Bana,
ülkesi sürekli veya geçici işgal altında, dış güçlerin yolgeçen hanı olmuş
ülkelerin dışında, hangi ülkenin insanı daha güçlü şeklinde bir soru sorulsa,
tereddütsüz Türkiye derim. Neden derseniz, kısaca anlatmaya çalışayım. Bu ülke;
·
Zengin yeraltı ve yerüstü zengin
kaynaklarına, yetişmiş insan gücüne rağmen hep dışa bağımlı yaşamıştır. Zengin
kaynaklarının farkına varmadan yaşıyor. İmkân sun/a/madığı yetişmiş insan
gücünü de beyin göçü olarak dışarıya kaptırıyor.
·
Ta Osmanlıdan beri cari açığı var.
Durmadan borç alır. Aldığı borç hiç azalmaz, devamlı artar. Her gelen
öncekilerin borcunu öder. Kendisinin yaptığı borcu da ödemeleri için arkadan
gelenlere miras bırakır. Hâsılı bu millet kaç kuşak borç öder. Yine de borç
paçalarından akar.
·
Bu millet üçkâğıt ekonomisi
diyebileceğimiz faiz, döviz ve borsa sarmalı içerisinde boğuşur durur. Enflasyon
ve hayat pahalılığı bu milletin kaderi (!) dense yeridir. Her gelen hükümet ekonomiye
el atar. Galiba bu sefer önümüzü görüyoruz demeye başladığı zaman arkadan gelen
şiddetli kışı görünce, pansuman tedbirlerle oluşturulan piyasanın sahte bahar
olduğunu halk anlar ama iş işten geçmiştir. Ömrü krizle boğuşmak olan bu halk,
döviz ve enflasyona sürekli mağlup olmuştur. Cebindeki parayı, üçkâğıt
ekonomi hırsızlarına kaptırır durmadan.
·
Hiç oyun kurucu olmamıştır. Başkaları
tarafından oluşturulan oyunun gönüllü veya gönülsüz figürüdür ve devamlı
kaybeden taraftır.
·
Seçimle gelen iktidarların elinde
kobaydır. Her gelen kurtarıcı olarak gelir. Doğrusu, yönetenler kendisini
kurtaran kaptan olurken bedelini de hep kendi çekmiştir. Gelen vurmuştur, giden
vurmuştur. Biraz da ben vurayım diye kenarda sıra bekleyenleri de çoktur.
·
Sürekli üzerinde yeni sistemler denenir.
Her denenen sistem, iktidar değiştikçe değişir. Bazen iktidar değişimine de
gerek kalmaz. Aynı hükümetin bakanı değişince de yeni sisteme geçilebiliyor.
Mesela bugün yerlerde sürünen eğitim, bilmem kaçıncı sistem denemesidir. Her
gelen dener, yıkar, çeker gider. Geçmiş ekonomik modellerden ne çektiği
herkesin malumu iken şimdi de yeni bir ekonomi modeli deneniyor üzerinde. Bu
modelin sonu ne olur bilinmez ama görünen Nuh Tufanını andırıyor. Ömrümüz olur
yaşarsak; bugünün dünü, yarının da bugünü aratacağı yönünde.
·
Din, belli insanların elinde onları
amaçlarına ulaştıracak bir aksesuardır. Onlar için din, yaşanmak için değil,
kullanılmak üzere gönderilmiştir. Dinin bütün argümanlarını emellerine alet
etmede hiç beis görmezler. Çünkü insanları dinle kandırmak çok kolaydır. Bu
yüzden sıkıştıkça dine sarılırlar. Olmaz böyle, bu değerleri bu şekilde
kullanmayın diyenleri de din düşmanı olarak lanse ederler.
·
İnsanları Atatürk ile kandıran bir kesim
daha var ki bunlar da Atatürk’ten ekmek yerler. Atatürk’ün arkasına saklanıp malı
götürürler. Karşı çıkınca da Atatürk düşmanlığın faş edilir.
·
Gücü elinde bulunduranlar yeni bir ulus
oluşturma çabasındadırlar. Kimi Batı kültürüyle entegre olsun diye çabalarken
kimi de mevcut değerlerini korusun çabası içerisine girer. İşin garibi ne
Batılı olabildi ne de kendi kalabildi. İki arada bir derede dense yeridir.
Hasılı
bu millet her türlü badire, kanma, kandırılma, dert ve sıkıntı çekme, kobay
olarak kullanılma ve denenme yönünden herhalde dünyada bir numaradır. Gücü de
tüm bu sıkıntılara rağmen hala ayakta kalmasından anlaşılmaktadır. Çünkü
dertlerle yoğrulmuştur. Buna müstahak mı? Bu halk bu dert ve sıkıntılardan kurtulabilir
mi? Aklını kullanmadığı müddetçe, aklını başkasına kiraya verdikçe, kurtarıcı
bekledikçe, sürü psikolojisini terk edip birey olmadıkça, sorumlularına hesap
sormadıkça, slogan ve hamasetle yaşamaya devam ettikçe; bu halk, kurtarıcıların
ve oyuncakçıların elinde kullanılıp atılacak bir oyuncaktır ve maalesef buna
müstahaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder