Bir zamanlar bu ülke, laik-seküler ve mürteci diye kutuplaştırıldı. Siyasette ve basında sürekli irtica korkusu pompalandı. Başörtüsü siyasi simge kabul edildi. Başörtülülere okullar ve kamusal alan dar edildi. Seçimlere bu gerilimle gidildi. Birkaç dönem seçimler bu atmosferde yapıldı.
Bir ara kutuplaştırmanın adresi Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) idi. Televizyonlar günlerce Ergenekon'dan bahsetti. Çoğu kimse Ergenekoncu diye içeri atıldı.
Bu süreçte asker darbe yapacak korkusu pompalandı. Yapılan operasyonlarla birçok üst düzey subay Ergenekoncu diye tutuklandı.
Ergenekoncu diye içeri alınanların davaları uzun süre devam etti. Çoğu yargılanıp mahkumiyet aldı. Konuşan askerler susturuldu. Askeri vesayet geriletildi. Seçimler bu atmosferde yapıldı.
Bu süreçte başta Zaman gazetesi olmak üzere gazetelerde çarşaf çarşaf isimler ve ne yaptıkları yayımlandı. Silahların nerelere gömüldüğü işlendi. Darbe hazırlık safhalarına yer verildi. STV ise hem haberlerinde hem tartışma programlarında Ergenekon'u işledi.
Sonra bir sabah kalktık ki "Kandırıldık. Kahraman ordumuza kumpas kurulmuş" dendi. Ergenekonla mücadele bitti. Yıllarını Ergenekon yargılamasına veren mahkeme, "Ergenekon diye bir örgütün varlığı tespit edilememiştir" demek suretiyle yargılamaya son noktayı koydu. Bu davadan mahkumiyet alanlar yeniden yargılanmak suretiyle beraat ettiler. İçeride yatanlar belki de devletten tazminat aldılar. Suçsuz yere yatmışlarsa tazminat almak haklarıdır.
Ergenekon diye bir örgütün olmadığı anlaşılınca, bir zamanlar Ergenokon operasyonlarını devlet adına yapan "Hizmet Hareketi" 17-25 Aralık operasyonunu başlattı. Zaman ve Taraf gazetelerde ve STV'de "Yolsuzluk var" konusu işlendi. Tapeler havada uçuştu. Üç bakanın adı yolsuzlukla anıldı. Hele bir bakanın hediye dediği pahalı saat çok konuşuldu. Üç bakan Yüce Divana gitmekten oy çokluğuyla kurtuldu. Ülke, "Yolsuzluk var/yolsuzluk yok, hükümete yargı darbesi var" diye ikiye bölündü. O süreçte 17-25 Aralık, "17-25 haftası" olarak anıldı.
17-25 Aralık öncesi bu ülke 2013 yılında "Gezi olaylarına/Gezi kalkışmasına şahit oldu. Taksim merkezli sokak hareketleri büyükşehirlere sıçradı. Güç bela sokağa hakim olundu. Çok kişi tutuklanıp yargılandı. Uzun bir yargılamanın ardından çoğu berat etti. Bildiğim kadarıyla bir kişi var Gezi olaylarından mahkumiyet alan.
15 Temmuz 2016 yılında bir zamanlar "Hizmet Hareketi/Paralel Devlet Yapılanması diye bilinen örgüt darbeye kalkıştı. TBMM bombalandı. Asker askerle, polis polisle karşı karşıya geldi. 251 insanımızın vefatıyla sonuçlandı bu darbe teşebbüsü.
1970'lerden beri Türkiye'yi uğraştıran terör örgütü PKK'yi söylemeye gerek yok.
Yine 1938 ile 1950 yılları arasında ülkeyi yöneten zihniyeti de burada eklemek lazım.
Alevilik-Sünnilik, Türk-Kürt konusu da bir zamanlar epey gündemimizde kaldı.
Yakın bir zamanda ülkede yabancılar meselesi patlak verirse sürpriz olmaz.
Kısaca bu ülkede ezeli ve ebedi düşmanlar eksik değil. Gücü ele geçirmek veya bir güç olmak ya da gücü elde tutmak isteyenler düşmanla yaşarlar. Bir yerde düşman varsa orada kutuplaştırma eksik olmaz. Kutuplaşılan bir yerde oylar banko olur. Çünkü korku siyaseti hakim olur. Korkan da birilerinin şemsiyesi altına sığınır.
Bu korkulan düşmandan birileri daima ekmek yer. Korkutulan düşman Ergenekon, Gezi, FETÖ gibi konjonktürel olabilir ya da 1938-1950 dönemi zihniyeti ve PKK olabilir. Her ne kadar PKK şimdi tehdit olmaktan çıkmak üzere ise de terör örgütü üzerinden birileri çok ekmek yedi. Şu var ki 1938-1950 dönemi ekmek yemek isteyenler için bitek bir tarla. Bu dönemde yapılanları sürekli gündemde tutmak suretiyle birileri ekmek yemeye devam etmekte.
Bugün Ergenekon ve Gezi tehdidi kalmadı. Ama FETÖ tehdidi devam ediyor. Bu tehdit ne zamana kadar devam eder? Bir başka tehdit ortaya çıkıncaya kadar devam eder.
Kısaca bu ülkede düşman bulmak, birilerini düşman göstermek suretiyle birileri korku pompalar. Bu pompalanan korku onları ayakta tutar. Düşman yoksa yaşama şansları yoktur. Hiç düşman kalmasa mutlaka bir düşman bulunur.