9 Ağustos 2020 Pazar

Gençler Yol Ayrımında *

Gençlerin okul öncesi, ilk, orta ve lise okuma serüveninden bahsetmeyeceğim. Bunlar her çocuğumuzun okumakla yükümlü olduğu öğretim kademeleridir ve zorunludur. Bu, ayrı bir yazı konusudur. Burada liseyi bitirmiş üniversite tercihinde bulunacak çocuklarımız üzerine birkaç kelam etmek isterim. Üniversite tercihlerine gelmeden önce bazı bilgilere yer vereceğim:

*2020 yılı itibariyle 129’u devlet, 77’si vakıf olmak üzere 206 üniversitemiz var.

*Üniversitelerde okumakta olan öğrenci sayısı, (2019 Mayıs itibariyle) 1 milyon 492 bin 277’dir.
*Çoğu bölümler tercih edilmediği için kontenjanını dolduramamıştır.

*2020 YKS’ye 2,5 milyona yakın öğrenci müracaat etmiş; TYT’ye 2.296.138, AYT’ye 1.672.376, YDT’ye 105.579 aday katılmış, sonuçlar 28 Temmuzda açıklandı.

*Üniversiteli olmak isteyen adaylar 6-14 Ağustos tarihleri arasında tercih yapmak zorundalar.

Bilgilerden anlaşılacağına göre üniversite sınavına giren öğrenci sayımız çok, aynı zamanda her öğrencinin okuyabileceği üniversite sayımız da bir o kadar çok. İki yıllık ve dört yıllık üniversite tercih edebilecek barajı aşan çocuklarımız, puanlarına göre tercihte bulundukları takdirde üniversitelerimizde okuyabilecekleri bölümler mevcut. Yani açıkta kalan çocuğumuz pek olmayacak gibi.

Tercih edip okuyabilecekleri bölümler olmasına rağmen gençlerin moralleri bozuk ve kara kara düşünüyorlar. Çünkü ilk 20 binin üzerinde öğrenci alan hangi bölüme bakarlarsa baksınlar,  mezuniyet sonrası işsizlik mukadder görünüyor. Kara kara düşünmeleri de bundan. Niye düşünmesinler ki…Sağlık alanı, özellikle tıp fakülteleri dışında diş hekimlikleri, mühendislikler, eczacılık, hukuk, PDR gibi puanı yüksek bölümlerde bile bir tıkanmışlık durumu söz konusu. Hemen hemen her bölüm istihdam alanından fazla mezun verdiği için piyasada, iş bulamamış üniversite mezunları, gelecekten umut kesmiş bir şekilde umutsuz bir vaka olarak dolaşıyorlar. Bugün hangi birine “Arkadaş, yeni mezun oldun. Senin bitirdiğin bu bölümü tercih edeceğiz. Ne dersin” diye bir soru sorsan bir dokunup bin ah işitiyorsun. Aralarında anlaşmışlarcasına “Aman yazma, yazacaksan falan bölümü yaz” diyorlar. Tavsiye ettiği bölümden mezun olan birini bulup görüşünü almak istediğinde o da “Aman bizim bölümü yazma” uyarısında bulunuyor.

Yazdıklarımı abartı bulabilir. O kadar da değil, diyebilirsiniz. Hatta bana, moral vermiyor, pozitif enerji dağıtmıyor, felaket tellallığı yapıyorsun da diyebilirsiniz. Gerçekler acıdır. Durum maalesef böyle. Bu durumda olan öğrenci sayısı da az değil. Şu anda tercihte bulunacak 2 milyona yakın öğrencinin kahir ekseriyeti (derece yapanlar ve ilk 20 binde olanlar hariç) aynı haleti ruhiye içerisindedir.

Burada bana “Efendim, her mesleğin ve bölümün önü açık. Alanında iyinin iyisi olacaksın. Böyle olduğun takdirde iş bulma sorunu yok” şeklinde bir eleştiri getirilebilir. Doğrudur. İyinin iyisi olduktan sonra bir meslek, yok olmadığı müddetçe mezunlar piyasada iş bulabilir ve aranan eleman olurlar. Ama kaç kişi iyinin iyisi olabiliyor. Her çocuk akranlarının içerisinde iyinin iyisi olmak için yola çıkıyor. Yolun bitiminde kaç kişi zorlu maratonu başarıyla tamamlıyor. Üniversite sınavına hazırlanan her çocuk “en iyi olacağım, derece yapacağım” diye yola çıkar.  Sonuçta alanlarına göre 4-5 kişi ipi göğüsler. Diğerleri bunların arkasına sıralanır gider.

Elhasıl, üniversite adaylarının önünde fazla bir seçenek yok. Ya tercih yapmayıp bir yıl daha hazırlanacaklar ya da umut ve gelecek vaat etmese de doyuma ulaşmış bölümleri yazıp 4-5 yıl sonra şimdiki işsiz üniversiteliler gibi aynı kaderi paylaşacaklar. Önce bir yere girmek için uğraşacak. Baktı olmuyor, 25-26 yaşından sonra yabancısı olduğu meslekleri öğrenip şansını denemek istiyor.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki bizde üniversite kapısı veya üniversiteli olmak problem çözmüyor, problem üretmeye devam ediyor ve gelecek vaat etmiyor. Problemi daha da büyütüyor. Normalinden fazla üniversite ve bölüm açmanın ve makulün üstünde öğrenci almanın, ihtiyaç olmamasına rağmen birçok bölümün ikinci öğretimlerini devam ettirmenin, plansızlık ve programsızlığımızın ceremesini maalesef gençler çekiyor ve çekecekler. Tüm iyi niyetimize rağmen maalesef bu gençlere kötülük yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Unutmayalım ki yarını olmayan gençlerin bu ülkeye verebileceği bir şey olamaz. Burada suç gençlerin değil, maalesef biz büyüklerindir.

Son sözüm de üniversite adayı gençlere olsun: Gençler! Size umut vermek isterdim. Ama gördüğünüz gibi umut veremedim. Tercihlerde ne karar verirseniz verin, hakkınızda hayırlısı inşallah. Allah yardımcınız olsun...

*12/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Eleştirirken İnsafı da Elden Bırakmayalım! *

Türkiye'nin gündem eksiği varmış gibi şimdi de bir rektörün şeffaf bir şekilde atanma şartlarını belirleyerek ilana çıktığı ve herkese duyurduğu personel daire başkanlığına, tüm şartları taşıyan tek kişi olan eşini personel daire başkanı olarak atamasını konuşuyor. 
Kadın tüm şartları taşıyan bir Derya ise, eşiyle de arasında sağlam ve kopmaz bir nikah Bağ'ı var ise bunun neresini konuşurlar bilmem. Tamam, bir haksızlık varsa hep birlikte karşı çıkalım. Ama haksızlığa karşı çıkarken de insafı elden bırakmayalım. Konu madem açıldı, o zaman bu meseleyi enine boyuna irdeleyelim ve sonunda bu işin normal ve rutin bir atama ve olması gereken bir atama olduğunu kabul edelim. 
1. Eşinin tüm şartlara mücehhez olması ehliyet ve liyakate uygun olan değil mi? Böyle liyakatli biri varken başkasını alması hakkaniyete uygun olur muydu? Ne yapalım eşi olmuşsa... Siz ve eşiniz aynı şartlara haiz iken müracaat ettiniz de rektör "Ben eşimi alacağım mı" dedi. Bence rektörün eşini kıskanıyoruz. Eğer yanacaksanız eşinizin bu şartları taşımadığına yanın.
2. Rektör, damadı olmadığı için belki eşini almak zorunda kalmıştır. Adamın damadı vardı da damadına bir makam vermeyip eşini alsaydı, eleştirilerinizde bir haklılık payı olabilirdi.
3. Rektörü eleştirirken lütfen anlamaya çalışalım. Bu kişi rektör de olsa akşam olunca evine gidecek. Çünkü bir ailesi var, evine karşı da sorumlulukları var. İşten yorgun argın evine gidince evde ne olup bittiğini nereden biliyoruz. Eşi, "Bana bak! Ben kimsede olmayan bu şartlara ve üstün meziyetlere sahip iken nerede olsa iş bulurum. Boşalan daire başkanlığına benden iyisini mi bulacaksın? Beni başkan yapacaksan yap yoksa ben yapacağımı bilirim" dese hatta "bunu yapmayacaksan, bir kadın olarak İstanbul Sözleşmesinden doğan 6284 sayılı kanunun bana verdiği yetkiyi kullanmak zorunda kalırım. Nasılsa benim beyanım esas. Polise, rektör bana şiddet uyguluyor desem ve sana 6 ay uzaklaştırma talep etsem, ne yapabilirsin? Başına ne gelecek, basın 'Rektör uzaklaştırma aldı' diye haber yapmayacak mı? Sen en iyisi mi beni al" diye bir emri vaki ile karşılaşmadığını nereden biliyoruz? Sayın rektör, eşinin bu masum isteğini yerine getirmediği takdirde evde aile saadetinin bozulmayacağına bir garanti verebilir misiniz? Eşi, bu işi yapmazsan babamın evine giderim deyip bir aile faciası ortaya çıkmaz mı? Bunlar bir varsayım. Ama tüm bunlar olası değil mi? Nice sebep ve bahanelerle birçok ocak dağılmıştır. Hepimizin istediği aileyi bir arada tutmak değil mi? Aile saadeti bozulan bir rektör, üniversitesini sağlıklı yönetebilir mi? Çocuklarımızı teslim ediyoruz. Bu durumda çocuklarımıza yazık olmaz mıydı?
4.Rektör, eşini mutlu etmek isteyemez mi? Mesela evliliklerinin kaçıncı yılı dolayısıyla bu senenin evlilik hediyesi bir makam olamaz mı? Hangi biriniz eşini mutlu etmek istemez? Öyle evlilik gününde bir gül hediyesi, bir lokantaya götürmek bayatladı artık. Çocuk mu avutuyorsunuz?
5. Rektörün eşiyle ilgili bu tasarrufu çocuklarımıza da güzel bir örnek olur. Aynı şeyi ileride bizim çocuklarımız da yapsa fena mı olur. Aday seçiminde de çocuklarımız, ileride bir makama gelirsem, istihdam edebileceğim kriterlere sahip bir eş seçmeliyim diyecek.
6. Rektör, rektör de olsam evin reisi eşim. Dışarıda emir veren ben, evde eşimden emir almaktan bıktım. Emrim altında çalıştırayım ki bu vesileyle iş icabı emir verebileyim. Böylece hıncımı biraz almış olabilirim diye düşünemez mi?
7. Rektör, eşini yanına alarak "Bak! Evde sen beni beğenmiyorsun ama ben burada binlerce kişiye emir veriyor, onlara hükmediyorum. Bana nasıl saygı gösteriyorlar. Aynı saygıyı senden de bekliyorum" mesajı vermek isteyemez mi?
8. Rektör eve gelince "Hanım! Bugün çok yoruldum" dediğinde eşinin, "Ne iş yaptın? Oturup oturup geliyorsun" sözlerinden bıkmış olmalı ki ne kadar çalıştığını eşini yanına alarak göstermek istemiş olamaz mı?
9. Yardım etmeye ilk önce yakınlarımızdan başlamayacak mıyız? Kişinin eşinden daha yakını olur mu?
10. Eve çift maaş girse fena mı olur?
11. Eşiyle kurumda altlı, üstlü çalışmak belki performansını yükseltiyordur. Biz işte yüksek performans ve verim istemiyor muyuz?
Sözün kısası, eşini üniversitesinde daire başkanı olarak istihdam eden rektörü -siz ne derseniz deyin- ben gördüğünüz gibi haklı buldum, hem de çok masum bir istek. Herkes eşine yanında iş verse işsiz kadın kalmaz. Böylece kadın istihdamına çözüm bulunmuş olur.

*10/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Ağustos 2020 Cuma

Ekmeği de Siz Alın, Çayı da Siz Koyun

18'indeki çocuğumdan bugün şantaja benzer bir tehdit aldım. Hani şu pandemi yasaklarına takıldığı için ekmek almaya gitmeyen oğlumdan.

Tüm suçum, oğlum! Bir çay koyar mısın, demek. Bana, "Üniversite tercihinde İzmir'i yazarım bak" demez mi...

Bir düşündüm. Git-gel İzmir 13 saat. Otobüs parası gidiş-geliş 160 TL. Ayrıca cebine harçlık. Bir de barınma masrafı... Baktım, bir çay koydurmak bana çok tuzlu gelecek. Bundan da geçtim. Gider minarelerden Çav Bella söyletmeye kalkar. Neme lazım? Ağrımaz başımı ağrıtmayayım...

Bir tevazu örneği göstererek "Aman oğlum! Dursun, çayı ben koyarım" dedim ve annesine koydurdum. O da koymasaydı kalkıp kendim koyacaktım. Dedim ya mütevazılık benden bir parça.

Aman aman! Siz siz olun, üniversite tercihinde bulunacak çocuğunuz varsa ne ekmek aldırın ne de çay koydurun. Bir dediğini iki etmeyin.

Not: 14'ünde tercihler bitsin. Ben ona ne yapacağımı biliyorum. Hep beraber göreceğiz.