Ana içeriğe atla

Kaçımız Bir Suç İşlediğimizde Doğruyu Söyleriz?


Zaman zaman çocuklarımızın yalan söylemesinden şikayetçi oluruz: " Bu çocuk bu yalanı nereden öğrendi" diye.


Çocuğumuz yalanı; yalan söylemeyi sokakta, mahallede arkadaş ve akranından öğrendiği kadar büyüklerinden yani ailesinden öğrendiğini de göz ardı etmemek lazım. Hepimizin bildiği gibi çocuklarımız 3 yaşına kadar gördüğünü ve işittiğini bilgi olarak depolar. Hani yanında konuşurken " Çocuktur, anlamaz" dediğimiz yaş. Eğer çocuğumuz yalan söylemeye başlayıp bunu alışkanlık haline getirmişse lütfen sebebini başka yerde aramayalım. Suçun merkezine önce kendimizi koyalım. Kendimize toz kondurmadan suçluyu dışarıda aramak topu taca atmaktır.


Yalan söylemenin çok değişik nedenleri vardır. Belki de en önemlisi yalan söylemenin temelinde şiddet/baskı ve cezalandırılırım endişesi yatmaktadır. Burada bu nedenler üzerinde durmayacağım. Hiç unutmadığım ve hemen her yerde örnek bir öğrenci olarak anlattığım bir öğrencimin davranışını paylaşmak istiyorum:


Sarayönü Anadolu Lisesinde görev yaptığım esnada dersin ortasında odama bir öğrenci geldi.

-Hocam! Öğretmenler odasına bir gelebilir misin? Ben bir suç işledim.

-Ne yaptın, hayırdır?

-Öğretmenler odasındaki fotokopi makinesini kırdım.

(Beraberce gittik. Makineye bir baktım. Camı un ufak olmuştu.)

-Ne işin var senin burada, girmen yasak değil miydi?

-Yasaktı hocam. Mecbur kaldım. Acil fotokopi çekmem gerekiyordu.

-Hizmetli yok muydu, ona niye verip çektirmedin?

-Aradım, bulamayınca kitabın sayfasını makineye yerleştirdim. İyi çeksin diye kapağını bastırınca böyle oldu. Borcum ne ise ödeyeyim.

-Mehmet, sen şimdi dersine gir. Daha sonra görüşelim.


Fotokopi servisini aradım. Makine arızalandı. Camı kırıldı. Tamirini yapalım diye. Servisçi: " Hocam camın kalınlığını ölçerek camcıyı çağırın. Ölçüye göre cam kestirin. Sıkıntı olmaz" dedi. Camcı camı taktı. 15 TL bedelini verdim. Fişi taktım, Makine çalıştı yine eskisi gibi çekmeye başladı.


Bir hafta sonra yapılan veli toplantımıza katılan öğrencimin babası Mustafa Bey odama geldi:

-Hocam bizim sıpa fotokopi makinesini bozmuş. Borcumuzu ödemek için geldim. Borcumuz ne kadar?

-Borcunuz 500 TL Mustafa Bey!

-Ağabey! Şu anda yanımda o kadar para yok. Yarın göndersem olur mu?

-Mustafa Bey, borcunuz falan yok. Çocuğuna da sıpa falan deyip kızma. Oğlunla gurur duy.

-Nasıl ağabey? Bizim çocuk suçlu…

-Doğru suçlu. Ama dürüstlüğü takdire şayan! Çünkü oğlun fotokopi çekmek için makinenin camını kırmış, kimse görmemiş, oğlun kendisi gelmese failini bulmamız mümkün değil. Çocuğun örnek bir öğrenci bizim için. Ben böyle bir öğrenciyi bırak cezalandırmayı, ödüllendirmem lazım. Sizin de borcunuz falan yok. Allah, Mehmet gibilerin sayısını artırsın. Çünkü genelde suç işlenir, fakat faili ortaya çıkmaz. Çok basit şeylerde yalana başvururuz. Sizin çocuk; öz güven sahibi, doğru sözlü, dosdoğru bir genç. Üniversitede hedeflediği yeri kazanır mı bilmem. Ama daha bu yaşta adam gibi adam!  Anne baba olarak da sizi tebrik ederim.


Mehmet, istediği bölümü kazandı. Öyle zannediyorum geçen yıl üniversiteyi de bitirdi. 29/11/2015


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde