız” dedi. Gittik zümreyi dediği gibi yaptık, yanına pardon huzuruna vardık. “Hocam yaptık” diye. “Siz ne zaman yaptınız. Bir defa müdür bey gündem maddeleri yazılı bir şekilde seni şu gün, şu saat toplantıya çağırdı mı” dedi din kültürü öğretmenime. “Hayır efendim, aciliyete binaen hazırladık” cevabına karşılık, “Olmaz efendim. Toplantının, gündem maddeleriyle beraber müdür tarafından resmi yazıyla duyurulması gerekir” dedi. “Biz de tamam dedik.
—Bu beyefendi takmış size desene.
—Hem de ne takma efendim. İşin garibi din Kültürü öğretmenimin kendisinin hazırladığı zümreyi İstanbul’daki müfettişler gittikleri okullarda öğretmenlere örnek zümre diye göstermişlerdi.
—Sonra ne oldu efendim?
—Beş katlı binayı yardımcı olmadan tek hizmetliyle ödenek sıkıntısı çekerek nasıl yönetiyorsun demeden, 3,5 sayfa eksik yazdırdı. Eksik buldukça sevindi. Yardımcı müfettişlerine emir ve talimatlar verdi durmadan.
—Ne kadar durdular?
—10 gün
—Soruşturma falan açtı mı?
—Açmadı. Vedalaşırken “Müdür Bey işimizi bitirdik, biz o kadar eksik yazdık ama endişe edecek bir durum yok. İçin rahat olsun. Şimdi içeceğimiz çaylar senden” dedi.
—Nasıl yani. Daha önce bir şeyler yiyip içmediler mi?
—Yediler, içtiler ama kendi paralarıyla yediler içtiler. Bizim “Bizden olsun” teklifimize, “Teşekkür ederiz müdür bey ama bizim prensibimiz değil” diyerek nazikçe geri çevirdiler.
—Valla helal olsun. Yediklerinin içtiklerinin parasını vermeleri takdire şayan.
—Dahası var. Okuldan ayrıldıktan sonra hem kendi okuluma ait hem de başka okula ait benden bir evrak istediler. Götürdüm. Ayrılırken hakkını helal et müdür bey dedi, sarılıp vedalaştı. 15/01/2016

13 Ocak 2016 Çarşamba

Evlenmede tercihlerimiz*

Toplumun temeli ailedir. Sağlıklı toplumlar için iyi bir aile ortamı olması gerekir. Her geçen yıl evlenenlerde bir azalma, boşanmalarda ise bir artış göze çarpmaktadır.

“TÜİK’in 2014 verilerine göre geçen yıl evlenenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 0.1 azalırken, boşanan çiftlerin sayısında ise yüzde 4.5’luk artış oldu.”

Evlenmelerdeki azalmanın, boşanmalardaki artışın sebebi nedir? Bunun üzerine kafa yormamız lazım. Çünkü aile yapımızdaki bu bozulma topluma da olumsuz sirayet edecektir. Evlenme ve boşanmalarda çok değişik etkenler vardır. Ben burada boşanma nedenlerinin arkasında evlilik tercihlerimizin yattığına işaret etmek istiyorum.

Eskiden eş aranırken -gönlümüzde ne beslersek besleyelim- “Nasıl bir eş arıyorsun” dediğimizde “Hayırlı bir nasip” cevabı  ön plana çıkardı. Şimdilerde ise  eş adayı arama kriterleri değişti. Buna paralel olarak boşanmalar da arttı.

Eş adayı arayanlara “Kriterin nedir? Adayda hangi özellikler olmalıdır?” dediğin zaman “Çalışan olmalıdır.”  cevabını alırsınız. “Efendim ücretli çalışan var. Olur mu?” dediğimizde “Biz kadrolu arıyoruz.” Cevabıyla karşılaşırsınız. Güneydoğu’da çalışan biri zorunlu hizmetten kurtulmak için Batı’da zorunlu hizmete tabi olmayan bir aday aramaktadır.  Çevremiz evlenmiş-boşanmış, evlenmemiş/evlenememiş, yaşı ilerlediği halde bekar kalanlarla dolu. Boşanmalar arttıkça evlenecek adaylarda da “Acaba ben de geçinemez, boşanır mıyım” endişesi bilinç altlarına yerleşmeye başladı.

Gidişat böyle devam ederse toplumun mihenk taşı olan aile diye bir kavram kalmayacaktır. Eşler tercihini yapıyor, boşanmada aceleci davranıyor. Ya orta yerde kalan çocuklar, işte esas darbeyi bu parçalanmış aile çocukları yemektedir. Konya’nın merkez bir okulunda çalışan bir dostum, “500 öğrencisinden 400 tanesinin parçalanmış aile çocuğu” olduğunu söyleyince içim paralanmıştı gerçekten.

Halbuki eski düşüncemiz ne güzeldi: Allah'tan hayırlı bir nasip diye. Şimdilerde sanki eş aramıyoruz. Maaşlı birini arıyoruz. Çünkü çift maaş girerse bir eve, daha çabuk ev sahibi oluruz. En iyi modelli arabalara kavuşuruz. Standardı yüksek bir yaşantımız olur. Çocuğumuza en iyi imkanları sağlar ve bırakırız. Mutluluğu çok parada arıyoruz.

Tercihimizi yapıp çift maaş girmeye başlayınca beklediğimiz mutluluğun bir türlü gelmediğini gördüğümüzde bileğimize taktığımız altın bileziğe güvenerek çocuğumuz var demeden hemen ayrılma yolunu seçiyoruz. Çünkü kendimizin zaten bir sosyal güvencesi var. Ardımızda ise dağ gibi bize çocukluktan beri kol kanat geren, korumacı  bir annemiz var.

Eskiden kız evden giderken baba; ” Kızım, gelinlikle girdiğin evden kefeninle çıkarsın” diyerek kızının evliliğin zorluklarına katlanmasını, yuvayı dişi kurdun yaptığını ifade etmek isterdi. Şimdiki ailelerde özellikle kız annelerinde çocuğuna karşı aşırı bir korumacılık olduğu göze çarpmaktadır. Yazımdan sakın ola ki, boşanmalarda hep bayan eş ve annesi suçlu anlamı çıkarılmasın. Her boşanmanın kendine göre özel sebepleri vardır. Bir yerde sorun varsa tek taraflı olmaz. Sadece oranları farklıdır. Aşırı korumacılık ve sosyal güvence bu nahoş durumu tetiklemektedir. Bu boşanmalar maalesef sadece karı-koca çalışanlarda değil, çalışmayanlar da artışa sebebiyet vermektedir. Ben tekrar ediyorum nedenlerin en önemlisi, çocuğumuza karşı aşırı korumacılık.

Burada her ne şekil ve şartta olursa olsun evliliğini devam ettiren aile bireylerini özellikle çalışan eşleri tebrik ediyorum.

Eş adayı aramalarda yine eskisi gibi, ”Helal süt emmiş, Allah'tan hayırlı bir nasip” isteyen ve arayan adaylara, anne babalara selam olsun.

Gelin “Allah’ın en hoşlanmadığı helal: boşanmadır” helaline karşı çıkalım.

*13/01/2016 tarihinde Anadolu’da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.


Hayata dair kopyalar= Altın öğütler


Dünyaya tekrar gelinmez, bunu biliyorsunuz. Ama farz edelim ki tekrar geldiniz. Ne yapacağım, ne işle iştigal edeyim diye hiç düşünme.

Faraziye üzerine konuşma. Gerçeklerden hareket et dersen. Mutlaka oğlun, kızın vardır. Ya da torunun. Bu söyleyeceklerim onlar için bir ışık kaynağı olabilir.

İş için devlete kapağı atmaya çalış. Emekli oluncaya kadar rahat edersin. Hiç sırtın terlemez. İş garantin var. Geleceğin patronun iki dudağı arasında olmaz. Gelmek istemediğin zaman önce yıllık izinlerini kullan. Sonra 10+10 mazeret iznini. İşe gelmek istemediğin zaman hastaneye git muayene ol. Tahlilleri öğleden sonra al. Bu muayene işini de zaman zaman kullan. Ardından 20+20 tek hekimden rapor al. Sonra istediğin kadar heyet raporu. Bütün bunları kullandın mı? Ardından bakmakla yükümlü olduğun birine yılda toplamda 6 ay refakat izni al. Geriye daha çalışacağın zaman kalırsa çalıştığın müdürün sana kafa izni versin. Seni idare etsin.

Mesai kavramı da çok önemli değil. Geç gelip erken çıkabilirsin. Kurumunda bulunmak zorunda olduğun zaman iş yapmana gerek yok. Her kurumda azim ve gayretli olanlar var. Onların sayesinde bir parazit gibi yaşamaya devam edersin. Kazara iş yapman gerekti mi? İşini düzgün yapma. İşini düzgün yaparsan ihale hep sende kalır. Hep yanlış yap. Böylece amirin sana iş vermez. Kurumunda yerin vardır. Git orada otur. Doğruluk ve dürüstlüğü de kimseye verme.

Sana amirin bir şey söylerse hep mazeret uydur. “Arabam bozuldu, otobüsü kaçırdım. Çocuğum hasta. Eve kayın validem geldi. Taksitlerimi ödeyeceğim” gibi  her güne farklı bir mazeret uydur. Biliyorsun “İki günü eşit olan ziyandadır” hadisi çerçevesinde her güne yeni, farklı bir mazeret ve gerekçeyle uyan.

Zaman zaman bir densiz çıkar seninle uğraşmak isterse; “Ben bu davaya yıllar yılı hizmet ettim, karşılığı bu mu olacak de. Yok mevcut yönetime aykırı bir duruşun varsa; benim görüşüm,, sendikam, dünya görüşüm ve partim farklı olduğu için bana bunu yapıyorlar “ diyerek ortalığı velveleye ver.


Emekli olduktan sonra da “Devlete 25 yıl hizmet ettim” diye göğsünü kabarta kabarta gez.

Ben böyle yaparsam işler ne olacak diye düşünme. Devletin malını hep deniz bil. Sen musluk akarken testini doldurmaya bak. Devleti sırtlayanlar asgari ücretlilerdir. Hepimiz onların tepesinde tepiniyoruz. Üretenler de onlar. Çalışanlar da. Terleyenler de.

Sana zaman zaman bu dünyanın ötesi de var. İşlerimizi doğru yapalım diye cins ve gıcık birileri çıkar. Onların sayıları azdır. Zaten sevenleri de olmaz. Kulak ardı et gitsin. Çünkü onlar anlayışsızdır zaten.

Aman sen alnını falan terletme. Boşa gitmesin. Senin nefes alman bile bir nimet. Bu dünya senin kıymetini bilmiyor. Sen gününü gün etmeye çalış.


Biliyorum senin aklın Şeytan'da bile yok. Bunları sen zaten yapıyorsun. Benimkisi hadsizlik. Sana akıl vermek benim ne haddime.13/01/2016