21 Kasım 2025 Cuma

Dört Yıllık Birlikteliğin Geldiği Nokta

Cuma namazını kılmak için Alâeddin Tepesindeki camiye yöneldim. Eski nikah salonunu sağıma aldım. Yukarı doğru tırmanıyorum. Bir taraftan ezanlar okunuyor.

Nikah salonunun kuzeyinden camiye doğru yürürken biraz aşağıda kalan yol üzerinde bir gürültü koptu. Bir erkeğin sesi geliyordu. Al şunu yerden diyordu. Başımı çevirip baktığımda yere atılanın bir çiçek demeti olduğunu gördüm.

Biri kız, diğeri erkek iki gençti tartışan. Sadece erkeğin sesi geliyordu. Belli ki erkek kıza çiçek vermiş, kız da çiçeği yere atmış. Erkek yerden aldığı çiçeği alıp kıza vermeye çalışıyordu. Erkeğin yüksek sesle konuşmasından kız geri dönüp giderken erkek seslendi: "Gidersen dört yıllık birlikteliği bitirirsin. Bu iş biter. Bunu istiyor musun” diyordu. Birlikteliği bitirmeye niyeti olmayan kız tekrar geri dönüp erkeğin yanına geldi.

Kız geri gelmesine rağmen erkek sakinleşmedi. Kız yanında yürümek istiyor ama erkek durdurup konuşmaya daha doğrusu bağırmaya devam ediyor. Bir taraftan da elindeki telefondan bir yerlere bakıyor. Erkeğin sesi yükseldikçe geçip gidenler sakin sakin konuşmalarını önerdi. Erkek, "Haklısınız. Ben böyle değildim" dedi. Etrafında gelip geçen azaldıkça erkek kıza yine fırça kayıyordu. "Telefonuna bakmasam haberim olmayacaktı. Bu ne şimdi" dedi. Kız, "Açıklayabilirim, demiş olmalı ki erkek, "Neyi açıklayacaksın" diyerek kızı susturuyor. Kız edebinden mi susuyor yoksa suçundan dolayı mı susuyor bilmem. Nikah salonunun görevlisi, "Millet cumaya gitti. Bunun zamanı değil diye uyardı. Her uyarı ile ses biraz kısılsa da erkek kendini tutamıyordu.

Onlar tartışa dursun. Ben camiye girdim.

Anladığım kadarıyla Alâeddin’de buluşmuşlar. Buluşmaya gelmeden önce erkek çiçek yaptırmış. Belki de dört yıl önce tanışmalarının anısına bir çiçekti bu.

Dört yıllık birlikteliğin bu noktaya gelmesinde, sanırım, kıza başka birinin gönderdiği mesajlar neden olmuş. Erkek kızın telefonunu zorla mı aldı yoksa telefonuna bakarken mesajları görmüş olmalı ki erkek bu mesajları aldatma olarak görüyor ve var gücüyle kıza kızıyor. Kırmızı görmüş boğa gibi bir haletiruhiye içerisine girince, "açıklayabilirim" denmesine bile kulak vermiyor.

Sonra ne yaptılar, bağırış çağırış yola devam mı ettiler, arayı buldular mı, kıza izah imkanı verildi mi, kız çekip gitti mi, birliktelik devam edecek mi, burada bitti mi bilmiyorum. Şu var ki herkesin gözü önünde bu durum hiç hoş kaçmadı. Dört yıl birliktelik de bana normal gelmedi. Şimdiye kadar bu birliktelik çoktan evliliğe dönüşmesi gerekirdi. Bir diğer husus, kızın telefonunun erkekte ne işi var? Erkek telefonunu niye alır, ona ait bir telefonu niçin karıştırır? Kız niye telefonunu verir? Bunları da anlamış değilim. Zira telefon kişiye özeldir. Bir başkasının karıştırması doğru değil. Daha nişanlı ve evli bile olmayan bu ikili, daha nikah bağı bile yokken erkeğin müstakbel eşine güvenmezse, kendisini aldattığına inanıyorsa, bu ilişki evliliğe nasıl dönüşür, dönüşse bile bu evlilik ne derece sağlıklı yürür?

Ebu Zer el Gıfâri'ye Ne Reva Görülürdü?

5.Müslüman olarak bilinen, içine sinmeyen hususları failine söylemek için gözünü budaktan esirgemeyen, doğrucu Davut biridir Ebu Zer el Gıfâri.

Sözünü söylerken başıma şu gelir, beni yaşatmazlar, işimden, gücümden olurum, ağrımaz başımı ağrıtmayayım demeyen biri.

Akrabalarını gözeten, onları devletin her bir kademesine yerleştiren Hz Osman'ın tasarrufuna karşı çıkmış. Devlet başkanının yüzüne, bu yaptıkların doğru değil diyerek onu eleştirmiştir. 

Ebu Zer'in eleştirilerine tahammül edemeyen Hz Osman, onu Şam'a Muaviye'nin yanına gönderir. 

Ebu Zer, Şam'da da rahat durmaz. Çünkü Muaviye'nin de yönetim tarzını beğenmez. Onun şaşalı hayat ve saltanat sürmesini de eleştirmiştir. 

Ebu Zer'in eleştirilerinden rahatsız olan Muaviye, ya Osman! Şu Ebu Zer'i yanımdan al demek suretiyle onu tekrar Medine'ye Hz Osman'ın yanına gönderir. 

Medine'den Şam'a yer değişikliği Ebu Zer'i değiştirmemiş olmalı ki Hz Osman Ebu Zer'i Rebeze çölüne sürgün eder. Geri kalan ömrünü Ebu Zer Rebeze'de geçirir ve burada ömrünü tamamlar. 

Gördüğüm kadarıyla Ebu Zer ne devlet başkanına ne valiye eyvallah dememiş. Onlara boyun eğmemiş. Doğru bildiğini yüzlerine söylemekten ictinap etmemiş. Konforu değil, çileyi göze almış, üç maymuna oynamamış, sessiz kalmamış, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dememiş. Hz Osman peygamberin damadı. Onu eleştirmek bana yakışmaz deyip içine kapanmamış. Dilsiz şeytan olmak istememiş. Medine ve Şam'ın güzel havasından ve imkanlarından yararlanmak varken çölün zor şartlarında yaşamayı tercih etmiştir. Kısaca Ebu Zer tasarruflarıdan dolayı kendi camiasınıe leştirmiştir. 

Bugün Hz Osman'ın tasarrufları eleştirilirken, Muaviye'nin ismini doğru dürüst kimse ağzına almazken Ebu Zer'i eleştireni pek görmedim. Çünkü zaman Ebu Zer'i haklı çıkarmıştır. 

Anladığım kadarıyla günümüzde olduğu gibi geçmişte de kimse eleştiriye pek gelmemiş. Eleştiriye gelmeseler de ne Hz Osman ne de Muaviye Ebu Zer için hapsi düşünmemiş, rızkını kesmemiş. Sürgün etmişler sadece. 

Düşünüyorum da Ebu Zer bugün aramızda yaşasaydı, aynı ya da benzer eleştirileri bugün de yapacaktı. Çünkü huylu huyundan vazgeçmez. Hele ki doğrucu Davut ise. 

Bugün de en ufak bir eleştiriye tahammül yok. Belki karşıt düşünce sahiplerine tahammül edilse de evin içinden eleştiriye hiç tahammül yok. Hatta böyle eleştiri getirenlere karşıt mahalleye şirin gözükmeye çalışıyor diyorlar ya da pirincin içindeki beyaz taş benzetmesi yapıyorlar. 

Öyle zannediyorum, Ebu Zer bugün yaşasaydı, eleştiri oklarını evin içine döndürecekti. Böyle bir Ebu Zer'e günümüzde ne yapardık? Öyle zannediyorum, sürgünle yetinmez,  onu doğduğuna, doğacağına pişman ederdik. Rızkını kesme, makam ve mevkisini alma, dışlama, horlama, cezaevi vs. her şeyi ona reva görürdük sanki. 


20 Kasım 2025 Perşembe

Keşke Herkes Siyasiler Gibi Olsa!

Kendileri için bir şey istemezler. Parolaları, "Kendim için bir şey istiyorsam namerdim" derler.

Hep milletine hizmeti şiar edinmişlerdir.

Yola çıkarken, mesele vatansa gerisi teferruat prensibini düstur edinmişlerdir. Çünkü vatan sevgisi böyle bir şey.

Bundan dolayıdır ki yaşı başını almış, yürümekte zorlanmalarına ve okumakta güçlük çekmelerine rağmen torun torbaya vakit ayırmadan, gecelerini gündüze katarak hummalı bir şekilde çalışmaya devam ediyorlar.

Yaz demezler, kış demezler. Memleketi bir uçtan diğer uca arşınlarlar.

Yorulmak nedir bilmezler. Uyku, dur, durak kendilerine yabancı mı yabancı.

Memleket sevdası onları bu yola iten.

Yola çıkarken kah kefenlerini giyerler kah kızılcık şerbeti içerler kah baldıran zehri.

Bu yola baş koyarken ben baş olayım demezler. Yol arkadaşları onları baş yapar. Ben aday olayım demezler. Birlikte ıslandıkları, ne yapıp ne edip onları aday gösterirler.

Sevenleri tarafından kendilerine gösterilen sevgi, saygıdan mahcubiyet duyarlar.

Yaptıklarını ve yapacaklarını balık bilmezse Halik bilir düşüncesi içerisindeler. Ama balık da bilirse fena olmaz. Çünkü nankörlüğün gereği yok.

Hizmette sınır tanımazlar. Bunun için saçlarını süpürge ederler.

Normal şartlarda çok tevazu sahibidirler. Koruma istemezler, konfordan nefret ederler. Uçak, özel oto, makamı şoförü bile istemezler. Kendi eşyalarını kendileri taşımak isterler. Ama bulundukları makam ve temsil ettikleri yerin itibarını korumak için bunlara boyun eğerler. Bir de zamanla yarıştıkları için mecburen birileri eşyasını taşımak zorunda kalıyor. Değilse, niye taşımasınlar.

Tasarruf onların olmazsa olmaz kırmızı çizgisi olsa da işin içine itibar girince maalesef mecburen itibarı tercih etmek zorunda kalıyorlar.

Allah vergisi kabiliyetleri var. Belli ki doğuştan gelen bir yetenek.

Anlamadıkları yok. Her şeyden anlarlar.

Konuşmak, hep konuşmak, sadece konuşmak onlardan ayrılmaz bir parça. Allah var, hakkını veriyorlar. Değme avukatlar onlarla yarışa giremez.

Onlar eşittir; hamaset, slogan, meydan okumadır. Analar ne yiğitler doğurmuş dersin onlar gürledikçe.

Savunma, saldırı, çamur at izi kalsın, algı, mazeret üretme, kılıf bulma, bahane uydurma gibi özellikleri saymakla bitmez.

Allah vergisi bir yönleri daha var. Kırarlar, dökerler. Faturayı halka fatura ederler. Bu da çok önemli değil. Zira gülün dikeni gibi bir şey bu. Halk o kadarına da katlansın artık. Ayrıca sevmenin, ölümüne destek vermenin bir bedeli olacak değil mi? 

Başka ülkelerin siyasetçileri gibi sevenlerini yarı yolda bırakmazlar. Pazara kadar değil, mezara kadar bu mesleği icra ederler. İstifa nedir bilmezler. Çünkü istifa demek, kaçmak demektir, suçu kabullenmek demektir.

Zaman zaman özeleştiri yapıp acaba bende bir hata var mı, yaptığım yanlış var mı diye sorgularlar. Ama bulamıyorlar. Çünkü vermeyince Mabud, ne yapsın bunlar.

Bir başka maharetleri daha var. "U" dönüşünde, zikzak çizmede, büyük lokma yemede, en son söyleyeceğini en başta söylemede üstlerine yoktur. Çünkü mesele memleket meselesi olunca, sınır tanımazlar.

Bunlar ve daha fazlası siyasilerde var. Keşke siyasilerdeki saymakla bitmez bu özellikler halkta da olsa, bu memleketin çözülmedik hiçbir meselesi kalmaz. Keşke onlardaki vatan sevgisi ve hizmet aşkı millette de olsa. Keşke emeklilikleri gelmesine, yaşları 65'i geçmesine rağmen bu memleketin tüm fertleri bunlar gibi çalışsa, ülke şaha kalkar. Ülkeyi yere de kimse indiremez. Bu ve bundan sonraki yüzyıllar bizim asrımız olur.

Tüm bunlara rağmen kıymetini biliyor muyuz onların? Maalesef buna evet diyemeyeceğim. Çünkü nankörlük bizde diz boyu.