22 Kasım 2025 Cumartesi

Paramızın Hal-i Pürmelâli

Toplamda 40 gram civarında iki bilezik borcum vardı. 21 gramını temmuz ayında aldım. 86.500 lira ödedim. Diğerini de 20 gramına 112.400 ödeyerek kasım ayında alabildim.

İkinci bileziği aldığımın akşamında, bileziğin fiyatını duyan oğlum, “Biz Nissan’ı ne zaman almıştık baba” dedi. 2011 yılında dedim. “Kaça almıştık. Hatırlıyor musun” dedi. 14.600 liraya almıştık evlat” dedim. Oğlan, “Vay be” dedi. Odasına geçti.

Arabanın fiyatını niye sordu. Bilmiyorum. Belli ki bir şaşırma var. Oğlanın şaşırması vay be demekle bitti. Beni bir düşüncedir aldı. Çünkü vay be sırası bendeydi. Bir zamanlar 14.600 liraya koca bir araba almışız. Bugün ise 112.400 lira verip bir bilezik alabiliyoruz.

Kıyas ne derece doğru bilmiyorum ama dünden bugüne fiyatlara bakınca sanki milattan önce ile bugün kıyaslanıyor sanılır. Halbuki 2025 yılının 7.ayında yani dört ay önce bir gram fazlasını 86.500’e aldığım bileziğin bir gram düşüğünü almak için dört ay sonra kasım ayında 26 bin lira ilave etmiş oldum.

Dört ay ara ile arada bu kadar farkın olması normal değil. Bu derece fiyat farkının olmasında, altında bir şişirmenin olduğu bir gerçek. Bugünlerde altını bir hafta şişirip öbür hafta indirmek suretiyle yoluna devam etse de altının bir yerde duracağına kimse ihtimal vermiyor. Şu bir gerçek ki altın yükselse de aynı kişiler kazanıyor, düşse de aynı kişiler kazanıyor.

Nissan Primera’yı 2011 yılında 14.600’e aldığıma geleyim. Öyle ya bir şeyi aynı cinsiyle kıyaslamak en doğru olanı. O yıldan bu yıla 14 yıl geçmiş. Satış fiyatını bilmiyorum ama herhalde 300 bin eder elimdeki Primera. 11 yılda fiyat nereden nereye gelmiş. Öyle ya 14.600 nere, 300.000 nere.

Araban değer kazanmış. Sadece araba değil, evler de değerlendi denebilir. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Paramızın değeriyle daha doğrusu değerinin düşmesiyle alakalı bir durum bu.

Acınası bir paramız var. Öyle ya bir para değer kaybeder de 14 yılda bu kadar mı değer kaybeder?

Şu bir gerçek ki bir para, değeriyle daha doğrusu alım gücüyle ölçülür. Bizim paramızın değerinin olmadığı bir gerçek. “Paramız pul oldu” dense de görünen o ki pul olan paramız kül olmuş. Adeta kağıt yığını. Ne sayılır ne taşınır ne cebe konur ne de bir şey alınır. Değerli bir şey almak için poşet/ler dolusu deste deste para veriliyor şimdi. Eğer tedbir alınmaz, paramızın yeniden değerlenmesi durumu gerçekleşmezse ya da geçici bir çözüm olarak 500’lük ya da 1000’lik banknotlar piyasaya sürülmezse, kıymetli bir menkul ya da gayrimenkul alınma durumunda, çuvalla para taşıma dönemi yakındır. Bir zamanlar “Şu ülkede bir şey almak için çuvalla para taşınır” sözü bizde de gerçekleşmiş olacak. Kısaca paramız ölmüş de ağlayanı yok. 

Abartıyor değilim. Bir bilezik ve başkasına emanet 10 gram altın almak için bankadan çektiğim parayı poşetin içinde taşımak kolay olmadı. Parayı çektiğim gün altını biraz yüksek görünce yarın alayım dedim. Altın almaktan vazgeçtim. Poşetin içindeki parayı, çarşı-pazar dolaşıp eve getirmek, ertesi günü tekrar elde götürmek bana mantıklı gelmedi. Çünkü başlı başına bir risk. Kapkaççıya davetiye çağırmaktır elde para taşımak. Mecburen çarşıdaki bir esnafa bırakmak zorunda kaldım. Esnaf saymadı. Bir yere koydu. Ertesi günü esnaf bana para vermedin dese ya da eksik verse veya dükkana hırsız girse üzerine bir bardak su içmekten başka yapacağın bir şey olmaz.

Görünen o ki milli paramız başlı başına her yönüyle sorun. Yetkililerin inadı tuttu. Yüksek banknot çıkarıp tedavüle de sürme düşünceleri olmadığına göre bizi bu dertten ancak dijital para kurtarır. Dijital para ile birlikte paramızın tedavülden kalktığı günü bu millet bayram yaparsa hiç şaşırmam.

21 Kasım 2025 Cuma

Dört Yıllık Birlikteliğin Geldiği Nokta

Cuma namazını kılmak için Alâeddin Tepesindeki camiye yöneldim. Eski nikah salonunu sağıma aldım. Yukarı doğru tırmanıyorum. Bir taraftan ezanlar okunuyor.

Nikah salonunun kuzeyinden camiye doğru yürürken biraz aşağıda kalan yol üzerinde bir gürültü koptu. Bir erkeğin sesi geliyordu. Al şunu yerden diyordu. Başımı çevirip baktığımda yere atılanın bir çiçek demeti olduğunu gördüm.

Biri kız, diğeri erkek iki gençti tartışan. Sadece erkeğin sesi geliyordu. Belli ki erkek kıza çiçek vermiş, kız da çiçeği yere atmış. Erkek yerden aldığı çiçeği alıp kıza vermeye çalışıyordu. Erkeğin yüksek sesle konuşmasından kız geri dönüp giderken erkek seslendi: "Gidersen dört yıllık birlikteliği bitirirsin. Bu iş biter. Bunu istiyor musun” diyordu. Birlikteliği bitirmeye niyeti olmayan kız tekrar geri dönüp erkeğin yanına geldi.

Kız geri gelmesine rağmen erkek sakinleşmedi. Kız yanında yürümek istiyor ama erkek durdurup konuşmaya daha doğrusu bağırmaya devam ediyor. Bir taraftan da elindeki telefondan bir yerlere bakıyor. Erkeğin sesi yükseldikçe geçip gidenler sakin sakin konuşmalarını önerdi. Erkek, "Haklısınız. Ben böyle değildim" dedi. Etrafında gelip geçen azaldıkça erkek kıza yine fırça kayıyordu. "Telefonuna bakmasam haberim olmayacaktı. Bu ne şimdi" dedi. Kız, "Açıklayabilirim, demiş olmalı ki erkek, "Neyi açıklayacaksın" diyerek kızı susturuyor. Kız edebinden mi susuyor yoksa suçundan dolayı mı susuyor bilmem. Nikah salonunun görevlisi, "Millet cumaya gitti. Bunun zamanı değil diye uyardı. Her uyarı ile ses biraz kısılsa da erkek kendini tutamıyordu.

Onlar tartışa dursun. Ben camiye girdim.

Anladığım kadarıyla Alâeddin’de buluşmuşlar. Buluşmaya gelmeden önce erkek çiçek yaptırmış. Belki de dört yıl önce tanışmalarının anısına bir çiçekti bu.

Dört yıllık birlikteliğin bu noktaya gelmesinde, sanırım, kıza başka birinin gönderdiği mesajlar neden olmuş. Erkek kızın telefonunu zorla mı aldı yoksa telefonuna bakarken mesajları görmüş olmalı ki erkek bu mesajları aldatma olarak görüyor ve var gücüyle kıza kızıyor. Kırmızı görmüş boğa gibi bir haletiruhiye içerisine girince, "açıklayabilirim" denmesine bile kulak vermiyor.

Sonra ne yaptılar, bağırış çağırış yola devam mı ettiler, arayı buldular mı, kıza izah imkanı verildi mi, kız çekip gitti mi, birliktelik devam edecek mi, burada bitti mi bilmiyorum. Şu var ki herkesin gözü önünde bu durum hiç hoş kaçmadı. Dört yıl birliktelik de bana normal gelmedi. Şimdiye kadar bu birliktelik çoktan evliliğe dönüşmesi gerekirdi. Bir diğer husus, kızın telefonunun erkekte ne işi var? Erkek telefonunu niye alır, ona ait bir telefonu niçin karıştırır? Kız niye telefonunu verir? Bunları da anlamış değilim. Zira telefon kişiye özeldir. Bir başkasının karıştırması doğru değil. Daha nişanlı ve evli bile olmayan bu ikili, daha nikah bağı bile yokken erkeğin müstakbel eşine güvenmezse, kendisini aldattığına inanıyorsa, bu ilişki evliliğe nasıl dönüşür, dönüşse bile bu evlilik ne derece sağlıklı yürür?

Ebu Zer el Gıfâri'ye Ne Reva Görülürdü?

5.Müslüman olarak bilinen, içine sinmeyen hususları failine söylemek için gözünü budaktan esirgemeyen, doğrucu Davut biridir Ebu Zer el Gıfâri.

Sözünü söylerken başıma şu gelir, beni yaşatmazlar, işimden, gücümden olurum, ağrımaz başımı ağrıtmayayım demeyen biri.

Akrabalarını gözeten, onları devletin her bir kademesine yerleştiren Hz Osman'ın tasarrufuna karşı çıkmış. Devlet başkanının yüzüne, bu yaptıkların doğru değil diyerek onu eleştirmiştir. 

Ebu Zer'in eleştirilerine tahammül edemeyen Hz Osman, onu Şam'a Muaviye'nin yanına gönderir. 

Ebu Zer, Şam'da da rahat durmaz. Çünkü Muaviye'nin de yönetim tarzını beğenmez. Onun şaşalı hayat ve saltanat sürmesini de eleştirmiştir. 

Ebu Zer'in eleştirilerinden rahatsız olan Muaviye, ya Osman! Şu Ebu Zer'i yanımdan al demek suretiyle onu tekrar Medine'ye Hz Osman'ın yanına gönderir. 

Medine'den Şam'a yer değişikliği Ebu Zer'i değiştirmemiş olmalı ki Hz Osman Ebu Zer'i Rebeze çölüne sürgün eder. Geri kalan ömrünü Ebu Zer Rebeze'de geçirir ve burada ömrünü tamamlar. 

Gördüğüm kadarıyla Ebu Zer ne devlet başkanına ne valiye eyvallah dememiş. Onlara boyun eğmemiş. Doğru bildiğini yüzlerine söylemekten ictinap etmemiş. Konforu değil, çileyi göze almış, üç maymuna oynamamış, sessiz kalmamış, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dememiş. Hz Osman peygamberin damadı. Onu eleştirmek bana yakışmaz deyip içine kapanmamış. Dilsiz şeytan olmak istememiş. Medine ve Şam'ın güzel havasından ve imkanlarından yararlanmak varken çölün zor şartlarında yaşamayı tercih etmiştir. Kısaca Ebu Zer tasarruflarıdan dolayı kendi camiasınıe leştirmiştir. 

Bugün Hz Osman'ın tasarrufları eleştirilirken, Muaviye'nin ismini doğru dürüst kimse ağzına almazken Ebu Zer'i eleştireni pek görmedim. Çünkü zaman Ebu Zer'i haklı çıkarmıştır. 

Anladığım kadarıyla günümüzde olduğu gibi geçmişte de kimse eleştiriye pek gelmemiş. Eleştiriye gelmeseler de ne Hz Osman ne de Muaviye Ebu Zer için hapsi düşünmemiş, rızkını kesmemiş. Sürgün etmişler sadece. 

Düşünüyorum da Ebu Zer bugün aramızda yaşasaydı, aynı ya da benzer eleştirileri bugün de yapacaktı. Çünkü huylu huyundan vazgeçmez. Hele ki doğrucu Davut ise. 

Bugün de en ufak bir eleştiriye tahammül yok. Belki karşıt düşünce sahiplerine tahammül edilse de evin içinden eleştiriye hiç tahammül yok. Hatta böyle eleştiri getirenlere karşıt mahalleye şirin gözükmeye çalışıyor diyorlar ya da pirincin içindeki beyaz taş benzetmesi yapıyorlar. 

Öyle zannediyorum, Ebu Zer bugün yaşasaydı, eleştiri oklarını evin içine döndürecekti. Böyle bir Ebu Zer'e günümüzde ne yapardık? Öyle zannediyorum, sürgünle yetinmez,  onu doğduğuna, doğacağına pişman ederdik. Rızkını kesme, makam ve mevkisini alma, dışlama, horlama, cezaevi vs. her şeyi ona reva görürdük sanki.