24 Mart 2019 Pazar

Mülakatın Mucidinin Sevincine Diyecek Yoktur! *


Kamuya eleman alımında, idareci ve öğretmen seçiminde yazılı sınavlara ilaveten kriter olarak belirlenen sözlü mülakatın mucidi kimdir bilmiyorum. Ama iyi bir iş çıkardığı belli. İcadıyla ne kadar gurur duysa azdır. Çünkü ortaya koyduğu kriter kamuya eleman ve öğretmen alımında, yönetici seçiminde KPSS ve diğer yazılıların önünde belki de tek kriter bugün.

Sözlü mülakatlara şartları tutup istekli olarak müracaat edenlerin arasından en az üç katı aday davet ediliyor.  Sırası gelen aday komisyonun huzuruna girerek üç beş dakika duruyor, kendisine daha önce hazırlanmış sorulardan kura ile kapalı bir zarf çektiriliyor. Adayın sorulan soruları bilip bilmemesi önemli değil. Tüm soruları bilse bile geçer puan alamayacağı gibi hiçbir soruya cevap vermediği halde yüksek puan alabiliyor. Çünkü bu sınavın kriteri komisyonun gözüne, gönlüne  ve daha önceden oluşturulan listeye girmektir.

Mülakat sonuçları açıklanınca mülakata giren üç katı adaydan iki katı elenir, bir katı sevindirilir. Durum üç aşağı, beş yukarı böyledir. Sonuç, bir mülakat sonucundan hoşnutsuzların oranı memnun olanlara oranla iki kat daha fazladır. Kaç yıldır uygulanan bu mülakat sistemi sadece hoşnutsuzların oranını artırmaktadır. Hoşnutsuz olanların sayısındaki artış ne anlama gelir?
*İnsanlar geleceğe dair endişe taşır, umutları yok olur, ümidini keser.
*Kimseye güvenleri kalmaz.
*Ehliyet ve liyakatin geçer akçe olmadığına inanmaya başlar.
*Kendisini mağdur olarak görür. Hakkının yenildiğini düşünür.
*Toplumsal barış zedelenir.
*Hakkını yiyenlere düşman kesilir. Eline imkan geçtiği zaman kendisine yapılanın aynısını veya daha beterini o da yapar.
*Herkes referans arayışına girer.

Niçin böyle olur? Çünkü mülakat dendi mi bizim insanımızın aklına torpil ve adam kayırmacılık gelir. İltimasın olduğu yerde toplumsal barış zedelenir. Devletle toplumun arasını açar. Hal böyle iken sorumlu kişilerin mülakat sistemini hala devam ettirmesini anlamak mümkün değil. Aslında bu uygulamaya devam etmek demek iktidarın kendi topuğuna kurşun sıkması demektir. Çünkü demokrasinin gereği bu ülkede belli periyotlarla halkın karşısına sandık konur. Mülakat sonuçlarından mağdur olduğunu söyleyenler her sene kartopu gibi artmaktadır. Merak ediyorum, bu mağdurlar kime oy verir? Mağduriyetinin müsebbibi olarak iktidarı görecek ve oyunu muhtemelen muhalefete verecektir. Bir puan fazla oy alacağım diye uğraşan ve didinen bir iktidar, mülakat zedelerden oy kaybına uğrayacağını niçin düşünmez? Üstelik oy vermede alternatiflere yönelecek olanlar sadece mülakata giren reşit kişilerden ibaret değil. Her bir mağdurun annesi ve babası var. Pekala, oğlumun hakkı yendi, kızım mağdur edildi deyip faturayı iktidara kesebilir.

Burada her mülakattan elenen haksızlığa uğradı demek istemiyorum. Mülakat, mantığı itibariyle dedikoduları beraberinde getirir. Allah aşkına devlet çalışacak kişiyi seçmede mülakattan başka bir yol bulamadı mı? Bu kadar aciz mi? Eğer devlet terör bağlantısı olanları eleme düşüncesiyle mülakatlara can simidi gibi sarılıyor ve aklına başka bir şey gelmiyorsa herkesin söylediğini ben buradan söyleyeyim. Devlette görev almaya talip olacakları, öğretmen olacakları, idareci olmayı düşünenleri yazılı sınava müracaatlarıyla birlikte güvenlik soruşturmasından geçirmesi, güvenlik soruşturmasından geçemeyenlerin sınava müracaat etmesi yasaklanabilir. Böyle kişiler e devlet'ten kendini sorgular. Orada "Şu gerekçeyle bu sınava giremezsiniz" uyarısını görebilir.

Uzatmayayım, kimsenin memnun olmadığı bu mülakat kriterinin tek memnun olanı öyle zannediyorum mülakat önerisini getirendir. Bunun patenti bana ait, oh ne güzel! Devletle milletin arasını açtım diye sevinir, durur.

*20/04/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



23 Mart 2019 Cumartesi

Hayata Kimlerin Penceresinden Bakıyoruz? ***


Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki önümüze ne koyuyorlarsa onunla hemhal oluyor, onu konuşuyoruz. Çünkü gündemi biz belirlemiyoruz. Neyi konuşmamız gerekiyorsa o dayatılıyor bize. Hasılı, başkasının belirlediği gündemleri yaşıyoruz. Dayatılan gündemin bizi alakadar etmesi önemli değil. Yazılı ve görsel medyada konuşulanı dinleye dinleye kendimizi ister istemez gündemin içinde buluyoruz veya yuvarlıyorlar bizi. Yersen...

Bizim bu durumumuz tabir veya teşbih yerinde olursa çoban nezaretinde güdülen dört ayaklı canlılara benzer. Bu dört ayaklı, koyun keçi gibi küçükbaş veya sığır cinsinden büyükbaş olabilir. Sürüde yer alan hayvanın boynunda ip olmasa da güdülmesi çobana aittir. Çobanın elindeki sopanın anlamı şudur: Sürünün içinde olan hayvan istediği merada otlanamaz, ben bu ottan bıktım, falan ottan yiyeceğim ya da ben bugün otlanmaya gitmeyeceğim şeklinde bir seçeneği yoktur, ahır veya ağılda önüne ne konursa yaşamak için onu yemek zorundadır. Yani hayvan kendi başına hareket edemez. Kazara ben başıma buyruk takılacağım diyen hayvan en hafifinden yiyeceği sopaya hazır olması gerekiyor. Sırtından sopa eksik olmadığı gibi sürüden ayrılanı kurt kapar korkusu hayvana yeter de artar bile.

Akıllı, özgür, sorumlu ve düşünebilme yeteneğine sahip biz insanın durumu farklı mı? Bugünkü görüntümüzle hayvanlara göre özgürlük alanımız biraz geniş olsa da pek farkımız yok. Bizim önümüze ne konuyor, ne dayatılıyorsa onu yaşıyoruz. Gündemi siyaset belirliyor, basın bu gündemi piyasaya sürüyor. Biz de sürülenin ya karşısında ya da tarafında yerimizi alıyoruz. Siyaset, gündemden bıkıp önümüze başka gündem sürünceye kadar bize dayatılan gündemle oturup kalkıyoruz. Her gündem de siyahla beyaz gibidir. Kimimiz beyazın, kimimiz siyahın safında yer alırız. Yahu benim derdim başka deme şansın yok. Önüne konanı yiyeceksin. 

Çoğu yapay olan gündemlerden kasıt bir kamuoyu oluşturmaktır, gündemi dayatanlar bizi bize bırakmazlar. Gündeme dair ne şekilde düşünmemiz ve tavır almamız gerektiğini de bir güzel işlerler. Onlar kimi düşman ilan etmişse biz onu düşman belleriz. Onlar bizi kiminle korkutursa ondan korkarız, onlar kimi dost edinmişse onu dost ediniriz.

Bakmayın siz akıllı ve irade sahibi, düşünen bir varlık olduğumuza. Bize dayatılan pencereden hayata bakmaya başlıyoruz. Tıpkı merada yayılan hayvanları gütme inisiyatifi tartışmasız çobanda olduğu gibi bizim güdülmemiz de bize gündemleri belirleyenlerin elindedir. Tek farkı birinin önünde güdülen dört ayaklı, öbürünün önündeki iki ayaklıdır. 

Bizi güden çobanı ister beğenelim, ister beğenmeyelim, hayattan ister zevk alalım, ister almayalım hali pürmelalimiz budur. 

***16/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.






22 Mart 2019 Cuma

Siyaseten Yanlış mı Yapıyoruz Acaba?


Biz bu ülkenin  beka sorunu var, terör örgütü ülkeyi bölüp parçalamaya çalışıyor, legal hüviyeti olan parti, dünyanın terör örgütü kabul ettiği PKK ile bağını koparmıyor, üstelik PKK'yı terör örgütü olarak görmüyor, sırtını terör örgütüne yaslıyor, gücünü kanlı terör örgütünden alıyor. Bunlar terörist deyip yöneticilerinin çoğunu yargılayıp hapse atsak da HDP barajın üstünde bir oy almaya devam ediyor. 

HDP, barajı aşmak ve Mecliste temsil edilmekle kalmıyor. Yeni Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte partilerin seçimlere ittifak yaparak girdiği bir ortamda HDP'ye oy veren seçmen kilit rolü oynuyor. Kritik öneme haiz bazı seçim bölgelerinde bu partinin seçmeni hangi tarafa meylederse o ittifak seçimi kazanacak görünüyor. Güneydoğu bölgesinde birçok il ve ilçede terör örgütüyle iltisaklı olduğu gerekçesiyle HDP'li belediye başkanları görevden el çektirilip yerine kayyum atansa bile bu parti, Güneydoğu bölgesinde liderliği kimseye kaptırmıyor. İşin garibi bu partinin sadece bir bölgede lokal başarısından öte birçok büyükşehirlerde kaç vekil çıkaracak şekilde oy alabiliyor. 

Biz, bu parti barajı aşmasın, fazla vekil çıkarmasın, çok tehlikeli bir parti deyip her türlü uyarıyı yapsak da sanki tüm uyarılar bu partiye yarıyor gibi. Neden böyle? Bir yerde bir hesap hatası mı yapılıyor, uygulanan strateji ve izlenen siyasette bir sıkıntı mı var acaba? Çünkü ne yapılırsa yapılsın bu parti, gücünü kaybetmiyor. Gücünü kaybetmekle kalmıyor. Yeni mevziler kazanmaya devam ediyor.

HDP'yi terörist  ilan etmek, HDP'ye oy verenler terörist değil demek işe yaramıyor. Hazırında seçmenini etrafında kenetliyor. Hatta düşünce olarak kendisine sıcak bakmayan bazı kesimlerin de oyunu alıyor. O zaman bir yerde hesap hatası yapılıyor. Böyle giderse bu hesap hatası bu ülkeye çok pahalıya mal olacağa benziyor.

Gördüğüm HDP'ye oy verenler bu partiye tek nedenle oy vermiyor. Kimi Kürtlerin hamisi diye veriyor, kimisi bu partiye verilecek her oy iktidarın aleyhine olduğu için veriyor, kimi bu partinin düşüncesine katılmamakla beraber kendi insanı olduğu için veriyor, kimi kendisini dışlanmış hissettiği için veriyor, kimi kendisini tehdit altında hissettiği için baskıyla veriyor. Hangi sebeple verirse versin, HDP bu ülkede taban bulmaya başladı. Bugünkü izlenen siyasetle bir kesimin bu partiye oy vermesi engellenemeyecek görünüyor. Saha çalışması yapanlar HDP ile seçmeninin arasındaki ince çizgiyi tespit edip ona göre bir strateji belirlemesi gerekiyor.