Düğünümüze gelen eş ve
dostun “Allah başa kadar sürdürsün ve aynı yastıkta kocayın” temennileri gereğince
1988 yılında aynı yastığa baş koyduğumuz evliliğimizin üzerinden bugün
itibariyle bir otuz yıl geçmiş. Dile kolay! Çeyrek asırdan bir beş sene daha
fazla! Yarım asra doğru yol alıyoruz.
İki yabancı idik, dinin
yarısı denen evliliğimizle bir araya geldik. Bir aile olduk. Zaman zaman
birbirimizi üzdük, kırdık, sevindik; üzüntü ve mutluluğumuzu paylaştık tıpkı ekmeğimizi
paylaştığımız gibi. Kol kırıldı, yen içerisinde kaldı. Evimizi ev, eşimizi eş
bildik. Gözümüzü birbirimizde açtık. Temennimiz aynı evde, aynı yastıkta
kocamak ve kimseye yük olmadan bu dünyayı terki diyar eylemek. Zira pamuk
ipliğine bağlı değil evliliğimiz.
Öğrenci iken başlamıştı
evliliğimiz. Yokluk en büyük imtihanımızdı. Okulum bitinceye kadar şu iş, bu iş
demeden öğrencilikten arta kalan zamanlarda bulabildiğim en iyi işim vasıfsız
bir işçi olarak inşaatlarda çalışmak oldu. Kendi kendimize yettik. Zira ayağımızı
yorganımıza göre uzattık, aza kanaat getirdik.
Ben baba, eşim de anne
olma duygusunu evliliğin 9.ayında tattık. Biz onu büyütelim derken “Bu işi
toptan halletseniz daha iyi olur” dercesine ilk çocuğun ardından ikizlerimiz
oldu iki buçuk yıl içerisinde. “Nasıl bakacaksınız” diyenlere aldırış etmeden
büyüdüler. Bugün en büyüğü 29, ardından gelen ortancalar 27 yaşında. Ortanca
diyorum, ikiz ağabeylerinden 12 yıl sonra kambersiz düğün olmaz diyerek evin en
küçüğü de geldi. O da büyüdü, boylandı, hepsini bastırdı. Lise 3’de okuyor
şimdi.
Büyüdüler ama anneleri
de onlarla beraber büyüdü. Özellikle ilkin bakıma muhtaç olduğu bir durumda ardından
gelen ikizlerle beraber üçüz büyüttük dense yeridir. Bunu annelerine sormak
lazım. Şimdiki gibi hazır bez ya yok, ya da çok lüks idi. Varsa da biz
bilmiyorduk. Zira evimize girmedi. Anneleri üçüne birden bez hazır etmek ve bağlamak
için durmadan bez yıkadı durdu banyoda her gün. Yemek yeme zamanları gelinceye
kadar en büyük gıdaları sütle veya suyla karıştırılarak yapılmış pirinç unu
idi. İlk üç Amerikan bezi ve pirinç unu ile büyürken küçükleri bunlardan mahrum
kaldı. O hazır bez gördü ve mama ile beslendi. Anlayacağınız sona kalan dona
kalmadı. Hazıra kondu, hazır büyüdü. İlk üçe kıyafet alırken birkaç sene giysinler
diye bol ve uzunca aldık. Dediğimiz gibi kıyafet ihtiyacı olmadan yıllarca
giydiler. Ama sonuncu ağabeylerinin hıncını aldı benden. Masrafsa masraf! Çünkü
son tekne kazıntısı tam vücuduna göre aldı hep. Giydiği mevsimlik oldu neredeyse.
Zira boylandıkça kilo aldıkça yenisini aldık. İlk üçü bez, pirinç unu ve bol
elbise derken bedavaya geldi.
Birken iki, ikiyken üç,
üçken beş, sonra altı kişi olmuştuk. Kalabalık bir aile idik artık! Zaman geldi
kalabalık aileyi dağıtmaya başladık. Çünkü işlerini aldıktan sonra dinlerinin
yarılarını tamamlamaları gerekiyordu. Önce 2014 yılında ilk göz ağrımız, 2017
yılında da ikizlerimiz evlenerek -sanki kız çıkarır gibi- evden uçup gittiler. İlkinden
ilk torunumuz dünyaya geldi 2015 yılında. İlk çocuğumuz ve gelinimiz tıpkı
bizim 1989’da tattığımız babalık ve annelik duygusunu tattılar. Böylece eşim
babaanne, ben de dede oldum bu arada.
Bu yaştan sonra
karı-koca olarak en büyük isteğimiz çocuklarımızın ve eşlerinin de babalık ve
annelik duygularını tatmaları. En büyük dileğimiz onların evliliklerinin de
tıpkı bizim evliliğimiz gibi uzun ömürlü, huzurlu ve mutlu, hayırlı ve
bereketli olması. Mutluluk ve üzüntülerini paylaşmaları, bir yastıkta
kocamaları! Asrımızın hastalığı diyebileceğimiz pamuk ipliğine bağlı
evliliklere inat evliliklerini ömürleriyle taçlandırmaları. Darısı 4 numaramız tekne kazıntısına!
30.evlilik yılına mahsus ne mi yaptım? Lahmacun ile ucuzundan hallettim bu işi.
Nice yıllara inşallah hem bana, hem de çocuklarımın anasına!
Nice yıllara inşallah hem bana, hem de çocuklarımın anasına!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder