Ana içeriğe atla

Öğretmenlik can çekişiyor

Konu öğretmenlik mesleğinden açıldı mı: "En güzel mesleği icra ediyorsunuz, en kutsal görevi ifa ediyorsunuz, öğrenci yetiştiriyorsunuz, ne güzel" denir. Ardından "olacaksan öğretmen olacaksın bu devirde 3-4 ay tatil yapıyorlar, yaz ve 15 tatilleri var, kar yağdı mı okula gitmezler, haydi öğrencilere tatil, öğretmenler niye gitmiyor okula. haftada 10-15 saat derse giriyorlar, sabahçı ve öğlenci olma durumları var. yarım gün gidiyorlar işe. haftada bir iki gün de dersleri boş oluyor. Bizim bir tanıdığımız var, okula gitmesiyle gelmesi bir oluyor, öğrenciler okulların tatil olmasına yakın son haftalarda okullara gitmiyorlar, çünkü öğretmenler ders işlemiyorlarmış, çocuklara bir şey öğretmiyorlar, ne veriyorlar ki bir de ek dersleri var. Bunların yaptığı öğretmenliği ben bile yaparım. Çocuklarımızı emanet ettiğimiz bu kişiler görevlerini layıkıyla yapmıyorlar, bu işi para için yapıyorlar..."gibi şikayet ve serzenişleri duyabilirsiniz.

Toplumda hiçbir meslek grubu öğretmenlik kadar eleştirilmez. Ağzı olan konuşur bu ülkede. Haklı-haksız eleştirilerin ardı arkası kesilmez. İşin ehli de konuşur, olmayanı da. Öğretmenlik kadar şeffaf olan bir başka meslek de yoktur. Toplumun her bir bireyi -öğrenci dahil- öğretmenin neler yapması gerektiğini, neleri yapamayacağını bilir. Toplumda öğrencilere her şeyi vermesi gerektiğiyle ilgili sorumluluk verilen fakat elleri kolları bağlı olan yetkisi olmayan kişilerdir bunlar. gelen vurur, giden vurur. Eğitim ve öğretimimiz zaten sorun. Altından kalkılamayacak sorunlarla boğuşuyor. Sorunun sorumlusu da belli: öğretmen. Vurun abalıya.

Tarihte hiç olmadığı kadar öğretmenlik can çekişiyor. Hiçbir devirde bu kadar eleştirilen ve toplum nezdinde tu kaka yapılan bir meslek grubunun başarılı olması ve itibar kazanması mümkün değildir. Mevdut öğretmenleri beğenmeyince hepimiz eski öğretmenleri sitayişle anarız, kendi öğrenciliğimizi unutarak.

Bugün okullar esas eğitme görevini bir tarafa bırakmış, çocuk avutma yeri, öğretmenler de birer dadı durumundadırlar. Biliyorsunuz dadılar, sadece çocuğun emrindedir. Çocuğun bir dediğini iki etmez. Tüm gününü çocuğun memnuniyeti üzerine kurar. Çocuğa ne kızar, ne ceza verir. Eğer çocuğun dediğini yapmazsa akşam aile bireylerinden çekeceği var çünkü. Çocukları memnun edemezse kapının önüne konur. Dadının işte tutunabilmesinin tek yolu çocuğun memnuniyetidir. Bugün okullarda öğretmenin işine son verme söz konusu değildir ama yetkisiz korkuluk deyneğidir. Dersi boyunca çocuğa hem ders anlatacak, hem onu memnun edecek. Kızmadan, bağırmadan, ceza vermeden sınıfa hakim olacak. Çocuğu ne sınıfta bırakabilir, ne de düşük not verebilir. Veliler ve devlet yetkililerindeki tek istek öğretmenin tüm maharet ve yeteneğini göstererek düşük not vermeden, sınıfta bırakmadan, çocuğu asla kızmadan onu geleceğe hazırlamaktır. Öğretmen kazara bunları yapmazsa şikayet, eleştiri, inceleme ve soruşturma durumlarına muhatap olması kuvvetle muhtemeldir. Devlet ve velideki bu aşırı koruma hastalığı devam ettiği müddetçe bu gidişle okullarda ders de işlenemeyecektir. Bir çok sorumlu çocuk heba olacaktır. Öğretmen taşın altına elini koymaktan kaçınacaktır. Olan da geleceğimizin teminatı çocuklara olacaktır. Ailenin ve devletin yaptığı masrafa değmeyecektir. Çünkü aşırı korumacılıkta mazeret üretme, bahane bulma, başkasını suçlama refleksi daha iyi gelişir. Ne çocuk, ne veli üzerine toz kondurur.

Tedbir alınmazsa eğer MEB, yakın bir gelecekte okullarda görev yapacak öğretmen bulamayacaktır. Halihazırda çalışan ve görev almak isteyenler de mecburiyetten bu işi yapıyorlar. Nasıl ki şimdi okullarda görev yapacak idareci bulmakta zorlanıyorsa aynı durum öğretmenliğe de gelecektir. Şayet eğitim ve öğretimde kalıcı ve yararlı kararlar/tedbirler  alınmayacaksa devlet ve ailenin okul-servis-yeme, içme gibi konularda masraf etmesine gerek yok. İlkokuldan sonra tüm okulları açık okul durumuna getirsin. Belirli periyotlarla çocuklarımız sınıf geçsin, diploma sahibi olsun. Yazık değil mi devlet bu kadar öğretmene maaş veriyor. Eğitim ve öğretime epey bir ödenek hazırlıyor. Okullar açık okul durumuna gelirse devletin eğitim ve öğretime ayırdığı pay bir başka alanlara kaydırılacaktır. Zaten okullarda eğitim yapılmıyor, sadece öğretim yapılmaya çalışılıyor. Öğretimi de dijital ve sanal alemden yürütebilir. Çocuğunun eğitimini aşırı korumacı olan ailesi evinde versin. 28/12/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde