3 Nisan 2019 Çarşamba

İki Müdür ya da İki Genel Başkan ***


Bir hikaye okumuştum. Yazıma kaynaklık etmesi için bu hikayeyi aradım, taradım. Maalesef arama motorlarında bulamadım. Hasılı benim hazıra konma işi suya düştü. Aklımda kaldığı kadarıyla hikayeyi yazmaya çalışayım önce. Sonra kıssadan hisse çıkarmaya çalışalım.

Bir fabrikanın müdürü çalışanlar arasında bir iş bölümü yapar, hepsine alanıyla ilgili sorumluluk verir. Her sabah işe geldiğinde işleyişi yerinde izlemek için çalışanları denetler, ardından koltuğuna yaslanarak gazetesini okumaya başlar. Bu durum her gün rutin bu şekilde böyle devam eder. 

Fabrikanın ürettiği malda ve veriminde bir sorun yok. Çünkü fabrika tıkır tıkır işliyor.

Yıllık zam zamanı gelir. Başarılı müdür yönetim kurulundan zam ister. Yönetim kurulu zamma karşı çıkar. Evet fabrika işliyor, kar da ediyor. Ama ortada müdüre zam verecek bir durum söz konusu değil. Çünkü müdürün yaptığı bir iş yok ortada. Odasında oturup gazetesini okumaktan başka bir iş yapmıyor. Üstelik müdürün halen aldığı maaştan daha düşük fiyata çalışacak başka müdürler de vardı. Sonuç olarak müdüre zam vermezler. Bu durum karşısında müdür görevinden istifa eder. 

Yönetim kurulu daha ucuza görev yapacak bir müdür bulur. Yeni müdür işe hızlı girişir. Doğru dürüst odasına gelmeden fabrikanın içinde gününü geçirir. Yönetim kurulu müdürden çok memnun. Çünkü durmadan çalışan, her işe koşuşturan ve her işe karışan çalışkan bir müdürleri var. Üstelik odasında bile oturmuyor. Gazete de okumuyor.

Gel zaman git zaman çalışkan müdüre rağmen fabrikanın verimi düşer, fabrika zarar etmeye başlar. 

Yönetim kurulu anlayamadıkları bu durumu yerinde tespit için fabrikanın içine girer, çalışanları yerinde görmek isterler. Bir makinenin başında bekleyen bir işçinin yanına varırlar. Niçin beklediğini sorarlar. Makinenin arızalandığını, müdürünü beklediğini söyler. Sen arızayı gideremez misin derler. Gideririm, fakat müdürüm bana yetki vermedi. O gelip makineyi tamir edecek der. Kurul üyeleri müdüre bakarlar. Tulumunu giymiş müdür, bir makineden diğerine koşuyor, eli-yüzü kan ter içinde.

Yönetim kurulu fabrikadan çıkarak toplantı odasına geçer. Çalışkan müdürün işine son verir. Zaten bir iş yapmıyor deyip zam vermedikleri eski müdürün kapısını çalarlar. Eski müdüre daha yüksek bir maaş teklif ederek yeniden fabrikanın başına getirirler.

Hikaye burada biter. İki müdürü kıyaslarsak ilk müdür, çalışanları arasında iş bölümü ve sorumluluk veriyor. Kendisi denetim ve rehberlik görevini yapıyor. İkinci müdür, bütün yetki ve sorumlulukları üzerinde topluyor. Her iş kendisinden geçiyor. Çalışanının yapacağı işi de kendisi yapıyor. İlk müdür de fabrika kar ediyor, ikinci müdür de ise zarar ediyor. 

Bu hikayeyi siyasi liderlerimize uygularsak sahaya çıkıp doğru dürüst miting yapmayan, TV kanallarında fazla boy göstermeyen genel başkan kazanıyor, tıpkı fazla iş yapar görünmeyen fabrikanın ilk müdürü gibi. Çünkü parti meclisinin onayından geçen adayları hummalı bir şekilde sahada çalışıyor. Yani sorumluluk ve yetki verdiği adaylar alanda ter döküyor. Diğer genel başkan ise belirlediği adaylardan fazla çalışıyor, ter döküyor. Bir güne sekiz miting sığdırıyor. Akşamında da bir TV kanalına çıkıyor. Yani en fazla miting yapıyor, fazlaca ekranlara çıkıyor. Uyku, dur durak nedir bilmiyor, sürekli koşuşturuyor ama seçimi kaybediyor, tıpkı fabrikanın çok çalışan müdürü gibi.

Sonuç, lider çok çalışan, her işe koşuşturan olmamalı. Yetki ve sorumlulukları ekibine yaymalı. Kendisi az inisiyatif almalı, gözetleyici, denetleyici ve izleyici olmalı. Rehberlik yapmalı. Lider dediğin en önde koşan değil, arka planda yol gösterici ve planlayıcı olmalı.

Umarım kıssadan hisse çıkarılır.



*** 06/04/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


31 Mart 2019 Pazar

"Ey İman Edenler! İman Ediniz…" *

Nisa süresi 136.ayette Allah: "Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine ve peygambere indirdiğine ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Her kim Allah'ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse apaçık bir sapıklık içerisindedir" buyurmaktadır. Ayeti diğer ayetlerden ayıran ve dikkat çeken yönü,  Allah'ın iman eden müminlere iman edin demesidir. Müfessirler bu ayetten ne anladıklarını tefsirlerinde açıklamışlardır. Müfessir değilim. Yarım mürekkep yalamış biriyim. Okudukça beni etkileyen bu ayet üzerine kalem oynatmaya çalışacağım.

Allah bu ayette iman edenleri yeniden imana çağırıyor. Buradaki iman edenlerden kasıt içinden inanmadığı halde dıştan inanmış gibi görünenler olsa gerek. Yani Allah münafıklardan bahsediyor. Münafık kime denir? İçi, dışı bir olmayan. Müslüman mahallesinde Müslüman görünen kişilerdir bunlar. Müslüman’mış gibi görünüp kafirlerle iş tutanlardır. Pirincin içindeki beyaz taştır bunlar. Yerken ayırt edemezsen dişini kırar. Peygamberimiz bunların üç özelliğinden bahseder:
1.Konuştuğu zaman yalan konuşur,
2.Söz verir, sözünde durmaz,
3.Kendisine bir şey emanet ettiğin zaman emanete ihanet eder.
Bu tip münafıklığı alimlerimiz itikadi münafıklık olarak görür. Kafirlerden daha beter olarak değerlendirir. Bir başka tip daha vardır ki bunlara da amelde münafık denmektedir. Bu tiplerin inancı var, fakat bu inançları pratiğe dönüşmüyor. Bugün itikadi münafıklıktan ziyade amelde münafıklığı ele almamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü inancını fiiliyata geçirmeyen insanımızın sayısı inancına göre yaşayanlardan daha fazladır.

Ayette Allah'ın iman etmiş görünenleri yeniden Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe imana çağırdığını dikkate alırsak ayetten kastedilen münafıklığın itikadi münafıklık olduğu anlaşılır. Çünkü Allah burada iman esaslarını saymıştır. Biz bu tipleri samimiyetsiz olarak değerlendirebiliriz. Çünkü din, her şeyden önce samimiyettir. Samimiyetin olmadığı yerde din olmaz.

Şimdi bu ayetten hareketle günümüzde  çoğunluğu oluşturan ameli münafıklara bir pay çıkarabilir miyiz? Yani inandığı gibi yaşamayan bizleri de Allah yeniden Müslüman olmaya çağırmış olabilir mi? Niye olmasın? Çünkü Allah bu ayette Müslüman görünümlü münafıkların samimiyetini sorgulamaktadır. Din samimiyet olduğuna göre bu samimiyet hem inançta hem de amelde olmalıdır. Maalesef bugün inandığını söylediği halde bu inancını pratiğe dökemeyen başta ben olmak üzere o kadar insanımız var ki dilimizle vücudumuz ayrı tellerden çalmaktadır. Mademki samimiyet sınavına tabi tutuluyoruz. O halde ha inançta münafık olmuşuz ha amelde münafık olmuşuz. Ne fark eder?

Anlatmak istediğim uzuvlarımız amel etmiyor. Uzuvlarla amel denince hem Allah'a karşı yapmamız gereken görevlerimiz var hem de kullarına karşı. Allah'a karşı görevlerimiz deyince namaz, oruç gibi ibadetler akla gelirken kullarına karşı görevlerimiz ise toplumsal barışı zedeleyen her türlü davranış ve tasarrufumuz akla gelir. Bugün Müslümanların çoğunda hem Allah'a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmede hem de kullarına karşı yerine getirmemiz gerekenler de ihmallerimiz büyüktür. Dini yaşamada bir çıkmazın içerisindeyiz. Dilimiz ne güzel ayet, hadis okuyor, Müslümanlığı kimseye kaptırmıyoruz. Ama uygulamamız tam tersi olabiliyor. Allah adil ol diyor ama biz bir hakkı tam teslim etmek için çaba sarf etmiyoruz. Tek başına bu örnek bile içinde bulunduğumuz içler acısı durumu anlatmaya yeter.

Gönül ister ki hem itikatta hem amelde Müslüman olalım, dinimizin emrettiği şekilde dini samimiyetle hayatımıza yansıtalım, insanlara iyi örnek olalım. Bunun için çok bir şey yapmamıza gerek yok. Yapacağımız tek şey dilimizin söylediğini pratiğe dökmek. Allah bizleri böylelerinden eylesin.

*12/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

"Atıyorum" *


Son yıllarda çocuğumuzun, gencimizin ve orta yaşlı insanımızın dilinden düşürmediği tek kelimelik bir söz var: “Atıyorum.” Bu kelime neredeyse moda oldu. Elbisenin modası olur da kelimelerin modası olmaz mı? Önüne gelen kullanıyor bu kelimeyi şimdi. 

Çoğu kimseden duya duya kanıksadığım "atıyorum" kelimesini ilk duyduğumda ne atacak acaba? Atma, ne olur diyesim gelirdi. Bugün bu kelimeye alışsam da hala kulağımı tırmalıyor. Nedense bu kelimeye alışamadım gitti. 

Hepiniz bilirsiniz bu sözün anlamını. Çünkü benim duyduğum gibi siz de çokça duymuşsunuzdur. Yine de sevmediğim bu kelime ne anlama geliyor? Önce onu açıklayayım. Atıyorum: "Gerçek değil ama örnek olsun diye söylüyorum" anlamına geliyormuş. TDK bu sözü argo olarak kabul etmiş ve "Varsayımlı örnek veriyorum" anlamında kullanılan bir söz demiş.

Anlayacağınız düne gelinceye kadar atıyorum yerine "Mesela...misal vermek istiyorum...örnek...örneğin...faraza...farzı muhal...farz edelim ki" diyorduk. Bugün ön plana atıyorum çıktı. Neyi vardı bu söz ve kelimelerin de şimdi "atıyorum" denmeye başlandı, anlamış değilim. Bereket, TDK bu söze sahip çıkmamış, argo demiş. 

Her duyuşumda kulağımı tırmalayan bu sözü ilk önce kim kullanmışsa iyi yapmamış. “Atıyorum” diyen birisini görünce adı üzerinde atacak diyorum. Atanı da, atmasyonu da sevmiyorum. Çünkü söz bana çok itici geliyor. Her ne kadar bu söz örnek vermek anlamında kullanılsa da örneğin, misalin ve meselanın yerini tam tuttuğunu söyleyemem. Misalde konunun anlaşılması için örnekleme yoluna gidilirken meramın tam anlaşılması murat edilmektedir. Atıyorum, adı üstünde atmaktır, hem de işkembeyi kübradan atmak.

Dilimize geçmiş, anladığım ve anlaştığım her bir kelimeye eyvallah diyorum. Kelime ister Arapçadan, ister Farsçadan, ister Fransızcadan geçmiş olsun hiçbirine karşı bir önyargım yok. Yeri geldiği zaman kullanırım da. Nedense "atıyorum"a için ısınmadı. Bu sözü duydukça güzel Türkçem birilerinin elinde katlediliyor diyorum. Öyle ya, insanın katli olur da bir dilin katli olamaz mı? Bir an için yerine kullanılacak bir sözümüz, kelimemiz olmasa eh diyeceğim, ben de atacağım. Ama yukarıda bahsettim. Dilimize mal olmuş o kadar kelime ve söz varken atıyorum demeyi, söyleyenin kastı olmasa da içime sindiremiyorum ve nerede atıyorum diyen olsa atma diye aklıma geliyor. Örnek vermek istiyorum diyen kişi için bu adam yalan söylüyor demiyorum. Ama atıyorum diyene yalancı diyesim geliyor. Belki de bu yüzden "Atma Recep! Din kardeşiyiz" diyoruz.

Ne diyelim, örnek, misal, mesela, faraza gibi alternatif güzel kelimelerimiz varken atıyorum diyenlerin dillerini eşek arıları soksun. 

Son söz “atıyorum”, ”atma Recep! Din kardeşiyiz.” Çünkü atmalara karnımız tok. Siz en iyisi örnek verin. Hem böylece atmamış olursunuz.

*22/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.