7 Aralık 2015 Pazartesi

Besmeleli Hırsızlık


“Çingene Beyliği” isimli paylaşımıma bir arkadaşım, "Sende yazarlık damarı var gardaş, gel buralara da elinden tutacak birileriyle tanıştırayım. Muhteşem bir yazı. Şayet çalmadıysan” şeklinde bir yorum yaptı. Yazı öp öz bana ait bir yazı. (https://dilinkemigiyok.blogspot.com/2015/12/cingenenin-beyligi.html) Cümlesinde geçen “çalmadıysan” kelimesi beni geçmişe götürdü.
-Hiç çaldın mı?
-Teşebbüs ettim fakat beceremedim.
-Ne çaldın?
-Elma...
-Ne zamandı?
-1976-1977 yıllarıydı sanırım.
-Anlatır mısın?
-Anlatamam.
-Niye?
-Çünkü Allah yapılan kötülüğü anlatmayı Nisa süresi 148.ayette:” Allah, zulme uğrayanların dışında çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” buyurarak yasaklıyor.
-Kaç yaşındaydın bunu yaptığında?
-12-13 olmalı.
-Daha ergen bile olmamışsındır. İstersen anlat.
-Sen istedin, ısrarına dayanamayacağım. Zaten dilim de şişmişti.
-Hah şöyle! İçindeki çocuğu çıkar artık.
-Köydeydim o zamanlar. Köy dediysem kasabaydı. Sonra birbirine yakın iki kasabayı birleştirerek İlçe yapıldı. Benim köyüm mahalleye dönüştü. Kasaba da olsa, ilçe de olsa, mahalle de olsa benim gözümde dil alışkanlığı olarak hep köy olarak kaldı orası. O zamanlar, şimdi park yapılan yerde 9 gözlü çeşmesi vardı. Oluklarından bilek kalınlığında suyu akardı. Hayvanların su içmesi için önlerine yalaklar yapılmıştı. Akşamları da burası, gençlerin yüzmeyi öğrenmek için pratik yaptıkları havuz görevini üstleniyordu. Alt tarafında belki de kaç nesli gölgesinde büyüttüğü çınar ve söğüt ağaçları vardı. Hemen altında ise bugün bazı yerlerde adına hobi bahçesi adı verilen ve köylünün avar ekmesi için üleştirilmiş çiziler, daha aşağısında ise badem, kayısı, elma vb meyvelerin bulunduğu meyve bahçeleri vardı. Mevsim, meyvelerin olgunlaştığı dönem. 
Köy bahçesinin bekçisi, meyvelere zarar vermesin diye çocuk ve gençlerin bahçelere gitmesine izin vermezdi. Aslında bahçelerin girişi çoktu. Dileyen dilediği yerden girebilirdi. Bahçelere giriş tıpkı Nasreddin Hoca’nın türbesine giriş gibiydi.
Kur’an Kursu’nda okuyan 3 çocuk, şansımızı deneyelim diyerek bahçelere doğru yöneldik. Hayret! Kimseyi salmayan bekçi bize bir şey dememişti. Ne de olsa Kur’an Kursunda okuyor, Kuran öğreniyorduk. Cebimizde ise “Made in China” yazan beyaz namaz takkeleri vardı. Adam bize güvenmişti: ”Bunlar çalmaz, çırpmaz, başkasının meyvesinde gözü olmaz” diye düşünmüştü. 
Biz 3 arkadaş aşağı bahçelere doğru adımladık. Aramıza yaz dönemi katılan –Allah hayrını versin-büyüğümüz, önümüze geçerek bizi bir bahçeye götürdü. ”Burada güzel elmalar var” dedi. ”Elmalar bizim değil, yememiz uygun değil” diye düşünürken kırmızı kırmızı meyveleri olan elma ağacının altında bulduk kendimizi. Eğilip yere dökülen elmaları pantolonun cebine -ne kadar doldurabilirsek- doldurmaya başlamıştık. Bir baktık! Bahçenin sahibi 70’ine merdiven dayamış piri fani amca da bahçenin kenarında bize bakıyor. Gözleri pek görmeyen, kulakları fazla işitmeyen dede hiç tepki vermeyince biz de işi aymazlığa verip dökülmüş elmaları almaya devam ettik. Az sonra yukarılardan dedenin torunları hem koşuyor hem de "Hırsız vaar, hırsızlar! diye bağırıyorlar. Cebimize doldurduğumuz elmaları bir taraftan tekrar yere atarken bir taraftan da tabana kuvvet kaçmaya başladık. Çamursuz taşlarla örülmüş kuru ihata duvarlarından elimizi değmeden atlamaya başladık. Kendimi bir an için Bizans surlarından atlayan Cüneyt Arkın’a bile benzettim. Ama zaman benzetme zamanı değildi. Yakalanıp dayak yemek ve hırsız damgası yemek de vardı. Bu yüzden arkamıza bakmadan kaç bahçe duvarı atladık hatırlamıyorum. Nice soluk soluğa süren maraton koşusundan sonra kendimizi trafonun yanında bulduk. Nihayet arkamıza bakmayı akıl ettik. Kimsecikler yoktu. Şükürler olsun! Kendimizi yakalatmamış, postu deldirmemiştik. Üstelik bizi de tanıyamamışlardı. Haliyle hırsız damgası da yemeyecektik. Sevincimize diyecek yoktu. Kısa bir birliktelikten sonra üç kafadar evlerimizin yolunu tuttuk.
Ertesi gün baktım dedenin torunu yanıma geldi: ”Dün bizim bahçede yanında iki kişi vardı. Onları tanıyamadık ama seni tanıdık.” demez mi. 
Saç rengim ele vermişti beni. 
İşte benim elma hırsızlığım bu şekilde başlamadan bitti. Rabbim Bakara 138.ayette:” Allah'ın boyasına bak! Kim, Allah'tan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet edenleriz. “ buyurmaktadır. Rengim beni kötülük yapmaktan uzak tuttu. Demek ki bunda da vardır bir hayır değil mi?
-Kardeş! Sen hırsızlık yapmamışsın ki...
-Evet yapmadık ya da yapamadık ama teşebbüs ettik. Şayet bunu yapabilseydim, bunu yaparken de rengim beni ele vermeseydi, bir zaman sonra belki de şehrin en ünlü hırsızı olurdum.
-Başka yaptın mı?
-Hayır, asla,  tövbe, tövbe! Allah çalanlardan, haksızlık yapanlardan eylemesin.
-Amin amin!
- Elmayı ısırıp sonra da helallik dilemek için sahibini arasaydın ne iyi olurdu.
-Senin dilinin altında bir bakla var ya, neyse. Belki de dayak yerdim. Ama sonradan helallik dileyenlere köyüm insanının, "Yerden göğe kadar helali hoş olsun” dediğini biliyorum.
-İyi de bu hikayenin adını ne koyalım?
-“Besmeleli Hırsızlık” olsun.
-Niye ki?
-Hiiiç! İçimden öyle geçti.
02/07/2015

2 yorum:

  1. Allah ın boyası bize de maşa ALLAH dedirtiyor hep nedense bir nazar duası okusanız da rahatlasak olur diye düşünüyorum selamlar

    YanıtlaSil
  2. as. Nazar duası da okuruz başka dualarda. Allah hepimizin hayrını versin inşallah

    YanıtlaSil