23 Mart 2019 Cumartesi

Hayata Kimlerin Penceresinden Bakıyoruz? ***


Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki önümüze ne koyuyorlarsa onunla hemhal oluyor, onu konuşuyoruz. Çünkü gündemi biz belirlemiyoruz. Neyi konuşmamız gerekiyorsa o dayatılıyor bize. Hasılı, başkasının belirlediği gündemleri yaşıyoruz. Dayatılan gündemin bizi alakadar etmesi önemli değil. Yazılı ve görsel medyada konuşulanı dinleye dinleye kendimizi ister istemez gündemin içinde buluyoruz veya yuvarlıyorlar bizi. Yersen...

Bizim bu durumumuz tabir veya teşbih yerinde olursa çoban nezaretinde güdülen dört ayaklı canlılara benzer. Bu dört ayaklı, koyun keçi gibi küçükbaş veya sığır cinsinden büyükbaş olabilir. Sürüde yer alan hayvanın boynunda ip olmasa da güdülmesi çobana aittir. Çobanın elindeki sopanın anlamı şudur: Sürünün içinde olan hayvan istediği merada otlanamaz, ben bu ottan bıktım, falan ottan yiyeceğim ya da ben bugün otlanmaya gitmeyeceğim şeklinde bir seçeneği yoktur, ahır veya ağılda önüne ne konursa yaşamak için onu yemek zorundadır. Yani hayvan kendi başına hareket edemez. Kazara ben başıma buyruk takılacağım diyen hayvan en hafifinden yiyeceği sopaya hazır olması gerekiyor. Sırtından sopa eksik olmadığı gibi sürüden ayrılanı kurt kapar korkusu hayvana yeter de artar bile.

Akıllı, özgür, sorumlu ve düşünebilme yeteneğine sahip biz insanın durumu farklı mı? Bugünkü görüntümüzle hayvanlara göre özgürlük alanımız biraz geniş olsa da pek farkımız yok. Bizim önümüze ne konuyor, ne dayatılıyorsa onu yaşıyoruz. Gündemi siyaset belirliyor, basın bu gündemi piyasaya sürüyor. Biz de sürülenin ya karşısında ya da tarafında yerimizi alıyoruz. Siyaset, gündemden bıkıp önümüze başka gündem sürünceye kadar bize dayatılan gündemle oturup kalkıyoruz. Her gündem de siyahla beyaz gibidir. Kimimiz beyazın, kimimiz siyahın safında yer alırız. Yahu benim derdim başka deme şansın yok. Önüne konanı yiyeceksin. 

Çoğu yapay olan gündemlerden kasıt bir kamuoyu oluşturmaktır, gündemi dayatanlar bizi bize bırakmazlar. Gündeme dair ne şekilde düşünmemiz ve tavır almamız gerektiğini de bir güzel işlerler. Onlar kimi düşman ilan etmişse biz onu düşman belleriz. Onlar bizi kiminle korkutursa ondan korkarız, onlar kimi dost edinmişse onu dost ediniriz.

Bakmayın siz akıllı ve irade sahibi, düşünen bir varlık olduğumuza. Bize dayatılan pencereden hayata bakmaya başlıyoruz. Tıpkı merada yayılan hayvanları gütme inisiyatifi tartışmasız çobanda olduğu gibi bizim güdülmemiz de bize gündemleri belirleyenlerin elindedir. Tek farkı birinin önünde güdülen dört ayaklı, öbürünün önündeki iki ayaklıdır. 

Bizi güden çobanı ister beğenelim, ister beğenmeyelim, hayattan ister zevk alalım, ister almayalım hali pürmelalimiz budur. 

***16/05/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.






22 Mart 2019 Cuma

Siyaseten Yanlış mı Yapıyoruz Acaba?


Biz bu ülkenin  beka sorunu var, terör örgütü ülkeyi bölüp parçalamaya çalışıyor, legal hüviyeti olan parti, dünyanın terör örgütü kabul ettiği PKK ile bağını koparmıyor, üstelik PKK'yı terör örgütü olarak görmüyor, sırtını terör örgütüne yaslıyor, gücünü kanlı terör örgütünden alıyor. Bunlar terörist deyip yöneticilerinin çoğunu yargılayıp hapse atsak da HDP barajın üstünde bir oy almaya devam ediyor. 

HDP, barajı aşmak ve Mecliste temsil edilmekle kalmıyor. Yeni Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte partilerin seçimlere ittifak yaparak girdiği bir ortamda HDP'ye oy veren seçmen kilit rolü oynuyor. Kritik öneme haiz bazı seçim bölgelerinde bu partinin seçmeni hangi tarafa meylederse o ittifak seçimi kazanacak görünüyor. Güneydoğu bölgesinde birçok il ve ilçede terör örgütüyle iltisaklı olduğu gerekçesiyle HDP'li belediye başkanları görevden el çektirilip yerine kayyum atansa bile bu parti, Güneydoğu bölgesinde liderliği kimseye kaptırmıyor. İşin garibi bu partinin sadece bir bölgede lokal başarısından öte birçok büyükşehirlerde kaç vekil çıkaracak şekilde oy alabiliyor. 

Biz, bu parti barajı aşmasın, fazla vekil çıkarmasın, çok tehlikeli bir parti deyip her türlü uyarıyı yapsak da sanki tüm uyarılar bu partiye yarıyor gibi. Neden böyle? Bir yerde bir hesap hatası mı yapılıyor, uygulanan strateji ve izlenen siyasette bir sıkıntı mı var acaba? Çünkü ne yapılırsa yapılsın bu parti, gücünü kaybetmiyor. Gücünü kaybetmekle kalmıyor. Yeni mevziler kazanmaya devam ediyor.

HDP'yi terörist  ilan etmek, HDP'ye oy verenler terörist değil demek işe yaramıyor. Hazırında seçmenini etrafında kenetliyor. Hatta düşünce olarak kendisine sıcak bakmayan bazı kesimlerin de oyunu alıyor. O zaman bir yerde hesap hatası yapılıyor. Böyle giderse bu hesap hatası bu ülkeye çok pahalıya mal olacağa benziyor.

Gördüğüm HDP'ye oy verenler bu partiye tek nedenle oy vermiyor. Kimi Kürtlerin hamisi diye veriyor, kimisi bu partiye verilecek her oy iktidarın aleyhine olduğu için veriyor, kimi bu partinin düşüncesine katılmamakla beraber kendi insanı olduğu için veriyor, kimi kendisini dışlanmış hissettiği için veriyor, kimi kendisini tehdit altında hissettiği için baskıyla veriyor. Hangi sebeple verirse versin, HDP bu ülkede taban bulmaya başladı. Bugünkü izlenen siyasetle bir kesimin bu partiye oy vermesi engellenemeyecek görünüyor. Saha çalışması yapanlar HDP ile seçmeninin arasındaki ince çizgiyi tespit edip ona göre bir strateji belirlemesi gerekiyor. 


21 Mart 2019 Perşembe

Nevruz


Günler, aylar, mevsimler, yıllar Allah'ın bize bahşettiği günlerdir. Yazı var, kışı var, güzü var, baharı var. Her bir mevsimin ayrı bir yeri var. Soğuğu, sıcağı, serinliği hep bizim için. Birbiri ardı sıra birbirini takip ediyor durmadan. Günler ayları, aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalıyor. Hep kış olsa hayat çekilmez, hep sıcak olsa hayat yine çekilmez olur. Gönlümüz hep bahardan yanadır. Ama bazı ürünlerin yetişmesi için soğuğu da göreceğiz, sıcağı da. 

Küçücük ülkemizde dört mevsimi yaşıyoruz. Bundan dolayıdır ki her türlü ürün yetişiyor bu ülkede. Burkina Faso'ya gidip gelen bir arkadaşım, bu ülkede buğdayın yetişmediğinden bahsetti. Çünkü hava sıcaklığı 18 derecenin altına  hiç düşmüyormuş. Bunu duyunca bize dört mevsimi yaşatan, her türlü ürünü almamızı sağlayan Rabbimize binlerce şükretsek azdır. Yoksa kim istemez baharın gelmesini, kim sevmez baharı, kim istemez toprağın yeşermesini. Her birimizin gözdesidir bahar. Dört gözle bekleriz baharı. Çiçeklerin açmasını, ağaçların tomurcuklanmasını görünce içimiz açılır. Sanki bir cennet havası çıkar ortaya. 

Hayat sadece bahardan ibaret olsa belki de baharın kıymetini bilemeyiz. Yazın yanarız. Allah ardından güzü gönderip serinletir bizi. Ardından kışı görür, üşürüz. Baharın özlemini duyarız. Zaman bu şekilde alıp gidiyor.

Her ne kadar bu sene doğru dürüst kış görmesek de fazlaca üşümesek de yine bekliyor insan baharı. Beklemekle kalmayıp üstelik bayram olarak kutluyoruz baharın gelişini. İşte geldi yine yeni bir bahar. Bu bayramı sadece biz değil Afganlar, Türkler, Arnavutlar, Azeriler, Farslar, Gürcüler, Karakalpaklar, Kazaklar, Kırgızlar, Kürtler, Uygurlar, Özbekler, Tacikler, Türkmenler ve Zazalar da kutluyor.  Kimi 21'inde, kimi 22 veya 23'ünde kutlar bu bayramı. 

Bu bayramın adı Nevruz'dur. Bayram yapacak kadar var. Çünkü bugün baharın müjdecisidir, kış uykusuna yatmış doğanın yeniden dirilişidir, yeni yıldır, yeni gündür, baharın bayramıdır. 

Allah'ın günleri, ayları arasında bir fark, bir üstünlük olmasa da baharın ayrı bir yeri var. Sadece mevsimsel özelliğinden değil. Bahar aynı zamanda bir umuttur, hayata olumlu bakışı simgeler. Adaletsizliğin, hukuksuzluğun, akan kanın son bulacağı umudunu taşır bünyesinde. Hayatımızdaki olumsuzlukların bahar gibi olmasını isteriz.

2019 baharının müjdecisi Nevruz'un hayatımızda yeni bir sayfa açmasını, insanların kardeşçe geçinmesini, akan kanların durmasını, mağdurların mağduriyetlerinin sona ermeye başladığı bir gün olmasını temenni ediyorum. Allah mutluluğumuzu daim eylesin, huzurumuzu bozmasın. 





Camiam Eleştiriye Gelmiyor


Doğru dürüst dinimi yaşayan biri olmasam da dindar-mütedeyyin camiaya ait hissederim kendimi. Bu camianın içinde büyüdüm. Bir bilgi birikimim varsa bu camianın içerisinde bulunmak suretiyle elde ettim. Yaptığım iyi, doğru, güzel şeyler varsa bu camianın bana kazandırdığıdır. Hata ve yanlışlarım ise kendimden kaynaklanan birer nakısamdır.

İçinde bulunduğum veya kendimi ait hissettiğim camiam her ne kadar bugün devlet yönetiminde ise de bu camianın dününe baktığımız zaman devleti yöneten elit tabaka tarafından horlanmış, dışlanmış, hayat hakkı tanınmamış bir kesim olduğu görülecektir. Önceleri fikirleriyle alay edilmiş, biraz sesi yükselmeye başlayınca gerici, yobaz olarak görülmüş, hakarete uğramıştır. Fikrini açıklayınca 163. veya 312.maddeden ceza almış mağdurlarımızın sayısı az değildir. Mütedeyyin insanların çatısı altında toplandığı, oyunu verdiği parti belli periyotlarla kapatılmış, yerine yenisi açılmış, peşinden onlar da kapatılmıştır. Gerekçe de irticaın odağı olmaktı hep. Okumak isteyenlerin önleri katsayı engeliyle kesilmiş, dinin emri olan başörtüsü taktığı gerekçesiyle okulundan ve kamu görevinden atılan insanlarımızın sayısı da az değildir. Hasılı rejimin gözünde vebalı insanlardık.

Camiamın fazla bir istediği yoktu. Dini yaşantısından dolayı çocuklarımızın eğitimi engellenmesin. İnsanlar rahat bir şekilde dini vecibesini yerine getirsin; ülkede inanç, fikir, kanaat ve ifade hürriyeti olsun. Fikirlerin önündeki engeller kalksın. Ülkede adalet olsun, haksızlıklar olmasın vs idi.

Sonunda devir değişti. Allah bize eziyet edenlerin elinden iktidar gücünü aldı, bize verdi. Bayrağı biz devralmıştık. Artık denenme sırası bizdeydi. 

Bayrağı devraldıktan sonra Allah var, iyi çalıştık. Ülke yıllardır görmediği hizmeti gördü. Vatandaş devletle barıştı. Bize soğuk bakan çoğunluk bile bize sempati duymaya başladı. Hizmet geldikçe vatandaş da kredisini eksik etmedi, sevdi bizi. Sevgi ve sempatide bir azalma olsa da vatandaş kredisini tamamen çekmedi. Ama böyle giderse bu sevgi azala azala biteceğe benziyor.

Niçin böyle olduk? Nedenleri çoktur. Burada niyetim sevginin azalma nedenlerini saymak değil. Ama şunları söylemeden edemeyeceğim: Sanki biz savrulduk, yozlaştık, şımardık; para, güç ve koltukla imtihanı kaybettik. Eskisi gibi hatalarımızla yüzleşmiyor, kendimizi yenilemiyoruz. Eleştirinin hiçbir türüne gelmiyoruz. Tamam bizi kötülemek için yapılan eleştirilere hep birlikte karşı koyalım. Ama biz yapıcı eleştirilere de kapımızı kapattık. İçten gelen eleştiri ve önerilere de tahammülümüz yok. Halbuki dost acı söyler, yüze söyler sözünü unuttuk. Kim konuşur, yazarsa en hafifinden şimdi zamanı mı diyoruz. Keşke bu kadarla kalsa, ya nankörlükle itham ediyoruz ya ihanet etmekle suçluyoruz. Kapı dışarı ediyoruz. İşinden ediyoruz. Gözünle dizine dursun diyoruz.

Hasılı bize dün yapılanın aynısını bugün biz yapıyoruz. Dün bizi konuşturmuyorlar, bu ülkede fikir hürriyeti yok diyen biz, bugün eleştirileri ifade ve kanaat hürriyeti çerçevesinde görmüyoruz. Gerçekten biz niye böyle olduk? Niçin sorgulamıyoruz kendimizi? Aslında bir güzel sorgulasak  ve gereğini yapsak uzaklaşmaya yüz tutmuş gönülleri yeniden kazanabiliriz.

Merak ettiğim, dün elimizde imkan olmadığı için mi dürüsttük biz? Makam ve şöhret bizi eritmeye mi başladı? Allah imtihanı yüzünün akıyla geçenlerden eylesin. 



20 Mart 2019 Çarşamba

Yeni Yönetici Olmak İsteyenlere Öneriler

Pek tavsiye etmem ama ben bilgi, birikim ve tecrübelerimi yöneticilik yaparak vatana, millete katkıda bulunmak istiyorum diyor ve benden bir yöneticide olması gereken özellikler neler olmalıdır ya da yönetici olunca neler yapmalıyım diyorsanız size ben bu işten anlamam derim. Ama yine de öneride bulunmaktan geri kalmam. Bakalım önerilerim hoşunuza gidecek mi?

*Öğretmenlerle arana mesafe koymalısın. Çünkü öğretmen milletinin isteği bitmez. Uzak duracaksın ki gizemini korumalısın. Hatta onlara selam bile verme, selamlarını da alma. Kazara karşılaşırsan görmezden gel, yanındakiyle konuşur gibi yap, ya da kafanı çevir veya önüne eğ. Bu demek değildir ki hiç onlarla konuşma. Bazı teneffüslerde öğretmenler odasına gir, teneffüs boyunca otur. Otururken de fazla muhatap olma.
*Okulunda bir A grubun olsun. Onlar genelde pek öğretmenler odasını kullanmasın. Çoğunlukla senin yanında veya yardımcılarının odasında otursunlar. Onlara kol kanat ger. Koruyup kolla. Okulun nimetlerinden onları faydalandır. Onlara kol kanat gerersen onlar okulunu açar, okulunu bekler, hatta sabah çayını bile demletirsin.
*Bütün iş yükünü yardımcılarının üzerine yık. Sen bir şey yapma. Odanda otur, iş yapar gibi görün. Ara ara namaz kılmak ve tuvalete gitmek için odanı terk et. İş yükünün ağır olduğu imajını hep ver. Ara sıra yardımcılarının odasına giderek onları ziyaret et. Bunu çok yapma. Genelde onları odana çağır.
*Üstün ile aranı iyi tut. Çünkü yerinde tutunman için bu gerekli. Amirin kurumunu ziyaret ederse sosyal medyada paylaş: "Falan kurumumuzu ziyaret ederek bizi onurlandırmıştır. Ziyaretlerinden dolayı kendilerine teşekkürlerimizi arz ederiz" yaz.
*Bakanlık ve valiliğin belirlediği iş takvimine göre yapılması gereken toplantıları gününde yapma. İlk gün toplantı mı olurmuş de. Bir gün sonra yap toplantını. Toplantıya hazırlık yapmadığını belli etme. Toplantıda kimseye söz verme. Çabucak bitir toplantıyı.
*Yardımcıların girmekle yükümlü olduğu altı saat ders yerine iki saat girseler yeter. İkili öğretim yapıyorsan yardımcılarından bir kısmı sabah gelip öğlen gitsin, diğerleri öğlen gelip akşam gitsin. Sabahtan akşama mesai yapmalarına gerek yok.
*Takviye ve Yetiştirme kursu aç. Görev alacak öğretmenleri belirlerken önceliği yardımcılarına ve sevdiğin öğretmenlere ver. Daha hala ders yükü kalmışsa öbür öğretmenlere ver. Yardımcılarından bazısının paraya ihtiyacı varsa onlara girmekle yükümlü olduğu dersin üzerinde ek ders alacak şekilde fazla ders ver.
*Öğretmenlerinin hakkında ne konuştuğunu öğrenmek için öğretmenler arasından birkaç jurnalci belirle. Olup biteni onlardan öğrenirsin. Hakkında konuşanı düşman belle. Suratını as, selamı sabahı kes.
*Reklamını yapacak bazı branşlara çok önem ver. O öğretmenleri el üstünde tut. Onları ara sıra odanda topla. Toplantılarda onlara söz ver. Onların gösterdiği başarıyı sosyal medyada durmadan paylaş, "Kendisini başarılı hissediyor yaz. Diğer derslerle ilgili özellikle bilgiye dayalı başarılar olursa sosyal medyada paylaşma. Böylece dervişin fikri ne ise zikri de o olur düşüncen ortaya çıksın.
*Seni il ve iller arası yapılacak yarışmalarda temsil edip başarılı olan okulunu müdürler grubunda paylaş. Başarını kaç kişi kutlayacak, bunun takibini yap.
*Bazı öğretmenlerin özellikle bir branşın bir gününü boşalt. Onlar o gün eksersiz çalışması yapsın. Başka öğretmen ders programıyla ilgili bir istekte bulunursa zaten yarım gün çalışıyorsun de.
*Okulun watsap grubunu iyi kullan. Oradan durmadan emirler yağdır. Tehditlerini oradan savur. Bazen cümleni yarım bırak. Devamına üç nokta koy.
*Öğretmen senden kalem isterse bu senin görevin, kağıt isterse okul kağıt işine bakmaz de.
*Okulun gelirlerini ve öğretmenlerin vasıtasıyla toplanan yardım parasını istediğin şekilde kullan. İstediğin kadar hizmetli çalıştır. Hatta telefonlara bakmak için bir memur bile çalıştır. Harcadığın para konusunda şeffaf olma.
*Yardımcılarınla beraber yemek yemek için okulda yemek pişirt. Kokusu tüm okula yayılsın. Siz yemek yerken biri kapıyı açıp afiyet olsun derse sağ ol falan deme. Duymazlara oyna. Çünkü sağ ol dersen bakarsın bir kendini bilmez "Tam benim istediğim yemek" deyip sofrana oturmaya kalkar.
*Bir öğretmeninin tayini çıkar da öğretmen watsap grubundan "Arkadaşlar, tayinim çıktı. Hakkınızı helal edin" şeklinde yazarsa onu hemen gruptan çıkar. Diğer öğretmenlere de "Tebriklerinizi özelden yazın" yaz. Öyle ya, okulun watsabı özel işler için kullanılır mı?
*Hiç alakası yokken 12 yaşından beri  hiç namaz geçirmediğini öğretmenlerine söyle. Bunu sadece Allah bileceğine öğretmenin de bilsin. Bu konuda şeffaf olmanda fayda var.

Gördüğün gibi müdür olarak yapacakların çok. Sen şimdilik bir başla. Yapacaklarını peyderpey ben sana söylerim.

Bak Postacı Geliyor! *


Postacıları bilirsiniz. Şu anki işlevleri nasıl bilmiyorum ama bir zaman önemli görevler ifa ediyorlardı. Mektup, telgraf, tebrikleşme uzun süre postacıların eliyle yürütüldü. Mektup, telgraf, APS, iadeli taahhütlü vs mektuplar artık bugün pek kullanılmıyor. Bunun yerine postacılar kargo işine ağırlık vermeye başladı. Bir de e tanzim adı altında sebze ve meyve siparişi verenlerin isteklerini yerine getiriyor şimdilerde.

Postacılar haberleşme işini yaparken gelen evrakı adrese teslim yapar. Yani kendinden bir şey katmaz. Belki de bu yüzden adlarına postacı dendi. 

Postacıları yazarken yaptıkları görevi küçümsüyor değilim. Çünkü telefon ve iletişim ağlarının olmadığı ya da çok yoğun kullanılmadığı zamanlarda taraflar arasında aracı olmak suretiyle haber getirdi, haber götürdü. Yani iki taraf arasında emanetçi rolü üstlendi. Bu görevi yaparken de aracı kurum olarak taraflardan haberleşme bedeli aldı. Bu da doğaldır. Çünkü bu işler parasız dönmez.

Bayram değil, seyran değil, postacıların kuruluş yıldönümü değil, şimdi bu postacı muhabbeti nereden çıktı diyebilirsiniz. Doğrusunu isterseniz bir gün postacıları kaleme alacağım hiç aklıma gelmezdi. Aslında adımıza postacı denmese de yeri geldiği zaman her birimiz birer postacıyız. Çünkü bazen biriyle konuşurken veya yeni tanışırken ortak tanıdıklarımız ortaya çıkabiliyor. Vedalaşırken falan beye selamımı iletirsen sevinirim deriz. Hasılı bizim postacılığımız selam alıp selam götürmek. Postacılar bu işi profesyonelce yaparken bizimki amatörce. Bir diğer farkı, postacı kendinden bir şey katmazken biz başüstüne, aleyküm selam gibi kendimizden bir şeyler katarız. 

Amatörce postacılık yapmayı en azından ben böyle bilirdim. Bugün birini gördüm ki birinin selamını getirdi. Tam profesyonelce idi. Daha postacılar ölmemiş dedim. Niye derseniz? Selamı getiren, selam vermeyen ve selam almayan biri. Selam alıp veriyorsa da çok seçici. Getirdiği selam, üstündendi. Postacılık görevini layıkıyla yaptı. Çünkü kendinden bir şey katmadı. Ne diyelim? Yok olmaya yüz tutmuş postacılığı yaşatan bu kişiyi tebrik etmek lazım. Tek kusuru, küçüklüğümüzde öğrendiğimiz postacı profiline pek uymuyor. Çünkü biz postacıyı;
"Bak postacı geliyor, selam veriyor,
Herkes ona bakıyor, merak ediyor,
Çok teşekkür ederim postacı sana,
Pek sevinçli haberler getirdin bana..."
Şeklinde öğrendik. Yani postacı selam verirmiş. Bu ise ne selam veriyor ne de selam alıyor. Postacı merak uyandırırmış, bu merak uyandırmadığı gibi sevinç de uyandırmadı. Bu yüzden bir teşekkürü de hak etmedi. Çünkü selam gönderen bizi tanımaz, biz de onu tanımayız. Selamı getiren de selamsız, sabahsız biri zaten...

*14/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bazıları Büyümüyor Bir Türlü

Yönetici olarak ilk göreve başladığımda okulun iş ve işleyişlerinin daha düzenli olması için madde madde bir yazı kaleme aldım. Okuyup imzalamaları için öğretmenlere gönderdim.

Yazımın tepki çektiğini odama gelen bir öğretmenden öğrendim. "Hocam, öğretmenler odasında aleyhinizde konuşuluyor. Şöyle şöyle diyorlar. Kimin ne söylediğini size söylemeye geldim" şeklinde bir şeyler söylemeye çalıştı. Kendisine, sayın hocam! Öğretmenlerimiz, yazıyı beğenmemiştir, hakkımda konuşur, yönetimimi beğenmez eleştirir. Özgüveni olan gelir, eleştirisini dile getirir. Lütfen konuşulanı bana getirme, olmaz mı dedim. 

Ardından tüm öğretmenleri odama çağırıp arkadaşlar! Anladığım kadarıyla yazdığım yazım tepkinizi çekmiş, yazımın hangi maddesinde sorun var, yazının üslubuna mı tepkiniz? Niyetim, tepkinizi çekmek değil. Yazımın neyine tepki gösterdiniz, anlayabilmiş değilim. Lütfen içinizden geldiği gibi açık açık eleştirilerinizi dile getirin dedim.

Kısa bir sessizlikten sonra birkaç öğretmen "Yazıya ne gerek vardı...biz daha önce bu şekil yazı görmedik...bu yazdıklarınızı gelip bize söyleyebilirdiniz...burası küçük bir okul...size bu yazıyı yazmanız için biri mi söyledi "şeklinde eleştiri ve sorularını dile getirdi. Kendilerine, sayın arkadaşlar! Devletin dili yazıdır. Söz uçar, yazı kalır. Yazıyı kaleme almamın sebebi irticalen konuşurken bazı söyleyeceklerimi unutabilirim. İstedim ki gözlemlerin ve yapılması gerekenler derli toplu olsun. Bu yazdıklarım okulumuzda yapılmıyor anlamı çıkarılmasın dedim. Ardından yazımda bir şey var mı, lütfen yazıyı biriniz okusun, dinleyelim dedim. Biri, madde madde okudu. Sorun var mı dedim. Hayır, her biri yönetmelik maddesine dayanıyor dediler. İşi tatlıya bağladık nihayetinde.

Anlattığım bu anekdotta işaret çekmek istediğim dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Burada amme hizmeti yapılan bir yerde yapılan bir tasarruftan dolayı personelin hakkımda yaptığı eleştiriyi bana taşımak istemesi. Yani laf taşımak istemesi. Benim de bu laf taşımaya engel olmam ve huzursuzluğu gidermek için tüm öğretmenleri odama alıp orta yerdeki yanlış anlama ve huzursuzluğu gidermeye çalışmam.
                                       *
5.ve 6.sınıflarda derse giriyorum. Bu sınıf seviyesindeki öğrenciler, daha ergen olmamış çocuklar. Bakmayın ortaokul talebesi olduklarına. Derse girer girmez parmaklar havada. Hangisine söz versen hep arkadaşından şikayet. Bir diğer yönleri de sınıfta olup biten ne varsa hiçbir şey gizli kalmıyor, suç ve suçlu ortaya hemen dökülüyor. Çocuktan al haberi dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Çocukların bu durumunu görünce devletin yerinde olsam istihbarat görevini yapacakları daha 5.ve 6.sınıfta iken bu öğrenciler arasından seçerim. Böylece ülkede gizli kapaklı kim iş çevirmeye kalkarsa devlet anında haberdar olur, suç işlenmeden devlet suçluların yakasına yapışır.

Çocukların, sınıfında olup biteni haber vermesi jurnalciliğe ve laf taşımaya girer mi? Girmez. Çünkü bu işi gizli saklı yapmıyorlar. Yaramazlık yapanların yanında safiyane bir şekilde yapıyorlar. Biraz büyüyünce bilgi almak istesen de vermiyorlar zaten.

Burada bir soru sormak istiyorum. Çocukların hiçbir kötülük beslemeden olup biteni anlatmasını ya büyükler yaparsa bunu nasıl karşılarsınız? Hem de bu işi gizli yapıyorlarsa... Bu iş çocuğa yakılır da büyüğe hiç yakışmaz. Beraber oturup muhabbet ediyorsun, yeri geliyor; eleştiriyorsun, yeri geliyor öneri sunuyorsun. Bir bakmışsın yüzüne gülen meslektaşın amirine olup biteni aktarmış. Lafı taşıyan taşıyor, getirilen lafı dinleyen de dinliyor. Ne laf taşıyan bu yaptığım doğru mu diyor ne de dinleyen arkadaş senin bu yaptığın meslektaşını satmak, üstelik bu yaptığın laf taşımaktır diyor. Her iki taraf da bu şekil birbirinden beslendiğine göre demek ki orta yerde bir sorun yok, ahlaki bir zaaf söz konusu değil. Birileri iyilik yaptım, öbürü de kurum böyle yönetiliyor sanıyor. Bunu yapanlar çocuk falan değil, koca koca kelli-felli adamlar. Çocuk yapsa güler geçersin. Ama bu işi büyükler yapıyorsa bu adamlar hiç büyümemiş, hala çocuk kalmışlar diyorsun.

Kamu veya amme adına bir görev ifa edenler bilsinler ki bu görevi yaparken eleştirilecekler. Eleştiriye açık olmayanların, yaptığını savunamayacak kadar aciz olanların bu görevlere talip olmaması gerekir. Kapalı kapılar ardında iş çevirmekle, alınganlık göstermekle, kin beslemekle bu işler yürümez. Kurumunu gizli ajanı vasıtasıyla yönetmeye kalkanlar şunu bilsinler ki bugün sana laf getiren, yarın senden de bir başkasına laf götürür. Bu yaptıklarını bir maharet gibi görmesinler. Devletin istihbarat birimi dışında diğer kurumları böyle yönetiliyorsa vah benim memleketime!