16 Mayıs 2022 Pazartesi

Dil Nimeti ya da Dil Belası *

Allah’ın bahşettiği her şey bir nimettir. Dil de bu nimetlerden bir tanesidir. Yeter ki yerinde kullanmasını bilelim. Yerinde kullanmazsak ne olur? Nimet olur bela. Dil ile ilgili Kristal Kelebekler isimli kitaptan istifade edilerek hazırlanıp sosyal medyada paylaşılan bir yazıyı sizler için kısaltarak derledim. Dil ile ilgili hangi kelime, kavram ve deyimleri üretmişiz, bir bakalım:

·        Saygısızca karşılık verenler için dili bir karış,

·        Alay etmek istediklerimiz için dil çıkardık,

·        İnandırmak istediklerimiz için dil döktük,

·        Bir şeyi kötülemek için dil uzattık,

·        Sevdiklerimiz için dilden düşürmedik,

·        Kızdıklarımız için dile düşürdük,

·        Konuşmak istediklerimiz için dile getirdik,

·        Sırlarını ifşa ettiklerimiz için dile verdik,

·        Çok konuştuğumuzda dilimiz çözüldü,

·        Hastalandığımızda dilimiz ağırlaştı,

·        Gevezelik yaptığımızda dilimiz uzadı,

·        Çok yorulduğumuzda, dilimiz bir karış dışarı çıktı,

·        Üzüldüğümüzde dilim boğazıma takıldı,

·        Susadığımızda dilimiz damağımıza yapıştı,

·        Korktuğumuzda veya heyecanlandığımızda dilimiz dolaştı,

·        Derdimizi tam olarak anlatamadığımızda, dilimizin döndüğü kadar,

·        Nutkumuz sevinç veya üzüntüden tutulduğunda dilimiz dönmedi,

·        Baş edemediklerimize dili kurusun,

·        Anlatamadıklarımızda dili olsa da söylese,

·        Saygısızca gönül kırıcı konuşup gönül incitenlere dili pabuç kadar,

·        Bazen kelimeleri iyi dizemediğimizde dilimiz sürçtü,

·        Bazılarına laf anlatamadığımızda dilimizde tüy bitti,

·        Derdi tasası olanların dilinden anlamadık,

·        Dostları ve sevdiklerimizi dilimizden düşürmedik,

·        Sitem ve eleştiriye maruz kalınca dilinden kurtulamadık,

·        Kötü, kaba, çirkin söz söyleyenlere diline biber sürmek istedik,

·        Panel, konferans kalabalık olursa gelirim deyince dilimize kira istedik

·        İnandığımız değerleri, hakikatleri dilimize pelesenk ettik,

·        Ağzı sıkı olanlara diline hakim,

·        Boşboğaz olanlara dili beynine çok yakın,

·        Diliyle kırıp döküp incitenlere dilini eşek arısı soksun,

·        Sır küpü gibi konuşmayıp susanlara dilinin altındaki baklayı çıkar

·        Bir şeyi bilip hatırlayamadığımızda, dilimizin ucuna geldi,

·        Ölçüsüz ve düşüncesiz konuştuğumuzda dilimizin cezasını çektik,

·        Güzel İşler yapınca dillerde anıldık,

·        Niyetler ve ameller bir ve güzel olunca dillere destan olduk

Dedik.

Ayrıca dil ile ilgili isimler verdik. Mesela alımlı, güzel anlamında Dilber, gönlümüzü süsleyenlere Dilara, yiğitçe duruş sergileyenlere Dilaver, Aynı derdi paylaşanlara Dildaş, gönlümüzü çalanlara Dilruba, gönlü şen kalanlara Dilşad, ay gibi güzel olanlara, Dilberay, gönlü aydınlık olanlara Dilnur, insanlık için ağlayanlara Dilhun, Münafıkça konuşanlara Dilbaz gibi isimler verdik. Yine aşk girdabına kapılanlara dil ü pare olduk denir.

Gördüğünüz gibi dil ile ilgili demişiz de demişiz, isimler vermişiz. Dil ile ilgili atasözlerimiz de eksik değil.

*07/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

15 Mayıs 2022 Pazar

Atacak Kurşun ve Alım Gücü

"Rusya’da bir vatandaş, evinin ihtiyaçlarını almak için hazırlamış olduğu listeyle bir alışveriş merkezinin önündeki kuyruğa girer. Tam sıra kendisine geldiğinde, alacaklarını bir bir sıralar. Hepsine yok, cevabı alır. İyice sinirlenen vatandaş, yanındaki askerlerin de duyacağı şekilde küfürler etmeye başlar. Askerden de hiçbir tepki gelmeyince koşarak evine gider. Hanımına,

-Hanım, toparlan. Bu ülkeyi terk ediyoruz. Bu ülkenin maalesef atacak bir kurşunu bile kalmamış".

Bu Rus hangi ülkeye gitti, gittiği ülkede neyle karşılaştı bilinmez. Tahminde bulunursak bu Rus çift Türkiye'ye gelme ihtimali yüksek. Çünkü bu cennet vatan son yıllarda yabancı cenneti oldu. Her türden yabancı var.

Neyse, farz edelim ki bu çift Türkiye'ye yerleşti. Evini buldu, döşedi ve ailecek acıktılar. Yiyecek bir şey almaları gerek. Ne alacaklarını da biliyorlar. Çünkü Rusya'da iken hazırladıkları liste ceplerinde. Birlikte beşli marketlerden birine girdiler. Önlerine kattıkları market arabasıyla birlikte terekleri bir bir geziyorlar. Dolaşmadıkları terek kalmadı ama daha market arabasına şunu alalım diye bir şey koymadılar.

 Dediler ki bu ülkede aradığımız her şey var hatta atacak kurşunları bile ama...

Benden bu kadar. Her şeyi benden beklemeyin. Ama'dan sonrasını siz doldurun. Rus çift ne demiş olabilir? Söz sizde. Buyurun.

13 Mayıs 2022 Cuma

Sanat Harikası Eseriniz

Pek muhterem, aziz kardeşim.  Aracımın son halinden yani sanat harikası eserinden sabah haberim oldu. Vurunca kaçıp gittiğinden, eserini dün görememişsindir ve haliyle merak ediyorsundur diye düşünüyorum. Öyle ya. Kim merak etmez eserini. O yüzden fazla meraklanma diye buradan paylaşıyorum. Kendinle ne kadar gurur duysan azdır. 

Aracıma vurup gittikten sonra ne kadar hasar verdiğini görememenden dolayı seni ayıplamıyorum. Çünkü tabana kuvvet kaçarken sanat güneşi eserini doğal olarak tam inceleyemezsin. Beni üzen inşallah kaçıp giderken bir başka yere veya başka bir araca daha vurmamışsındır. Şayet aracına boya ve kaporta masrafı açmışsan, bil ki üzülürüm. Çünkü bu hayat pahalılığında bir de böyle masraf açmana yürek dayanmaz. 

Benim aracıma imzanı attığından dolayı sakın kendini sorumlu tutma. Üzülürüm yoksa. Çünkü suç sende değil, senin gibi kazmanın geçeceği yola arabayı park eden bendedir suç. Kaporta ve boyacıya yapacağım masraf da seni üzmesin. Bir defa bu senin meselen değil. Bırak da bunu oraya arabayı park eden ve senin gibi sürücülerin olduğunu bildiği halde trafiğe çıkanlar düşünsün. Bırak ne halleri varsa görsünler ne kadar masraf ederlerse etsinler, sanayide vakit geçireceklermiş geçirsinler. Sen kendinden bir şey çıkmadığına bak ve gerisini merak etme. Bu adam ve niceleri sizin gibiler yüzünden az mı kaporta yaptırdı bugüne kadar. Para dersen gani zaten. Saçacak yer arıyoruz.

Sana tavsiyem, vurup kaçma işini meslek haline getirmen. Sakın ola ki durup tutanak tutmaya ve aracın sahibini aramaya kalkma. Ki böyle yapanlar az da olsa var aramızda. Hele bir kağıda arabana ben vurdum. Lütfen ara diye not bırakanlar var. Bunlara tek kelimeyle salak diyorum. Güya vicdanları ve insanlıkları müsaade etmezmiş. Temennim, bu az sayıdaki kelaynak kuşlarının da sizin familyanıza katılmaları.

Size bir başka tavsiyem, bu işi yani arabaya vurup kaçma işini paraya tahvil etmeniz. Tek yapacağınız, kaporta ve boyacılarla anlaşma yapmanız. Diyeceksiniz ki biz vurup kaçacağız. Onlar size gelecekler. Onlardan aldığınız paranız bir kısmını bize vermeniz. Bundan iki taraf kazançlı çıkar. Hazır müşteriyi hangi kaportacı istemez. Haydi göreyim sizi. 

12 Mayıs 2022 Perşembe

Tek Mahareti Hakaret Olanlara Gelsin! *

Bu yazımı, “Siyeri Farklı Okumak” kitap serisi ile adından söz ettiren; kitapları ve verdiği konferanslar üzerinden olumlu tepkilerin yanında olumsuz tepkiler de alan, tepkinin boyutunu ayarlayamayıp belden aşağıya vurmaya ve linç etmeye çalışan, konuyu hakaret boyutuna taşıyanlarla ilgili kendisinin sosyal medyada paylaştığı bir paylaşımını buraya alıntılamak istiyorum:

“Son paylaşımlarıma yapılan hakaretlere gelsin.

Hiç umursamıyorum, bilesiniz.

*

SOKRATES:

"Atina, uyuşuk bir at.

Ben de onu uyandırmaya, canlandırmaya çalışan bir at sineğiyim".

*

Sokrates'in hakaretleri reddetme sırrı neymiş bir bakalım:

Bir gün Atina pazar yerinde birileri Sokrates'e hakaretler ediyor: Sen bir alçaksın, cahilsin ve içki içicisin” diye.

Sokrates, başını sallayarak cevap vermez sadece gülümser.

Zengin bir aristokrat, bu sahneyi izlerken ona, “Böyle hakaretlere nasıl tahammül ediyorsunuz? Kendinizi kötü hissetmiyor musunuz?” diye sorar.

Sokrates yine gülümser ve ′′Benimle gel" der. 

Tanıdığı bu aristokrat, onu eski bir tozlu depoya kadar takip eder. 

Sokrates bir meşale yakar. İşe yaramaz, delik deşik olmuş bir paçavra pelerin bulana kadar etrafı aramaya başlar. Bulduğu bu pelerini adama verir ve: "Bunu giyer misin? Sana uyar" der.

Adam paçavra pelerine bakar ve Sokrates’e kızar. Ona,

"İyi misin Sokrates? Bu paçavrayı giyecek miyim, diyerek yere atar".

“Gördün mü, der Sokrat”. “Elbette kirli ve eski pelerini giymeyi reddettin”.

“Aynı şekilde adamın söylediği saçma ve edepsiz sözler de bana dokunmadı”. 

“Birisi sana istemediğin bir şeyi verdiğinde ve sen onu kabul etmediğinde, reddedilen hediyenin sahibi kimdir?”

“Başkalarının hakaretlerine üzülmek ve öfkelenmek, onların attıkları paçavraları giymeyi kabul etmek gibidir”.

“Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez”.

“En akıllı kişi, neyi bilmediğini bilendir”.

“Kimseye bir şey öğretemem sadece onların düşünmesini sağlarım”.

“Sadece bir iyi vardır: bilgi”.

“Sadece bir kötü vardır: o da cehalet”.

*13/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır. 

Sürpriz Yapmak İsteyen Bazen Sürpriz Yaşar

Bu yazımı bir arkadaşımın başından geçen askerden izin alma çabasına, eşine ve çocuklarına sürpriz yapmak isterken karşılaştığı sürprizlere ayırmak istiyorum. Aslında bu anıyı kendisinin ağzından dinlemek lazım. Kaç defa ağından dinlemişten katıla katıla gülmüşlüğüm vardır. Kendisinden şu başından geçeni yazı gönder, yazı konusu edineyim demiştim. Sağ olsun, gönderdi:

“1993 yılının 15 ocağında kayın biraderimle birlikte 2 aylık bedelli askerlik için Burdur 59'uncu Topçu Tugayına teslim olduk.

15 günlük eğitimden sonra bize yemin merasimi yaptırdılar ve hafta sonu iki gün izin verdiler. Ancak izin alabilmemiz için 1. dereceden bir yakınımızın imzası olması gerekiyordu. Baba, anne, amca, dayı, hala, teyze gibi.

Kayın ile beraber askerlik yaptığımız için o soyadı tutan bir arkadaşın annesine imza attırdı ve işini halletti. O gidince benim de gitmem gerekiyordu Bir başıma kalamazdım.

Birisini bulup yakınımdır diye imza attırmak için nizamiyeye gittim. Sakallı birisini görünce kendime yakın hissettim. Selam verip “Kardeşim izne çıkmak için yakınıyım diye imza atar mısın” diye sordum. Adam, “Yardımcı olurdum kardeşim ancak taksi çağırdım işte taksi de geldi. Kusura bakma gitmek zorundayım. Bir başkasını bul dedi.

Kafaya koymuştum, pes etmeyecektim. Bir başkasına aynı şekilde yakınım diyerek imza atar mısın, dedim. Adam hiç beklemediğim bir şekilde “Vatan haini… Kendi askerden kaçıyor. Beni de alet ediyor. Zaten sizin yüzünüzden devlet batıyor” diye saydı da saydı. Tamam, amca sus, yardımını istemiyorum deyip yanından uzaklaştım.

Moralim iyice bozulmuştu. Sinirden burnumdan soluyordum ama pes ermeyecektim. Avlu duvarına dayandım etrafı kolaçan ediyorum. Genç birisini gördüm. O da aynı benim gibi duvara dayanmıştı. Yanına yaklaştım aynı teklifi ona da yaptım. Bana “Arkadaş, ben yaparım ama benim mesleğime ters” dedi. Af edersiniz siz ne iş yaparsınız diye sorduğumda, “Ben burada askeri savcıyım” dedi.

Geri döndüm. Birliğime giderken önümde mont giymiş, kot pantolonlu genç bir arkadaş gördüm. Arkadaş, bir dakika durur musun, dedim. Arkasından yetiştim. Aynı teklifi bu sefer ona yaptım. O da “Vallahi abi, yardımcı olurum ama burada beni herkes tanır” dedi. Siz ne iş yaparsınız dedim. “Ben burada eğitim çavuşuyum” dedi. Sinirim tavan yaptı. Moralimin bozukluğu yüzümden belli oluyordu.

Arkadaşların toplu halde bulundukları yere geldim. Valizin üzerinde oturan bir arkadaşın annesi, yüzümden kimseyi bulamadığımı anlamış ve “Kuzum, kimseyi bulamadın mı” dedi.  Ben de “Hayır yenge, kimseyi bulamadım. Teyzem diye imza atar mısınız, dedim. “Teyzen olmam ama halan olayım, dedi. İmzayı at da varsın halam ol dedim. Sağ olsun teyzem pardon halan imzayı attı. Sevincime diyecek olmadığını söylememe gerek yok.”

Arkadaş, bana gönderdiği izin macerasını burada kesmiş ama bilin ki bunun devamı var. Aklımda kaldığı kadarıyla sonrasını kısaca ben devam ettireyim. 

Kayın biraderiyle beraber Burdur'dan Konya'ya hareket ederler. Kayın biraderi Konya'da kalır. Bizim arkadaş Karaman’a devam eder. Çünkü anne, babası, eşi ve çocukları o zamanlar Karaman’da oturuyor. Birbirleriyle de kavilleşirler. Eve telefon açmayacaklar ve sürpriz yapacaklar.

Gece 12.00 gibi Karaman’a gelir. Bir taraftan da kar yağıyor. Terminalde bir taksiye atlar. Beş katlı apartmanın ziline basar basar basar ama kapıyı kimse açmaz. 1.kattaki komşunun camına taş atar ve kapıyı açtırır. Yukarı çıkar, dairenin bir taraftan ziline basar. Diğer taraftan kapıyı tekmeler. Üst kattaki komşularının oğlu yatmamış. Onunla görüşür. Babası ve annesi kapıya çıkar, gel oğlum, burada yat diye ısrar ederler. Sağ olun ama ben sabah gideceğim diyerek ısrarlara olumlu cevap vermez. Son umut kapılarını bir daha çalar. Nihayet gözlerini ovuşturarak babası kapıyı açar. Babası da az önce uyuduğu için zili duymamış. Eve girer ama evde çoluğu çocuğu yok. Onların Konya’ya gittiğini öğrenir. Sürpriz yapmak isterken sürprizle karşılaşır. Sürpriz yapalım diyen kayın biraderine senin sürprizine emi diyerek gıyabında kızar ama bu aşamada yapılacak bir şey yok. Sonrasında eşi ve çocuklarıyla görüşmek için ya Konya’ya döner ya da ticari taksi tutularak eşi ve çocukları Konya’dan Karaman’a gelir veya getirilir. 

Bir gece evinde yattıktan sonra vatani görevinin geri kalan kısmını tamamlamak üzere Burdur’a geri dönerler.

Cevher, Arayanlar İçindir *

2005 ya da 2006 yılında Malatya Öğretmenevinde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen beş günlük bir seminere katıldım. Seminerin konusu sanırım, Din öğretiminde yeni yaklaşımlar idi.

Sabahtan öğleye kadar devam eden seminerin konuşmacıları ilahiyat çevresinden doçent ve profesör seviyesinde akademisyenlerdi. Bazı konuşmacılar sunumlarıyla bize "İyi ki bu seminerdeyim" dedirtirken önünde Doç. unvanı olan birinin ne demek istediğini anlayamadık. Ne vermek istediği mesajı ne de dilini. Bizi uyuttu ve sıktı. Teneffüsü iple çektik. 

Arada, birkaç arkadaşla çaylarımızı yudumlarken bu konuşmacıyı masaya yatırdık. "Böyle öğretim görevlisi olur mu, torpilli geldiği her halinden belli, nasıl doçent olmuş. Saatlerimizi heba etti…" türünden eleştirdik. Birimiz cümlesini bitirdi, diğerimiz devam etti. Pek de hoşumuza gitti bu ortam. Hepimiz de aynı görüşteydik. Aklın yolu birdi ne de olsa.

Tüm bu konuşmalarımızı dinleyen biri vardı aramızda. Bizi sessizce dinledi. Bir eleştiri getirmediği gibi bizi tasdiklemedi de.

Herkes eteğindeki taşı döktükten sonra bizi sessizce dinleyen fakülteden sınıf arkadaşım aldı sözü: "Arkadaşlar, buna şöyle bakabiliriz: Hocamızda da bizim almamız gereken bir cevher olmalı ama biz o cevheri ortaya çıkaramadık. Öyle zannediyorum, o da böyle bir sunum murat etmemiştir, dedi.

Bu söz karşısında hepimiz dut yemiş bülbüle döndük. Hocayı eleştirmeyi bıraktık. Zira olaya farklı bakan biri vardı aramızda. İyi ki varmış. Muhabbeti bozsa da bize farklı bir bakış açısı getirdi ve kendisini takdir ettim.  

Arkadaşın bu bakış açısı, bu anekdottan sonra benim kulağıma küpe oldu. İnsanları değerlendirirken olumlu, olumsuz yönlerini birlikte değerlendirmeye başladım. Müşterisiz meta zayidir sözünü bir kere daha hatırladım. Öyle ya, hangi bir insan, gittiği yerde faydalı olmayayım diye çaba sarf eder. Herkes, konuşmamla insanlara faydalı olabileyim ister. Burada konuşanın konuştuğu kadar dinleyici profili de önemli. Konuşmacı iyi olsa da dinleyici alıcıları açıp can kulağıyla dinlemezse, konuşulan berhava olur gider ve konuşmacı meramını güzel bir şekilde anlatamaz. Marifet iltifata tabidir sözü de bunun için söylenmiş olmalı.

O yüzden her bir insanın alınabilecek ve faydalanabilecek yönü, eksisi ve artısı olur. Önemli olan ondaki o cevheri ortaya çıkarabilmektir. Hiçbir şey bulamazsak bile en azından kendimiz konuşmacı olduğumuz zaman o kişinin yaptığı eksiklikleri yapmamak üzere kendimize çekidüzen verebiliriz.

*23. 11. 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Erkeklerin Kadınlarla İmtihanı *

Tansu Çiller başbakan olduğu zaman Türkiye’de bir ilk gerçekleşir. Çünkü ilk Türk başbakanı oldu. Bunun üzerine bir köşe yazarı köşesine şöyle bir fıkra taşıdı:

Haccın karayolu ile yapıldığı eski zamanlarda, köyün cami hocası hacca gitmeye karar verir. Muhtarın başkanlığında hoca yolcu edilir. Hocayı uğurladıktan sonra haccın uzun süreceği aklına gelen muhtar adamına, “Koş, hocaya sor. Yerine kimi vekil bırakıyor?”

Adam koşarak hocaya yetişir. Hoca ile ulak arasında şu konuşma geçer?

—Hocam, siz haçta iken kimi vekil bırakıyorsunuz? Siz yokken namazları kim kıldıracak?

—Ehil biri varsa o kıldırsın. Şayet yoksa bir ümmî (okur yazar olmayan) namaz kıldırabilir. Adam muhtara gider, muhtar ona sorar:

—Ne dedi Hoca?

—Bir ümmî namaz kıldırabilir, dedi.

Düşünme sırası muhtara geçer. Çünkü köyde iki tane Ümmü var. Biri 70’lik yatalak Ümmü Nine, diğeri de hocanın genç ve güzel kızı Ümmü. 70’lik Ümmü Nine namaz kıldıramayacağına göre hoca olsa olsa kızı Ümmü’yü vekil bırakmak istedi sonucunu çıkarır.

Hocanın kızı istemese de “Babanın vasiyeti var” diyerek genç kızı zorla imamlığa geçirirler.

Günler, aylar geçer. Nihayet hoca hacdan gelir.

Hal-hatır ve hoş-beşten sonra hoca ile muhtara sorar:

—Söyle bakalım, ben gittim gideli imamınız kim oldu? Namazları kim kıldırdı?”

—Hocam, Buyurduğunuz gibi kızınız Ümmü kıldırdı namazları”.  

Böyle bir cevabı hiç beklemeyen hoca şaşırır ve küplere biner:

—Ne ne ne? Bir daha söyle bakalım.

—Kızınız kıldırdı hocam.

—Bre Gafiller! Ne yaptınız siz? Hiç kadından imam olabilir mi? Kadın nasıl namaz kıldırabilir?

—Hocam, kadından imam olmayacağını kızınız mihraba geçtikten sonra anladık anlamaya ama iş işten geçti. Çünkü kızınız namaz kıldırmaya başlayınca cemaat o kadar arttı ki bu durum karşısında ben de bir şey diyemedim.

Bu fıkradan kıssadan hisse çıkarmak istemiyorum. Hisse çıkarmak sizin işiniz. Fıkrayı ne tarafa çekerseniz çekin, hangi alanda kullanırsanız, kullanın. İsterseniz, hiçbir çıkarımda bulunmayıp gülün geçin. Gülerken de yaşı başı ne olursa olsun, erkeklerin kadınlarla imtihanını göz ardı etmeyin derim.

*14/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.