17 Aralık 2025 Çarşamba

Dededen Toruna Faiz Mirası

Ekonomiden anlamam. Bütçeden anladığım ev bütçemden ibaret. Ev bütçemi yönetirken de ayağımı yorganıma göre uzatırım. Boyumdan büyük borca girmem. Eşim dostum bende sonsuz kredin var, ne zaman verirsen ver, işin görülsün dese bile kolay kolay borç almam.

Ev alacağım zaman borca girmemek için 30 yıllık birikimimle 28 yıllık eski bir ev aldım. Karşılığı olan çok az bir borca girdim. Bu borcun da bir ehemmiyeti yoktu.

Bankadan biraz kredi çekeyim de varsın sıfır ev satın alayım diye düşünmedim.

Ödeme imkanım olsa bile borçtan pek korkarım. Borcumu son kuruşuna kadar ödeyinceye kadar huzursuz olurum.

Burada bir de anekdot anlatayım. İdareci iken bütçe daire başkanı birkaç defa Zoom üzerinden yöneticilerle toplantı yapmıştı. Toplantıda elektrik, su, doğal gaz faturaları konuşuldu. Hangi il ve ilçe, faturaları zamanında girerek cezaya düşmemiş, hangileri sisteme geç girerek ceza ve faize düşmüş diye tek tek inceledi. Arkadaşlar, bir kuruş da olsa faiz ödemeyeceğiz. Lütfen faturaları zamanında girelim. Devleti zarara uğratmaya hiçbirimizin hakkı yok demişti.

Bir de devlet bütçesine bakalım.

2026 yılı genel bütçe gelir tutarı 16 trilyon 82 milyar 32 milyon 487 bin lira olarak düzenlenmiş.

2026 bütçesine sosyal yardım miktarı olarak 917 milyar lira ayrılmış.

2025 yılında 2 trilyon 53 milyar olan faiz ödemesi, 2026 bütçesine 2 trilyon 742 milyar liraya çıkarılmış.

Bütçeden anlamam desem de 2026 yılında ödenecek faiz tutarı dikkatimi çekti. 3 trilyona yakın faiz ödenecek ne demek? Neredeyse bütçenin beşte biri ile faiz ödenecek. Haybeye giden para bu.

Bütçenin çok detayını bilmiyorum. Zaten detaylar insanı boğar. Çok detaya inince moral daha fazla bozulur.

Şu var ki bildim bileli denk bütçe yapamadık. Yani gelirimiz kadar gider harcayamadık. (Yanlış hatırlamıyorsam, 11 aylık ömrü olan Refah Yol hükümeti zamanında denk bütçe yapıldı. Bunun da sonuçlarını göremeden hükümet düşmüştü). Her yıl artırılarak alınan vergiler ve trafik cezalarından ibaret bütçemiz yeterli gelmiyor. Üzerini borçlanıyoruz. Bir taraftan borçlanırken diğer taraftan önceden alınan borçların faizini ödüyoruz. Hazine ve Maliye Bakanının açıklamasına göre aldığımız borcun faizini de ödeyememişiz. Borcun faizini ödemek için de borçlanmışız.

Görüyorum ki aldığımız borcun ana parası duruyor. Bu ana para sürekli doğuruyor. Bize düşen ise dün, bugün, yarın faiz ödemek.

Burada devlet bütçesi ev bütçesine benzemez. Her ülke borçlanıyor denebilir. Elbette ev bütçesiyle devlet bütçesi kıyaslanamaz bile. Yalnız ayağını yorganına göre uzat atasözü herhalde sadece ev bütçesi için söylenmemiştir. Pekala devlet de bütçe hazırlarken bu atasözünün gereğini yapacaktır. Ama yapmıyor. En kolay yolu seçiyor. Durmadan borçlanıyor.

İyi de borç borç, faiz faiz nereye kadar? Bu milletin işi gücü yok, faiz mi ödeyecek?

Borç yiyen kesesinden yer, borç yiğidin kamçısıdır diyeceğim ama borcu alan yiğidin kendisi ödemiyor bunu. Borç almayanların üzerine boca ediliyor. Bu demektir ki kıyamet kopuncaya kadar dededen babaya, babadan evlada, evlattan toruna, devrediyor bu faiz mirası. Halbuki bizde devlet de babadır. Bildiğimiz aile babaları rahat etsinler diye çocuklarına mal bırakırken devlet baba ise vereselerine müteselsilen borç bırakıyor. Nasıl babaya artık.

Hasılı küçük bir evin bütçesini yöneten ailelerin çoğu, ayağını yorganına göre uzatarak borçlanmazken, işin içinde faiz var, hem günah hem de ömrüm boyunca faiz mi ödeyeceğim diye borç yükünün altına girmekten kaçınırken, devletin bütçeden sorumlu daire başkanı bir kuruş da olsa gecikmiş faturalardan dolayı faiz ödemeyelim, devleti zarara uğratmayalım derken aynı hassasiyeti devlet bütçesini hazırlayanlardan ve yönetenlerden de bekliyoruz. Yoksa, harcamasınlar. Bu millet yoktan anlar, kemer de sıkar. Yeter ki devlet bütçesine bir düzen getirilsin.

Devlet hiç borçlanmasın mı? Gerekirse hiç borçlanmasın. İlla borçlanacaksa gelir getirici iş ve projeler ve acil durumlar için borçlansın. Öyle personel giderleri vs. gibi sebeplerle borç yükünün altına girmesin. Devleti, milleti, ülkeyi zarara uğratmasın.

16 Aralık 2025 Salı

Yaşlanmayı Gör

Her yaşın ayrı bir güzelliği var derler. Böyle diyenleri, elinde imkan olacak. Sen istedin. Haydi yaşa bu güzelliği deyip yaşlı duruma getireceksin.

Abartma. O kadar da değil diyebilirsiniz.

Gelin olup bitene ve başa gelene bir bakalım.

Yaşına göre dinç, sağlıklı ve işinde verimli olsan ve ben daha çalışmak istiyorum desen dahi 65'ine gelince kamu yüzüne kapanır. Seni kapının önüne koyarlar.

Bu yaştan sonra özel sektör de işe almaz. Ne yapayım seni der.

İlla bir şeyler yapmalıyım dersen, bu yaşın tek istisnası var: Siyaset. Çünkü siyasette yaş şartı yok. Ya mevcut siyasi partilerden birine girer, siyaset yaparsın ya da kendin bir siyasi parti kurarsın. Bahtın yaver gider de birinci parti çıkarsan ülkeyi bile yönetebilirsin. O zaman yaşadın demektir. O seni kamudan dışarı edenlerin amiri olursun. Onlar seni kapıda karşılar. Saygıda kusur etmezler.

Siyaset yaparken emeklilik durumu da olmaz. Çünkü seni hiç kimse kapının önüne koyamaz. Aksasan da konuşmada zorlansan da ölünceye kadar burada kalabilirsin.

Kısaca kamuda çalışmayı ya da kamuda bir dairenin yönetimini senden esirgeyen irade, sana koca ülkeyi teslim ediyor. Al yönet diyor.

Siyaset gibi bir seçenek ve hünerin yoksa bil ki seni ben bile kurtaramam.

Yalnızlara oynarsın.

Yavaş yavaş hastalıklar baş göstermeye ve belirli periyotlarla hastaneye gitmeye başlarsın. Hasta olmasan bile kendini dinler durursun. Raporlu ilacın eksik olmaz.

Vücudun pes etmeye başlar. Dişler dökülür. Erkeksen prostat, kadınsan kadın hastalıkları peşini bırakmaz.

Çenen açılır. Aynı zamanda idrar da sıkıntı. Eskisi gibi tutamazsın. Gittiğin yerlerde gözün wc’de olur.

Pek gelen gidenin ve arayanın olmaz. Evde sıkılır, dışarı atarsın kendini. Otobüs de bedava ise şura, bura dolaşır durursun.

Bakıma muhtaç hale geldiğinde hayat çekilmez olur. Kahrolursun. Çoluk çocuğa muhtaç olduğuna mı yanarsın, eskisi gibi güç ve rahattan düştüğüne mi?

Ölüm yakındır senin için. Akranların bir bir gittikçe sıranın kendine geldiğini hissetmeye başlarsın.

Bir tanıdık ve yakınının cenazesine katılırsın. Onun toprağa defnedilişini ve oradakilerin cenazenin üzerine toprak atışını görürsün. Az sonra herkesin çekip gittiğini görünce bu ne biçim hayat, yarın ben de böyle olacağım dersin.

Kısaca yaşlılık her gün ölümün nefesini ardında hissetmektir ve yaşlılık eve, bacaya bastırılacak bir şey değil.

Ne edersin ki hayatın değişmez raconu bu. 

İHL'lere Yapılan Kötülük

Sınavla öğrenci alan fen, sosyal bilimler, öğretmen liseleri ve Anadolu liseleri vardı. Öğrenciler seviyelerine göre okullara yerleşirlerdi. En düşük puanlı Anadolu liselerinde okuyan öğrenciler bile ben puanla geldim bu okula. Benim bir hedefim var bilincinde idi.

Sınavı kazanamayıp genel liselerde okuyan öğrenciler vardı. İçlerinde kaliteli eğitim veren genel liseler olsa da büyük çoğunluğu hedefi olmayan öğrencilerden ibaret olduğu için aynı zamanda problem okullardı. Bu okullarda çoğu öğretmen ve idareci görev almak istemezdi.

Bir zaman geldi ki bütün liseler, ÇPL’ler, meslek liseleri ve İHL’ler Anadolu lisesine dönüştürüldü. Eyvah, Anadolu liseleri genel liseler seviyesine indirilecek dedim.

4+4+4 eğitim sistemiyle birlikte imam hatip ortaokulları ve İHL’ler fazlaca açılmaya başlandı.
Bazı İHL’ler yeni yapılırken bazıları genel liselerden dönüştürüldü.

Çoğu İHL’ler daha sonra kız ve erkek olmak üzere ayrıldı.

Teşbihte hata olmasın, mantar birer gibi İHL açılmaya ve dönüştürülmeye başlanınca ve bu okulları açma konusunda adeta bir yarış başladığında, bir endişemi dile getirmiştim birkaç yerde.

Bu okulları çok sayıda açarsanız, kaliteyi düşürürsünüz. Bu okullar genel lise işlevi görmeye başlar. Diğer liselerden çıkan hırsız, dolandırıcı vb. suç işleyenler pek yakında İHL’lerden çıkmaya başlar. Bu da bu okulların halkın gözündeki itibarını düşürür” türünden bir şeyler söylemiştim.

Benim bu endişem pek az kişi haricinde tepki çekti. “Ne biçim konuşur bu böyle. Bu adam İHL düşmanı. İHL’lerden zarar gelmez. Buralarda Allah demeyi öğrenseler yeter” demişler gıyabımda.

Şimdi geldiğimiz nokta nedir bilmiyorum. Dile getirdiğim endişede hangi noktadayız bunu da bilmiyorum. Zira elimizde bir veri ve yapılmış bir araştırma yok.

Şu var ki proje kapsamına alınmış ve sınavla öğrenci alan bazı AİHL dışındaki çoğu okulda öğrenci mevcudunda her geçen yıl bir azalma var.

Bir diğer husus, eskiden bir toplulukta bir İHL mezunu varken şimdi çok sayıda imam hatip mezunu kişilere rastlamak mümkün. Eskiden İHL mezunu elle gösterilir, bu okuldan mezun olan kişilere iltifat edilirdi. Şimdi ise sayısı çokça olduğu için bu okul mezunlarına eskisi gibi ilgi ve iltifat yok. Hatta “Bir de İHL mezunu. Bu ne biçim imam hatipli” deniyor.

İHL’liler son yıllarda bir idari göreve getirilmede sanki tercih sebebi gibi bir izlenim var. Çoğu idari birimlerde bu okul mezunlarına rastlamak mümkün. Şöhret sahibi kişiler arasında da İHL’liler var. Suç işleyen İHL’liler de var. Haliyle suç işleyen İHL mezunları toplumda dikkat çekiyor.

Ben de İHL mezunuyum deyip yaşantısıyla ve yaptıklarıyla infiale sebebiyet veren İHL mezunlarının tek tük kalmasını, İHL’lerden çok sayıda açılmaya başladığında dile getirdiğim endişemin çıkmasını asla istemiyorum. Çünkü hiç kimsenin okuduğu ve halkın teveccüh gösterdiği okulu lekelemeye hakkı yok.

Burada şunu da söylemek isterim. Bu yazımda İHL’lerden iyi, diğer liselerden kötü insanlar çıkar anlaşılmasın. Zira böyle bir kastım yok. Çünkü hiçbir okul türü tek başına iyi veya kötü mezun vermez. Her okul türünde iyi insan da çıkar, problemli insan da. Şu var ki halkın İHL mezunlarından beklentisi farklı. Beklentiye cevap verilmedikçe bu okullar yavaş yavaş gözden düşmeye başlar.