17 Haziran 2022 Cuma

Jim Collins’in Yönetim Felsefesi Kitabından *

1.Başarıdan Doğan Hubris. Yunan mitolojisine ait bir kavram olan Hubris, “Tanrı pozu takınmak” demektir. Türkçeye “Küçük dağları yaratmak” şeklinde çevrilebilir belki. Collins’in kısa açıklaması şu: Başarı, büyük işletmeleri ortamdan yalıtır; yöneticileri mağrur ve duyarsız hale getirir. Liderler kendilerini başarıya götüren faktörleri unutuverir ve her şeyi kendi güçlerine hamlederler. Akıl ve kabiliyetlerinin etkisini abartırlar.

2.Disiplinsiz Daha Yok mu Arayışı. Başarının yol açtığı gurur, yöneticileri “girecekleri her işi mutlaka başaracakları yanılgısına” sürükler. Böylece esasta anlamadıkları ve başaramayacakları alanlara disiplinsiz dalışlar yaparlar. “Bir organizasyon, anahtar koltuklarını doğru insanlarla doldurma kabiliyetinin ötesinde büyüdüğü zaman, uçurumun eşiğine gelmiştir. Devlerin düşüşünü en iyi özetleyen kelime, hadsiz genişlemedir. (overreaching).”

3.Risk ve Felaketin İnkarı. İşletmeler bu evreye girdiklerini çoğu zaman fark etmez, ortaya çıkan sorunları “geçici”, “o kadar da kötü değil”, “çevrimsel (bütün dünya yaşıyor)” ve en kötüsü “temelde yanlış olan bir şey yok” gibi ifadelerle geçiştirirler. Liderler olumsuz verileri hafifser, olumlu birkaç veriyi şişirir ve “sorumluluğu üstlenmek yerine dış güçleri suçlarlar”.

4.Kurtuluş İpine Sarılmak. Üçüncü aşamadaki sorunların geçici değil de ciddi olduğu kısa zamanda görülmeye başlar. “Bu aşamada kritik soru şudur: Yöneticiler kısa vadeli hızlı çözüm peşine mi düşecek; yoksa onları başarıya götürmüş olan disiplinlere mi dönecekler?” Kısa yolu tercih edenler karizmatik liderlere, oyunun kurallarını değiştirebilecek büyük çaplı bir alım ve ittifaklara veya bunlara benzer sihirli değneklere bel bağlar. Ancak hiçbir kalıcı başarı sağlayamazlar.

5.Eller Yukarı (Çaptan Düşüş yahut Ölüme Teslim Olmak). Şirket dördüncü evrede ne kadar uzun süre kalır ve şipşak sonuç vereceği sanılan sihirli değnekleri denerse, aşağı düşüşü o kadar şiddetli olur. "Pahalı yanlış girişimler hem finans hem de moral gücünü o kadar aşındırır ki yöneticiler geleceğe dair bütün umutlarını yitirirler." 

*18/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

15 Haziran 2022 Çarşamba

Çocuğunuz Yazın Ne Yapacak? *

İlk, orta ve lise öğrencileri uzun bir yaz tatiline hazırlanıyor. Çocuklar oh be okul bitiyor, uzun bir tatil beni bekliyor diye sevine dursun. Anne ve babalar şimdiden çocuğuna yer ve iş arayışına girdi. Çoğu da çocuğu için yerini ayarladı bile.

Aile yapısına göre ve bölgeler arasında değişiklik göstermekle beraber genelde aileler, çocuğum yazı boş geçirmesin istiyor. Bunun için kimi Kur’an öğrensin diye Diyanet’e bağlı kurslara kimi vakıf ve cemaat kurslarına yazdırıyor. Kimi de yüzme başta olmak üzere diğer sportif faaliyetlere yazdırıyor. LGS veya YKS’ye hazırlanmak için etüt merkezlerine ve kurs merkezlerine yazdırılanlar da var. Pek azı da biraz zanaat öğrensin diye sanayiye veriliyor. Bir kısmı da açılsın, biraz görgü öğrensin diye bir esnafın yanında getir götür işlerine veya tezgahtarlık gibi işlerde değerlendiriliyor. Kimi de hiçbir yere gitmeyip şu sokak senin, bu sokak benim diyerek üç beş arkadaş mahalleyi arşınlıyor. Özellikle yazı evinde geçiren çocuklarla annelerin pek anlaşabildiğini düşünmüyorum. Çocuk her eve geldiğinde anneden; hep geziyorsun, hiçbir iş yapmıyorsun, derslerine bakmıyorsun, kitap okumuyorsun gibi lafları aşağı yukarı her gün işitir.

Anne babalar yazı değerlendirsin diye her ne yapıyorlarsa çocuğunun iyiliği için yapıyorlar. Bunda şüphe yok. Çocuk kendilerinin. Her neye karar verirlerse kendileri bilir. Çocuk da tüm bir yaz dönemini başıboş geçirmesin. Dozajını ayarlamak suretiyle vaktini bir şeylerle değerlendirsin. Yalnız tüm bunları yaparken çocuğun psikolojisini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. İzninizle bu konuda yazmak isterim.

Eğitim ve öğretimi beğenelim veya beğenmeyelim, çocuğumuz 8-9 ay boyunca her gün okula gitti geldi. Akşam eve gelince zaman zaman ödevini yaptı, okul sınavlarına çalıştı. Okul derslerini değerlendirdi veya değerlendirmedi. Bilelim ki sabahtan akşama sınıf ortamında ders dinlemek zihin yorgunluğuna sebebiyet verir. Bu zihnin yeni bilgi alması için boşalması gerekiyor. Bunun yolu da tatil ve istirahattir. Yani çocuğunuzun iyi bir dinlenmeye ihtiyacı vardır. Okullarımızda zaten eğitim yapılmıyor, yapılan da öğretimden ibaret. Bunu da çok iyi yapamıyoruz. Eğitim ve öğretim sezonunda bilgi, yazın bilgi, dolu beynin üzerine bilgi yüklemek gibidir. Nasıl ki tok insan, tokluğun üzerine yediği zaman yediğinden içtiğinden haz almıyorsa dolu beyin de bilgi almada zorlanır. Çünkü boş ya da boşalan beyin de aç mide gibidir. Bırakalım çocuğumuz gezerek, dolaşarak, sportif faaliyetlere giderek zihnini biraz boşaltsın. Hele ilkokul ve ortaokulun ilk iki sınıf seviyesi çocuklar için oyun dönemidir. Bu yaştaki çocukların bilgiden ziyade oyun oynamaya ihtiyacı vardır. Çocuk oyunla büyüsün, oyuna doysun. Gerekli ve gereksiz bilgilerle çocuklarımıza küçük yaşta iken gücünün üzerinde yük yüklemeyelim. Bugünün dünyasının en büyük eksiği bilgi değildir. Aynı zamanda bilgiye ulaşım eskisi gibi zor da değildir. Çocuk ne zaman ihtiyaç hissederse bilgi eksikliğini giderir.

Küçük yaştaki çocuklara özellikle anasınıfı, ilkokul ve ortaokul seviyesindeki çocuklara bu yaş seviyelerinde verilebilecek en güzel sorumluluk davranış olmalıdır. Onlara bu yaşta iken akranlarıyla birlikte yaşamayı, paylaşmayı, çevreyi kirletmemeyi, çevreye ve eşyalara zarar vermemeyi, arkadaşlarıyla iyi geçinmeyi, nazik konuşmayı, görgü kurallarını vs. bilincini aşılamak lazım. Ağaç yaş iken eğilir sözü de bunu açıklıyor. Lütfen öğrenime verdiğimiz önemin daha fazlasını davranışa verelim.

*17/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Nasıl Anmam Anamı Şimdi *

Halen kaldığım evde oda çok. O odadan bu odaya girip çıkıyorum. Kah terastayım kah oturma odasında kah mutfakta, üç katın arasında dolaşıp duruyorum. Aşağıya inmişim, üçüncü katta bir şey unutmuşum, çık yukarı. Yukarı çıkmışım, aşağıda bir şeyim kalmıştır, in aşağı. Bol merdivenli bir ev anlayacağınız. Bir ara kaç basamak var diye saymıştım. Sayısını unuttum. İki yıldır bilfiil günübirlik yürüyen benim için inip çıkmak zor gelmiyor. Bir nevi antrenman oluyor. 

Uzağı gösteren bir de gözlüğüm var. Bir zamanlar sabah kalkar kalkmaz gözümde idi. Onsuz bir yere çıkmazdım. Yaş 45’i bulduğundan itibaren uzak gözlüğe pek ihtiyaç duymuyorum. Sadece dışarı çıkacağımda ve uzağa bakacağımda lazım oluyor. Yakın gözlüğü lazım ama uzak için kullandığım gözlüğü çıkarınca kitabımı okuyabiliyor, telefonuma bakabiliyorum. Bundandır ki bir yere oturup göze ihtiyaç duyan bir işle meşgul olduğumda ilk işim, gözümdeki gözlüğü çıkarmak oluyor. Önceleri saçlar varken başımın üstüne yerleştirirdim gözlüğü. Saçların kısalması ve dökülmesiyle birlikte kafada gözlük durmaz oldu. Sağıma, soluma, önüme, arkama, masaya vs. yerlere rastgele koyuyorum. Bir yerde oturup kalmıyorum. Lavabo, mutfak, oturma odası, yatak odası dolaşıyorum.

Ardından dışarı çıkmam gerektiğinde elimi gözüme bir atıyorum. Gözlük yok. Benim işim bundan sonra başlıyor. Tüm girip çıktığım yerleri bir hızla kontrol ediyorum. Baktığım yere bir daha bakıyorum. Yok bir yerde. Uçup gitmiş sanki. Eskiden böyle miydi halbuki. Neyi nereye koyduğumu bilir, hiç aramadan koyduğum yerden alırdım. Bazen de nereye koyduğumu, gittiğim ve oturduğum yeri zihnimden geçirerek bulurdum. Yaşın ilerlemesinden midir, şimdi gözlük arıyorum durmadan. Bazen de gözümde gözlük varken gözlüğü aradığımda olur.

Gözlük aramama birkaç defa annem de şahit oldu. Ne aran kuzum dedi. Gözlüğümü arıyorum dedim. Nereden söylediysem, oğlum sende tansiyon var da ondan aran dedi. Ne tansiyonu ana? Yapma Allah aşkına. Tansiyon kim, ben kim. Kan vereceğimde tansiyonumu ölçerler, hep 12-8 çıkar. Yani tam kıvamında tansiyonum dedim. Ben dedim ama anam durur mu, ne zaman bir şeyler arandığımı hissetsin. Lafı yapıştırdı, sende tansiyon var diye. Oymuş, bir daha gözlük aradığımı belli etmemeye çalıştım. Yeter ki odasına girmiş olayım. Ne aran diyor ama söyler miyim? Yok, bir şey diyorum.

Gel zaman git zaman, sabah baş ağrısı ile uyanmaya başladım. Elimi yüzümü bir güzel soğuk su ile ovuyor, başımı ıslatıyorum. Nedense eski tedavi yöntemlerim baş ağrısını gidermeye yetmedi. Ağrı kesici ile işim olmaz zaten. Duş aldım, gezip dolaştım, yürüyüşümü yaptım, yine olmadı. Şimdi geçer, az sonra geçer derken çoğu zaman akşamı yaptım baş ağrısı ile. Ağrının yanında kafamda bir yük taşıyor gibiyim. Gözlerim kararıyor, eskisi gibi net göremiyorum.

Sonunda acaba bende tansiyon olabilir mi, gidip bir ölçtüreyim dedim. 15-9 çıktı. Bir hafta bir ölçelim dendi. Her gün ölçtürüyorum: 14-9, 13-9, 14-9 şeklinde bir sonuç çıkıyor. Dört gündür bu aralıklarda gezindiğine göre belli ki geçici ve aniden yükselen bir tansiyon değil bendeki tansiyon. Öyle zannediyorum, bu hastalık kalıcı olacak.

Bu durumu hanımla paylaştım. Çocuklara söyleyeyim mi dedi. Hayır dememe rağmen bu bilgi çocuklara yetiştirilmiş. Baba, tansiyon var da niye söylemedin diyecek gibi oldular, bir hafta ölçüm sonucunda bir hastaneye gidelim dediler. Bakarız dedim ama ardından oğlum, babaanneniz 90’ına merdiven dayamış, ilkokul yüzü görmemiş, okur yazarlığı bile yok. Siz ise okudunuz, bu işin öğrenimini gördünüz. Sizin farkına varmadığınız tansiyonumu anam bildi dedim, gülüştük.

Hasılı dostlar, bir tansiyon hastasıyım. Bu hastalık ise strese gelmezmiş, maazallah tansiyonu fırlatırmış. Sizden istediğim, tansiyonumu yükseltecek moral bozucu şeylerden uzak durmanız.

*25/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.