8 Ocak 2016 Cuma

Salavat (lar) la doğan çocuğum



2002 yılında Adana’da son numaranın doğumu için resmi bir doğum evine gitmeye karar verdik.

Yeni gittiğim bu yerde kimimiz kimsemiz olmadığı için uzaktan tanıdığımız bir hanımefendiye eşimin yanında refakatçi olması için ricada bulunduk. Sağ olsun kabul etti.

Doğum aşamasında belki para lazım olur diye refakatçiye 50.00 TL verdim harcaması için. Ben hastanenin dışında bekliyorum. Doğumun olup olmadığını öğrenmek için ara sıra kapıcının yanına varıyorum. Ağzından duyduğum tek cümle: “Yukarı çıkmak yasak.” Dışarıda bekleyenlerden öğrendiğime göre yukarı çıkmanın bir bedeli varmış. Bir kilo Antep fıstığı alırsan çıkılırmış. Başka türlü de olmazmış. Antep fıstığının bir kilosunu hiçbir arada görmemiştim. Ama çıkmam gerekiyorsa belki de alacaktım. Halen o durumda değilim.

Nice sonra doğumun olduğu ve beni çağırdıklarını haber aldım. Kapıcının yanına vardım. Benden bir şey istemedi. Ya acıdı, ya da bundan bir şey çıkmaz diye düşündü kim bilir?

Yukarı çıktım. Karşıda çocuğumu sarmış sarmalamış bir şekilde kucağına almış sonradan ebe olduğunu öğrendiğim bir kişi Yüce bebeğin babasını çağırıyordu. Kapıda eşime refakatçi olan kadın: “Hocam senden para isteyecek, verme. Çünkü ben verdim. Haberin olsun” dedi. “Tamam” dedim.

Ebenin yanına vardım. “Ramazan Bey, gel çocuğuna bak. Besmele ve salavatla doğumu yaptırdık. Adını da Yunus Emre koyduk, ezanını da okuduk, haberin olsun.” Dedi. Çocuğuma baktım. Yeni doğan  gözleri açık sağa sola bakar mıydı? Öyleydi. Diğer çocuklarım doğduğunda gördüğüm zaman hep uyur halde görmüştüm. Anlaşılan bu çocuk da benim gibi meraklı biri olacak, ne varsa bu dünyada. Ben yıllardır bakıyorum. Çok merak edilecek de bir şey bulamamıştım; dert ve sıkıntıdan başka. Ama o meraklı bakışı hoşuma gitti. İçime sevgi düştü. Hoşçocuk diye ağzımdan çıktı.

Ebeye yaptıkları iyilik ve yardımseverliğinden dolayı teşekkür ettim. Ayrıldım.

Akşamında hanımı hastaneden taburcu ettiğimde “Sen çocuğu gösterdiğinde o ebeye para vermedin mi yoksa?” dedi. “Hayır, ne parası verecektim.” Dedim. “ Keşke verseydin. Çocuğu yanıma bir getirişi ve yatağa bırakışı  vardı. Nerdeyse atacaktı yere. Bir daha da yanıma uğramadı. Çocuğa da bakmadı. Çocuğun üstünü açık bıraktı." deyince işin vehametini anladım ama iş işten geçmişti.

Ebemiz besmeleyle doğumu yaptırmış, bize danışmadan adını  koymuş hem de ezan okuyarak. Ben ne iyiler var şu dünyada diye düşünürken meğersem derdi paraymış. Verseydim bu işin adı herhalde besmeleli rüşvet olacaktı. Sayın ebemiz bilseydi benim cebimde akrep olduğunu, bir de böyle şeylere sıcak bakmadığımı. Demek ki insan sarrafı değilmiş. Halbuki bana sorsaydı ben kendimi anlatırdım ona.

Refakatçimize teşekkür ederek evine bıraktık. Lazım olursa ara işlerde kullanılsın diye verdiğim 50 TL’nin ebe, hemşire, kapıcı ve hizmetlilere pay edildiğini de bu arada öğrenmiş oldum.

Bir hafta sonra refakatçimiz, eşimin  ziyaretine geldi. Dünyada ne iyi insanlar var dedim kendi kendime. Refakatçi evimizden ayrıldıktan sonra bağlı olduğu cemaatin dergisine bir yıllık abone yapıldığımı öğrendim. Derginin bir yıllık bedelini ödemek bana düştü.

Kadının görevi yeni abone yapmakmış. Ne kadar yeni üye bulursa grubunun içerisindeki statüsü de yükseliyormuş.

Onun statüsü yükseldi mi bilmem ama bana olan sıkıntısı bir yıl sürdü.

İlk işim hastanede konan Yunus Emre ismini değiştirmek oldu. 08/01/2016

7 Ocak 2016 Perşembe

Tahlil sonucu almak

2002 Ağustos ayında çocuğum dünyaya geldiğinde -daha 15 günlük iken- rahatsızlığı sebebiyle Adana'da bir devlet hastanesine muayene için götürdüm.

Çocuk hekimi teşhis için İdrar ve kaka testi istedi. Evde sürekli kaka yapan çocuk hastanede saatlerce beklememize rağmen yapmadı. "Kaka yapıldıktan sonra ne kadar sürede getirilmesi gerekir" diye sordum. "Yarım saat içinde getirmen gerekir" dediler. Çocuğun derdi evi kokutmakmış. Eve varınca bizim ihtiyacımızı verdi. Soluğu hastanenin mikrobiyolojisinde aldım. Beyefendi biri aldı.
-Cuma günü saat 15.00'da alın sonuçları.
-Yarın mı?
-Yarın Cuma mı?
-Evet.
-O zaman Pazartesi aynı saatte alın.
-Ben bir okulda çalışıyorum. 15.00'de değil de 17.00-18.00 gibi alsam olur mu?
-Olur elbette, dedi. Ayrıldım.

Pazartesi sonuçları almak için saat 17.00 gibi mikrobiyolojiye uğradım. İçerisi kalabalık. Bekleyenler, girip çıkanlar, tahlil verenlerle dolu. Herkesle ilgilenen bir hanımefendi var. Az bekledim. Beklerken bir amca idrarını getirdi tahlil için. "Bey amca, şuraya bırakır mısın?" Dedi. Görevli nazik ve kibardı. Bayanın etrafı biraz tenhalaşınca yanına vardım.
-Hanımefendi, bizim sonuçlar çıkacaktı. Onu almaya geldim.
-Ne sonucu. Şimdi, bu saatte sonuç mu olur? Adama bak ya. Sonuçlar 15.00'de alınır. Allah Allah. Dedi içeri geçti...Biraz önceki nazik bayan kayboldu. Agresifleşti. Ya sabır Ramazan dedim beklemeye koyuldum. Az bekledikten sonra ardından girdim.
-Hanımefendi bizim sonuçlara bakabilir misin?
-Biraz tenhalaşsın. Sonra bakarım. Bekleyin.
Bekledim. Bekledim. Bekledim. Sonra yanına tekrar vardım. Kağıdı aldı elimden.
-Bizim sonuca bakacaktınız.
-Bu sonuç bugün değil Salı günü çıkar.
-Perşembe günü buradaki görevli Pazartesi çıkar demişti.
-Git onu bul. Ondan iste.
-Tamam bayan yarın alırız.
-Bu saatte almaya gelme 15.00'de al.
-Hanımefendi bir şey sorabilir miyim?
-Sor.
-Gördüğüm kadarıyla tek kişi çalışıyorsun. İşin zor. Allah kolaylık versin. Belki de dünden beti nöbetçisindir ya da çocuğun hastadır. Biraz önce bir amca geldi. Ona çok nazik davrandınız. Bana ise kaba davrandınız. Sebebini öğrenebilir miyim.
-O, tahlil vermeye geldi. Siz sonuç almaya geldiniz. Tahliller 3'de verilir.
-Hanımefendi Sağlık Bakanlığı vardiya usulünü getirdi. Doktorlar 23.00’e kadar çalışıyorlar. Poliklinikler açık. Bakanlık bu sistemi niçin getirdi? Devlet memurları gündüz işinden kalmasın. Devlet işi aksamasın diye. Ben ne diye saat 3’de gelip tahlil alacağım. Mikrobiyoloji bu vardiyaya tabi değil mi yoksa?
-Bak orada yazıyor. Kural böyle.
-Bana baştan adam gibi davranabilirdin, seni kınıyorum. Bana köpek gibi saldırdığından dolayı.
-Adama bak ya Allah Allah dedi.
Kapıyı yüzüme kapattı.

Artık çocuğun hastalığını bırakıp başhekimin odasına yöneldim. Başhekim yokmuş, yardımcısıyla görüşüp görevlinin kaba davranışını anlattım. Bir elemanını gönderip ismini öğrendi. “Senin, benim gibi Anadolu insanı. Çok da iyi biriydi ama. Dünden beri nöbetçi kalmış, makinası da arıza yapmış” dedi. “Olabilir, işi zor. Ama vatandaşa bu şekilde davranamaz.” Dedim. “Biz onun ismini söyleyelim. Siz bir dilekçe yazın. Bundan dolayı uyarı alır” dedi. “Ben onun ceza almasını değil. İnsanlara adam gibi davranmasını istiyorum. Uyarı onu nazik davranmaya itecek mi? Sonra benim alternatif hastanelerim var. Bir daha oraya giderim. Ama hastane  alternatifi olmayan hastalar gelebilir buraya. Lütfen eğitim mi verirsiniz. İnsanımıza iyi davransın” dedim çıktım.

Bir kaç gün sonucu almaya gitmedim. Sonunda inadı  bırakıp mikrobiyolojiye gittim. Bizimki oradaydı, çok da masum duruyordu. Bu sefer bir tepki göstermedi. Kırmızı görmüş boğa gibi olmadı.

Sonucu gösterdik doktorumuza. Bizim küçük amip olmuş o yaşta. Eziyeti de bundanmış. Kısa zaman da iyileşti  kerata.

Gece gündüz kucağımızda tutmaktan kurtulduk. Durmadığı gecelerden birinde gerilip “Açın şu pencereyi, atayım 5.kattan” bile demiştim. Sanki açtıklarında yapacakmışım gibi.

Bizim küçük Şimdilerde 14’üne girdi. Hiç de eziyeti olmadı maşaallah. Benim Hoşçocuk'um oldu. Geçen gün “Gel oğlum sarılıp bir helâlleşelim. Çok da kötü bir çocuğa benzemiyorsun. Ben seni 5.kattan atacaktım” deyip helâlleştik.

Hulasa: O zamanlarda doktor ve hemşirenin çoğu, içinden çıktığı topluma karşı maalesef iyi davranmazdı. Azarlar durur, horlardı. Biz hastalarda boynumuzu büker. “ Kaderiiim, kaderiiim” der, içimize atardık. Şimdilerde doktor ve hemşirelerin ekseriyeti nazik ve kibar. Görevini layıkıyla yapmaya çalışıyor. Bu sefer onların yıllar öncesi sara nöbetini biz hastalar aldık. Şimdi biz onlara kızıyoruz, bağırıyoruz, tehdit ediyoruz. Tam Gün Yasası çıkmadan önce sesimizi çıkaramayan bizler bugün doktor dövüyoruz. Şimdi doktor ve hemşirelerin sesi çıkmıyor. En iyi sözümüz; “ Sizin maaşınızı biz veriyoruz. Bizim vergilerimizle buradasınız” diyoruz.

Nereden nereye? Yok mu bunun ortası. İfrat ve tefritte üstümüze yoktur, övünmek gibi  olmasın. 07/01/2016

6 Ocak 2016 Çarşamba

wc matik

1996  yılında   yabancı dil sınavına girmek için bir arkadaşımla birlikte bir gün öncesinden Ankara’ya gittim.  

Bir vakfı ziyaret etmek için genel merkezlerine vardık. Çayı içtikten sonra wc ihtiyacım oldu. WC’yi sordum, gösterdiler. Lavaboya vardığım zaman kapıda “Abdest almak için aşağıdaki lavaboyu kullanın”  yazıyordu.

 Wc’ye girdim. İçerisi pırıl pırılİhtiyaç giderilecek tuvalet taşı da beyaz bir şeyle kapatılmıştı. Düşündüm ihtiyacımı giderince nereye gidecek diye. Kendi kendime acaba abdest almayın derken  nazikçe ‘Wc’yi kullanmayın mı’ demek istiyorlardı. Baksana kapatmışlar deliği. Ama ihtiyacımı gidermem gerekiyordu. Hafifçe eğildim. Tuvalet taşının beyaz bir şeyle kapatılmış kapağını hafifçe dokundum. Baktım açılıyor. Utana sıkıla küçük abdest ihtiyacımı giderip çıktım. 

Nice sonra birçok tuvaletlerde de bu beyaz kapağı görünce adının da wc matik olduğunu öğrendim. Kendi kendime çok da cahil kalmışsın be Ramazan dedim. Bu teknolojiyi bulan adamı da rahmetle andım. Basit ama güzel bir hizmet...

Bu hizmeti anlamak için wc matikten önceki tuvaletleri gözünüzün önüne bir getirelim. 06/01/2015