1 Nisan 2025 Salı

Kardeş Değil, Kara Taş

Babasından kalma bir evde oturan bir öğretmen yıllarca aynı evde hem hasta annesine bakar. Bir de boyundan aşağısı tutmayan abisine.

Bir köşede annesi yatmış, diğer köşede abisi ya da kardeşi yatmış.

Diğer kardeşleri ne anneye bakmış ne de ağabeylerine.

Zamanı gelir her iki hasta da vefat eder.

İki vefatın da ardından kardeşleri mahkemeye dava açarlar: "Ağabeyimiz (ya da kardeşimiz) şu kadar yıldır mirasçısı olduğumuz evde kalmıştır. Kaldığı yıllara ait birikmiş kira bedelini muhitin rayiç kirası üzerinden tarafımıza ödemesi".

Yanlış okumadınız. Mahkemeye açılan dava bu içerikte.

Hem yatalak annesine hem de yatalak abisine yıllarca bakan bu öğretmenle bir arkadaş vasıtasıyla oturup iki defa çay içmişliğim ve sohbet etmişliğim var. Sağdan, soldan, havadan ve sudan konuştuk. Hiç kardeşlerim bana şöyle yaptı demedi.

Kardeşleri tarafından mahkemeye verildiğini de aynı okulda çalışan bir arkadaşım söyledi.

Siz böyle bir dava ile karşılaştınız mı bilmiyorum ama ben ilk defa duydum. Haliyle şaşırdım. Ne kardeşler varmış. Olmaz olsun böyle kardeş dedim.

Annelerine ve ağabeylerine bakmayan bu kişilerde gerçekten mide varmış. Aynı evde yaşayıp bakımlarını üstlendiğinden dolayı kardeşlerine: "Abi, biz anne ve ağabeyimize bakamadık. Bütün yük sendeydi. Biz bakamadığımız gibi maddi destek de sağlayamadık. Sana karşı mahcubuz. Biz sana çok teşekkür ediyoruz. Biliyoruz bunun için bakmadın. Emeğini de karşılamaz ama babadan kalma bu ev senin. Biz hiç hak iddia etmiyoruz. Hemen tapuya gidelim. Evi senin üzerine devredelim" demeliydiler. En azından ben böyle beklerim. Ki olması gereken de bu.

Beyefendi ve hanımefendiler, bırakın böyle demeyi. Geçmişten günümüze biriken kira bedelini istemişler. Yazıklar olsun gerçekten.
Böyle paragöz kardeşlere kardeş denmez, dense dense kara taş denir.

Sonrasını bilmiyorum. Öyle zannediyorum, dava devam ediyordur. Görünen o ki kardeşlerin gözü hem kirada hem de evde. Çünkü kira isteyen o evdeki payını hayli hayli ister. Hakimin kararını bilemem ama öyle zannediyorum kira isteyen bu kardeşler haklı bulunur. Çünkü kimse annesine baktı, ağabeyine baktı demez. Belki de bakmayaydı denecek.

İşin garibi bu öğretmen emekli olmasına rağmen hala evi yok. Emekli olmadan önce evini alamayan emekli olduktan sonra hiç ev alamaz. Görünen o ki ölünceye kadar emekli maaşı ile kirada kalacak. Belki de daha çalışacaktı. Emekli olayım da anne ve kardeşine bakayım diye emekli oldu. Çünkü daha zorunlu emekli yaşında değil.

Ne diyelim, böyle kardeşler de varmış. Kardeş değil, kara taş. Olmaz olsun böyle kardeş. Evden, gönülden, ortamdan ırak olsun.

Burada bir hakkı daha teslim edeyim. Evde yıllardır hem kaynanasına hem de kayınbiraderine bakan bu öğretmenin eşinin eli öpülür. Helal olsun kadına. Hem öğretmenin hem de eşimin ismini örnek olsun diye altın harflerle yazmak lazım.

Bu arada bu ailede üveylik, özlük vardır diye aklınıza gelebilir. Sizden önce ben sordum arkadaşa. Üveylik yokmuş aralarında. Bu öğretmenin anne ve babası yaşasaydı, bu öğretmen sizin öp öz oğlunuz mu yoksa kira isteyen diğer çocukların mı öz derdim. Çünkü her ne kadar beş parmağın beşi de bir olmaz ise de aynı ailenin çocukları arasında bu kadar uçurum olmaz. Çünkü biri hasbi diğerleri çıkarcı. Acaba doğumları esnasında hastanede değiştirilmiş olabilirler mi? Değişti ise hangisi? Paracı kardeşler mi, bu hasbi öğretmen mi? Hepsi hastanede değiştirilemeyeceğine göre herhalde bu öğretmen hastanede değiştirilmiş olmalı. Başka da aklıma bir şey gelmiyor.

Allah iyi kardeşlerle karşılaştırsın.

Karşı Mahalleden Biri Ölmeye Görsün!

Nasıl bir ülke olduğumuzu yıllar geçtikçe daha iyi anlıyorum.

İyiyken herkes iyilik meleği. Araya niza girdi mi elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.

Karşı mahallelere bölünmüşüz. Diğer mahallelerle hiç diyaloğumuz yok. Herkes birbirine sağırlara ve körlere oynuyor. Uzaktan ayar veriyor, had bildiriyoruz.

Karşı mahalleyi düşman belleyerek ayakta duruyoruz.

Karşı mahalleden bizim gibi düşünmeyen biri öldü mü, sağlığında selam vermediğimiz kişiye tüm içimizi boşaltıyoruz.

Mahallenin ileri gelenleri ve akıl hocaları her bir şeyini zamanında not etmiş. O zaman bir şey dememiş, mücadelesini vermemiş biri olarak ilgili kişinin tüm beyanlarını ortaya döküveriyor. Biz de vay anasına. Adam ne kafirmiş. Cenazesi kılınmaz bunun deyip Diyanet'i göreve çağırıyoruz. Adamın gömülüp hesaba çekildiğini beklemeden yani yargılamadan cehenneme gönderiyoruz. Halbuki adaletin yok dediğimiz, adaletini beğenmediğimiz bu zalım dünyanın adaleti ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, adam suçüstü yakalansa bile adalet önünde zanlıdır. Yargılanıp hüküm giyinceye ve tüm yargı yolları bitinceye kadar masum kabul edilir. Beratı zimmet asıldır prensibini hatırlar ve hatırlatırız.
İnancımıza göre öldükten sonra kişiyi Allah yargılar, hesabı o sorar, ona hesap verilir. İnandığımız Allah da kimseye haksızlık etmez.

Acaba böyle olduğuna inanmıyor muyuz da daha gömülmeden sıcağı sıcağına adamı ila cehenneme zümera deyip cehenneme gönderiyoruz. Bırakalım ihsası reyde bulunmayı da o inandığımız makam kişiyi yargılasın. Unutmayalım ki savunma hakkı da kutsaldır. Suçluya bile kendini savunma hakkı verilmeden ceza verilmez. Merak ediyorum, yargısız infaz yetkisini bize kim verdi? Allah mı diyor, bana gelmeden bunları yargılayın yetkisini?

Zahire göre hüküm verip Aristo mantığıyla kıyas yaparak insanları özellikle karşı mahallenin insanlarını cehenneme göndermeyi ne de çok seviyoruz? Acaba, ne kadar kişiyi cehenneme gönderirsek, Cennet bize kalır diye mi düşünüyoruz? Allah bizi koymayıp da kimi koyacak hadsizliğini mi yaşıyoruz?

Ölen kimse dinimize yabancı olabilir, dinimizi alaya alabilir, dinimize düşmanlık yapabilir. Tamam, bu durumda bizim elimiz armut toplamasın. Edebimizle, kavli leyyine ile cevap verelim. Bunun önünde ne engel var? Musa ve Harun peygamberleri Firavun'a gönderirken yumuşak söz söyleyin fermanına yakışıyor mu bizim ileri geri konuşmamız, hakaret etmemiz? Sonra öldükten sonra neye yarar? Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?

Ha o mahalleden ağzı bozuklar varmış. Onlar hakaret ediyor. Biz de onlara anladığı dilden konuşuruz diyorsak, sormazlar mı adama, ne ara onları kendimize öğretmen kabul ettik diye? Unutmayalım ki süiamel misal olamaz.

Herkesin dini, inancı kendisine. Bizim inancımız da bize. Din ve inanç bizi ayrıştırmamalı. Kem söz sahibine ait olmalı. Din ve inanç elimizde ayrıştırma aracı olarak kullanılmamalı. Her ne kötülük yapılırsa yapılsın, din adına söz söyleyenler kötülüğü iyilikle savmalı. Gören demeli ki bunların dini böyle emrediyor. Bunların iyilikleri dinlerinden. Ne güzel dinleri var desin.

Merak ediyorum, bu kaba saba ve kişileri cehenneme gönderen üslubumuzla Müslüman yaptığımız bir Allah'ın kulu var mı? Eğer varsa faili ellerinden öperim ama bu takındığımız üslupla bir Allah'ın kulu Müslüman olmaz. Zaten böyle bir derdimiz de yok. Tek derdimiz ne kadar kişiyi cehenneme gönderirsek, Cennet bizim olur. Ama çok bekleriz. Unutmayalım ki herkes kalıbına göre iş yapar. 

Volkan Konak'ın Ardından

Kendisini zaman zaman önüme düşen kısa videolarda ismini bilmeden birkaç defa izlemişliğim var. Genelde de ekranına çıkardığı kişilerle konuşmasına şahit oldum. Sanatını ne derece icra ettiğini ve başarılı bir sanatçı olup olmadığını bilmem.

Volkan Konak'mış adı. Sanatçı imiş. Kuzey'in olarak şu diye nam salmış. Türk halk müziği üzerine sanatını icra etmiş. Kıbrıs'ta sahnede iken geçirdiği kalp krizi sonrası vefat etmiş.

Sonrasını sosyal medyadan öğreniyorum. Bir grup, sanatçının ölümü üzerine üzüntülerini ifade ediyor. Bencileyin sanatla yakından uzaktan alakası olmayan bir grup ise Volkan Konak'ın daha önce söylediği sözleri ve vasiyetini ön plana çıkarıyor. "Öldükten sonra gömülmek istemediğini, cesedinin yakılıp Karadeniz'e savrulmasını" vasiyet etmiş.

Bu vasiyeti ön plana çıkaran bir kesim cenazesi kılınmamalı gibi şeyler yazıp çiziyor. Ölümüne oh be çekenler de az değil.

İlgili kişi inanıyor mu, inanmıyor mu bilmiyorum. Ki inanmak kadar inanmama hakkına sahip. Üstelik bir başka okuduğu şiirde "babasının yanına gömülmekten" bahsediyor.

Cenazesini yakılmasını yakınları yerine getirir veya getirmez. Yakınları alıp bir mezara da koymak isteyebilir.

Basından okuduğuma göre İstanbul'a cenaze namazı kılınıp Trabzon'a gömüleceği belirtiliyor. Demek ki yakınları gömülme vasiyetini yerine getirecek.

Tüm bunlar cenaze sahiplerinin bile bileceği bir şey.

Cenazesinin kılınmasını da ailesi isteyebilir. Birileri cenaze namazına katılmak isteyebilir. Söz ve eylemlerinden dolayı birileri cenaze namazını kılmak istemeyebilir. Her imam kıldırmak istemeyebilir.

Bir kimsenin cenazesinin kılınması, helallik alınması o kimseyi pirüpak yapmaz. İslami usullere göre defnedilmemesi de o kimseyi sorumluluktan kurtarmaz.

Namazı kılınırdı, kılınmazdı, hak etti veya etmedi tartışması bence gereksiz. Ölen ölmüştür, kalan kalmıştır. Ölenin kendini savunması mümkün değil.

Bu aşamadan sonra bırakalım herkes hesabını gittiği yerde versin.

Herkesin hesabını vereceğine inanılıyorsa bırakalım, hesap sorucu hesabını sorup cezasını versin. Hesap sorulacağına inanılmıyor mu ki bu kadar yaygara yapılıyor.

Hem neden karşı mahalleden biri vefat edince hemen veryansın ediliyor. Cenaze önüne gelip haydin bunun namazını kılacaksın veya kıldıracaksın diye bir baskı mı yapılıyor?

Ayrıca ilgili kişinin inanıp inanmadığını nereden biliyoruz? Kişi bir sözüyle dinden çıkar, diğer bir sözüyle tekrar girer. Merak ediyorum, herkesin imanı doğduğu andan itibaren şeksiz ve şüphesiz mi? Bırakalım herkesin inancını kendisine. Yaşadığı hayat üzerinden hesabını öbür dünyada kendisi versin.

Bir kişiye başka inançlara hakaret etmediği ve saygı duyduğu müddetçe istediği görüşü açıklama imkanı vermek lazım.

Günümüzde kişileri, mahalleleri inanç yönünden tasnife tutmanın bir gereği yok. Ne katma değer üretmiş, insanlık namına neler yapmış, ona bakmak lazım.

“Elli beş babasız çocuğu okuttuğunu, önümüzdeki sene bu sayıyı yüze çıkarmak istediğini, babaları olamasam da amcaları olurum” dediğini bir açıklamasından öğrendim.

Gençlerin yanına gidip, "Gençler, bir derdiniz olduğu zaman işte benim numaram şu. Direk beni arayın" demek suretiyle gençlere açık çek vermiş biri.

Yine kendisine bir milyon dolarlık reklam teklifi yapılıyor. Teklifi geri çevirdiğini söylüyor. Paran çok mu diyene de "Kişiliğime uygun görmedim" diyor. Hangi birimiz bir milyon dolar karşısında kendimizi kaybetmeyiz ve atlamayız.

Hangi birimiz 55 öğrenciye burs verir? Hangi birimiz tanımadığı üniversite öğrencilerine telefon numarasını verip ihtiyacınızda arayın der? Görünen o ki okuttuğu öğrenciler yetim kaldı ardından. 

Tamam, insanları fikir ve düşüncelerinden dolayı katılmadığımız yönleriyle eleştirelim. Ama yaptığı güzel şeyleri de ifade etmek suretiyle bir hakkı teslim etmek lazım. Çünkü hatasıyla hesabıyla insanı hepimiz.

Sonuç olarak sanatını icra ederken genç yaşta kaybettiğimiz sanatçıyı ölümünün ardından rahat bırakmak lazım. Ardından ne konuşursak konuşalım, bizi duymaz, bize cevap veremez. Bizde sesini çıkarmayana, kendini savunmayana el kalkmaz, belden aşağı vurulmaz. Bırakalım mevtayı sevenlerine. Onlar üzüntüsünü yaşasın. Kimsenin ölümüne sevinip göbek atmayalım. Bir üzüntülü ana saygı duyalım.

Bir diğer husus, inancından dolayı bu sanatçıya vuranlar, merak ediyorum, sağlığında bu sanatçıyla gittiğin yol, yol deyip konuştular mı? Bu işin doğrusu şu, senin görüşüne katılmıyoruz dediler mi? Mesela irşat görevinde bulundular mı? Eğer yaptık, sağlığında kendisiyle fikir ve inanç tartışması yaptık denirse, buna eyvallah derim. Yok böyle bir şey yapılmadı ise ölümünün ardından ileri geri konuşmak ne dine ne insanlığa yaraşır. Ucuz mücahitliğe gerek yok.

Ayrıca gidenin ardından ileri geri konuşmanın geride onun yolundan gidenlere faydası olur mu? Hiç sanmıyorum. Amaç üzüm yemekse bu üslubu terk edip en azından susmak lazım. Çünkü bu üslup kimseyi Müslüman yapmaz. Yaşadığımız dini ayrışmanın aracı haline getirmeyelim. Herkesin dini kendisine.

Yazımı sanatçının bir esprili anlatımıyla sonlandırayım. Beşinci kızdan sonra annesi Volkan Bey’e hamile kalır. Bu da kızdır diye annesi aldırmaya kalkar. Bir tanıdığı vasıtasıyla bir doktora gider. Doktor kürtaj için 300 lira (o günün parasıyla 300 bin veya üç yüz milyon olabilir) para ister. Bu parayı duyan annesi, “Sana bu parayı vereceğime, bu parayla ben evladımı doğurur, büyütürüm” deyip kürtajdan vazgeçer. Sanatçı bu şekil dünyaya gelmiş. Doktor daha az para isteseydi, belki de hiç dünyaya gelmeyecekti.

Mevtanın yakınlarına sabırlar diliyorum.

30 Mart 2025 Pazar

Yürüme Üzerine Muhabbetler

Yürümeyi çok sevdiğini söyleyen bazı kişilerden işittiğim sözler:

Yürümeyi çok severim ama vakit yok. Ah bir vaktim olsa...

Yürümeyi çok severim ama dizlerim ağrıyor.

Yürümeyi çok severim ama hava çok sıcak olmayacak, çok soğuk da olmayacak; kar, tipi, yağmur, yağış ve rüzgarlı olmayacak.

Yürümeyi çok severim ama yürüyünce terliyorum. Üstümü değiştirmem gerek. Bu yüzden yürümüyorum.

Yürümeyi çok seviyorum. Yalnız yürüyünce ayağım acıyor.

Yürümeyi ben de seviyorum ve yürüyorum. İşte çalışırken akşama kadar şu kadar adım atıyorum.

Yürümeyi sevenlerin yanında bir de yürümeyi sevmeyenler var:

Nefret ederim yürümekten. İmkanım olsa tuvalete bile arabayla giderim.

Niye yürüyeceğim? Yazık değil mi ayaklarıma?
Kim yürüyecek? Ekmek almaya bile arabayla gidiyorum.

Bir de yürümeyi gerçekten sevenler var. Bunlar;
Ama, fakat, lakin demeden, yürüme edebiyatı yapmadan yürüyenler. Yürümeyi günlük rutin işlerinden görenler. Yürümekten üşenmeyenler. Bir bakmışsın bunları, yollarda ve parkurlarda. Sabahın erken saatinde yürüyüş yollarında ter atarken görürsün. Ter attıkça mutlulukları yüzlerinden okunur bunların. Çünkü yürümek günlük iştir onlar için.

Yürüme üzerine muhabbetler kiminde sözel kiminde fiili bu şekilde devam eder gider. Şu var ki göbeği çıkmış, göbeğinden ayaklarını göremeyen, aşırı kilo ve göbekten dolayı taharetini yapmakta zorlananlara yürümek elzemdir. Buna farzı ayn diyebiliriz. Bunların hiç mazeret üretmeden yollara kendilerini vermeleri gerekir. Çünkü yarın ayaklar çekmemeye başlayınca ve hastalıklar bir bir baş gösterince yürümek isteseler de yürümek onları bırakır.

Beyhekim Hastanesinde Hayat

Arife günü hastamın başında refakatçi kalmak için nöbete gittim.

Hastamızın odası değiştiği için yeni yerini bilmiyorum.

Vardığım zaman nöbeti meslektaşlarına devretmiş, gitmeye hazırlanan sağlık çalışanlarıyla karşılaştım.

Hastamın odasını bulmak için oda aradığımı gören görevliler, hastanın adı neydi dediler. Hastamızın adını söyleyince "Hatice Teyze şu numaralı odada kalıyor" dediler. İlgilerine teşekkür edip hastamın yanına girdim.

Yerime yerleştikten az sonra doktor geldi. "Hatice Teyze nasılsın, iyi misin? Yemek yiyebiliyor musun" dedi. Fazla yemediğini öğrenince serum takılmasını ve iğne yapılmasını önerdi.

Dokuz günlük tatil olmasına rağmen akşama kadar ne doktor eksik oldu ne hemşire. Biri gitti, diğeri geldi. Her biri de işinin ehli. Hastalarına ismiyle hitap ediyorlar. Sanırsın ki normal mesaiden bir gün.

Arkadaşlarımız tatile gittiler, biz ise çalışıyoruz görüntüsü sezmedim doktorunda, hemşiresinde ve sağlık çalışanında. Yüzlerinden güler yüz eksik değildi. Her biri ibadet aşkı içerisinde kendilerini işe vermişler gördüm. Akşama kadar odanın kaç defa paspaslandığını gördüm.

Hastamızı yatağın gerisine doğru çekmek için bir kişinin yeterli olmadığı durumlarda hastamızı geriye çekebilir miyiz dediğimde, hasta bakıcıdan destek alın diyeni görmedim. Görevli işini bırakıp benimle beraber hastayı geriye yasladı.

Öğle yemeği geldi. Oruçlu olduğumu öğrenince, az sonra elinde tatlı kasesi ile yemek dağıtan geldi. Arkadaş, şunu iftarda yersin dedi.

Hastane çalışanlarının günün her saatinde hummalı çalışmalarını görünce, bu hastaneye tatil gelmemiş izlenimi edindim. Nezaket, samimiyet o biçimdi. Helal olsun çalışanlara. Devlette böyle çalışanlara can kurban. Emeklerine sağlık hepsinin.

Akşam iftardan bir kırk dakika önce yemeklerimiz geldi. İftarımızı yaptık.

Yemeğin ardından kantine inip iki bardak çay içerek çay ihtiyacımı giderdim.

Az sonra biraderler ellerine termosu alıp ağam çayı sever deyip sürpriz yaptılar. Sayelerinde çaya doydum. Keselerine bereket.

Bir termos çayı içince gecesinde pek uyku tutmadı. Fırsat bu fırsat deyip 6 yazı yazmışım hastam uyurken.

Bayram namazından önce hastanın ve refakatçinin farklı kahvaltı menüsü önümüze geldi. Afiyetle kahvaltımı yaptım. Hayatımda bayram namazı öncesi ilk defa bu şekil kahvaltı yapmış oldum.

Hastaneye gelirken solda bir cami görmüştüm. Bayram namazına gitmek için indim. Caminin önünde in-cin top oynuyor. Sanırım burada namaz yok dedim. Kapıya davrandım. Açıkmış. İçeride çoğunluğu hastane çalışanı olmak üzere üç saf cemaat vardı. Namazın ikinci rekatına yetişebildim. Hayatımda ilk defa bayram namazının ilk rekatını kendim tamamlamış oldum.

Hutbe kardeşlik üzerine idi. Hatip hutbesini okurken bir kişi camiden çıkmak için kalkınca, imam, "Daha hutbe bitmedi. Çıkmayalım" uyarısı yaptı. Geriye dönüp bakmadım. Çıkmaya davranan gitti mi, geri mi döndü bilmiyorum. Yalnız çıkmaya davranan ben olsaydım, uyarıya geri dönmezdim. Şu var ki imam yanlış yaptı. Uyarının zamanı değildi. Üstelik burası meskûn mahal dışında bir hastane camisi idi. Cemaat ya refakatçilerden ya da sağlık ve hastane çalışanlarından ibaretti. Hutbe okunurken çıkmaya kalkan belki acil doktoru olabilir. Doktorun acil hastası gelmiş olabilir. Hastası ağır bir refakatçi de olabilir. İmam bu camide görev yapıyorsa bu hastane caminin hassasiyetini bilmesi gerekirdi. Hasılı günün en itici uyarısıydı imamın bu davranışı ve yakışmadı. İmamın biraz nezaket ve görgü almasında fayda var. 

Namazdan sonra hastamın yanına gelince, çoğu hastanın yakınlarının kah sesli kah görüntülü bayram kutlaması yaptıklarını işittim. Temenniler ve dualar koridorlara kadar geliyordu.

Hastanede de bayramın unutulmadığını, hatta bazılarının birkaç gün öncesinde hazırlık yaptığını görmüştüm. Bir yakınları bayram şekeri getirmiş. Kadın her gördüğünün yanına giderek herkese bayram şekeri ikram etmişti daha bayram gelmeden. Israrı üzerine iki tane de ben almıştım. Cebimde o günden beri durduğu için erimeye başladığını görünce dolaba koyup az sonra hastama ikram ettim.

Velhasılıkelam, hastanede geçirdiğim ilk arife ve bayram sabahı bana farklı duygular yaşattı. Farklı bir ortamdı. Bayram tebriki için gelen telefonlara sevinç gözyaşlarının döküldüğüne şahit oldum. Belki de hastanede bile unutulmadık. Eşimiz, dostumuz aradı sevinç gözyaşlarıydı. Belki de bu sevinçli günü hastanede mi geçirecektik, bu hale düşecek miydik gözyaşları idi. Bilinmez. Ama bir şey var ki safi hastadan ibaret bir yerde bile bir gelenek yani bayram kutlamasının devam ettiğini, sevinç ve üzüntünün bir arada yaşandığına şahit oldum.

Sözlerimi bitirirken Beyhekim Hastanesi çalışanlarını, tatilde bile görevlerini özverili, içten ve nazikçe yapmalarından ötürü hepsini tebrik ediyorum. Tüm hastalara acil şifalar diliyorum. Hepsinin bayramı mübarek olsun.

İnsanlıktan Çıkmaya Ne Gerek Var

"Siyaset yapmak için insanlıktan çıkmaya gerek yok" demiş Nihat Ergün. Çok doğru bir söz. Biz de Ergün'ün bu sözünden mülhem devam ettirelim.

Siyaset yapmak için;

Belden aşağı vurmaya gerek yok.

Çamur at, izi kalsın iftirasına gerek yok.

Her yol mübah görmeye gerek yok.

Toplumu germeye ve kutuplaştırmaya gerek yok.

Yapamayacağın icraatın sözünü vermeye gerek yok.

Yalana, dolana ve talana gerek yok.

Rakipleri düşman görmeye ve göstermeye gerek yok.

Koltuğa çakılıp kalmaya gerek yok. Bu işi mezara kadar götürmeye gerek yok.

Rakibi ezmeye, küçümsemeye gerek yok.

Fırıldak olmaya, kırk takla atmaya gerek yok.

Seçim ekonomisi uygulamaya gerek yok.

Emeklilik yaşıyla oynamaya gerek yok.

Memleketin geleceğini ipotek etmeye gerek yok.

Kamu kaynaklarını heba etmeye, seçmene rüşvet vermeye gerek yok.

Ya benimsin ya kara toprağın demeye gerek yok.

Etik değerleri ve teamüleri ters yüz etmeye gerek yok.

Tüm yetkileri üzerine almaya gerek yok.

Maceraya girmeye gerek yok.

Olgular yerine algılar oluşturmaya gerek yok.

Fazilet ve erdem üzere rekabet yapamayacaksan siyasete gerek yok.

Tadında ve kıvamında bırakamayacaksan siyasete girmeye gerek yok.

Laf ebeliğine, mazeret üretmeye ve gerekçeye gerek yok.

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyeceksen siyasete gerek yok.

Rakibinin onurunu korumayacaksan, empati yapmayacaksan siyasete gerek yok.

Yaptığın ya da yapacağın icraattan ziyade hep rakibini eleştireceksen siyasete gerek yok.

Müzmin muhalif olacaksan, siyasete gerek yok.

Problemlerin üzerini örteceksen, halının altına süpüreceksen siyasete gerek yok.

Emaneti ehline vermeyeceksen, siyasete gerek yok...

Hangi Tip Ülkede Yaşamak İstersiniz?

Hangi ülkede yaşamak istersiniz?

Doğu dünyasında mı, Batı dünyasında mı?

Geri ve gelişmekte olan ülkelerde mi, gelişmiş ülkelerde mi?

İslam dünyasında mı, Hristiyan dünyasında mı?

Her şeyin kuralının olduğu ama kuralların pek uygulanmadığı ülkelerde mi, her şeyin kuralının olduğu ve bu kuralların harfiyen uygulandığı ülkelerde mi?

Kuralların kişiye göre uygulandığı bir ülkede mi, herkese uygulandığı bir ülkede mi?

Tek adam yönetimlerinin olduğu bir ülkede mi, ortak aklın hakim olduğu bir ülkede mi?

Seçim ekonomisinin uygulandığı bir ülkede mi, seçimlerde seçim ekonomisi uygulanmayan bir ülkede mi?

Kuralların ve uygulamaların kişiden kişiye değiştiği bir ülkede mi, kişilerin kuralları uygulamak için geldiği bir ülkede mi?

Oturmuş, sistemi olmayan, teamüllerin olmadığı, varsa da sık sık değiştiği bir ülkede mi, işleyen ve değişmeyen bir sistemin olduğu ülkede mi?

Başa gelenin, ben yaptım oldu diyen bir ülkede mi, yürütme, yargı ve yasama erklerinin birbiriyle uyumlu ve birbirini denetleyen ülkede mi?

Enflasyon ve hayat pahalılığı fırlamış, parası pul olmuş, doğru dürüst üretimi olmayan, sürekli cari açık sorunu olan bir ülkede mi, cari açığı denk veya fazla veren ve parası değerli olan bir ülkede mi?

Sürekli ekonomik krizlerin olduğu bir ülkede mi, fiyat istikrarının olduğu bir ülkede mi?

Bir sadaka ülkesinde mi yaşamak istersiniz yoksa sosyal devletin olduğu bir ülkede mi?

Vatandaşının kendi başının çaresine baktığı bir ülkede mi, devletinin vatandaşının durumunu gözettiği ve koruduğu bir ülkede mi?

Yolsuzlukların kol gezdiği bir ülkede mi, yolsuzluğun çözmüş ülkede mi?

Emekli cenneti olan bir ülkede mi, SGK sistemi oturmuş bir ülkede mi? 

Yukarıda örnekleme yapmak suretiyle yazdıklarım bir zamanlar büyük şimdilerde küçük kabul eden bu dünyada cereyan ediyor.

Dünya bir olsa da bu dünyada iki ayrı dünyalı gibi yaşayan dünyalılar var.

Tercih hakkı verilse bu iki tip dünyalıdan, ilk verdiğim örnek ülkelerde yaşamak isteyen kaç kişi çıkar? Öyle zannediyorum, kahir ekseriyet ikinci örnek verdiğim dünyada yaşamak ister. Çünkü ilkinde kaos, huzursuzluk, fakirlik ve yokluk var. İkincide ise huzur ve mutluluk vardır. İlkinde tesadüfler vardır. İkincide ise tesadüflere yer yoktur.