10 Ocak 2016 Pazar

“Adam mısın Sen?”



1996-1997 yılları olsa gerek. Konya'da bir hastaneye gittim. Sabahın erken saatinde sıramı aldım.

Şikayetimi dinleyen doktor röntgen çektirmemi ve kan tahlili yaptırmamı istedi. Röntgen merkezi ve kan laboratuvarı iki farklı yerdeydi. Hangisine varsam diğeri geri kalacaktı. Önce röntgene gittim. Kalabalık mı kalabalık. Acaba bana ne zaman sıra gelirdi. 15’er kişiyi aynı anda çağırıyorlardı. Ben hangi 15’er kişilik grupta çağrılacak idim. Kendimi iyi biliyorum. Beklersem ismim okunmaz. Ayrılırsam ismim okunurdu. Bana ne zaman sıra gelir diye görevliye sormak istedim. Etrafı kalabalıktı. Sonra vazgeçtim.

En iyisi kan tahlili için varıp geleyim dedim. 10-15 dakika içerisinde tekrar geri geldim. Kapıdaki görevliye, benim ismim okundu mu, bakar mısın dedim. “Bende kağıt yok, ismini okuyup olmayanların kağıdını geri verdim. Git röntgen kayda sor” dedi. Görevliye sordum “Ben de ismin yok” dedi. Hastane koridorunun duvarına yaslanarak ayakta beklemeye koyuldum. Acaba ismim ne zaman okunacaktı. Nice 15’li grup çekim için çağrıldı. Benim ismimden ses seda yoktu. Birkaç defa ilk kayıt yerine vardıysam da “Burada kağıdın yok bekle çağırılırsın” dedi.

Öğleye doğru çektiren gitti. En son çağrılan birkaç kişinin içinde de ismim yoktu. Röntgen için ilk kayıt yapılan yere tekrar vardım. “Kardeş benim ismim okunmadı, kimse kalmadı. Son listede de benim ismim yok. Şu kenarlarına bir bakar mısın” dedim. Görevli yanına koyduğu bir kağıdı bana uzattı ve “Bu mu” dedi. İsmini görünce sevinen ben, “ Evet, bu benim” dedim. Ardından da, “ Kardeş, kaç defa yanına geldim, şuralara bir bak diye. Ama sen sağına soluna bakmadan, ismimi sormadan hep yok dedin. Değdi mi beni bu kadar beklettiğine? Adam mısın sen” diye ekledim. Bir hışımla röntgen çekilen yere gittim. Oradaki görevliye, kağıdımı verdim. Adam 2-4 lü gruplar halinde içeriye aldı. Beni bir türlü almadı içeriye. Tam bana sıra geldiğinde “İşim çıktı, sizin röntgeninizi arkadaşım çekecek” dedi gitti.

Arkadaşı geldi. Bir baktım. Gele gele “Adam mısın” dediğim adam. Şimdi yandın Ramazan! Adama adam mısın, dedin. Son 4 kişiye kaldın. Üstelik görevli gitti. Bunlar anlaşmış olmalı. Beni en son alacak, içeride kimse olmayacak, benim defterimi dürüp bana günümü gösterecek. Bakalım adam kimmiş gösterecek. Ben bunları düşünürken  adam beni içeri aldı. Dayağı yemeden adamın gönlünü alayım, insafa gelir, belki beni daha az döver dedim. “Arkadaş az önce sana sinirimden kızdım. Kusura bakma” deyince, “Önemli değil. Zaten ben adam değilim” dedi, mahcup bir şekilde. Başını kaldırmadan filmimi çekti. İşim bitti ayrıldım. 

Görevlinin nazik, kibar ve tepki vermeden sessizce röntgenimi çekmesi, beni mahcup etmişti. Keşke söylemeseydim... Ben hatamın o da hatasının farkına vardı. 

Sonuçları 14.00’de alacaktım. Saati gelince ismim okunmasıyla birlikte röntgenimi alıp muayene olduğum doktora gittim. "Tahlil gösterecekler, muayeneler bittikten sonra girecekler" ikazıyla beklemeye koyuldum. İşim neydi zaten. Belki de bu günler için yaratılmıştım. Nihayet 15.30’dan sonra tahlil sonucumu gösterebildim.

Bu anlattıklarım şimdiki nesle garip gelebilir: Hastaneden erkenden sıra alıp muayene olacaksın. İstenen tahlili verip sonucu öğleden sonra alacaksın. Öğleden sonra sonucu eline alıp doktoruna göstereceksin. Doktor göz ucuyla bakıp ”Hıı” diye kafa sallayıp hemen kendisinden ve eczacıdan başka kimsenin okuyamadığı reçetesini yazıp eczaneye gidip alacaksın. Bunları yaptın mı, savaştan çıkmış ve zafer kazanmış bir komutan edasıyla yürürdün. Bu durumda kim tutar seni.

Ya şimdi? Doktor röntgen odasına git diyor eline hiçbir şey vermeden. Vardığın zaman ekranda ismin görünüyor. Hemen filmini çekip yine eline siyah bir şey vermeden “Doktoruna git” diyorlar. Doktora varıyorsun. Sen gelmeden ekranına ya bakmıştır ya da hemen açıp bakıyor. Teşhisini koyuyor. Ben o simsiyah ne anlama geldiğini bilmediğim röntgenimi görmeden film çektirmiş der miyim kendime. Sıra beklemeyince de huzursuz olmamak elde değil. İnsan röntgenimi göstermez mi? Çocuk oyuncağı sanki. 10/01/2016


9 Ocak 2016 Cumartesi

"Onlar bedavacı"

1993 yılında Gaziantep’ten Konya’ya gelmek için otobüse bindim. Pencere tarafına oturdum. Az sonra yanıma bir beyefendi oturdu. Oturduktan sonra doğru yere oturup oturmadığımı sordu. Biletime baktım. Koridor tarafıymış benimki. Kalkmak için davrandım değişmek için. Problem yok oturabilirsin dedi.

Pencere-koridor taraftaki koltuğun hesabını  yapan yol arkadaşım görüntüsünden de çok ciddi birine benziyordu. Ben pek ciddiyeti sevmezdim.  Adam hırlı mı hırsız mı, kimdir, nedir, necidir bilmem gerekiyor. Otobüsün ışıklarını da söndürdüler, gazete de okuyamam zaten. Sordum kendisine,
-Yolculuk nereye?
-Ordu'ya gideceğim.
-Oralı mısınız?
-Hayır, Antepliyim.
-Ordu'da ne işiniz var?
-Orada doktorum ben. .....İlçesinde
-Ne doktorusunuz?
-Beyin cerrahiyim.
-Güzel bir bölümünüz varmış.
-Öyle. Siz ne iş yaparsınız?
-Öğretmenim Nizip'de
-Memleket?
-Konyalıyım ben.

Ciddi ve cins biri olarak algıladığım doktorun hoşsohbet biri olduğunu görünce içim ısındı hemen. Yolculuk da iyi ve çabuk geçeceğe benziyor.
-Orası memleketine uzak değil mi?
-Uzak olmaya uzak. Gelemedim işte.
-Özel muayenehanen var mı?
-Var.
-Nasıl işler?
-İşlerim çok iyi.
-İlçe halkı nasıl?
-Köyden gelenler iyi de ilçedekilerde iş yok.
-Niye?
-Onlar bedavacı.
-Nasıl yani?
-İlçeden gelenler muayene için hastaneye geliyor. Köydekiler özel muayenehane geliyorlar. O yüzden bedavacı dedim.
-Hastanın sosyal güvencesi varsa hastanedeki polikliniği tercih ediyorsa niçin bedavacı diyorsunuz. Aslında ben özel muayeneye karşıyım. Hem muayenehane açmak hem de devlette çalışmak doğru değil. İkisinden birini tercih etmeli hekimler.
-Doğru söylüyorsun. Aslında ben de karşıyım. Kapatılsın özel muayenehaneler.
-Antep’e gelemiyor musunuz?
-Benim branşımda Antep’te açık yok. Gelemiyorum işte.
-Sizin özel muayenehane açma imkânınız var. İstifa edip burada muayenehane açabilirsiniz.
-Olmaz ki öyle.
-Niçin?
-Biz devlette çalışmazsak kimse özel muayene için bize gelmez ki. Hasta bizde özel muayene olur. İşlemlerini hastanede yürütürüz.

Adana’ya gelinceye kadar doktorla sohbet ettik. Vaktin ne zaman geçtiğini bilemedim. Tanıdığım doktorların büyük bir kısmı genelde pek konuşmazlar. Hele bir de otobüste yeni tanıştıklarıyla. Mesleğinin inceliklerine varıncaya kadar konuştuk. Mesleki sırlarını asla meslektaşlarının dışında paylaşmayan çoğu hekimden farklı gördüm yol arkadaşım hekimi. Çok samimiydi. Ben çarpıklığa dikkat çekince kendisi de işleyişteki çarpıklığı kabul etmişti. Belki de birçok meslektaşı özel muayenehane açınca o da açmak zorunda kalmıştı.

Hem devlet hem de özel muayenede çalışmak suretiyle  hekimlerin çoğu o zamanlar paraya para dememişlerdi. Daha çok müşteri ve ücret için belki de hiç özel hayatları olmadı. Kendilerini de çok yordular. Hastanelerdeki ilgisizliği ve hasta yoğunluğunu gören imkanı olan hastalarımız özele koştular. Vatandaşın büyük bir çoğunluğunun gözünde de meslek itibarları sarsılmıştı. Şimdiki Tam Gün Yasasıyla belki daha az para kazanmaya başladılar ama itibarlarının daha da yükseldiğini düşünüyorum.

Özel muayene açma konusunda esas sorumlunun, doktorlardan ziyade özel muayene açma ve çalışma imkanı veren yetkililerde olduğunu düşünüyorum.
Bugün doktorların eski durumunu yaşayan bir meslek grubu daha var: Öğretmenler. Bu kesimde de resmiyete girmeyen özel ders verme  furyası her geçen yıl artış göstermektedir. Meslektaşlarım kızmasın. Kimsenin kazandığı para ve pulda gözüm yok. Allah herkese helal kazanç versin. Öğretmenlik itibarını zedeleyen etkenler çoktur. Özel ders verme de bunlardan biridir.

Kardeşim, doktorları konuşurken işi öğretmenlere getirdin. Ne alaka. Sonra sen doktor olsaydın özel muayene açmaz mıydın. Branşın özel ders vermeye müsait olsaydı belki de sen de verirdin diyebilirsiniz. El hak belki de doğrudur. Kim bilir  peynire ulaşamadığımdan bayat diyorumdur.

Şunu bilelim ki; ne doktorların özel muayene açması, ne de öğretmenlerin özel ders vermesi doğrudur. Etik değildir... 09/01/2016










8 Ocak 2016 Cuma

Salavat (lar) la doğan çocuğum



2002 yılında Adana’da son numaranın doğumu için resmi bir doğum evine gitmeye karar verdik.

Yeni gittiğim bu yerde kimimiz kimsemiz olmadığı için uzaktan tanıdığımız bir hanımefendiye eşimin yanında refakatçi olması için ricada bulunduk. Sağ olsun kabul etti.

Doğum aşamasında belki para lazım olur diye refakatçiye 50.00 TL verdim harcaması için. Ben hastanenin dışında bekliyorum. Doğumun olup olmadığını öğrenmek için ara sıra kapıcının yanına varıyorum. Ağzından duyduğum tek cümle: “Yukarı çıkmak yasak.” Dışarıda bekleyenlerden öğrendiğime göre yukarı çıkmanın bir bedeli varmış. Bir kilo Antep fıstığı alırsan çıkılırmış. Başka türlü de olmazmış. Antep fıstığının bir kilosunu hiçbir arada görmemiştim. Ama çıkmam gerekiyorsa belki de alacaktım. Halen o durumda değilim.

Nice sonra doğumun olduğu ve beni çağırdıklarını haber aldım. Kapıcının yanına vardım. Benden bir şey istemedi. Ya acıdı, ya da bundan bir şey çıkmaz diye düşündü kim bilir?

Yukarı çıktım. Karşıda çocuğumu sarmış sarmalamış bir şekilde kucağına almış sonradan ebe olduğunu öğrendiğim bir kişi Yüce bebeğin babasını çağırıyordu. Kapıda eşime refakatçi olan kadın: “Hocam senden para isteyecek, verme. Çünkü ben verdim. Haberin olsun” dedi. “Tamam” dedim.

Ebenin yanına vardım. “Ramazan Bey, gel çocuğuna bak. Besmele ve salavatla doğumu yaptırdık. Adını da Yunus Emre koyduk, ezanını da okuduk, haberin olsun.” Dedi. Çocuğuma baktım. Yeni doğan  gözleri açık sağa sola bakar mıydı? Öyleydi. Diğer çocuklarım doğduğunda gördüğüm zaman hep uyur halde görmüştüm. Anlaşılan bu çocuk da benim gibi meraklı biri olacak, ne varsa bu dünyada. Ben yıllardır bakıyorum. Çok merak edilecek de bir şey bulamamıştım; dert ve sıkıntıdan başka. Ama o meraklı bakışı hoşuma gitti. İçime sevgi düştü. Hoşçocuk diye ağzımdan çıktı.

Ebeye yaptıkları iyilik ve yardımseverliğinden dolayı teşekkür ettim. Ayrıldım.

Akşamında hanımı hastaneden taburcu ettiğimde “Sen çocuğu gösterdiğinde o ebeye para vermedin mi yoksa?” dedi. “Hayır, ne parası verecektim.” Dedim. “ Keşke verseydin. Çocuğu yanıma bir getirişi ve yatağa bırakışı  vardı. Nerdeyse atacaktı yere. Bir daha da yanıma uğramadı. Çocuğa da bakmadı. Çocuğun üstünü açık bıraktı." deyince işin vehametini anladım ama iş işten geçmişti.

Ebemiz besmeleyle doğumu yaptırmış, bize danışmadan adını  koymuş hem de ezan okuyarak. Ben ne iyiler var şu dünyada diye düşünürken meğersem derdi paraymış. Verseydim bu işin adı herhalde besmeleli rüşvet olacaktı. Sayın ebemiz bilseydi benim cebimde akrep olduğunu, bir de böyle şeylere sıcak bakmadığımı. Demek ki insan sarrafı değilmiş. Halbuki bana sorsaydı ben kendimi anlatırdım ona.

Refakatçimize teşekkür ederek evine bıraktık. Lazım olursa ara işlerde kullanılsın diye verdiğim 50 TL’nin ebe, hemşire, kapıcı ve hizmetlilere pay edildiğini de bu arada öğrenmiş oldum.

Bir hafta sonra refakatçimiz, eşimin  ziyaretine geldi. Dünyada ne iyi insanlar var dedim kendi kendime. Refakatçi evimizden ayrıldıktan sonra bağlı olduğu cemaatin dergisine bir yıllık abone yapıldığımı öğrendim. Derginin bir yıllık bedelini ödemek bana düştü.

Kadının görevi yeni abone yapmakmış. Ne kadar yeni üye bulursa grubunun içerisindeki statüsü de yükseliyormuş.

Onun statüsü yükseldi mi bilmem ama bana olan sıkıntısı bir yıl sürdü.

İlk işim hastanede konan Yunus Emre ismini değiştirmek oldu. 08/01/2016

7 Ocak 2016 Perşembe

Tahlil sonucu almak

2002 Ağustos ayında çocuğum dünyaya geldiğinde -daha 15 günlük iken- rahatsızlığı sebebiyle Adana'da bir devlet hastanesine muayene için götürdüm.

Çocuk hekimi teşhis için İdrar ve kaka testi istedi. Evde sürekli kaka yapan çocuk hastanede saatlerce beklememize rağmen yapmadı. "Kaka yapıldıktan sonra ne kadar sürede getirilmesi gerekir" diye sordum. "Yarım saat içinde getirmen gerekir" dediler. Çocuğun derdi evi kokutmakmış. Eve varınca bizim ihtiyacımızı verdi. Soluğu hastanenin mikrobiyolojisinde aldım. Beyefendi biri aldı.
-Cuma günü saat 15.00'da alın sonuçları.
-Yarın mı?
-Yarın Cuma mı?
-Evet.
-O zaman Pazartesi aynı saatte alın.
-Ben bir okulda çalışıyorum. 15.00'de değil de 17.00-18.00 gibi alsam olur mu?
-Olur elbette, dedi. Ayrıldım.

Pazartesi sonuçları almak için saat 17.00 gibi mikrobiyolojiye uğradım. İçerisi kalabalık. Bekleyenler, girip çıkanlar, tahlil verenlerle dolu. Herkesle ilgilenen bir hanımefendi var. Az bekledim. Beklerken bir amca idrarını getirdi tahlil için. "Bey amca, şuraya bırakır mısın?" Dedi. Görevli nazik ve kibardı. Bayanın etrafı biraz tenhalaşınca yanına vardım.
-Hanımefendi, bizim sonuçlar çıkacaktı. Onu almaya geldim.
-Ne sonucu. Şimdi, bu saatte sonuç mu olur? Adama bak ya. Sonuçlar 15.00'de alınır. Allah Allah. Dedi içeri geçti...Biraz önceki nazik bayan kayboldu. Agresifleşti. Ya sabır Ramazan dedim beklemeye koyuldum. Az bekledikten sonra ardından girdim.
-Hanımefendi bizim sonuçlara bakabilir misin?
-Biraz tenhalaşsın. Sonra bakarım. Bekleyin.
Bekledim. Bekledim. Bekledim. Sonra yanına tekrar vardım. Kağıdı aldı elimden.
-Bizim sonuca bakacaktınız.
-Bu sonuç bugün değil Salı günü çıkar.
-Perşembe günü buradaki görevli Pazartesi çıkar demişti.
-Git onu bul. Ondan iste.
-Tamam bayan yarın alırız.
-Bu saatte almaya gelme 15.00'de al.
-Hanımefendi bir şey sorabilir miyim?
-Sor.
-Gördüğüm kadarıyla tek kişi çalışıyorsun. İşin zor. Allah kolaylık versin. Belki de dünden beti nöbetçisindir ya da çocuğun hastadır. Biraz önce bir amca geldi. Ona çok nazik davrandınız. Bana ise kaba davrandınız. Sebebini öğrenebilir miyim.
-O, tahlil vermeye geldi. Siz sonuç almaya geldiniz. Tahliller 3'de verilir.
-Hanımefendi Sağlık Bakanlığı vardiya usulünü getirdi. Doktorlar 23.00’e kadar çalışıyorlar. Poliklinikler açık. Bakanlık bu sistemi niçin getirdi? Devlet memurları gündüz işinden kalmasın. Devlet işi aksamasın diye. Ben ne diye saat 3’de gelip tahlil alacağım. Mikrobiyoloji bu vardiyaya tabi değil mi yoksa?
-Bak orada yazıyor. Kural böyle.
-Bana baştan adam gibi davranabilirdin, seni kınıyorum. Bana köpek gibi saldırdığından dolayı.
-Adama bak ya Allah Allah dedi.
Kapıyı yüzüme kapattı.

Artık çocuğun hastalığını bırakıp başhekimin odasına yöneldim. Başhekim yokmuş, yardımcısıyla görüşüp görevlinin kaba davranışını anlattım. Bir elemanını gönderip ismini öğrendi. “Senin, benim gibi Anadolu insanı. Çok da iyi biriydi ama. Dünden beri nöbetçi kalmış, makinası da arıza yapmış” dedi. “Olabilir, işi zor. Ama vatandaşa bu şekilde davranamaz.” Dedim. “Biz onun ismini söyleyelim. Siz bir dilekçe yazın. Bundan dolayı uyarı alır” dedi. “Ben onun ceza almasını değil. İnsanlara adam gibi davranmasını istiyorum. Uyarı onu nazik davranmaya itecek mi? Sonra benim alternatif hastanelerim var. Bir daha oraya giderim. Ama hastane  alternatifi olmayan hastalar gelebilir buraya. Lütfen eğitim mi verirsiniz. İnsanımıza iyi davransın” dedim çıktım.

Bir kaç gün sonucu almaya gitmedim. Sonunda inadı  bırakıp mikrobiyolojiye gittim. Bizimki oradaydı, çok da masum duruyordu. Bu sefer bir tepki göstermedi. Kırmızı görmüş boğa gibi olmadı.

Sonucu gösterdik doktorumuza. Bizim küçük amip olmuş o yaşta. Eziyeti de bundanmış. Kısa zaman da iyileşti  kerata.

Gece gündüz kucağımızda tutmaktan kurtulduk. Durmadığı gecelerden birinde gerilip “Açın şu pencereyi, atayım 5.kattan” bile demiştim. Sanki açtıklarında yapacakmışım gibi.

Bizim küçük Şimdilerde 14’üne girdi. Hiç de eziyeti olmadı maşaallah. Benim Hoşçocuk'um oldu. Geçen gün “Gel oğlum sarılıp bir helâlleşelim. Çok da kötü bir çocuğa benzemiyorsun. Ben seni 5.kattan atacaktım” deyip helâlleştik.

Hulasa: O zamanlarda doktor ve hemşirenin çoğu, içinden çıktığı topluma karşı maalesef iyi davranmazdı. Azarlar durur, horlardı. Biz hastalarda boynumuzu büker. “ Kaderiiim, kaderiiim” der, içimize atardık. Şimdilerde doktor ve hemşirelerin ekseriyeti nazik ve kibar. Görevini layıkıyla yapmaya çalışıyor. Bu sefer onların yıllar öncesi sara nöbetini biz hastalar aldık. Şimdi biz onlara kızıyoruz, bağırıyoruz, tehdit ediyoruz. Tam Gün Yasası çıkmadan önce sesimizi çıkaramayan bizler bugün doktor dövüyoruz. Şimdi doktor ve hemşirelerin sesi çıkmıyor. En iyi sözümüz; “ Sizin maaşınızı biz veriyoruz. Bizim vergilerimizle buradasınız” diyoruz.

Nereden nereye? Yok mu bunun ortası. İfrat ve tefritte üstümüze yoktur, övünmek gibi  olmasın. 07/01/2016

6 Ocak 2016 Çarşamba

wc matik

1996  yılında   yabancı dil sınavına girmek için bir arkadaşımla birlikte bir gün öncesinden Ankara’ya gittim.  

Bir vakfı ziyaret etmek için genel merkezlerine vardık. Çayı içtikten sonra wc ihtiyacım oldu. WC’yi sordum, gösterdiler. Lavaboya vardığım zaman kapıda “Abdest almak için aşağıdaki lavaboyu kullanın”  yazıyordu.

 Wc’ye girdim. İçerisi pırıl pırılİhtiyaç giderilecek tuvalet taşı da beyaz bir şeyle kapatılmıştı. Düşündüm ihtiyacımı giderince nereye gidecek diye. Kendi kendime acaba abdest almayın derken  nazikçe ‘Wc’yi kullanmayın mı’ demek istiyorlardı. Baksana kapatmışlar deliği. Ama ihtiyacımı gidermem gerekiyordu. Hafifçe eğildim. Tuvalet taşının beyaz bir şeyle kapatılmış kapağını hafifçe dokundum. Baktım açılıyor. Utana sıkıla küçük abdest ihtiyacımı giderip çıktım. 

Nice sonra birçok tuvaletlerde de bu beyaz kapağı görünce adının da wc matik olduğunu öğrendim. Kendi kendime çok da cahil kalmışsın be Ramazan dedim. Bu teknolojiyi bulan adamı da rahmetle andım. Basit ama güzel bir hizmet...

Bu hizmeti anlamak için wc matikten önceki tuvaletleri gözünüzün önüne bir getirelim. 06/01/2015 

Elini verdiysen kolunu kaptırmamaya bak

Bazı bankalar vardır. Kendisiyle organik ve inorganik hiç bağlantın olmadığı halde sana elini uzatan. Bilgin olmadan,  istekte bulunmadan kredi kartı düzenleyerek evine kadar getiren.  Hizmette sınır yok anlayacağınız. Banka görevini yapmıştır. Bundan sonrası senin işin artık. Elini kaptırdıysan eline razı olup kolunu kaptırmamaya bakacaksın.

İlgili bankaya varıyorsun ben bu kartı istemediğim halde gönderilmiş şunu iptal edin diye.  “Efendim, kartın arkasında yazan 444’lü numarayı arayacaksın. Biz iptal edemeyiz.” Ararsın ilgili numarayı. Müşteri hizmetleriyle görüşebilmek için. Ne mümkün efendim görüşebilmek. Müşteri hizmetleriyle görüşmeden önce sana iyice  bankanın reklamını yapıyorlar. Çünkü bilmem ne kadar süre beklemeniz gerekiyor görüşebilmek için. İlk defa görüşmen zaten mümkün değil, gün aşırı işin gücün yoksa 444’lü numarayı çevir dur. Nihayet karşında bir yetkili bulursun. “Efendim, niye kapatıyorsunuz. Biz şöyle iyi bankayız. Kartımızın şu şekil avantajları var” şeklinde kapattırmaman için kırk dereden su getiriyorlar. Nihayet kapatıyorlar. Bir karttan daha kurtuldum şükür diyorsun.

Çok da sevinmemek gerektiğini daha sonra anlıyorsun. Nasılsa bir gün yine kucağına düşersin. Çünkü mevzu bahis olan bankadır.

Gel zaman git zaman yeni bir okula nakil oldum. Baktım okulun anlaşmalı olduğu banka yine o bankadır. 11 ay sonra o bankadan ayrıldım, yeni bir bankaya geçtim. Hemen bir ay sonra 100 TL kart bedeli yansıtılmış. Zaten işim de yok bankaya gittim. Görevli yardımcı oldu, kart bedelini iptal etti ve ardından, “Hocam iki adet otomatik ödeme verin kart bedeli gelmez” dedi. Otomatik ödemeye verdim. Bir yıl geçince yeniden 100 TL kart ücreti yansıtılmış.  Bu işi kökten çözeyim, kapattırayım diye bankaya vardım. İçerisi kalabalık, sıramatikten sıramı aldım. Bekle işin yoksa. İçeri de sıcak. Tam vakit geçirecek yer. Ne bekliyorsun diye soran da yok zaten. Sıram gelince “ Kart ücreti yansıtılmış, hem  ücreti hem de kartı iptal eder misiniz, hani otomatik ödeme verince kart bedeli yansıtılmıyordu?” dedim. “Efendim, bizden o yetkiyi aldılar, genel merkezi aramanız gerekiyor. Otomatik ödeme mevduat hesabınızda var. Ücret kredi kartınıza gelmiş” cevabı aldım. Bankadan çıkınca 444’lü noyu aradım kredi kartını kapattırmak için. Önce “Müşteri hizmetleriyle yapacağım konuşmanın kayıt altına alındığı söylendi. Sonra güvenliğim açısından anamın kızlık soyadından başlayarak bazı sorular sordular, doğum günümün gün, ay ve yılına varıncaya kadar.
   
-Efendim şu numaralı kredi kartımı kapattırmak istiyorum.
-Efendim kapattırsanız   kartınızda 15 TL hediye puan var.
-Olsun kapatın.
-Kapatırsak üyelik aidatını yine ödemeniz gerekiyor. Efendim siz en iyisi 6 ay boyunca kapattırmayın. Biz sizin hesabınıza 75 TL hediye para tanımlayalım.
Sonunda 6 ay boyunca kapattırmamak üzere anlaştık tekrar. Benim kart bedeli 10 TL’ye gelecekti nasılsa.
Kredi kartını kapatamıyorum, bari bankamatik kartını kapattırayım diye bankaya vardım. 16.13’ de sıra aldım. 17.00’da sıra geldi. “Efendim ben ancak kartınızı kapatabilirim. Çünkü hesabınızda 2.49 TL para var. Önce şu numarayı ara otomatik ödemelerini kapattır.” Arayıp kapattırdık. Kartı da kapattı.
“Şimdi gişeye gideceksin. Aynı numaradan seni çağıracaklar.” Dedi. Sonra yine beklemeye koyuldum. İşini bitiren gidiyordu. “Bekleyen var mı” dedi. Kalktım. 2.49 TL’ mi ödedi. Numaranıza gelen mesajı bana okuyunuz” dedi. Numara ya bir türlü mesaj gelmedi. Sonunda telefonumda bloke varmış. Blokeyi kaldırmak için bir başkası ile  dışarı bankamatiklere giderek kaldırdık. Tekrar geldim. “Efendim  bu hesabınızı kapattım. Bir hesabınız daha var. Fakat onda bloke var. Kapatamıyorum.

Kapatamıyorum dediği hesap benim 2005’de bilgim dışında gelen karttan başkası değildi. Ben onu kapattırmıştım dedimse de “Efendim açık görünüyor. Arı para tanımlanmış. Siz şunu imzalayın. Karşı tarafa e-posta gönderelim” dedi. İmzaladım. E-posta olarak gönderildi. Karşı taraf nice sonra kapattı. Benim kapalı hesabım yeniden kapattırıldı. 17.30 gibi bankadaki işim bitti şükürler olsun. Martın 7’sinde de kredi kartını kapattırırsam o banka ile hiç işim olmayacak inşallah.

Bir çoğunuzun başına şu ya da bu şekilde gelmiş olabilir bu tür işler. Eğer başınıza gelmediyse uzak durun. Eğer girmiş de kapattırmak istiyorsanız ben bu konuda baya tecrübe kazandım. Lütfen irtibata geçin benimle. Ücretsiz danışmanlık hizmeti verilir. 06/01/2016

Kim okuyacak o zaman?

                                I
 1997 yılında başımı sokacak bir evim olsun diye bir arkadaşımın delaletiyle bir kooperatife girdim. 5 yıl ödeme yaptım. Kooperatifin ilerleyişi kaplumbağaya taş çıkartırcasına yürümüyordu. Çıkayım şu kooperatiften dedim. Beni bu kooperatife girmeme sebep olan ve yakan arkadaşı yanıma alarak yapımı yerinde sayan kooperatifimin başkanına gittim. Aylık aidatları alarak iş yapmamanın keyfini yaşayan başkana, “Efendim, ben üyelikten çıkacağım, bu yapı bu gidişle bitmeyecek. Zaten ben de ödeme güçlüğü çekiyorum. Son iki ayı da yatıramadım” deyince başkan: “ İyi arkadaş, sen yatırmayacan, ben yatırmayacağım da bu kooperatif nasıl yürüyecek böyle?” dedi.

                             II
-Hanım gazetedeki yazımı okudun mu?
-Okumadım.
-Oğlum, sen okudun mu?
-Okumadım baba.
-İyi de sen okumayacaksın, ben okumayacağım da bu yazıyı kim okuyacak o zaman?
-...
                             III
2011 yılında oğlanı ziyaret için eşimle beraber Ankara gittim. Yanımda yürüyen eşim koluma girdi. Alışkın olmadığım bu davranış garibime gitti.” Hayırdır, hangi dağda kurt öldü” dedim. “Kalabalıklar içerisinde kaybolmaktan korktum” dedi.
                             IV
04/01/2016 günü Konya’ya kar yağdı biliyorsunuz. Akşamında ayaz ve don kendini göstermeye başladı bile. İşte böyle bir ortamda hanımla evden çıktım, bir akrabayı ziyaret edelim diye. Baktım hanım yine koluma girdi. “Hayırdır, derdin ne senin?” dedim. “Kayıp düşmekten korkuyorum. Ondan” dedi. 06/01/2015