Ana içeriğe atla

Anayasa değişikliğinin bazı maddeleri üzerine**

Yeni Anayasa değişikliği teklifinde 21 madde yer almaktadır. Diğer değişik teklifleri için bir sözüm yok. Hatta olumlu bakıyorum. 2 tanesinin mantığını anlayamadım. Bunlardan biri, seçilme yaşını 18'e indirmek, diğeri de, Meclis üye sayısını 600'e çıkarmak.

Öğrenciler liseyi 18 yaşında tamamlamaktadır. Daha üniversiteye bile başlamamış demek bu. Ailesi liseyi bitirinceye kadar okul-servis-etüt merkezi ve ev şeklinde bir hayat çizmiştir mutlaka. Yani ailesinin yeter ki okusun diyerek saçını süpürge ettiği, hiçbir sorumluluk vermediği, sosyal hayatın içine girmemiş dense yeridir. Birçoğunu ailesi belki de ekmek almaya, bir fatura yatırmaya bile göndermemiştir. İki ayağı üzerinde duramayacak bir yaştadır halen. Aile ve ev sorumluluğu almadan koca bir ülkenin sorumluluğunu vermek bu gençleri ezmekten başka bir işe yaramaz. Bırakın 18 yaşında seçilme hakkını, 25 yaşı bile yeterli görmem. Bu çocukları rahat bırakalım, üniversitesini okusun, askerliğini yapsın. Hayatın içerisinde biraz daha pişsin. Bu maddenin düşürülmesinde fayda görüyorum.

Mecliste bizi temsil edecek vekil sayısını 550'den 600'e çıkarmak ve yedek vekil durumunun da yeniden gözden geçirilmesinde fayda vardır. Yüz ölçümü ve nüfus yönünden hangi ülkede bu kadar vekil vardır, merak ediyorum. 450 bile fazla iken önce 550'ye, şimdi de 600 rakamını telaffuz etmek yine mantıklı gelmedi bana. Milletin sırtına bir yük daha yüklemekten başka bir işe de yaramaz. Hele yedek vekil durumu ise netameli bir konu. Felaket tellallığı yapmak istemem ama normal yol ile ölen her bir asil vekilin ölümünde acaba sorusu sorulursa hiç şaşırmam.(Yazıyı yazarken yedek vekillik tekliften çıkarılmıştır.)

Türkiye'nin derdi seçilme yaşı ve vekil sayısını yükseltmekte değildir. Esas dert ve sorunlarımızın üzerine eğilirsek  daha iyi olur kanaatini taşımaktayım. Yok, bizim için önemli denirse oldu olacak, o zaman cumhurbaşkanı seçilme yaşını da 18'e düşürelim... 11/12/2016
29.12.2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde