Ana içeriğe atla

Çocuklarının Dümen Suyuna Giren Ebeveynler

Günümüz anne ve babaları çocuklarının köleleri, onların emir erleridir diye düşünüyorum. Çocuklarımız için yaşıyor, onları memnun ve mutlu etmek için varımızı yoğumuzu ortaya koyuyoruz. Tarihte hiçbir anne ve baba günümüzdeki gibi çocuklarının dümen suyuna bu şekilde girmemiştir. Görüşüme katılır veya katılmazsınız. Ben durumumuzu böyle okuyorum.

Çocuklarımızın üzerine titriyor, onları himaye üstüne himaye ediyoruz. Onlara hiçbir sorumluluk vermiyoruz. Daha doğmadan çocuğumuzun geleceğini endişe etmeye başlıyor, doğmamış çocuğa don biçiyoruz. Odasını hazırlıyor, eşyalarını alıyoruz. Oyuncağın her türlüsüyle odasını dolduruyoruz. Daha hayatı bilmeden eline tablet vererek başlıyoruz işe. Cep telefonunun en iyisini alıyoruz. Giyim-kuşam alırken tam vücuduna göre beğeniyoruz. Birkaç ay içinde gelişince daraldı veya modası geçti diye ya birine veriyor, ya evde bekliyor, ya da çöpe koyuyoruz. Menüde ne varsa değil, çocuğumuz neyi seviyorsa sofraya onu koyuyoruz. 

Okula yazdıracağımız zaman kılı kırk yararak okul ve öğretmen arıyoruz. Göndermek istediğimiz okul, kayıt alanımızın dışındaysa ya evimizi taşıyoruz, ya da sahte adres alarak çocuğumuzu kayıt yaptırıyoruz. Çocuğu okula ya kendimiz getirip götürüyoruz, ya da hemen servise veriyoruz. Ondan tek istediğimiz var. Sınavlarda başarılı olması. Bunun için gerekirse etüt merkezlerinde veya özel derste ya da özel okulda soluğu alıyoruz. Kazara çocuğumuz istediğimiz başarıyı gösteremezse okul ve öğretmen suçludur. Zira çocuğumuz çok zeki. Başarmaması için hiçbir neden yok. Çünkü ne istediğiyse yaptık, ne lazımsa aldık. Hiçbir eksiği yok, tüm imkanları ayağına getirdik.

Çocuğumuzun başına kazara okulda bir şey gelirse ailecek okulu basıyor, sorumlulara haddini bildiriyoruz. Gerekirse şikayet mekanizmalarını sonuna kadar kullanıyoruz.

Çocuğumuz bir taraftan okumaya çalışırken daha doğrusu biz okumaya çalışırken bir taraftan da çocuğumuzun ileride oturacağı evini satın almaya kalkıyoruz. İleride kirada oturmasına asla gönlümüz razı olmaz. Düğününü yapacağımızda iğneden ipliğe her şeyini alırız. Ayakları yere basmasın, yürümesin diye altına bir araba çekeriz, gücümüz yetmiyorsa onlar gelirken giderken onları taşırız. Dolmuşa, otobüse bindirmeyiz. Çünkü kıyamayız onlara. 

Esen rüzgardan, uçan kuştan korur, kol-kanat gereriz onlara. Yeter ki mutlu olsunlar. Başka ne isteriz ki? Zaten onlar için yaşamıyor muyuz? Yeter ki bizim geçmişte çektiğimiz sıkıntıyı çekmesin. Bakıma muhtaç hale gelirsek de onlara yük olmayız. Gerekirse bize bakacak birini bulur, ya da soluğu huzur evinde alırız.

Sonuç, nur topu gibi hazır yiyici bir nesil yetiştirmiş oluruz. Hiç ağlayıp sızlamayalım. Hepimize hayırlı olsun. 16.12.2017 Ramazan YÜCE




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde