16 Eylül 2016 Cuma
"Benim memurum işini bilir" (mi?)
iki göz, iki kulak, iki ayak, burun, ağız, kafa ve gövdeden ibaret olan insanoğlu, görüntü itibariyle hep bir birbirine benzer. Bir iş gereği yanına yaklaştın mı görüntüdeki benzerliğin aldatıcı olduğunu hemen fark edersiniz. İşleri de doğal olarak farklı...Kimi öğretmen, kimi imam, kimi memur, kimi esnaf, kimi işçi, kimi terzi...
Kamuda veya özel sektör fark etmiyor. Çoğunun ortak özelliği ikinci iş yapmaları. Öğretmen görünümünde emlakçı, imam görünümünde galerici, esnaf görünümünde tefeci, memur görünümünde boyacı, tüccar, cambaz, besici, pazarlamacı, müteahhit vs. Saymakla bitmez bizde ek iş yapan. Kamu ve özelde çalıştıkları birinci iş mi ek işi, yoksa ikinci işi mi asıl iş? Ben tespit edemedim. Kazara yanlarına varıp kendilerinden bir fikir, görüş almaya kalksan ya da bir yardım istesen en yakın dostunun göstermediği ilgiyi bunlardan görüp hayran kalırsın yardım anlayışlarına. Kendi kendine insanlık ölmemiş, şu dünyada ne iyi insanlar var bile dersin. Önüne düşer, babanın oğlunun göstermediği sıcaklığı gösterir sana. Tam yeni bir dost edindim diye sevinirken sevincin kursağında kalır. Çünkü o kadar alakanın ve yardımcı olmanın bir bedeli olduğunu insan sarrafı olmayan sen bir müddet sonra yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu anlarsın. Zira karşında amatör görünümlü tam bir profesyonel emlakçı/galerici ile muhatap oluyorsun. Hanımının veya bir akrabasının işini takip edenleri, ihale takip edenleri saymıyorum bile.
Kimsenin yaptığı işte ve kazandığı parada gözüm yok. İsteyen istediği kadar kazansın, hatta bey gibi yaşasın. İnsanlar flu olmamalı, göründüğü gibi olmalı, yapacağı işi gizli-kapaklı yapmamalı, devlet izin verdiği oranda yapmalı, yaptığı iş vergilendirilmiş olmalı. Haksız kazanç ve haksız rekabet olmamalı, yapılan alışveriş kayıt dışı olmamalı. Zira bu ülkede resmen emlakçılık yapan, galericilik yapan ve devlete vergisini veren; iş yerinin elektrik, telefon, suyunu ödeyen, çalıştırdığı elemanın maaşını ödeyen firmalar var. Memur vb. görünümlü kişiler ise yaptıkları ekstre işlerden dolayı herhangi bir vergi ve ödeme yapmamaktadırlar. Görüldüğü gibi haksız rekabet hemen göze çarpmaktadır.
İkinci işten, haksız kazanç ve haksız rekabetten geçtim. Bu tip insanlar kendi asıl işlerini ek işlerine karıştırmıyorlar mı? İşine yorgun gelme durumları olmuyor mu? Esas işine kendilerini verebiliyorlar mı? İşine hazırlıklı gidebiliyorlar mı? Cevabımız esas işiyle ek işini karıştırmıyorlar ise yine hiç sözüm yok onlara. Eğer karıştırıyor, hatta ek işine dört elle sarılıyorsa vay onların haline. Büyük bir çoğunluğunun asıl işini ihmal ettiğini, hatta çalıştığı kurumda ek işinin takibini yaptığını gözlemliyorum. Böylelerinin hiç telefonları da susmaz, hemen geçer bir kenarda görüşmesini yapar, derste ise dersten çıkar. Eğer durum acil ise gerekirse kurumundan izin alır çıkar. Bu tür gayri resmi izinlerin ardı arkası da kesilmez. Mutlaka kapını yine çalar.
Yaptığı işten aldığı maaşı kendisine yetmeyip hafta sonu ve tatillerde evine takviye amaçlı, bedenen çalışmakta olanlara sözüm yok. Namerde muhtaç olmadan çalışmak zorunda olanlara aldıkları helâli hoş olsun. Benim burada sözüm orta ve iyi seviyede kazancı olup daha fazla kazanma niyetinde olan para gözleredir. İnşallah asıl işlerini ihmal etmezler. Çünkü genelde ikinci iş yapan asıl işini ihmal eder.
Bu tür kayıt dışı ekonominin önüne geçilmesi için toplum nezdinde etik değerler oluşturulmalı, devletin yetkili organları kayıt dışı gelir ve gider işlerini denetim altına almalı, verilen cezalar caydırıcı olmalı. Gösterdiği geliri ile harcaması arasında uçurum olan kişiler izlenmeli. Gerekirse nereden buldun denmeli. Emlakçılık, galericilik gibi komisyon ücretleri makul seviyeye çekilerek korsan çalışanlara iş düşmemeli. Yok devlet bunlarla başa çıkamaz. Alan razı, veren razı denirse devlet ikinci iş yapmanın yolunu açarak işi resmiyete bindirmeli ve vergilendirmeli.
Benim üzüldüğüm birden fazla dalda oynayan bu şekil kabiliyetli arkadaşlar kamuda çalışarak kendilerini heba ediyorlar. Sözün özü herkes kendi işini yapsın.
Adamlardan ne istiyorsun, ne güzel yardımcı oluyorlar denirse size iyi yardımlar efendim. 16.09.2016
Emanetleri ne zaman ehline vereceğiz? **
On
beş bin civarında değişik branşta öğretmenin ataması, sözlü mülakat sonucuna göre ekim ayında
yapılacak. Mülakata alınacak öğretmenin üç katı kadar öğretmen adayı
çağrılacak. Adaylar müracaatlarını yaptı. Mülakata girmeye hak kazananlar
sevinirken giremeyenlerin umudu bir başka bahara kaldı şimdilik.
Nerede
mülakata girecek birini görsem yüzünde buruk bir sevincin yanında endişeli bir
bekleyiş görüyorum. Çünkü önlerinde sözlü mülakat var. Mülakat demek torpil
demek bir çoğunun gözünde. Adamını bulan atanacak, hakkımız yenecek, yine
atanamayacağız düşüncesi hakim çoğunda. Mülakatta torpil olur mu olmaz mı
bilemem ama genel kanaat bu şekilde. Başarılı olamayan çoğu kimse suçu
kendisinde aramaktan ziyade belki de "Torpilliler alındı" mazeretinin
arkasına sığınacaktır. Beyinlerimize kadar işlemiş bu gerçeklikten ve algıdan
nasıl kurtulacağız? Bu torpil belasından kurtulmanın zamanı gelmeyecek mi?
Gençliğinin
baharında olan bu gençlerdeki bu endişeli duruma mutlaka bir çözüm bulmamız
gerekir. Hiç biri bir torpil peşinde koşmamalı, herkes hak ettiğini almalı.
Kazanamayanın "Ben hak
etmedim" diyeceği bir sistemi bulmamız ya da bir güven ortamını sağlamamız
lazım. Bir defa şunu söyleyelim. Geçmişten günümüze gelip geçen tüm
iktidarların adam kayırmacılık, kadrolaşma ve torpil konusunda karnesi temiz
değildir. Gerçi Sûi emsal, emsal olamaz
ama hepsinde o geçmişte yaptı, biz de yapalım mantığı hakim. Birilerinin dur demesi gerekiyor. Yetkili
biri ben dur diyeceğim dese kellesini onu oraya getirenler alır bir defa. O
zaman ne yapacağız?
Yetkili
kişiler eğer bu ülkeye bir iyilik yapmak istiyorlarsa adamına iş bulmaktan
ziyade işe adam bulmanın objektif kriterlerini bulmak lazım. İşe nereden
başlayalım derlerse mülakat için araya adam bulanlar, torpil yaptırmaya çalışanlar
elenmeli ilk önce. Kendisine de "Girdiğiniz mülakatta başarılı olmak için
falan kimseyi devreye koyduğunuz için mülakata girme hakkınız iptal
edilmiştir" denmelidir. Mülakatı geçene "Şu kriterlere verdiğiniz
cevaplar sayesinde başarılı oldunuz" şeklinde yazılı bir belge
verilmelidir. Kazanamayana da "Şahsınıza sorduğumuz şu sorulara cevap
veremediğiniz ve şu yönleriniz ehliyet ve liyakata uygun olmadığından
kazanamadınız" diyerek yine belge verilmelidir. Mülakata girmeye hak
kazanan kişilerin sözlüden önce güvenlik soruşturması yapılmalı. Bu kimselere
de "Devletçe yasaklanan şu örgütlere üye olduğunuz tespit edildiğinden
mülakata girme hakkınız iptal edilmiştir" denmelidir. Her şeyden önce
insanımızın büyük çoğunluğunda komisyon adildi kanaati hakim olmalı. Mülakatı
yapacak komisyona herhangi bir üstünden liste gelmişse komisyon o kişi hakkında
suç duyurusunda bulunmalı ve bulunduğu görevden el çektirilmesi sağlanmalıdır.
Aslında yazılı sınavlardan geçerli puanı alan öğrenci atanmadan önce uzun bir güvenlik
soruşturmasından geçtikten sonra görev alabilmeli. Her görev alan kimse
göreviyle ilgili periyodik denetimlerden geçirilmelidir. Yok şartlar sözlü yapmayı gerektiriyor
denirse o zaman adaletten, ehliyetten ve liyakattan uzaklaşmamak gerekir. Yoksa
şuyuu bile vukuundan beter olan bu mülakatlar çok başımızı ağrıtacağa benziyor.
Zaten bir türlü yükselemeyişimizin ve ilerleyemeyişimizin nedeni ehliyet
şartına riayet etmediğimizden kaynaklanıyor. Eskiden insanlar liseyi
bitirmemişse "Okuyamadım/okumadım. Benim hatam, bu yüzden bir yere
giremedim" derlerdi. Şimdi herkes üniversite mezunu. Hepsi iş bekliyor.
Kimsenin okuyamadım demesi de söz konusu değildir. Objektif bulunmayan bu sözlü
mülakatlar yüzünden yakın zamanda toplumsal infialler ortaya çıkabilir.
Gelin
kamuya adam alımında emaneti, ehliyeti ve liyakatı esas alalım. Gençlerin
geleceğini yok etmeyelim. Adam kayırmacılık yüzünden birilerinin ahını
almayalım, öbür dünyaya kul hakkı ile gitmeyelim. Her işe ehlini alarak
peygamberin yolundan gittiğimizi gösterelim. Hani ne yapmıştı peygamber
derseniz? O, Medine'ye hicret esnasında kendisine kılavuzluk yapsın diye
kendisi bir Müşrik olan ama yol bilgisi mükemmel olan, işinin ehli Abdullah b.
Uraykıt'ı almıştı rehber olarak. Peygamberin ümmetiyiz diyen bizler; işimize emanet,
ehliyet ve ehliyetle başlayalım. Öbür dünyada işimizin kül olacağı perşembenin
gelişi çarşambadan belli değil mi zaten?
Not: Torpil ve rüşvet konusunda
Abdurrahman DİLİPAK'ın 15/09/2016 tarihinde Yeni Akit gazetesinde yayımlanan
"Hamil-i kart yakinimdir" başlıklı yazısını okuyabilirsiniz. 16/09/2016
* 24/09/2016 tarihinde kahtasöz gazetesinde yayımlanmıştır.
* 24/09/2016 tarihinde kahtasöz gazetesinde yayımlanmıştır.
15 Eylül 2016 Perşembe
İstersen hukukçu ol!
-Efendim, hangi mesleği seçeyim?
-Kabiliyetli birine
benziyorsun. İstersen hukukçu ol.
-Aslında düşünmüyor
değilim de, çekincelerim var.
-Hangi konuda?
-Ben hakim olmak
istiyorum. Suçu ortaya çıkarmada,
suçluya ceza vermede yanlış karar verebilir miyim endişesini taşıyorum.
-Hiç endişe etmene
gerek yok. Önceki meslektaşlarının
verdiği karara bakıp biraz kopya çekebilirsin.
-Ama olaylar, suçlar
farklı farklı. Birbirine benzemez ki...
-Mübarek olaylar farklı
olmasına farklı da. Genelde birbirine benzer.
Mesela ben sana bir ipucu vereyim:
Suçlu, senin karşına çıktığı zaman yaptığına değil, söylediğine göre
karar vereceksin.
-Anlamadım.
-Anlamayacak ne var.
Mesela adam darbe planlayıcısı, darbe merkezinin yanında yakalanmışsa,
ifadesinde de “Buraların getirisi fazla diye duydum. Bu yüzden arsa almaya
geldim” derse adamı hemen salıvereceksin. Biliyorsun arsa ve tarlaların kazancı
fazladır. Eğer adamı göz altına alır, ya da ifadesini uzatırsan kişinin gayri
menkul alma hakkını bir süre geciktirmiş
olursun. Adam sana kazancımın önüne geçti diye dava açsa ceza bile alabilirsin. Bu yüzden adam ne
kadar suçu üzerinde barındırırsa barındırsın demek ki ne yapacaksın, adam tarla
alacaksa hemen takipsizlik vereceksin. O da işine bakacak, sen de. 15/09/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)