23 Aralık 2016 Cuma

Sokağın kardan mı kapandı? Al sana yol-yöntem...***

Kar yağmaz, bir yağsa dedik. Hele şükür yağdı. Üstelik istemediğimiz kadar. Şimdi başka bir sorunumuz var. Sorun ne diyebilirsiniz. Sanal aleme bir göz atarsanız sorunun farkına varırsınız. Haydi siz sanal aleme bakmadan ben yazayım. Zaten yazmazsam çatlayacağım.

Kar yağdı yağmasına. İyi de bu karı kim temizleyecek şimdi? Çoğu yollar, özellikle ara sokaklar kapalı. Vatandaş arabasına binecek. Yolun açılması gerekiyor. Hemen herkes bu işi belediyenin yapmasını bekliyor haklı olarak. Ama belediyeden çıt yok. Mevcut kepçe, greyderler nereye gitti, hangi talihlinin yolunu açmaya gitti kim bilir? İyi niyetinizi bozmadan olayı böyle düşünün. Geçen seneden beri kullanılmayan bu araçlara ihtiyaç olunca belki çalışmadı vs. sorunlar da olabilir. Yıllardır doğru dürüst kar yağmayınca belediyeler bu görevin kendilerine ait olduğunu unutmuş olabilir. Zaten belki de bu yüzden kendilerine yeni iş alanları buldular. Kimi kelebek yetiştiriyor, kimi de gül. Yetiştirdikleri güllerle gül gibi geçinip gidiyorlar. Madem ki belediyeler kendilerine vazifesi olmayan iş buldular. Bize düşen onların rahatını bozmamak. O zaman bu karı kim temizleyecek derseniz bu iş sizin göreviniz. Nasıl görevimiz derseniz?

Bir defa belediye size balık yemeyi değil, balık tutmayı öğretiyor. Yani evinizin önünü ve sokağınızı siz temizleyeceksiniz. Belediye haklı bu konuda. Çok da hazır yiyici olmamak lazım. Parmağın varsa kendi başını kaşıyacaksın.

Balık yemeyi değil balık tutmayı öğreten bir belediye örneği vereyim de konu daha iyi anlaşılsın. 2000'li yıllarda yine böyle çok karın yağdığı, yolların kapalı olduğu, araçların sokaklardan çıkamadığı bir anda arabasını çıkarmak isteyen biri belediye başkanını arar, yolu bir açıverin diye. Başkan herkese ibret olacak tarihi cevabını yapıştırır: "Evinde kürek yok mu? Açıver" diye.

İşte ben belediye başkanı diye buna derim. “Tamam efendim, hemen kepçeyi gönderiyorum” diyen mıymıntı başkanları sevmem. Bu cevap karşısında ne yapacaksın? Evinde küreğin varsa yolunu kendin açacaksın, küreğin yoksa komşudan isteyeceksin, onda da yoksa –kötü komşu mal sahibi yapar diyerek- hırdavatçıya gidip önce kürek alacaksın. Yolunu açacaksın. Böylece antrenman yapmış olacaksın. Kimseye muhtaç olunmaması gerektiğini öğreneceksin. Seni kar temizler ve yol açarken gören komşuların da çıkıp onlar da yardım etseler zaten yol açılmış, belediyeye de ihtiyaç duymamış olursun. Kar temizlerken bir taraftan kürek sallayacaksın, diğer taraftan da dudakların oynayacak. Böylece dua etmiş de olacaksın yetkililere. 

Yok arkadaş ben çalışmam dersen o zaman lodosun esmesini bekleyeceksin. Bu rüzgar esince karı hızlı bir şekilde eritir. Bu yöntem daha masrafsız. Size gösterdiğim bu balık tutma işi kıyağımı da unutmayın. 23/12/2016

*** 23/12/2016 günü ladik.biz sayfasında yayımlanmıştır.


22 Aralık 2016 Perşembe

Yaptığımız ibadeti saymak doğru mu?

Bir gün bir derviş, bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış…
Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları...
“Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?”
Diye sormuş derviş.
Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız:
“Sevdiğim çalışıyor orada…
Ona elma götürüyorum.”
“Kaç tane” diye soruvermiş derviş.
Kız şaşkın:
“İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş..
Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini... 21.12.2016

Necip Fazıl KISAKÜREK’ten hazır cevap örnekleri

Üstat  her zamanki gibi odasında günlük makalelerinden birini yazıyormuş...
Yanına bir talebesi gelmiş ve bir rüyasını anlatmaya başlamış:
-Üstadım rüyamda bütün otlar Allah'a(c.c) secde ediyordu ama tütün etmiyordu.
Üstat talebesine bakmış ve demiş ki ;
-O zaman getirin o kafiri yakalım.
***
Üstada bir konferans sırasında bir genç sorar:
-Osmanlı emperyalist değil miydi?
Cevap dikkate şayandır:
-Evladım eğer Osmanlı emperyalist olsaydı şu anda bu soruyu Fransızca değil türkçe sorardın.
***
Bir gün Necip Fazıl, bir üniversitede konferansa katılmış...
Çıkıp her zaman ki gibi Din ve Allah kavramı hakkında konuşmuş...
Konuşması bittikten sonra, onunla karşıt görüşlü olan bir Prefesör, Necip Fazıl'a
'Siz önceden çıkıp farklı şeyler söylerdiniz, şimdi ise o sözlerinize çelişen şeyler söylüyorsunuz... Yazdığınız şiirler hala ezberimdedir... bu ne demek oluyor? '
Necip Fazıl'ın cevabı: 'Benin geçmişim bir çöplüktür ve çöplükleri sadece köpekler kurcalar' şeklinde olur.
***
Bir gün büyük şair Necip Fazıl Kısakürek'e sahilde rastlayan bir hayranı;
''Üstad, senin bütün mücadelelerin güzel, hizmetlerin eşsiz ama şu ....... tarafın olmasa diye tenkit eder.. Bunun üzerine Necip Fazıl tebessüm ederek:
''Şu Boğaz'dan geçen lüks ve güzel gemiyi görüyor musun? Bak ne kadar lüks ve konforlu değil mi? İşte böylesine lüks geminin tuvaleti de vardır.'' der...
***
Necip Fazıl bir konferansında isim vermeden gazetelerin tenkidini yapıyormuş. Fakat o şekilde açık konuşuyormuş ki, bu işlerle çok az ilgili olan dahi hangi gazeteden söz edildiğini anlarmış. Dinleyenlerden biri hatibin sözünü keserek:
-Hangi gazeteden bahsediyorsunuz? demiş.
Necip Fazıl sormuş:
-Siz ne iş yapıyorsunuz?
-Keresteciyim.
-Belli, otur!
***
Üstad'ın çalışma odasına giren bir yazar üstadın çalışma odasına göz attıktan sonra:
-Hayrola üstat! Çalışma odanda hiç kitap yok, siz hiç kitap okumaz mısınız? diye soru sorduğunda, Üstat şu cevabı verir:
-Sen hiç süt içen inek gördün mü?
***
Mahkemede hakim, Necip Fazıl'a:
- Bak, der. Seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim, öyle değil mi?
Necip Fazıl sorar:
- Hakim Bey, yoksa istifa mı ediyorsunuz?
***
Nazım Hikmet ve Necip Fazıl Ramazan ayında arabayla gidiyorlarmış.Tabi Necip Fazıl oruç ama Nazım Hikmet değil. Nazım Hikmet Necip Fazıl ile dalga geçmek için yolun kenarındaki zayıf bir ineği işaret ederek Necip Fazıl'a demiş ki: -'Şunun haline bak,oruç tutmaktan ne hale gelmiş' demiş. Tabi Necip üstad altta kalır mı hemen cevabı yapıştırmış:
-'Aaa Nazım sen bilmiyormusun? Hayvanlar oruç tutmaz...
***
Üstat hapishanede koğuşunda iken aynı koğuşa Nazım Hikmet getirilir, Nazım Hikmet Üstadı görünce gülerek " Sende mi buradasın? Şu haline bak maymuna dönmüşsün" der...Üstat, karşısında duran Nazım Hikmet’e cevabı yapıştırır... " Ben de pencereye dönerim...
***
Bir gün kendisine, bir dostu;
-Üstat, dünyada iki büyük şair var, demiş
Necip Fazıl'ın tepkisi şu:
-Öteki kim?
***
Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir gün konferans verirken salonda bulunanlardan birisi kürsüye salatalık fırlatır. Salatalığı eline alan Necip Fazıl salondakilere dönerek:
"- Birisi kimliğini göndermiş, kiminse gelsin alsın" der.
***
Bir gün bir komünist güya düşünme istidadında biri, üstada dedi ki:
-İslamı takdir ediyorum , her şeyiyle harika..
-EEE??
-Ama iktisadi doktrini yok!
-O komüniste demiş ki üstat da:
-Sana birşey söyleyeceğim şimdi, herşeyi anlayacaksın. Tıpkı bir elmadaki ermişi lezzet gibi. İslam’da bütün iktisadi dava (ama onu çözebilmek, lifini bulabilmek lazım) maden suyunda demir gibi; bünyede erimiş olarak mevcuttur. Ne mutlu onu görebilene!
*09/12/2012 tarihli “forum.memurlar.net”den alıntıdır.
***
Necip Fazıl Kısakürek, vapurla Kadıköy’e geçerken, yanına biri yaklaşıp:
- Üstat, diye sormuş. Peygamberlere ne diye gerek duyuldu? Biz yolumuzu bulabilirdik.
Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan:
- Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş. Yüzerek geçsene karşıya... 22/12/2016 



Saatlerce bizi ekrana mahkum eden diziler *

Teknolojiyi üretenler insanın işini yapmasını kolaylaştırırken onu nasıl oyalayacağını, nasıl kul-köle yapacağını da iyi biliyor. Bir nevi morfin vurup uyuşturuyor. Bu çağın şeytanı bol maalesef. Yediden yetmişe oyalayacak oyuncağı var. TV, sanal alem, internet, dijital oyunlar, cep telefonları vb teknolojik icatlar peşimizi bırakmıyor hiç. Bağımlısı yapıyor insanı bir müddet sonra.

Bizi ekranlara kilitleyen, saatlerce yerimizde robot gibi oturmayı sağlayan, aşağı yukarı günün her saatinde evimize misafir olan diziler var. Hastalık derecesinde insanları ekran karşısına mahkum ediyor. Bir filme baksan daha iyi. Çünkü 1-2 saatin gider bazı günlerde. Ya bir de diziye bakmaya başlamışsa bizim ekran sever, bir hafta boyunca o diziyi bekler durur artık. Öncesinde geçen haftanın özeti saatlerce gösterilir. Ardından yeni bölüm başlar. Akşamın geç vakitlerine kadar sürer. Sıkılsa da, sıkışsa da insanı yerinden kaldırmaz. Wc ve lavabo ihtiyacını bile reklamlara göre ayarlar insanımız. Aile fertleri wc sırasına girer aralarda. Dizinin heyecanlı kısımlarında eve hırsız girse evdekilerin haberi olmaz. Olsa da kolay kolay kalkmaz. Öğrenci, ders ve sınavı geri plana iter.  Ev kadını  çay-kahve işlerini aksatır, evin erkeği ise uzun oturur yine her zamanki gibi. Kendisiyle birlikte dizi izleyen çocuğuna içten içe kızsa da, ara sıra homurdansa da yapacak bir şey yok. Parola: Her ahval ve şeraitte bu diziye bakılacak. Başka yolu yok.

Diziye bakan biri değilim, takip ettiğim bir dizim yok. Ama ekranlara kilitlenen insanları gördükçe üzülmüyor değilim. Hele bir de dizi çok ün yapmış, izlenme rekorları kıran bir dizi ise, muhabbeti gündüzden başlar, misafirliğe gitme ve kabul etme diziye göre ayarlanır. Sanırım haber kanalları dışında her kanalın her akşam en az bir dizisi var. Haydi dizi koyacaklar diyelim. Bari hafta sonlarına ağırlık verseler nasıl olur? Fena olmaz sanırım. Hiç olmazsa öğrenciler dizilerini daha rahat izler, hem de derslerini tamamen aksatmamış ve  daha az hasarla kurtulmuş olurlar. Tabii bu sözüm hafta sonu etüt vb yerlere gitmeyen öğrenciler içindir. Özel kanalları anladım, onlar için ne kadar reyting olursa kardır. Kime ne zarar veririz diye düşünmezler. TRT-1’de katıldı bu kervana. Kanalda gece gündüz neredeyse dizi programları var. Hele büyük-küçük herkesin izlediği bir ‘Ertuğrul’ dizisi var. Çarşamba günleri yayımlanıyor. İzleyenlerin çoğu hızını alamayıp bu dizide söylenen bazı cümleleri aynı anda sanal alemde paylaşıyor hemen. İlk yayıma girdiği yıl biraz baktım, sonra da bir daha bakmadım. Herkes izliyorsa mutlaka beğeni alıyor olmalı. Zaten bu yüzden dizi final yapmayı falan düşünmüyor. Sanırım günümüzde olan bazı menfur olay ve hareketlere de atıf yaparak geçmişi günümüzle güncelliyor. Olsun böyle diziler. Karşı falan değilim. Milyonları ekrana kilitleyen bu tür programları özellikle devlet sorumluluğunu taşıyan/taşıması gereken devlet televizyonunun yayım gününü yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. Hafta içi yayımlanması dolayısıyla yüz binlerce öğrenci çalışacağı dersi aksatabilir. Bu dizi pekala Cuma/cumartesi/Pazar akşamı yayımlanabilir. Anne-baba ve çocuğun hepsinin aynı anda izleyebileceği bu tür programlarda  bir fayda mülahaza ediyor olabilir yetkili ve sorumlu kişiler. Fakat bir faydayı düşünürken diğer kaçırdığımız faydaları da göz önüne almakta yarar vardır diye düşünmekteyim.

Dizi ilk yayıma başladığı zamanlarda bu diziden beklediğim eski tarihimizi hatırlatacak, alacağımız ibretlere ışık tutacak diye düşünüyordum. Yayım hayatına başladığı andan itibaren yıllar geçti ama nedense hala bir Osmanlı kurulamadı. Senarist, yapımcı vb sorumlular daha iyi bilir ama ben, devlet kurulduktan sonra her bölümde bir padişaha yer verilerek dönemin önemli gelişmeleri ele alınır, bazı padişahlara bir kaç bölüm ayrılabilir diye düşünüyordum. Dizi şimdi hangi aşamada bilmiyorum ama öyle zannediyorum hala daha kuruluşu sağlayamadı. Böyle giderse bu dizi, -izleyen olduğu müddetçe- daha kuruluşu bile sağlayamadan bir kaç nesli öbür dünyaya gönderecek gibi.

Hasılı, TRT yetkililerinden istediğim halkın sevdiği, kendisini gördüğü bu dizinin yayım gününün hafta sonuna kaydırmasıdır... Bir de vurdu-kırdı sahnelerinin en aza indirgenmesi...İyi seyirler!..  22/12/2016

* 13/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


"Kendinizi kutlarım"

2000'li yıllarda görev yaptığım ilçede  Cum'a namazını eda etmek için evimin yakınında bulunan camiye gitmiştim.

Caminin içi, yeterince ışık almayan,  yarı aydınlık bir durumdaydı. Hocamız hutbeye çıktı. Başladı elindeki hazır hutbeyi okumaya. Ertesi günü kandil olarak belirlenen gecelerden biri idi. Haliyle gecenin öneminden bahseden bir okuma i'rad etti. Yazıyı daha önce okumadığı, ilk defa okuduğu her halinden belliydi. Çünkü zaman zaman da okurken tekledi.  Kendisine çok güvenmenin ve caminin loş ışığının azizliğine uğradı. Cümlesini şu şekilde bitirdi:

"Bu mübarek kandil vesilesiyle kendinizi kutlarım."

Ne diyeyim? Vardır bir hikmeti. 22.12.2015

21 Aralık 2016 Çarşamba

Dikkat! Kaygan zemin!*

Eskiden bina yapımında, kaldırım döşenmesinde, evlerin önünün peyzaj çalışmasında, okul merdivenlerinin planlanmasında uzun ömürlü, evladiyelik, sağlam ve kullanışlı olmasına dikkat edilirdi. Sağlamlık ve sağlık ön plandaydı. Yeni yapılaşma ve planlamalarda ise sağlamlık, kullanışlılık ve sağlıklı olmasından ziyade görselliğe önem verilmektedir. Bakanı hayran bırakan bir görüntü. Hz Süleyman’ın sarayını ziyarete gelen Belkıs’ın ıslak diye eteklerini topladığı güzel görüntü hakim şimdi, aklınıza gelebilecek insanın adım attığı her yerde.

Ne zararı var diyebilirsiniz bu görselliğin. Adı geçen kullanım yerleri sadece seyirlik ise itirazınızda haklı olabilirsiniz. Şimdiki göze hitap eden ve güzelliğin her türünü gösteren bu kullanım yerlerine döşenen fayans, mermer, karo vb malzemeler hep kaygan. Büyük riskler taşıyor. Bu riski kar, buz ve ıslak olduğu zamanlarda daha iyi test edebilirsiniz. İsterseniz bir deneyin. Denemesi bedava. Kazara buralardan geçmeniz ve yürümeniz gerekir de dikkatli ve sağlam basmaz, acele ederseniz kaygan zeminin kalitesine göre yüz üstü, sırt üstü düşmeniz için size yüzde yüz garanti verebilirim. Öldürme garantili değildir. Ama sizi, yaşınıza göre uzun bir süre sürüm sürüm süründürür. Çünkü ya kolunuz, ya bacağınız, ya da kalçanız kırılır. Hele bir de hava soğuk diye eliniz cebinizde yürüyorsanız Allah göstermesin düştüğünüzde başınıza ne gelebileceğini aklıma bile getirmek  istemiyorum.

Bu adam bu soğukta şaka yapıyor. Hiç zamanı değil diye düşünebilirsiniz. Başınıza gelmişse bana hak verirsiniz. İnsanlar bu tip yerlerden yürürken ölüm-kalım mücadelesi verir kaymamak için. Niceleri kıl payı kurtulur, niceleri iki seksen uzanır. Böyle yerlerde kayıp zarar gören insanlar ilgili kurumları mahkemeye verse öyle zannediyorum haklı çıkarlar. Sorumlular maddi ve manevi tazminat ödemekle karşı karşıya kalırlar. Çünkü böylesi risk taşıyan yerlerde ‘kaygan zemin’ levhasına hiç rastlamazsınız. Türkiye gibi karasal iklimin hakim olduğu, kışın şiddetli geçtiği yıllarda; soğuk, ayaz ve don olaylarının sıkça görüldüğü ülkemizde  görsellikten ziyade sağlamlık, korunma, güven ve sağlık ön planda olmalıdır. Don ve buzlanmanın ardından geriye; patlamış mermerler, yerinden çıkmış fayans ve karoları görmeniz de mümkündür. Bundan sonra belediyelerin işi ne ki, verir bir ihaleye daha. Yazın yaptığı çalışmanın ardından yeni bir tretuvar çalışması  daha başlatır, bedeli vatandaştan alınmak üzere.

İşin garibi ilkokul, ortaokul ve lise talebelerinin okuduğu okullarımız da bu tür görsellik modasından nasibini almaktadır. Hele ilköğretimde okuyan çocuklar iki metrelik bir boş yer bulsa biri diğerini kovalar, öbürü kaçar. Kayıp düşmemeleri mümkün değildir. Şu ana kadar okullarda böylesi büyük kazaların ortaya çıkmaması, çıkmayacağı anlamına gelmez. Eğer çıkarsa böyle kazalar yeni ‘İş Güvenliği Yasası’na göre işveren durumundaki okul müdürlerinin işi kül gerçekten. Okul müdürlerinin kendilerini kurtarmaları mümkün değildir. Ahiret sorusu gibi sorulara muhatap olurlar bir inceleme ve soruşturma durumunda. “Islak ve kaygan yerlere niçin ‘Kaygan zemin’ levhası asmadın? Kaygan zeminleri, özellikle merdiven vb yerler için niçin kaplama yaptırmadın? Neden şu şu tedbirleri almadın gibi.” Maazallah çocuk bir de ölürse veya  ölümle pençeleşirse yat ağla, kalk ağla artık. Alacağın cezaya mı yanarsın, ölümle pençeleşen çocuğun durumuna duyacağın vicdan azabına mı? Bu durumda yetkililer ölümlerden ölüm beğensin artık.


İster katılın, ister katılmayın görüşlerime. İster tedbir alın, ister almayın. Bilesiniz ki ben eski kafalıyım. Kaldırımlardan yürürken, merdivenlerden inip çıkarken buz pistinde yürür gibi veya sırat köprüsünden geçer gibi tir tir titreyerek geçmek istemiyorum. Rahat, sağlam, kullanışlı, güvenli ve sağlıklı zeminlerden yanayım. 21/12/2016
* 11.01.2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Eğitim nefes alsın ve nefes versin deniyorsa...

Ülkede ne zaman kötü bir şey olsa, işler tersine gitse  hemen eğitime suç bulunur. Bu kadar kötü insanlar okullarda "İyi yetişmiyor, mezun olunca da başımıza iş açıyor" diye düşünenlerimizin sayısı az değildir. Doğrudur, her şeyin başı eğitimdir. İnsanların suçlu olarak eğitimi sorgulaması doğaldır. Çünkü her şey eğitimden beklenir. Eğitim, iyi davranışların kazandırılması diye de tarif edilebilir. Şimdi kafamızdaki yargıları bir tarafa bırakarak arkamıza yaslanıp konuyu bir müzakere edelim.

Eğitimde başarının gelmesi ve kalitenin yakalanması isteniyorsa yapmamız gereken basittir. Sorumluluğu herkese yaymak. Sorumluluğa göre yetki vermek, hedefi olmayan kişilerin okuma-yazma, iletişim ve görgü kurallarını öğrendikten sonra belli bir sınıftan sonra eğitim ve öğretimin dışına çıkarılmasıdır. Okullarda hedefi olmayan, okumamak ve sınıf geçmemek için direnen kişilerin okul dışına çıkarılıp yeteneğine uygun bir yerde meslek öğrenmesi sağlanmalıdır. "Zorla güzellik olmaz" ama yine de okuması gerekir deniyorsa eleme ve yaptırımdan öğrenci payını almalıdır. Okullarda ders akışını bozan kişilere mutlaka müeyyideler gelmelidir. Öğrenci ve arkasındaki aşırı korumacı veli işin ciddiyetini alıp gereğini yapmalıdır. Okula gelen herkesi hiç elemeye tabi tutmadan mezun etmek, iyi ve hedefi olan nice çocukları heba etmemize zemin hazırlar. Herkesi okumuş yapacağız, eğitim seviyesini yükselteceğiz, sınıfta kalan bir öğrencinin devlete şu kadar maliyeti var, bu yüzden kalma yok deniyorsa o zaman hiç kimse eğitimde kalite beklemesin. Çalışanla-çalışmayanın ayırt edilmediği bir ortamda öğrencilerden istendik davranışlar beklemeyelim.

Sosyal hayatta kurallar olmaz ise oralarda kaos ortaya çıkar. Bir an için trafik kurallarını kaldıralım, trafik ihlali yapanlara ceza uygulamayalım. Trafiğin ne hale geldiğini aklınıza bir getirin isterseniz. Allah: "Ahiret de herkes yaptığının karşılığını almayacak, öbür dünyada hepiniz Cennet hayatı yaşayacak, bu dünyada ne yaparsanız yapın, hesaba çekilmeyeceksiniz" dese varın dünyanın halini düşünün. Bugün eğitimde uygulanan sistem 2000 öncesi ehliyet almamıza benzer. Sürücü kurslarına parayı yatıran, istenen evrakı gönderen hiç kurs görmeden, aracı sürüp sürmediğine bakılmaksızın ehliyeti hazırlanıp sürücüye gidiyordu. Bugün okullara kayıtlar otomatik yapılıyor, öğrenci ve veli   ilkokul ve ortaokulda kayıt alanına göre adrese dayalı bir şekilde daha okulu görmeden kaydı yapılıyor. Lise de ise TEOG sonuçlarına göre tercih edilen okullardan birine yerleştiriliyor, yine burada da öğrenci ve veli okula uğramadan kaydı yapılmış oluyor. Okul açıldığında eğer lütfedip okula gelirse okuldan mezun oluyor. Bu durumun hiç istisnası yok. Tıpkı ehliyet alan sürücüler gibidir okullar. Hatta okulun altını üstüne getirenleri okul idareleri ve öğretmenler -ellerinde yetki olsa- birden fazla sınıf atlatarak -bir an evvel başımızdan gitsin- diye mezun edecekler.

Düşüncemiz ne olursa olsun, eğer bu ülkeyi sevenlerin ülke gibi bir dertleri varsa, ülkelerini seviyorlarsa, eğitim diye bir dertleri varsa  eğitimde başarıyı ve kaliteyi yakalamak için eğitime bir neşter vurup eleme ve kalma sistemini getirelim. Bu sistemi getirin; eğitimciler sizden ne akıllı tahta, ne malzeme, ne de donatım ister. Eski kara tahtalar yeter onlara. Gelin hep birlikte eğitim ve öğretime gelmiş iyileri, hedefi olmayanların elinden kurtaralım. Sınıfta kalan öğrenci de kurtulur bu sistemde. Bakar ki kalma var, pabuç pahalı, bir musibet bin nasihatten iyiymiş diyerek dört elle sarılır okuluna. 21/12/2016