Ana içeriğe atla

Papazın yellenmesi



Papa! Duydum ki, anlamadığın, boyundan büyük bir işe kalkışmış, "20.yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı" diye bir hezeyanda bulunarak etrafı kokutmuşsun.

Seni anlıyorum: İnsan aynada kendini görürmüş. Orta çağda birbirinizi yediniz. Sonra bir araya gelerek kan ve gözyaşıyla kurduğunuz Batı Medeniyeti Dünyayı Cehenneme çevirmeye devam ediyor. Siz kanla beslenmeye devam eden vampirler gibisiniz. Bil ki kokutan ne ilksin ne de sonsun.

Yine senin meslektaşlarından biri de bir gün kilisede vaaz verirken -insanlık hali- sesli bir şekilde yellenir. Adamda biraz edep, haya olmalı ki utancından bulunduğu şehri terk eder. 12 yıl sonrasında sıla hasreti ağır basar, yellenme unutulmuştur diyerek memleketine döner, şehrin girişinde bir çocukla karşılaşır. Çocuğa;
-Adın ne?
-Francis efendim.
-Kimin oğlusun?
-Bakkalın oğluyum.
-Kaç yaşındasın?
-12 yaşındayım.
-Ne zaman doğdun?
-Efendim ben papazın yellendiği yıl doğmuşum, der.
Yellenmesinin milat kabul edildiğini anlayan meslektaşın başını öne eğerek şehre girer.

Anladığım kadarıyla tarihe merak sarmışsın. Geçmişten günümüze bütün kirli çamaşırlar açılsın. Hayatta hiç bir şey tek taraflı olmaz. 1915 olaylarını tencere-kapak olarak görürsek biz kapağız, bir zamanların milleti sadıkası olanlar ise tenceredir. Milleti sadıkayı isyana teşvik eden siz batılılara ne denir? Adını sen koy.
Sana tavsiyem:
100 yıl öncesine gideceksen önce bizim gözümüzdeki çöpü göreceğine kendi gözünüzdeki merteğe bak.
İstersen işe yakın tarihten başla; senden önceki papa niçin istifa etti? Niçin istifa ettiğinin kokusu tâ Konya'ya geldiğine göre Vatikan'da kokudan nasıl duruyorsun, yoksa burnun koku almıyor mu? Gerçi b.. böceği kendi pisliğini yuvarlar bir taraftan da burnunu tıkarmış: Etraf ne kadar pis kokuyor diye. Keşke kokuttuğunuzu bir bilseniz. Sana kızmıyorum, anlamak da bir kapasite meselesidir.
Siz gerçekten ruhban, rahip, rahibe misiniz, adanmış biri misiniz, yoksa istemem yan cebime koy mu diyorsunuz?
Sebebi olduğunuz iki dünya savaşında ölen-öldürdüğünüz insanların sayısı

ne kadardır, cetvelle çizerek sun'i ülke yaptığınız sözde ülkelerde halen ölen insanların sayısı ne kadardır. Soykırım dediğin tehcir olayında öldüğünü iddia ettiğiniz insanın sayısı ne kadardır? İstersen bunlara kafa yor...  14/04/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde