Ana içeriğe atla

"Asansörde Halvet" **


Ülkemizde gündemler sık değişmekte. Bir konu, enine-boyuna konuşulmadan diğer konuya geçiliyor.  Bazı alanlar vardır ki hiç gündemden düşmez. Din alanı da bunlardan birisidir. Bazen gerçekten ihtiyaç olduğu için, bazen günden saptırmak veya bir algı oluşturmak ya da kamuoyu oluşturmak için din alanından bir konuya yer verilir. Amaç, dinin bu konuda ne dediğinin merak edildiğinden değil. Din adına bir şeyler söyleyenlerin cümlelerinden kesitler sunarak o kişi veya camia hakkında halkın olumsuz bir kanaat sahibi olmalarını sağlamaktır. Niyetleri üzüm yemek değil, bağcı hiç değil. Tamamen kasıtları, söylenen sözden hareketle din adına söz söyleyenleri halkın gözünden düşürmek. Sanırım gerisinde dinden soğutmak olsa gerek. Öyle zannediyorum, bunda da başarılı oluyorlar.

Şimdi gündemde “Asansörde halvet oluşur” diyen bir ilahiyatçı var. Gazete köşelerinden, televizyon ekranlarına ve sosyal medyaya varıncaya kadar bu konu konuşuluyor, yazılıp çiziliyor. İş, sadece bu görüşle kalmıyor, ilgili kişinin önceden söylediği “Altı yaşında bir çocuk evlenebilir” dediği de eklenerek kimi hocayı tiye alıyor, kimi kızıp köpürüyor, kimi de işi genelleyip tüm ilahiyatçıları aynı kategoriye koymaya kalkıyor. Genel görüntü, “Olur mu böyle şey” deyip ilgili zatın psikolojik bir hasta olduğunu söyleyenleri bile görebiliyoruz.

Niyetim, bu fetvayı veren kişiyi savunmak veya eleştirmek değil. Söyleyenin kendine göre bir gerekçesi vardır. Bu sözü hangi ortamda, kime karşı söyledi? Fetva genel mi yoksa özel bir soruya verilen bir cevap mı bilmiyorum. Basında tartışıldığı kadarını biliyorum. Hocanın verdiği fetva kendisini bağlar. İsteyen bu fetvaya uyar, isteyen uymaz. Kimi takva kabul eder, kimi de yersiz bulur. Sayın ilahiyatçının dediği şekilde asansörde halvetin oluşacağını düşünmüyorum. Benim bildiğim kadarıyla halvet, birbirine nikah düşen iki karşıt cinsin, üçüncü şahısların giremeyeceği, kapalı ve kilitli bir yerde belli bir süre durmalarıdır. ”Şuyuu, vukuundan beter” bir durumun olmaması için dinin tedbir amaçlı bir görüşüdür. Görüşte isabet de olur/olmaz da.

“Asansörde halvet” olayı, hazır gündemimizde iken ben olaya bir başka açıdan bakmaya çalışacağım. Bu fetvayı savunur veya eleştirirken Türkiye’nin son zamanlarda yaşadığı travmayı düşünmek gerekiyor. Gün geçmiyor ki “Bu da mı olur!” dediğimiz menfur vakalarla karşılaşıyoruz. İlahiyatçıyı, verdiği fetvadan dolayı eleştirmeden önce bu ülkede “4 yaşındaki bir çocuğa tecavüz edildiğini, amcanın yeğeni ile aşk hayatı yaşadığını, dayının yeğenine tecavüzde bulunduğunu, öğretmenin ilkokul öğrencisine sarkıntılık ettiğini, bazı yurtlarda görevlinin 6-10 yaşlarındaki çocukları cinsel istismara maruz bıraktığını, babanın kızına tecavüz ettiğini, anne ve babanın kızını para karşılığı sattığını…” aklımıza bir getirelim. Sonra bu ilahiyatçıyı yargılayalım. Hatta asalım. Kimin aklına gelirdi ultra bir sapığın çıkıp 3-5 yaşındaki bir çocuğun hayatını karartacağı? Ülkemiz maalesef cinnet geçirmiş bir şekilde ensest ilişkinin beterini yaşıyor. Şeytanın aklına gelmeyecek, ona pabucunu ters giydirecek fiiller bunlar. Caydırıcı tedbirler alınmadığı müddetçe devam edeceğe de benziyor. Allah beterinden saklasın.

Günümüzde anne ve babalar, çocuğu evine gelinceye kadar hop oturup hop kalkıyor. Artık kimin kimseye güveni kalmadı. Devlet, yurtlarda bir odada iki kişinin kalmayacağı şekilde bir düzenlemeye gidiyor. Ülke, kimyasal hadım konusunu tartışıyor. Ebeveynlerin bu endişesini, devletin bu tedbirini sanırım kimse yadırgamıyor. Çünkü çirkeflik ve rezillik ayrılmayacak şekilde paçamızdan akıyor. Hocanın asansör fetvasını, olan nahoş olaylar çerçevesinde söylenmiş, aşırı bir tedbir olduğunu düşünürsek -en azından katılmasak bile- Hocanın ne demek istediğini anlayabiliriz. Yoksa ayaklarımızı yere basmadan, hamaset yaparak bir yere varamayız. Hocayı eleştirirken de seviyemizi koruyalım. Çok mu zor, "Hoca! Bu görüşüne katılmıyorum" demek? 23/02/2018, Ramazan Yüce, Konya

** 24/02/2018 günü Kahta Söz'de yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde